02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 6 HAZİRAN 2008 CUMA Abidin Cevher Özden, son olarak Kürşat Yılmaz’ın çete davasında yargılanıyordu Banker Kastelli intihar etti Banker Kastelli adı ile bilinen, 41.5 ile 64.5 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması istenen Özden, 1982 yılına kadar 550 bin kişiden 2.5 milyar dolar toplamıştı. İstanbul Haber Servisi Kamuoyunda “Banker Kastelli” adıyla bilinen Abidin Cevher Özden (75), Kadıköy’deki bürosunda intihar etti. Olay yerinde hayatını kaybeden Abidin Cevher Özden, en son Kürşat Yılmaz’ın çete davasında yargılanıyordu. Kadıköy Kuşdili Caddesi 12 numarada bulunan Efes Çarşısı’nın 2. katındaki Kastel Emlak İnşaat ve Turizm Organizasyonu şirketinin sekreter masasında kendisini silahla vuran Özden’in, “Ölümümden kimse sorumlu değildir” diye not bıraktığı belirlendi. Özden, üzerinde “Savcıya verilecek” ibaresi bulunan notunda niyetinin kimseyi aldatmak ve kandırmak olmadığını yazdı. Haksız yere suçlandığını, basının üzerine çok geldiğini öne süren Özden, notunda “Bugüne kadar işlerim ters gitti. Niyetim kimseyi aldatmak ve kandırmak değildi. Bu nedenlerle ailemle aram bozuldu. Ölümümden kimse sorumlu değildir” dedi. Abidin Cevher Özden’in Efes Çarşısı’ndaki bürosuna gelen avukatı Tufan Atlı da gazetecilerin sorularını yanıtladı. Özden’in 34 ay önce de bir intihar girişiminde bulunduğunu belirten Atlı, şunları söyledi: “Bürosunda ağzına ateş ederek intihar etmiş. Bu kez başardı. Karacaahmet’te oğ Mustafa Ekmekçi’ye Mektup Ne yapayım, gerçek bu! ? Bu delicesine yürüyüş, partiyi, bir yerde anayasayla burun buruna getirdi: AKP, anayasanın laik ilkesini çiğnediği nedeniyle, kapanmak isteniyor: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açtığı dava Anayasa Mahkemesi’nde. Keşke birkaç yıl önce açılsaydı bu dava. Oldu bir kere; ama bağımsız Yüksek Mahkeme hükmünü verecek ve bir tehlikeyi bertaraf ederken bir çığır da açacak. Yeni bir dönemine girecektir Cumhuriyet. Ne var ki, AKP, haftalardır, bir savunma hazırlamak yerine, Başsavcı ve Anayasa Makkemesi’yle boğuşuyor. Öte yandan, yargının bu yüksek temsilcilerini aşağılamaya karşı harekete geçen yüksek mahkemelere saldırıyor. Yetmedi, AKP, AB’yi yardımına çağırıyor: AB’de kimi görevliler de, “demokrat” olduğu gerekçeleriyle geliyor ve AKP’yi savunuyorlar; oysa AKP, olsa olsa “kendine demokrat” oldu; üstelik dincidir. Avrupa’dan gelenler, laiklik adına da “demokratik laiklik” gibi kavramı yozlaştıracak söyleşiler yapıyorlar. Gelişmenin bu noktasında söylemeliyiz: AB’nin laiklikle, giderek çağdaş Türkiye’yle bilgisizliği utanç vericidir. AB’yi bir de bu vesileyle gördük ve tanıdık! Deden Frenk Mustaa Bey yaşasa kimbilir neler söylerdi! Düşüncem de şudur: AB’ye girmekle neler kazanacağımız ve kaybedeceklerimiz ayrı bir konudur. Ama o kapıdan girdiğimizde, öyle görülüyor ki, en başta laikliğimizi, Cumhuriyet’in şu en baştaki kazancımızı yok edecek bu şaşkınlar, ya da kasıtlılar... ? Sevgili Ekmekçi, bunlar olurken, son birkaç ayda, Cumhuriyetçiler olarak, büyük üzüntülerimiz de oldu: İlhan Selçuk, sağlığı bakımından sorunlarla karşılaştı. Ne var ki, Ağabey sonunda, bu sorunları aştı çok şükür. Yakınlarda yazılarına başlayacak, yani mücadelesine yeniden başlayacak... Mektubumda, yazdıklarımla seni çok üzdüm kuşkusuz. Ancak, İlhan Selçuk’la ilgili şu son haber, seni kabrinde çok rahatlatmıştır. Müsterih ol sevgili Ekmekçi, nurlar içinde yat... P O R T R E ABİDİN CEVHER ÖZDEN 1933 yılında Trabzon’un Sürmene ilçesinde doğan Abidin Cevher Özden, Banker Kastelli adıyla bankerlik yaptı. 1980’li yıllarda yaşanan büyük banker krizinin önemli aktörlerindendi. 1982’de sadece ÇavuşoğluKozanoğlu Grubu’na bağlı Hisarbank’ın ve Özer Çiller’in başında bulunduğu İstanbul Bankası’nın sertifikalarını satmaktan başka çare bulamayan Kastelli’ye en büyük darbe 18 Haziran 1982’de indirildi. Türkiye’de faaliyet gösteren 40 bankanın tamamı “Bankalar bankerler aracılığıyla mevduat sertifikası satmayacaklar ve pazarlamayacaklar” kararı aldı. Halkın vadesi gelen ana para ve borçlarını ödeyemeyince İsviçre’ye kaçan Özden Türkiye’ye döndüğünde tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi’ne konuldu. Kastelli’nin çöküşüyle mali sistemin ağır bir darbe yiyeceğini bilen Turgut Özal, Ziraat ve Pamukbank aracılığıyla Kastelli’ye kredi sağlamaya çalışmış ancak başaramamıştı. Kastelli’nin ardından Hisarbank ve İstanbul Bankası da battı. Kendisini öldüren Banker Kastelli’nin, oğlu Bozkurt Özden ve diğer yakınları olay yerine geldi. lunun mezarı başında intihara teşebbüs ettiği silahtan farklı bir silah kullanmış. En son 23 gün önce görüşmüştüm. Bana, içeriğini hiç kimseye söylemememi istediği bir mektup bırakmıştı. Mektubu henüz açıp okumadım. En son 34 ay önce bir teşebbüsü olmuştu. Sıkıntısı vardı. Refahtan gelen bir insanın büyük krize düşmesi insanı bunaltıyor. 1988 yılında sıkıntıya düştüğünde, bunu aşacağımızı söylemiştik ve krizi aşmıştık. Son görüşmemizde, önümüzdeki sıkıntıları yine aşacağımızı söyledim.” Efes Çarşısı‘na gelen, işadamı Özden’in yanında 5 yıl çalıştığını, 8 ay önce de ayrıldığını belirten Pınar Yaşar, işadamının sıkıntıları bulunduğunu, bunları paylaşmadığını ve içine attığını anlattı. Bu arada polis ekipleri, Özden’in intihar ettiği bürosundaki incelemeler yaptı. Özden’in büroyu yakın zamanda kiraladığı öğrenildi. Cumhuriyet savcısı ile olay yeri inceleme ekiplerinin ofisteki incelemeleri sürüyor. Özden, daha önce de oğlunun mezarı başında intihar girişiminde bulunmuştu. Son olarak Kürşat Yılmaz’ın çete davası ile gündeme gelen Özden için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, 1992 yılında cezaevine giderek Kürşat Yılmaz ile tanıştığı, devam eden süreçte de Yılmaz’ın ekonomik konularda danışmanlığını yaptığı ifade edilmişti. Zaman zaman para alışverişi ile örgüte destek olduğu, kendi alacaklarının tahsili konusunda Kürşat Yılmaz ve örgütünden yardım aldığı öne sürülmüştü. Özden’in “suç işlemek için kurulan örgüte üye olmak” ve “nitelikli yağma” suçlarından 41.5 ile 64.5 yıl arasında değişen hapis cezasına çarptırılması öngörülmüştü. REDİ KARTI BORÇLARI Habertürk kanalında program yapan gazeteci Meliha Okur, değerlendirmesinde Kastelli’nin intiharının kendisini şaşırtmadığını belirtti. Kastelli’yi uzun süredir izlediğini anlatan Meliha Okur, “İki ay önce de bir yazı yazmıştım. Oyakbank ile arasında sorunlar vardı ve kendisi maddi ve manevi zor durumdaydı. 100 bin YTL’yi bulan kredi kartı borçlarını ödeyemiyordu. Ancak iyi durumda olduğunu söylemeyi seviyordu. Bir dönemin en iyi banker ya da tefecisi diyebileceğimiz kişisiydi. En iyi bankerlik siması olarak ün yapmıştı” dedi. K ‘SIKINTILARI VARDI’ Tufan Atlı, “Abidin Cevher Özden’in intihar ettiği masanın üzerinde kendisine hitaben yazılmış bir not bulunduğu ve bu notun içeriğinin ne olduğuna” ilişkin soruyu yanıtlarken, notu görmediğini ve içinde yazılanlar hakkında bilgisi olmadığını söyledi. Olayı duyarak TMMOB, tarihi ve kültürel mirasın kâr hırsına feda edilmesine göz yumduklarını belirtti 5 bakana ihraç istemi... Işık KANSU ANKARA TMMOB Genel Kurulu, 5 mühendis bakanın meslek odalarından ihraç istemi ile onur kurullarına gönderilmesini kararlaştırdı. TMMOB Genel Kurulu Karar Taslakları Komisyonu, konuya ilişkin verilen çeşitli önergeleri birleştirerek oluşturduğu kararda, ihraç istemi dışında 5 bakanın kınanması ve uygulamaları nedeniyle kamuoyunda teşhir edilmelerini de öngördü. TMMOB Genel Kurulu’nca onanan komisyon kararları ve gerekçeleri şöyle: “Doğal kaynaklarımızın bilime, tekniğe ve mühendisliğe aykırı bir şekilde işletilerek yağmalanmasına, doğal varlıklarımızın yönetiminde toplumsal ve kamusal yararın yerine özelleştirme, yabancılaştırma ve tahrip ederek yok etme süreçlerinin önünün açılmasına, çevrenin, tarihi değerlerin ve kültürel mirasın yerli ve yabancı şirketlerin kâr hırslarına terk edilmesine neden olan karar ve uygulamalar içindeki belirleyici konumları nedeni ile ve bu arada mühendislerin, mimarların ve şehir plancılarının hak ve çıkarlarına aykırı politika ve girişimlerin de adeta destekleyicisi konumunda bulunan, 60. Cumhuriyet Hükümeti’nin, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Metalurji Mühendisi Hilmi Güler’in, Bayındırlık ve İskân Bakanı, İnşaat Mühendisi Nafiz Özak’ın, Ulaştırma Bakanı, Gemi Mühendisi Binali Yıldırım’ın, Sanayi ve Ticaret Bakanı, Makine Mühendisi Zafer Çağlayan’ın, Çevre ve Orman Bakanı, İnşaat Mühendisi Veysel Eroğlu’nun 29 Mayıs 1 Haziran 2008 tarihlerinde, Ankara’da toplanan TMMOB 40. Olağan Genel Kurulu’nda, kınanmalarına ve tüm bu politika ve uygulamaları nedeni ile kamuoyunda teşhir edilmelerine, 60. Cumhuriyet Hükümeti’nin mühendis kökenli bakanlarından, Metalurji Mühendisi Hilmi Güler (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı), İnşaat Mühendisi Faruk Nafiz Özak (Bayındırlık ve İskân Bakanı), Gemi Mühendisi Binali Yıldırım (Ulaştırma Bakanı), Makine Mühendisi Mehmet Zafer Çağlayan (Sanayi ve Ticaret Bakanı) ve İnşaat Mühendisi Veysel Eroğlu (Çevre ve Orman Bakanı) bakanlık görevlerini yürütürken doğal kaynaklarımızın ve doğal varlıklarımızın korunması, geliştirilmesi ve bu alanda kamusal ve toplumsal yararın öne çıkarılması yerine, bilime, tekniğe, mühendisliğin evrensel ilke ve doğrularına ve meslek etiğine aykırı uygulamaları ile doğal kaynaklarımızın yönetimi ve işletiminde, doğal varlıklarımızın, çevrenin, tarihi değerlerin ve kültürel mirasın korunması, geliştirilmesi ve gelecek kuşaklara taşınması süreçlerinde, tam anlamı ile bir yağma ve tahrip etme döneminin önünü açan karar ve uygulamaların öznesi olmuşlardır. Bu noktada ve konumda bulunan, yukarıda isimleri ve meslekleri belirtilen mühendis kökenli bakanların, TMMOB Yasası ve TMMOB’nin ilgili yönetmelikleri gereğince, üyesi bulundukları odaların onur kurullarına, odalarından ihraç talebi ile sevk edilmelerine karar verilmiştir.” Sevgili Ekmekçi, 3 Kasım 2002 seçimlerini izleyen mektuplarım kaygılarla doludur. Bizlerden ayrılıp gittiğin tarihe rastlayan anma mektuplarımda, yurtseverliğini bildiğim için, Türkiye’ye bakarken endişelerim pek belirir. Bu yılki mektupta söyleyeceklerim ise, seni daha da çok kaygılara götürecek. 90’lı yılların yamalı bohçalara benzeyen hükümetlerinden bizar olan halk, 3 Kasım 2002 seçimlerinde, yeni kurulmuş bir partiye, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) büyük bir çoğunluk sağlayarak, onu iktidara getirmişti. Böyle bir iltifatla karşılaşmış bir parti ne yapmalıydı? Ciddi bir planla yola çıkıp, yurdun başta ekonomisi ve eğitiminde çığır açmalı değil mi?.. Ne acıdır, AKP’nin programı şu oldu: Türban, imam hatipler, Kuran kursları. Bir de, devlet kurumlarında kadrolaşma! Zavallı ve bir başka açıdan tehlikeli görünüşüne karşın, bu program sürdü gitti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2005’te verdiği bir kararla, Türkiye’nin üniversitelerde koyduğu türban yasağını desteklerken, Başbakan Erdoğan haykırdı: “Ulema neden dinlenmiyor?” “Ulema” dediği de dindi. Oysa, Türkiye laikti ve AİHM, Avrupa Birliği’nde yer alıyordu; AKP de, üstelik o birliğe girmek arzusundaydı. AKP, din uğruna, işte böylesi çelişmeler içinde çırpındı. Ve laik Cumhuriyet’in başta eğitim ilke ve kurumlarıyla zıtlaştı. Özellikle, üniversitelerle kavgaya tutuştu. Bitmedi: Türkiye’nin ekonomisini kalkındırma adına, zarar ediyor etmiyor bakmadandevlet elindeki kurumları tasfiyeye başladı; yok pahasına sattı. Ve yurdu, üretim yapsın yapmasın, yabancı sermayeye açtı. Bunun bir sonu şu oldu: Ülke, gırtlağına değin dışarıya borçlandı ve işsizlik başını alıp gitti. Bu hengâmede, AKP, kendi sınıfını da yarattı. Türkiye, bugün emperyalizmin kucağında bir ülkedir ve bağımsızlığını yitirmiştir. Sevgili Ekmekçi, bunları söylerken, kemiklerini sızlattığımı biliyorum. Hükümetten Irak’a çifte söz Bahadır Selim DİLEK ANKARA AKP, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kısa bir süre sonra Bağdat’a yapacağı ziyaret öncesinde Irak’a iki kritik konuda söz verdi. AKP hükümetinin, küresel ısınmaya bağlı olarak Güneydoğu Anadolu’da son yılların en ciddi kuraklığının yaşanıyor olmasına karşın Irak’a Dicle ve Fırat’tan daha fazla su bırakılması sözü ile Kerkük’ten Türkiye’ye uzanacak petrol ve doğalgaz boru hatlarının yapımı için gerekli finansmanın sağlanması garantisi verdiği ortaya çıktı. Irak’ın bu iki kritik konudaki sözü ve garantiyi, Su Kaynakları Bakanı Abdüllatif Raşid’in Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında aldığı öğrenildi. Bağdat yönetimi uzun süreden bu yana Dicle ve Fırat’ın sularının paylaşımı için Türkiye’den garanti alma ve uzun dönemli bir anlaşma yapmak istiyordu. Edinilen bilgilere göre bu konulara ilişkin anlaşma Başbakan Erdoğan’ın Bağdat ziyaretinde yapılacak. Irak’ta TPAO’nun Shell ile birlikte doğalgaz arayacak olmasına karşın boru hattının yapımı konusunda sadece Türkiye’nin Irak’a finansman garantisi vermiş olması da dikkat çekti. Su Kaynakları Bakanı Raşid Türkiye’ye gelmeden önce “Dicle ve Fırat nehirlerinin geçtiği komşu ülkeleri adil su paylaşımı için yeni bir anlaşma imzalaması” önerisi getirmişti. Raşid, Türkiye’nin, Dicle ve Fırat’taki barajları ve buna bağlı olarak GAP’taki sulama projeleri konusunda Ankara’dan ön bilgi talebinde bulunmuştu. Uzmanlara göre ön bilgi talebi, Türkiye’nin Dicle ve Fırat’a ilişkin herhangi bir tasarrufuna Bağdat yönetiminin onay vermesi anlamına geliyor. Irak su gereksiniminin büyük bir bölümünü Türk topraklarından çıkan ve Suriye’yi katederek ülkeye ulaşan Fırat ile doğrudan ülkeye giren Dicle nehrinden karşılıyor. Her iki nehir suyunun kullanımı konusunda 1921’den başlayarak çok sayıda uluslararası anlaşma imzalandı. Ancak imzalanan bu anlaşmalar su konusundaki sıkıntıları gidermedi. Irak ve Suriye açısından tartışmalar GAP’ın faaliyete geçmesinden sonra hızlandı. Türkiye, “yukarı havza ülkesi” olarak iki nehrin tanımı konusunda “uluslararası sular” kavramı yerine “sınır aşan sular” kavramını kullanıyor. inleme skandallarının ardı arkası kesilmiyor. Bu gidişle kesilmesi de mümkün görünmüyor. Bir yönüyle baktığımız zaman bunun olumlu bir gelişme olduğunu bile söyleyebiliriz. Çünkü, bu dinleme konusunu hepimiz biliyoruz. Bir meslektaşımız (Faruk Bildirici) bu konuda bir kitap bile yazdı. (Gizli Kulaklar Ülkesi) Bildiğimiz bu gerçek, CHP Genel Sekreteri’nin bir merkez valisiyle yaptığı görüşmenin bir gazetede yayımlanması üzerine kamuoyunun yoğun ilgisine neden oldu. Görüldüğü kadarıyla Sav’ın konuştukları değişik ve ilginç bir şekilde kayda geçirilmiş. Burada “telekulak”tan söz edilmesi gerçeği yansıtmıyor. Önder Sav’ın ve CHP yönetiminin içine düştüğü durum ayrı bir konu. Onu bir kenara bırakarak ve bunu vesile ederek dinleme tartışmasını sürdürelim. Çünkü bu konu ülkemizde “devlet etme” mantığıyla çok yakından ilişkili. Bu ülkeye egemen olan yönetme anlayışına göre halk “tehlikeli”dir. Tehlikeli değilse “aptal”dır. Ne yapacağını bilemez. ??? Askeri darbeler sonrası kurulan sistemlere hâkim olan temel mantık, halkın seçme yapma yeteneğini kontrol altında tutmaktır. Bunun için yüzde 10 baraj konarak, toplum içinde değişik eğilimlerin Meclis’e yansımasının önüne set çekil D SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR miş oldu. Siyasi Partiler Kanunu parti yöneticilerine olağanüstü yetkiler vererek, parti tabanlarının inisiyatifi kırıldı ve uysal hale getirildiler. Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK) kuruluş amacı da üniversiteyi, öğretim üyesi ve öğrencisiyle disiplin altına almaktı. Öğretim üyesini ve öğrenciyi tehlikeli gören darbeciler, onları yukarıdan atanan yöneticilere bağımlı hale getirebilmek amacıyla bir dikta yönetim biçimi icat ettiler. Bu dikta yönetiminde dekanlar rektörlere, rektörler YÖK Başkanı’na, YÖK Başkanı da Cumhurbaşkanı’na bağımlı hale getirildi. Üniversitelerde bir korku düzeni kuruldu. Hiyerarşik bağımlılık sistemi üniversiteleri yaratıcı kurumlar olmaktan çıkarıp otoriter sisteminin çarklıları haline dönüştürdü. Yargı da aynı sistemin mantığı içinde örgütlenip şekillendirildi ve ideolojik tekçi bir yapı içine sokuldu. ??? 12 Eylül darbecileri kurdukları düzenle bu ülkeyi bir baskı sisteminin içine hapsettiler. 28 yıldır bu şekilde yönetiliyoruz. ‘Devlet Etme’ Mantığının Değişmesi… Bu sistemin değiştirilmesi konusunda yapılacak her girişimi, sistem kendi içindeki kurumlarla önleyecek şekilde yapılandırıldı. Bu 28 yıl içinde köklü bir de mokratik değişim isteği kendini kabul ettiremediği için, sistem ufak tefek yaralar da alsa varlığını günümüze kadar sürdürdü. ??? “Telekulak” işte bu sistemin bir ürünüdür. Bir “devlet etme” anlayışının yansımasıdır. Bu “devlet etme” mantığı, devlet görevlisini toplumun üstünde görür. Devlet görevlisi halkı “gütmek”le görevlidir. Darbenin düzene soktuğu kurumlar bu amaca yönelik çalıştırıldılar. ??? Polisin ve jandarmanın bütün halkı dinleme isteği başka nasıl izah edilebilir? Polisin ve jandarmanın hukuk dışı bir anlayışla “bütün toplumu” dinleme isteğini mahkeme neden sürekli “gerekli” görür? Yargıç, savcı, jandarma komutanı, emniyet genel müdürü neden halktan bu kadar çok şüphe duyar? Adalet Bakanlığı neden bu dinleme sonsuzluğundan rahatsız olmaz? ??? İşte burada bu ülkeyi yöneten anlayış gündeme geliyor. Bu ülkenin köklü bir demokratikleşme ve sivilleşme atılımına gereksinimi bulunuyor. Nereye el atılsa elde kalıyor. Bir çürümüşlük ve kokuşmuşluk, sistemin her yanını kaplamış durumda. Yönetim anlayışını değiştirecek bir köklü değişime gerek olduğu artık bir gerçek. Bu sistem bu ülkenin ihtiyaçlarına cevap vermiyor. Bu sistem darbeci anlayışın şekillendirip geliştirdiği bir sistem olduğu için korkuyu ve korkutmayı kendisine temel alıyor. Toplumun korkularını kışkırtacaksın ve bu korku ortamında halkı korkutmayı sürdürerek, toplumu baskı altında tutacaksın. “Seni gözetliyorum” anlayışı baskıcı rejimlerin, halk düşmanı anlayışların örgütlendiği sistemin adıdır. Unutmayalım bütün baskı rejimleri, halkı korkutmak üzerine örgütlenirler. Otoriter rejimler toplumu yukarıdan aşağıya merkezi bir despotik zincirin içine hapsederek varlıklarını sürdürmeyi amaçlarlar. Bundan kurtulmanın zamanı geldi, geçiyor… Telekulak tartışması bu açıdan belki de hayırlı sonuçlar verebilir… Kim bilir?. oralcalislar?cumhuriyet.com.tr TÜRKİYE SU YOKSULU 2007 yılında DSİ’nin hazırladığı “Nehir Havzaları” çalışmasına göre Türkiye, kişi başına düşen yıllık 1600 metreküp su ile Irak’ın gerisinde bulunuyor. Bu miktar 2020 yılında 950 metreküpe düşecek. Irak’ta ise kişi başına 2 bin 110 metreküp su düşecek. Söz konusu çalışmada, “Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen yıllık su miktarına göre ülkemiz, su azlığı yaşayan bir ülkedir” saptamasına da yer verilirken Türkiye’de mevcut kullanılabilir su kaynaklarının ancak üçte birinden yararlanılabildiğine işaret ediliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle