03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 HAZİRAN 2008 CUMA kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K.ERDEMOL ster istemez sormak geliyor aklına insanın, “aydınlarımız neden o çok beğendikleri Batı aydınına benzemezler?” diye. “Kurumlarımız, demokrasimiz Batılı olmalı” diyen aydınımız örneğin kendisi için de bunu neden düşünmez? Turkish Forum (UK)’in düzenlediği toplantıda Mehmet Altan’ı dinlerken geldi aklıma bunlar. Batı aydınının sorgulayıcı kimliğini elbette üzerinde taşıyan ama bu sorgulamayı yaparken –bencekimi dinamikleri gözden kaçıran, dolayısıyla aslında yine bencepek bir Doğulu görünen aydın tipine Altan’ı da dahil etmek çok mu aşırı olur? Tüm eleştirileri elbette hak eden Türkiye’deki mevcut devlet yapısının, ilk kurucuları düşünülerek, “modernleşme”de oynadığı rolü görmemek bir aydın tavrı değil elbette. Önemli bir eksiklik sayılır bu. Mehmet Altan konuşmasında öyle bir toplum yapısı çizdi ki, üzerinde günlerce tartışılmayı hak ediyor. Türkiye’de emeğin de burjuvazinin de olmadığından tutun, sivil toplum hareketlerinin “toplum biçimlendirici” işlevine kadar bir sürü tartışma konusu vardı Altan’ın dile getirdikleri arasında. ??? Üniversitede ilgili derste, bize, “Demokrasi için sivil toplum bir önkoşul mudur?” sorusu sorulmuş, verilen yanıtlar, ülkeler düzeyinde farklı olmuştu. Benim verdiğim yanıt, sivil toplumun Türkiye’de devlet eliyle oluşturulmuş ya da oluşturulmaya çalışılmış olduğu yönündeydi. Dolayısıyla devletten bağımsızlık anlamında pek de “sivil” olmayan bir olgudan söz etmiş oluyordum. Haklıydım sanırım, çünkü Türkiye’de “toplum biçimlendirici” olarak “devlet”in kendisi vardı hep. Mehmet Altan ise, “demokrasi”nin oluşması için gerekli olan bir sivil toplum ihtiyacından söz ediyordu. “Sivil toplum” gelişecek, demokrasi oluşacaktı. Neden? Batı’da öyle oldu, ondan. Doğrudur, Batı’daki sivil toplum hareketleri yani kadın, işçi, gençlik hareketleri demokrasiye yeni kazanımlar eklenmesinde katkıda bulundular. Türkiye hangi muhalefet üzerinden bir sivil toplum hareketi gerçekleştirebilecekti peki? Etkisi kırlarla sınırlı kalmayıp kentlere kadar gelen töre geleneğinin “itaat” kültürü, hangi sivil toplum hareketini yaratabilir? Yaratamadığı içindir ki bizim toplumumuzda sadece “isyan” kültürü gelişmiş, ama bu asla bir “sivil toplum hareketine” dönüşmemiştir. İktisat bilimcisi olarak, işin sosyolojik boyutlarını sanırım dikkate almıyor Mehmet Altan. Dikkate almış olsaydı, o çok hayran olunan Batı’da, sivil toplumun aslında pek de “sivil” olmadığını görürdü diye düşünüyorum. Weimar’a ne diyeceğiz peki? Çok ama çok gelişkin bir sivil toplumun bulunduğu Weimar, Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesinde az mı rol oynamıştır. Sivil toplum olgusuna çok fazla işlev yüklenmesinin yarattığı kavram kargaşaları da var ayrıca. Devletten her kopuk olan hareketin sivil sayılıp sayılmayacağı hep konuşulur. El Kaide’yi de bunlar arasında sayacak mıyız sorusu hâlâ akademik C 15 Altın Koza’dan Mehmetçik’e destek Aslı SELÇUK ürk ve dünya sinemasından toplam 176 filmi Adana kentinin 9 sinema salonunda 217 seansta dönüşümlü olarak gösterecek 15. Altın Koza Film Festivali, film gösterimlerinin gelirini Mehmetçik Vakfı’na bağışlıyor. Bilet fiyatlarının tam 2 YTL, öğrenci 1 YTL olduğu festivalde 25 bin de serbest giriş kartı dağıtılmış. Biletlerin ucuzluğu, kuşkusuz, festivali izleyenlerin sayısını arttıracak. Adana, 15. Şenliği’ni küçükler ve büyüklerle kutluyor. Sokak Çocukları Derneği’nin katkısıyla gösterimlere götürülen işçi, yoksul çocukları kendileri için hazırlanmış Arkadaşım Tilki, Yürüyen Şato, Hayalperest, Oliver Twist, Babam ve Oğlum filmlerinden oluşan özel seçkiyi izliyorlar. Öğrenci Filmleri Yarışması da büyük ilgi gördü. Anadolu, Ankara, Bilkent, 9 Eylül, Ege, Erciyes, Fırat, Galatasaray, İstanbul, İstanbul Kültür, Marmara, Mehmet Altan’ı Dinlerken çevrelerde sorulur. Fethullah Gülen hareketini sivil toplum sayıyorsanız, Aczmendileri de, İBDAC’yi de saymak durumundasınız. Yani karmakarışık bir durum var ortada. Batı’da “ilerici” dönüşümler sağlayan sivil toplum hareketi, Gürcistan ya da Ukrayna’da neden sömürge yanlısı iktidarlar doğurdu? Bu da başka yaşamsal bir sorudur. Mehmet Altan’ın, sivil toplum diyerek Türkiye’deki geleneksel yapılardan nasıl bir “modernite” çıkaracağını anlamakta zorlandığımı söylemeliyim. “Modernite” ile arasında kesin bir zıtlık olan Fethullah Gülen ya da benzeri cemaat yapılarıyla ortaklıktan nasıl liberal bir Türkiye çıkaracağını da. Örnek alınan Avrupa aydınlanması, buna bağlı olarak liberal ya da laik devlet, geleneksel yapının, hatta dinin sorgulanmasıyla, giderek reddedilmesiyle oluşabildi. Mehmet Altan bu sorgulamayı Türkiye’de hangi sivil toplum ile yapacak? Örneğin, “Aydınlanma” için önkoşul olan din sorgulamasını Fethullah Gülen cemaati ile yapabileceğini düşünüyor mu gerçekten? Tabii geleneksel yapının sorgulanması niyetini taşıyorsa. Eğer böyle bir niyeti yoksa, şikayetçi olduğu bugünkü devlet yapısının, ceberrutluğunu ya da otoriterliğini toplumun dine/geleneğe dayalı yapısından aldığını da görmezden geliyor demektir ki, Avrupa aydını işte bunu yapmaz. Devlet olgusundan, Marksist analizlere inanmış biri olarak, elbette hazzetmem. Ütopyam, Marks’ın deyimiyle “devlet”in toplum yararına söndürülmesidir. Ama, eğer ille de bir devlet kavramına inanmam gerekirse, bu “dini” ya da “milli” sıfatları taşıyan devlet kavramı olmaz. Başına bu tür sıfatlar getirilmiş bir devlet, karşısında sürekli düşman yaratır. Aydının iyisi “milli” ya da “dini” devletten değil “sosyal devlet”ten yana olanıdır. Devlet kavramına ancak böyle ısınırım. ??? Bu tür toplantılarda, mesleki bir zorunluluk olmazsa, sesimi çıkarmadan, efendice dinlerim konuşmaları. Toplantıları kendini gösterme fırsatı gibi değerlendirenlere benzemekten ödüm kopar benim. Ama dayanamadım, Mehmet Altan’a soru sormak zorunda kaldım. Kendisine sorulan bir soruyu yanıtlarken,” Türkiye’de 35 bin mezra 40 bin köy var” demesine takıldım çünkü. “Sayı bu ise, burjuvazisi de emekçisi de yok dediğinize göre, Türkiye, hadi feodal demeyeyim ama yarı feodal bir ülke demek ki size göre. Bu doğru mu yanlış mı amacım bunu sorgulamak değil. Eğer Türkiye, varsayalım ki, dediğiniz gibi yarı feodal ise, ceberrutluğundan, demokrat olmadığından yakındığınız devleti, üzerinde yükseldiği yarı feodal yapıya rağmen nasıl liberalleştireceksiniz? Feodal kurumlar olan geleneksel yapının cemaatleri ile mi?” Soru buydu. Yanıtın tatmin edici olmadığına dinleyenler tanıktır. Kabul ediyorum, sorum da tuhaftı doğrusu. “Elektriksiz köyde ampul satışlarınız nasıl gidiyor Mehmet Bey?” demiş gibiydim sanki. kemalerdemol?yahoo.co.uk İ T Türk ve dünya sinemasından toplam 176 filmi Adana kentinin 9 sinema salonunda 217 seansta dönüşümlü olarak gösterecek 15. Altın Koza Film Festivali, film gösterimlerinin gelirini Mehmetçik Vakfı’na bağışlıyor. Mersin, Mimar Sinan, Selçuk, Yeditepe üniversitelerinden toplam 32 öğrenci filmi kurmaca, deneysel, canlandırma ve belgesel dallarında yarışıyorlar. Yarışmanın seçici kurulu Tayfun Pirselimoğlu (yönetmen), Feride Çetin (oyuncu) ve Mehmet Ali Alabora (oyuncu), Burak Göral (sinema yazarı) ile Feza Çaldıran‘dan (görüntü yönetmeni) oluşuyor. Ulusal ve uluslararası belgesel film gösterimleri 2006’dan beri Belgesel Sinemacılar Birliği’nin işbirliğiyle gerçekleştiriliyor. Festival, dünyanın her köşesinden 14 uluslararası, 14 ulusal toplam 28 belgeseli Adanalı izleyicilerle buluşturuyor. Altın Koza, ülkemizde çekilmiş uzun metrajlı filmleri göstererek Türk sinemasına destek vermenin yanı sıra, Adana’daki genç sinemacılara yönelik iki günlük bir atölye çalışması düzenliyor. Festival, Filistinli dul Selma’nın limon ağaçları uğruna komşusu İsrail Savun ma Bakanı’yla giriştiği savaşım sonucunda bakanın karısıyla aralarında pekişen dostluğu anlatan Limon Ağacı’yla (Eran Riklis / İsrailAlmanyaFransa) açıldı. Başrollerde Hiam Abbas, Ali Suliman, Rina Lopez oynuyorlar. FESTİVALE FİLM YAPIMCILARI DERNEĞİNDEN ÖDÜL Ülkemizde de gösterime giren Paradise Now (Sözverilen Cennet / Hani AbuAssad) ve The Kingdom (Krallık / Peter Berg) filmlerinin başarılı oyuncusu Suliman’la Lopez festival için Adana’dalar. Ayrıca, uluslararası basından Max Tessier (Fransa), Daniela Sanwald (Almanya), Ricky Ghoshdastidar (İngiltere), Oscar Peyrou (İspanya), Elsa Demo (Arnavutluk) ve Bojidar Manov da (Bulgaristan) festivali izliyorlar. Film Yapımcıları Derneği, Altın Koza Film Festivali’ne Türk sinemasına yaptığı katkılardan ötürü ilk kez ödül veriyor. Usta şair Nâzım Hikmet ölümünün 45. yılında aydın, sanatçı ve yurttaşların katıldığı etkinliklerle anıldı ‘O doğmasaydı insan yanımız eksik kalacaktı’ Apaydın Konferans Salonu’nda yapıldı. Anmada konuşanlar arasında yazar Adnan Özyalçıner, Baro Kültür ve Sanat Komisyonu Başkanı Ömer Yasa, şair ve yazar Sennur Sezer de vardı. Sezer, Nâzım Hikmet’in “işçi sınıfının yenilmez çocuğu’’ olduğunu belirterek, “Nâzım doğmasaydı insan yanımız eksik kalacaktı. Hepimiz onunla umudumuzu koruyoruz’’ dedi. Halil Ergün, Ali Taygun, Bilgesu Erenus, Ayşe Emel Mesci, Nevzat Çelik de katılımcılar arasındaydı. ÖNEMLİ’ Kültür Servisi Dünyaca ünlü ozanımız Nâzım Hikmet ölümünün 45. yılında yurdun dört bir yanında çeşitli etkinliklerle anıldı. İstanbul Barosu’nca da büyük ozan ve siyasi nedenlerle hapsedilen sanatçılar için bir etkinlik yapıldı. İstanbul Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nce Tünel Beyoğlu arasında düzenlenen yürüyüşün ardından, akşam saatlerinde bir araya gelen sanatçı, aydın, öğrenci ve işçiler bu kez Haydarpaşa Garı’ndan kültür merkezine yürüdüler. Yürüyüşün ardından ‘Nâzım Hikmet’in Küba Seyahati’ adlı film gösterildi. İstanbul Barosu Kültür ve Sanat Komisyonu’nca düzenlenen “Hapisteki Sanatçılar” etkinliği baronun Orhan Başkanı Kemal Ulukoca, “Vasiyeti üzerine köyümüzde Nâzım Hikmet için bir anıt mezar yaptırdık. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi ve demokratik kitle örgütlerini yanımızda görmekten çok mutluyuz” dedi. Etkinlikte Vecdi Çıracıoğlu ve Cansu Fırıncı söz aldılar. Etkinliğe, 7 Haziran’da SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın, TYS Genel Başkanı Enver Ercan’ın da katılacağı belirtildi. Bo Diddley yaşama veda eti Kültür Servisi Müziğin son efsanelerinden biri olarak kabul edilen rock ve blues şarkıcısı Bo Diddley 79 yaşında kalp rahatsızlığı nedeniyle yaşama veda etti. ‘Who Do You Love’, ‘Before You Accuse Me’, ‘Mona’ gibi unutulmaz şarkılara imza atan sanatçının kaybı, sanat dünyasında ‘özgün yorumuyla büyük bir sesin kaybı’ olarak nitelendi. Diddley’nin, Mick Jagger’dan Slash’e birçok müzisyenle U2’dan Guns and Roses’a birçok topluluğun esin kaynağı olduğu belirtildi. ‘NÂZIM’I ANLAMAK MOSKOVA’DA DA ANILDI MOSKOVA (AA) Nâzım Hikmet Ran, Moskova’daki mezarı başında RusTürk Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği törenle anıldı. Nebil Özgentürk, Zeliha Berksoy ve TürkRus İşadamları Derneği Başkanı Ali İhsan Akıskalıoğlu ile Moskova’da yaşayan Türklerin katıldığı törende Berksoy şiirler okudu. Türkiye’den iki genç, Anadolu’dan getirdikleri toprağı mezara serptiler. Gazeteciler Evi’ndeki gecede de “Bir Yudum İnsan: Nâzım Hikmet” belgeseliyle “Sevdalı Bulut” çizgi filmi gösterildi ve şairin eşyalarından oluşan bir sergi açıldı. Berksoy da Nâzım’ın “Yakond ile Si Ya U” adlı yapıtını sahneledi. İzmir’deyse etkinlikler Kültürpark İzmir Sanat bahçesindeki anıtı önünde yapılan törenle başladı. İzmir’i Sevenler Platformu Başkanı Sancar Maruflu, Nâzım’ı anmanın değil, anlamanın önemli olduğunu belirtti. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı Sanat Danışmanı Haluk Işık da, “Bir insan hayata, bir hayat insana bu kadar mı yakışır? Gelecek kuşaklara Nâzım’ı anlatmalıyız” dedi. Daha sonra anıtın önüne, Nâzım Hikmet’in Moskova’daki mezarından getirilen toprak döküldü. Nâzım Hikmet Eskişehir’de de Seyitgazi ilçesi Doğançayır Beldesi’nde ‘Nâzım Hikmet ve Kuvayi Milliye Şehitlerimizi Anma Kültür ve Sanat etkinlikleri’yle anıldı. Doğançayır Belediye uri Bilge Ceylan’ın Cannes’da kazandığı ödül ve ödülünü alırken yaptığı konuşma herkes gibi beni de çok etkiledi. “Tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme…” Şu birkaç sözcüğe hepimiz farklı farklı anlamlar yükledik, hâlâ da yüklemeye devam ediyoruz. Örneğin “tutkuyla sevmek” üzerinde durulmadı hiç… Ama ben inanıyorum ki Ceylan’ın bunca başarılı ve özgün filmler yapmasının kökeninde bu tutkuyla sevmek var… Sadece ülkesini, toprağını, suyunu, havasını değil, yaptığı işi de tutkuyla seviyor. Ülkem çok güzel, ondan hiç kuşku yok. Ama ah ülkem aynı zamanda öyle çirkin ki… İnsan onuruna, yaşama, emeğe saygı göstermediği her an sizce de biraz daha çirkinleşmiyor mu?.. Üzerinde en çok durulan nokta ülkemizin “yalnızlığı” oldu. Hani dış dünya karşısında yalnızlığı… Ama bence iç yalnızlığı da konuşmamız gerek. İç yalnızlığı, ruh yalnızlığını, yaraların derinleştirdiği yalnızlığı… Nuri Bilgi Ceylan gibi içine kapalı ve az konuşan, az ama öz konuşan bir insanın sadece dış dünya karşısındaki yalnızlığı kastettiğini sanmıyorum… Onu ayrıca filmlerindeki şiiri, tören sırasında birkaç sözcüğe sığdırdığı için de kutluyorum… ??? Sahnede has bir şair gülümseyerek bize bakıyordu. Metin Altıok… Kırmızı Yayınları’nın düzenlediği Metin Altıok Şiir Ödülü törenindeydik. Hem acıyı hem de bir arada olmanın, paylaşmanın gücünü, taşıdığı umudu yaşıyorduk. Doğan N ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Hızlan’ın dediği gibi “İyi şairler yakılsa da her zaman okunacaklardı.” O kadar çoktuk ki onu okuyanlar… “Üzgün Kediler Gazeli” kitabıyla Haydar Ergülen ödülünü alırken “Tenha dilde sevdiğim, Metin Abi, şairim!” derken çoğalıyorduk… Sonra, Fazıl Say piyanosuyla ve besteleriyle, Genco Erkal ve Cüneyt Türel şiirleriyle, Sezen Aksu ve Güvenç Dağüstün şarkılarıyla, ustalığın, “starlığın” doruklarıyla, en sıradan olabilme gücünü birleştirirlerken; bütün toplantıyı pır pır bir yürekle sunan Zeynep Altıok’un gözlerindeki kıvılcıma bakarken çoğalıyorduk… 2 Temmuz 93’te Sıvas’ta çirkin ülkemin yalnızlaşmasına inat çoğalıyorduk! ??? Birkaç gündür ülkesini tutkuyla seven, artık aramızda olmayan bir bilim adamını düşünüyorum. Arkeolog Prof. Kenan Erim’i… Tanrıça Afrodit’e adanmış Afrodisias, siz bu yazıyı okuduğunuzda yeni sergi salonuna kavuşmuş olacak. Antik kentte ortaya çıkarılan rölyeflerin aslına uygun biçimde sergilendiği SebasteionSevgi Gönül Salonu, Geyre Vakfı ve Yapı Kredi desteğiyle açıldı. Müzeye eklenen bu yeni bölüm Cengiz Bektaş’ın eseri… Bir zamanların heykel sanatı merkezi Yalnız ve Güzel Ülkem... Afrodisias’taki son gelişmeleri nasılsa ayrıntılarıyla önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşacağım, gelelim Kenan Erim’in aklımdan çıkmamasına! Nasıl da müthiş bir tutkuyla sevmişti Afrodisias’ı . Ve yaşamını oraya adadı. 60’lı yılların başında keşif ve kazı programlarıyla orada çağdaş bir çalışma başlattı. Dünyanın her yerinden oraya mali katkı sağlamak, araştırmaları, kazıları sürdürebilmek için amansızca didindi. Geyre Vakfı, Afrodisias Sevenler Derneği, hep o yılların ürünü. Prof. Erim’i 1990’da yitirdik. Artık Afrodisias’ta, kendi deyişiyle “sevgilisinin koynunda” uyuyor… ??? 3 Haziran 2008 Nâzım Hikmet’in ölümünün 45. yılı Ülkesini, vatanını tutkuyla seven Nâzım Hikmet… Bugün Türkiye’nin en çok okunan şairi. Yani görüyorsunuz işte yasaklar, hapisler engellemeler, baskılar, tehditler hiçbir işe yaramadı. Şu son aylarda iki kitap yayımlandı şaire ilişkin. (Yapı Kredi Yayınları) Biri “Bahtiyar Ol Nâzım” adını taşıyor. Eşi Vera Tulyakova’nın, şairin ölümünden sonra onunla sürdürdüğü “sohbetler”… Vera’nın kızı Anna Stepanova’nın geniş kapsamlı önsözüyle… (Rusçadan çevi ren: Hülya Aslan) Bir başka kitap: “Hasretle” adını taşıyor. Melih Güneş’in hazırladığı kitap Vera’nın ve Rusya Edebiyat ve Sanat Devlet Arşivi’nden Nâzım Hikmet’ten ve Nâzım Hikmet’e mektupları içeriyor. Tutkuyla sevdiğimiz bu yalnız ve güzel ülkede, Nâzım okumak, daha çok okumak gerek. Ben bugün onu “Tahir ile Zühre Meselesi” şiiriyle anıyorum: Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte. Aspendos Festivali başlıyor ANTALYA (Cumhuriyet Bürosu) Antalya’da bu yıl 15.’si düzenlenen Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali, Türkiye’de operanın gelişmesine büyük katkı sağlayan ve geçen yıl aramızdan ayrılan Aydın Gün ile geçenlerde yitirdiğimiz “20. yüzyılın son divası” Leyla Gencer’e adandı. Festival, 7 Haziran’da İtalyan opera sanatçısı, Verdi ve Puccini repertuvarlarının “en iyi sesi” olarak nitelelenen Nicola Martinucci’nin konseriyle başlıyor. Martinucci’ye Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası ile Korosu eşlik edecek. Festival 10 Haziran’da Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin sahneleyeceği ‘Nabucco’ operasıyla sürecek. ADOB Başrejisörü Gürçil Çeliktaş’ın sahneye koyduğu yapıtın orkestra şefi Bruno Aprea. 13 Haziran’da yine ADOB Çaykovski’nin ‘Kuğu Gölü’ balesini sahneliyor. Boris Blankov’un sahneye koyduğu yapıtta, orkestrayı Sunay Muratov yönetiyor. Bu yılın iki yabancı topluluğundan biri olan Sofya Ulusal Opera ve Balesi 17 Haziran’da ‘Turandot’ operasını; ADOB ise 20 Haziran’da Mozart’ın ‘Saraydan Kız Kaçırma’ operasını sahneliyor. Recep Ayyılmaz’ ın sahneye koyduğu yapıtta, orkestrayı Alexandru Samoila yönetiyor. 24 Haziran’da İstanbul Devlet Opera ve Balesi İtalyan yönetmen Gianpaolo Zennaro’nun sahneye koyduğu, Verdi’nin ‘Aida’ operasıyla Aspendos’ta olacak. İDOB 27 Haziran’da da ‘La Bayadere’ balesini sahneleyecek. İtalya’dan Reggio Calabria Belediyesi Francessa Cilea Tiyatrosu 30 Haziran’da ‘Norma’ operasıyla sahnede olacak. Festival, 3 Temmuz’da Türk Silahlı Kuvvetleri Armoni Mızıkası konseriyle bitiyor. Konserin solisti piyanist Gülsin Onay. Mesela bir barikatta dövüşerek Mesela kuzey kutbunu keşfe giderken Mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu? Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir. ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. zeynep?zeyneporal.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle