28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 TEMMUZ 2008 CUMA kültür C 15 Çağdaş çocuk ve gençlik yazınında çocuk imgesi 2 LONDRA’DAN MUSTAFA K.ERDEMOL Yeni bir atılım Zehra İPŞİROĞLU 1967 yılında, Aziz Nesin’in sayısız baskı yapan ve onca yıldır büyük küçük kimsenin elinden düşmeyen “Şimdiki Çocuklar Harika” kitabı ilk kez yayımlandığında tüm şimşekleri üzerine çekmişti. Bir yazar ilk kez büyük bir açıkgönüllülükle çocukların sorunlarını dile getiriyordu. Bu da yetmiyormuş gibi çocukları baskı altında tutan büyükleri, anneleri, babaları, öğretmenleri alaya alarak acımasızca eleştiriyor, büyüklerin ikiyüzlülüklerini, yalanlarını, haksızlıklarını, eğitim alanındaki saçmalıklarını tüm çıplaklığıyla sergiliyordu. Aziz Nesin’in kitabın sonraki baskılarında eklediği çocuklara mektupta bu kitabın ne tür engellemelerle karşılaştığını öğreniyoruz. Kitap “Doğan Kardeş” dergisinin düzenlediği bir çocuk romanı yarışmasına katılır ve jüri üyelerinin bir bölümü tarafından öğretmenleri küçük düşürdüğü gerekçesiyle sakıncalı bulunarak elenir. İşin şaşırtıcı ve yadırgatıcı yanı, kitabı eleyen jüri üyelerinin sayısız ürün vermiş tanınmış yazarlardan oluşmasıdır. Hiçbirinin tutuculukla ya da resmi ideolojiyle uzak yakın ilgileri yoktur. Söz konusu çocuk okur olduğu anda bu yazarlar da bile otosansürün işlerlik kazanması, yazarların nasıl de Amicis örneğinde olduğu gibi bir ikileme düştüklerini açıkça gözler önüne seriyor. Mektup roman biçiminde yazılmış olan Şimdiki Çocuklar Harika’da iki çocuk Ahmet ve Zeynep birbirlerine yazdıkları mektuplarda günlük yaşamda büyüklerle ilişkilerinde okul ve aile yaşamında yaşadıkları şaşırtıcı ve komik olayları anlatırlar. Kitap toplumuzda baskı altında tutulan ve gelişmesi engellenen çocuğun dünyasını öylesine gülünç olaylar ve durumlarla canlandırır ki, hem çocuk hem de yetişkin okuyucuya ulaşılır. Ancak çocuk okuyucu gülme yoluyla yaşadığı baskıların ağırlığından kurtulurken (burada gülmenin gerilimi atıcı rahatlatıcı işlevinden söz edilebilir), yetişkin okuyucu kitabı kendi dünyasına yapılan bir taşlama olarak alımlayacaktır. Çocuk yazınındaki ilk atılım hem çocuk hem yetişkin okuyucuyu buluşturan taşlama türü kitaplarla gerçekleşiyor. Rıfat Ilgaz’ın aynı yıllarda yayınlanan ve tiyatro ve sinemaya konu olan “Hababam Sınıfı”nda otoriter okul izleğini bir dizi komik olay ve gülünç tiplemeler dile getiriyor. Daha sonraki yıllarda yazdığı “Bacaksız” dizisiyle köyden kente gelmiş yoksul bir ailenin çocuğu olan Bacaksız’ın yaşamından sunduğu kesitler çocuğun kaldıramayacağı denli baskılı bir ortamı ve koşulları gülmece ve taşlama aracılığıyla canlandırır. Rıfat Ilgaz, Bacaksız tiplemesiyle hem içi dışına sığmayan uyanık ve cingöz, hem de söylediğini sakınmayan bozulmamış, nahiv bir tip yaratır. Bacaksız bu özellikleriyle şimşekleri üzerine çekip güç durumların içine düşse de, gene de bir şekilde işin içinden sıyrılır. Kaçak sigara satarak üç beş kuruş kazanmadan okulda yaratılan zenginyoksul ayırımına, çocuğun yaşamından kopuk ezberci ve otoriter okul sisteminden dayak sorununa, ülkücü öğretmenin yarattığı şiddet ortamından aile içinde baskıya değin türlü sahneleri izleriz Bacaksız’ın yaşamından. İlköğretim çocukları göz önüne alınarak yazılan bu dizi “Şimdiki Çocuklar Harika”nın tersine çok daha yalın, basit ve çocuksudur. Ancak tıpkı Aziz Nesin gibi Rıfat Ilgaz da çocuklara yönelik yapıtlarında da yetişkinlere yönelik yapıtlarında olduğu gibi sözünü sakınmaz ve gerçekleri tüm çıplaklığıyla sergiler. “Sınıf” adı altında toplanan landığını görüyoruz. Küçücük bir kızın gözünden anlatılan öyküler onun yaşamını duygularını, mutluluğunu, düş kırıklığını öylesine özgün bir biçime canlandırıyor ki, öyküleri okurken yetişkin okuyucu olarak da tat alabiliyoruz. Bu da kanımca temel bir ölçüt, çünkü belli bir düzeyi tutturabilen bir çocuk yazını çocuk okuyucuya olduğu kadar yetişkin okuyucuya da seslenebiliyor. Gürmen’in öykülerinin en güçlü yanı, yoğun bir espri anlayışının yanısıra gözlemciliği, büyük bir duyarlılık ve empati duygusuyla çocukların dünyasına girebilmesi. Rıfat Ilgaz Aziz Nesin Sıvas’ın Duvarları Ateşten... lığın tuhaflıklarından biridir elbette. İnsan yakan “ateş uygarlığı” engizisyon dönemiyle sınırlı kalmadı. Kabileler arası çatışmalarda Ruanda’da, hristiyanmüslüman çatışmasında Nijerya’da, geçtiğimiz aylarda da Kenya’da insanlar birbirlerini yaktılar. Daha bir kaç ay önce Güney Afrika siyahı, komşu ülkeden ülkesine gelmiş emekçi siyahı acımasızca ateşe verdi. Yani ateş, ilk keşfedildiği dönemlerden farklı olarak, onca yararına rağmen, yakmanın/kundaklamanın öznesi oldu zaman zaman. İnsanlık giderek bir “tutuşturma kültürü”kazandı. “Tutuşturma kültürü”nün, toplumumuzda öteden beri var olan “linç kültürü” ile nasıl uyum sağladığını, öfkenin, nefretin, nasıl ateşle taçlandırıldığını biz de onbeş yıl önce Sıvas’ta gördük. Bizim engizisyonumuz Sivas oldu. Hıristiyan fanatizminin “ateş uygarlığı”, kentsel bir vahşetken, bizim engizisyonumuz, kültürlerin birbirine tahammül ettiğinin sanıldığı, hoşgörülü toprak kabul edilen Anadolu kırsalında gerçekleşti. Hıristiyan fanatizminin “benden değilsin” ya da “yeterince imanlı değilsin” diyerek “tutuşturma kültürü”ne dini gerekçeler bulması gibi, Sıvas’ta yakılanlar da aynı gerekçeyle tutuşturuldular. Anadolu’da, Hıdrellez’de üzerinden atlanarak, adanmış dileklerin yerine getirilmesine yardımcı olacağı sanılan o ateş, Sıvas’ta, elbette dilekleri, hayalleri olan insanları yaktı. Bir dilek aracı olan ateş, baştan aşağı umutla, hayalle, dilekle dolu insanları kavurdu. Madımak’ı tutuşturanların elleri, küçük birer çocukken, yanlışlıkla sobaya değmedi mi hiç? Hiç mi hatırlamadılar, sigaralarını yakarlarken, küçük bir kıvılcımla derilerinin nasıl yandığını? Ateşin ne kadar korkunç olduğunu, hiç bir canlının yakılarak ölmeyi hak etmediğini düşünmelerine yarayacak, küçücük bir yanık bile yok muydu bedenlerinde? İlkel insanın dini yoktu, kendisine yön verecek vicdanı, hareketlerini belirleyecek duygusallığı belki pek gelişmemişti ama canı yandığı için ateşi denetimi altına almayı becerecek kadar aklı vardı. Madımak’ı tutuşturanların akılları ise insan yakmaya yaradı sadece. İyi de, vicdanları, duyguları neredeydi? kemalerdemol?yahoo.co.uk GENÇLER İÇİN BİR SEÇKİ Ünlü yazarlarımız Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin, çocuk kitaplarıyla da yazınımızda bir çığır açmayı başardılar. ve yetişkin okuyucuya olduğu denli genç okuyucuya da seslenen daha ilk şiirlerinde küçük yaşta hem okula gitmek, hem de altından kalkamayacağı kadar ağır işlerde çalışarak para kazanmak zorunda olan çocukların çaresizliğini öylesine çarpıcı bir biçimde gözler önüne serer ki, bu şiirleri yüzünden hakkında soruşturma açılır ve altı ay tutuklu kalır. OCUK BAKIŞININ KEŞFEDİLMESİ Yazarların gerçekleri gizlemeden çocukların dünyalarını bulgulamaya çalışmaları, sıkıntılarını ve sorunlarını sergilemeleri altmışlı yıllarda toplumsal sorunlara duyulan ilgiyle birlikte başlıyor. Bu açıdan Batı’daki gelişmelerle bir koşutluk olduğu dan yola çıkması, çocuğun gerçeklerini, onun çevresini ve yaşamını kendi öznel değerlendirmesiyle alımlayan bakış açısından dile getirmeye çalışması. Oldukça sınırlı diyebileceğimiz bu tür yayınların içinde Mavisel Yener’in, Ayla Çınaroğlu’nun, Aytül Akal’ın, Aysel Gürmen’in ve Sevim Ak’ın yapıtları başı çekiyor. Sevim Ak, öykülerinde, çocukların yaşamlarından sunduğu komik, üzücü, şaşırtıcı kesitleri hep çocuğun bakış açısından canlandırıyor. Böylece öykülerinin dokusunu oluşturan özellikler, sözgelimi yetişkinlerin gözünde belki de hiç de önemli olmayan bir olgunun çocuk için neredeyse varoluşsal bir önem kazanması, buna karşılık gerçekten şaşırtıcı olanın doğala dönüşmesi, düş ve gerçeğin iç içe girerek birbirine karışması, yaşanılan ilk heyecan Ç İllüstrasyo n:Ömer Ya prakkıran söylenilebilir. Taşlama ve gülmece türleri bu alanda yapıcı örnekler verirken, gerçekleri abartısız yalın bir biçimde dile getiren yapıtlar da farklı sosyal kesimlerin yaşamlarından, örneğin köylülerin, köyden kente göç edenlerin,orta kesimin,aydın burjuva kesiminin , göçmen işçilerin vb. yaşamlarından kesitler veriyor. Kimi kez anı biçiminde ele alınan kimi kez çocuğun bakış açısından anlatılan, kimi kez kurmaca ve gerçeğin iç içe geçtiği yeni anlatım biçimlerini deneyen bu yapıtlarda canlandırılan kesime göre ekonomik sıkıntılar, çalışan ailelerin sorunları, baskı ve şiddet, yabancı olma ve dışlanma vb sorunlar gündeme getiriliyor. Son yıllarda çıkan çocuk yayınlarında en göze çarpan özellik, çocuk bakışının yakalanmaya çalışmaları. Yazarın kendi görüşlerini çocuğun ağzından vermekten kaçınması, doğrudan çocuğun dünyasın ların, düşkırıklıkların bıraktığı izlenimler vb olgular yetişkinlerin algılama biçiminden çok farklı bir dünyayı canlandırıyorlar. Öykülerinin bir başka ilginç yanı da çocuk okuyucuyu birlikte düşünerek ya da düş kurarak katılıma çağıran açık biçimi. Çocuğun yaşamından anlık duyarlılıkları içeren hiçbir öyküsünde yapay bir olaylar örgüsüne rastlamıyoruz. Son yıllarda kaleme aldığı romanlarında ise ailenin çözülmesi ve boşanma sorununun çocuğun üzerinde yarattığı yıpratıcı etkiler ya da yetimler yurdunda büyüyen çocukların yaşadıkları vb sorunları yumuşak ve esprili bir anlatımla dile getiriyor. Aynı şekilde Aysel Gürmen’in öykülerinde, sözgelimi 912 yaş grubu çocuklarının çok severek okuduğu Selen dizisinde gene çocuk bakışının yaka Çocuk yazınında yaratılan çocuk imgesini değerlendirirken, yetişkinler için yazılan çocuk imgesiyle karşılaştırma belki bizlere yeni yollar da açabilir. Bu bağlamda on üç yaşının üstündeki gençler için hazırladığım, hem Alman hem de Türk okuyuculara seslenen bir antoloji projesinden söz etmek istiyorum. Yaşar Kemal, Aziz Nesin gibi çağdaş Türk yazınında önemli bir konumu olan çok tanınmış ya da henüz hiç tanınmamış genç yazarların yapıtlarından bir seçkinin sunulduğu bu antolojide çocukluk izleğinin izdüşümü kırklı yıllardaki çocukluktan seksenli yıllara değin inceleniyor. Öyküler birbirinden üslup açısından çok farklı, örneğin kiminde şiirsel bir anlatım ağır basıyor, kimi çok görsel, kimi komik ve esprili, kimi daha düşündürücü, kimi röportaj türüne yaklaşıyor. Ortak olan öykülerin hepsinin çok gerçekçi olması ve sorunları tüm çıplaklığıyla ortaya koyması, hiçbir biçimde çocuk yazınında olduğu gibi idealize etmemesi. Seçkide konulara göre bir ayırım yapılıyor. Örneğin öğrenim ve okul, çalışan çocuklar ve çocuk işçiliği, yoksulluk ve sokak çocukları, taşrada günlük yaşam, yurtdışına göçün getirdiği sorunlar, kız çocukları ve cinsel ayırımcılık, politik baskı gibi konular üzerinde duruluyor. Amaç genç okuyucuyu hem farklı zaman kesimlerinde ve coğrafyalardaki çocukluk üzerinde empati duygusu yaratarak düşündürmek, hem de bugünkü çocukla geçmişteki çocukluk arasında bir köprü kurmak. Anlatılanlar bugünün tüketim toplumu ve medya çağı gençliğine birçok açıdan yabancı gelecektir kuşkusuz. Öte yandan konuya burada yaşayan göçmen kökenlilerin açısından bakarsak geleneklerin baskısı, göç olgusunun getirdikleri gibi kimi sorunlar da hala sürmekte. Modern yaşam ile gelenekler arasındaki sıkışmışlık entegrasyonu engelleyen etkenlerin başında geliyor. Bu açıdan bu kitabı yaratıcı öğrenim bağlamında destekleyici bir çalışma ve malzeme dosyası da çıkartılabilirse, seçkinin okullarda kullanılma şansı çok olacaktır. Seçkinin bol görsel malzeme, çocuk fotoğraflarıyla da çok güzel zenginleştirilebileceğini düşünüyorum. Okuyucuyu kimi kez heyecanlı, kimi kez hüzünlü bir zaman yolculuğuna çıkaracak olan bu kitap Almanya’daki okuyucu açısından iki kesime sesleniyor: Göçmen kökenlilere ve Alman gençlerine. Göçmen kökenli gençler bu kitap aracılığıyla kendi geçmişlerini, ailelerini anne ve babalarını hem empati yoluyla duygusal açıdan hem de düşünsel açıdan daha iyi tanımak olanağını bulacaklardır. Alman gençleri ise kendilerine çok yabancı gelecek bu dünyanın hem çok farklı bir dünyanın ve kültürün içine girecekler, hem de kendi tarihsel geçmişleriyle ortak bazı noktalar olduklarının bilincine varacaklar. ili saymazsak, ateş insanoğlunun en büyük buluşudur” dermiş Charles Darwin. ABD’li ünlü coğrafya profesörü Alfred W. Crosby’nin “ateşi denetimi altında kullanmak sadece insan türüne özgüdür, bu yüzden dünya yaşanacak yere dönüşmüştür” deyişine bakılırsa, Darwin, tabii ki doğru söylüyor. Beslenme alışkanlığımızın değişmesi ya da gelişmesi de ateşle mümkün oldu, soğuktan korunmamız da. Daha verimli olsun diye tarlaları yakmak biyolojik çeşitliliğin artmasına yol açtı, ki bunu da ateşin varlığına borçluyuz. İnsanlık, ateş yakmayı öğrendiği andan itibaren, yemek pişirmek için gerekli her materyale ateşle şekil verdi. Çömleği, seramiği, metalurjiyi ateşle uğraşırken bulduğumuz için “bu insanlığın ilk sanayi devrimidir” der Crosby. ??? Ateşin yararlarını anlattığınız bir çocuğa herhalde bunları söylersiniz. Hepimiz buna benzer bilgilerle büyümedik mi? İlkel dönem adamının yanındaymış da tanık olmuşcasına, “ilk insan yemek yerken eti ateşe düşürdü böylece eti pişirmeyi öğrendi” diyen paparazzi kılıklı antropologun anlattığı kadar basit olmadı elbette ateşi bulmak da, hayatı kolaylaştırmak için kullanmak da. Ne kadar yakıcı olduğunu fark ettiği andan itibaren onu denetimi altına alan ilk insan, bu denetimi, elini, bacağını yakarak, onca yanık yarası edinerek gerçekleştirebildi çünkü. İlkel insanın ona ilahi anlamlar yükleyip tapmış olması, ateşin önüne çıkan (hepsini değilse de) birçok engeli eritme gücüne sahip olmasındandır. Ateşe hükmetmeyi öğrendiğinde, insanlık kendisine yeni tanrılar bulmuştur. Ona kutsallık yüklenmeseydi, dilekler gerçekleşsin diye üzerinden atlanmaz, ilkel kabile toplumları kötü ruhları kovacak “iyi bir güç” olduğuna inanmazlardı ateşin. Ateş, kendini koruma duygusundan yoksun küçük çocukların elini değdirdikleri soba yüzünden tehlikeliydi sadece. Öyle de kalabilirdi. Ama kalmadı. Hristiyanlık, günahkarları ateşe attığı engizisyonla bir “ateş uygarlığı” yarattı. Ateşin masumiyetini bozanlar, bir zamanlar ona korkuyla tapan insanlar oldu. İnandığı ateşi, daha sonra inandığı başka bir dinin cezalandırma aracı yapması insan “D Rıfat Ilgaz’ın evi müze oldu CİDE (AA) Ünlü edebiyatçı Rıfat Ilgaz’ın Kastamonu’nun Cide ilçesinde doğduğu ev, müze ve sanat evine dönüştürüldü. Ev bu yıl 1113 Temmuz tarihleri arasında 13.’sü düzenlenecek Rıfat Ilgaz Sarı Yazma Kültür ve Sanat Festivali’nde, ‘Rıfat Ilgaz Kültür ve Sanat Evi’ adıyla ziyarete açılacak. Babasının İstanbul’daki eşyalarını Cide’de doğduğu eve getiren Aydın Ilgaz, sevenlerinin ellerinde bulunan belgeleri müzede Rıfat Ilgaz dostları ile paylaşırlarsa çok mutlu olacaklarını belirtti. Ilgaz’ın doğduğu ev bir süre önce Cide Belediyesi tarafından Kültür Bakanlığı’ndan devralınmış ve aslına uygun olarak yeniden yapılmıştı. ıvas katliamının 15. yılında ibret verici olaylar yaşıyoruz... Gerici, yobaz, dinci faşistlerin, şeriat tutkunlarının, gözü dönmüş katillerin, 35 insanı diri diri yaktıkları Sıvas katliamının 15. yılı... (Sanıkların çıkarıldıkları mahkemede duruşmaları izlemiş biri olarak, bir önceki cümlede bilinçle seçtiğim sıfatların, bu canileri tanımlamakta yetersiz bile kaldığının bilincindeyim!) Günlerdir Cumhuriyet’te Attila Aşut’un geniş kapsamlı “Sıvas Katliamı” dizisini okuyorsunuz. Orada söylenenleri tekrarlamayacağım. Ancak şunu vurgulayacağım: O vahşetin yaşandığı mekân bugün hâlâ kebapçı. Unutturmamak için müze olması gereken yerde halen ateşte kızarmış et yeniyor! Kültür Bakanı Günay’ın müze değilse de orayı çiçekçi dükkânına dönüştürme sözü çoktan unutuldu. Devletin seyirci kaldığı, sanıkların cezalandırılmadığı bu vahşeti yok sayanlar, görmezden gelenler, hatta ve hatta savunanlar bugün iktidarda olduğu için bu gelişmelere belki de şaşmamak gerek! Karabük Festivali’nde Belediye Başkanı Hüseyin Erer’in yazar Latife Tekin’i susturması, sadece bir yöneticinin, bir yazarın düşünce ve ifade özgürlüğüne müdahalesi olarak değerlendirilemez. Olay, bundan öte gerçekleri, bir zihniyeti ortaya koyuyor! Cehaleti, hoyratlığı, baskıyı, tehdidi, saldırganlığı ve terbiyesizliği ortaya koyuyor! S ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Eleştiriye tahammülsüzlüğün yanı sıra, “Parasını veren düdüğü çalar” mantığı... Kimin ne konuşabileceği, nerede neyin söylenebileceği açıklaması... (Sıvas katliamının ertesi günü kimi “liberal” köşecilerimiz, “Ama Aziz Nesin de...”, “Ama keşke Sıvas’ta...” diye başlayan “ama”lar sıralamışlardı ya!) Yazarlara “Boynunu koparırız...” tehditleri... Özür dilerken bile “zaten alkol almıştı” lafı... Latife Tekin’in kadın olması da bunları çileden çıkarmıştır! Bütün bunlar bu ülkede egemen kılınmaya çalışılan rezil tutumun altını çiziyor. Olayı yaşarken “Sıvas aklıma geldi ve Karabük’ü terk ettim” demesi ise bu ülkede artık çok sık karşılaştığım bir durum... Ardahan’dan Edirne’ye, İstanbul’un göbeğinden Ege kıyısındaki sahil kasabasına bu baskıyı duyan, yaşayan öyle çok insan var ki! Türkiye’nin birçok kentindeki kitap fuarlarında, festivallerde falan siz hiç Mustafa Balbay’ı gördünüz mü? Ben çok gördüm. Daha o zaman söyledim. Bu adamdan korkulur! AKP karanlığı... Konuşma mı yapıyor, salonlar dolar taşar! Kitap mı imzalıyor, önünde kuyruklar, kuyruklar, kuyruklar... Her okur sanki ailesinden biri, sarılmalar, kucaklaşmalar, fiskos konuşmalar... Tutan sarılır, yakalayan anlatır da anlatır, bırakmaz! O da dinler de dinler, notlar alır! E pes yani hücre çalışması, örgütlenme, darbe hazırlığı bu kadar aleni yapılmaz ki! Sonunda yakalandı işte! (Hayır böyle sürdüremeyeceğim...) Salı sabahından beri, ben de sizler gibi haberleri izliyor, Cumhuriyet okurlarıyla kucaklaşıyorum. Salı günü boyunca yılların birikimini ve deneyimini, gözlerinde ve şakaklarında damıtmış Cüneyt Arcayürek’in açıklamalarını televizyon ekranından izlerken içimden hep geleceğimiz tehlikede diyordum. “Geleceğimiz tehlikede” düşüncesi ve duygusu yalnız benim değil, o gün bugün karşılaştığım herkesin bir parçası artık! AKP iktidarı hiçbir şey değilse de bunu yerleştirmeyi başardı! Ama o günden beri beni en çok şaşırtan Cumhuriyet gazetesi dışındaki medyanın tu tumu... Heeey her fırsatta AKP’yi demokrasi kahramanı diye niteleyenler suskunluğunuzdan utanmıyor musunuz! Cumhuriyet ilkelerinin topluma eziyet ve zulmettiğini ha bire tekrarlayanlar 13 aydır iddianamesi olmayan suçlamadan gözaltında tutulmayı nasıl kabullenir? Ekranların anlı şanlı bir yorumcusu Cumhuriyet mitinglerine katılanlarla “Ergenekon” soruşturması arasında ilişki kurmaya bile kalktı! Oha derler adama. Aklım almıyor. Sanki bir maç var; şeriatçılar bir yanda, darbeciler öte yanda! Ve “liberal” geçinenler, “politik doğruluk” adına bu ikisini vuruşturmaya çalışıyor! Yuh olsun sizlere! “Ergenekon”la ilgili varsayımları okudukça baktım ki Aziz Nesin’den Genco Erkal’ın derlediği “Bir Takım Azizlikler”in bir bölümü aklımdan yüreğimden çıkmıyor. Başbakan’a, AKP’ye ve dönek, ikiyüzlü medya yobazlarına ithaf etmek isterdim o oyunu... Neden Başbakan’a? Çünkü geçen salıdan beri beni en güldüren sözü o söyledi. Kasıklarımı tuta tuta, gözlerimden yaş gelinceye dek güldüm: Yeni gözaltılara tepkisini şöyle belirtmişti Başbakan: “Temennimiz odur ki bu soruşturmalar neticesinde, karanlıklar da aydınlığa çıkmış olur.” Siz söyleyin sevgili okurlar, bundan ala Aziz Nesin’lik olunur mu? Angel Tavira yaşamını yitirdi MEXICO CITY (AA) 2006 Cannes Film Festivali’nde, 82 yaşında oynadığı ilk filmle en iyi erkek oyuncu ödülü alan tek elli Meksikalı kemancı Angel Tavira önceki gün böbrek sorunu nedeniyle yaşamını yitirdi. Keman çalmaya 6 yaşında başlayan Tavira 13 yaşında sağ elini kaybetmesine rağmen müziği bırakmadı. Tavira, 2002 yılında kendisiyle ilgili bir belgesel yapan Meksikalı yönetmen Vargas’ın ‘Keman’ filminde ilk kez oyunculuk yaptı. Filmde oğlu ve torunuyla birlikte sokak müzisyenliği yapan ve gerilla hareketini destekleyen Tavira yaşlı bir kemancıyı canlandırdı. zeynep?zeyneporal.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle