03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 C GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK haberlerin devamı BM Genel Sekreteri Ban Kimun, fiyat artışlarının siyasi güvenliği tehdit edebileceği uyarısında bulundu 6 HAZİRAN 2008 CUMA GÜNDEM MUSTAFA BALBAY Karından Konuşmalar elekulak sorununu araştırmak için Meclis’te kurulan komisyon; pansumanla kapanmayacak bir yaraya uygulanan tedaviye benziyor. Hükümet, Türkiye’yi saran telekulak konusunu gündemden çıkarmak, eleştirileri geçiştirmek için araştırma komisyonu gibi bugüne dek hiçbir soruna kalıcı çare getirmeyen, sorumluları saptamaktan uzak kalan bir yönteme başvuruyor. İlk bakışta hükümet, telekulak olaylarını açığa çıkarmak gibi bir görev üstlendiği izlenimini veriyor. Fakat telekulak olaylarıyla ilgili resmi açıklamalar kafaların daha fazla karışmasına neden oluyor. Emniyet Genel Müdürlüğü yaptığı açıklamada, telekulak olaylarında dinleme değil izlenme olduğunu öne sürüyor. Bir telefonu veya çeşitli iletişim araçlarını izlemeye aldığını söylemek, dinlemeye kılıf hazırlamak değilse nedir? Üstelik Tek Merkezden Dinleme Yasası’na imza atan Meclis İçişleri Komisyonu Başkanı AKP’li Ziyaeddin Akbulut, yasaya göre “izleme diye bir prosedürün olmadığını” açıklıyor ve “İzleme olursa yasanın amacının dışına çıkarız. Biz (yasayla) suçluların takibi konusunda yetki verdik. TCY’nin ilgili bütün maddelerini tek tek saydık. Kimse karnından yetki uydurmasın” diyor. ??? Emniyet’te bir anda 50 bin kişiyi dinleme olanağı veren gereçler olduğu söyleniyor. Üstelik bir mahkeme kararı genelleştirilerek anayasadan kaynaklanan “Herkes özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz ve herkes haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır” hükümleri ayaklar altına alınıyor. AKP iktidarı sadece anayasayı değil, yasadışı dinlemeleri (telekulak olaylarını) ortadan kaldırmak, engellemek için çıkardığı yasanın hükümlerini de çiğniyor. Yıllardır süregelen, giderek derinleşen telekulak olaylarında sorumlu sadece Emniyet (veya Emniyet’te varlığından söz edilen bir tarikata bağlı bir grup) değildir. Telekulağı gerçekleştiren bütün kurumları yöneten Başbakan ve İçişleri Bakanı (veya bakanlar) başlıca sorumludur. Bu nedenle geniş yetkili bir denetim mekanizmasıyla sorumluları saptamak gerekiyor. Zira bir değil bin gerekçe, araştırma komisyonu ile telekulak olaylarını geçiştirmenin olanaksızlığını ortaya koyuyor. ??? Bir başka olay dikkat çekiyor. Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT’e Türkiye genelinde iletişim araçlarıyla yapılan görüşmeleri izleme yetkisi tanıyan mahkeme kararlarına olumlu bakan Adalet Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı’nın sadece kendi görev sahasındaki iletişimin takibi için mahkemeden çıkardığı karara itiraz ediyor. Acaba neden? Kuşkusuz şu soru akla geliyor: Yetkili iktidar çevreleri acaba, telekulağın saptadığı, dışarıya yansımamasını istedikleri konuşmalar Emniyet’te nasılsa hasır altı edilir, ancak askerden bu olanağı sağlamak olanaksızdır, diye mi düşünüyorlar? Bu nedenle Emniyet’e ve MİT’e tanınan dinleme (izleme) yetkisini jandarmadan esirgemeye mi çalışıyorlar? Telekulak öyle bir olay, bir sorun ki; bir araştırma komisyonu ile dört başı mamur bir çözüme ulaşılamayacağı gün gibi aşikâr. Rejimsel açıdan o denli önemli ki, araştırma komisyonu yetersiz kalıyor. Geniş yetkileriyle bir soruşturma komisyonu sorunu ele almalı ve.. anayasanın, yasanın çiğnenmesine göz yuman kim ise, kimler ise, başbakan mı, gelmiş geçmiş içişleri bakanları mı, yasayla kurulan kimi kurumların yöneticileri mi, her biri saptanarak yargıya gönderilmeli. Başbakan’la İçişleri Bakanı, diğer sorumlular telekulak olaylarında sütten çıkmış ak kaşık gibi tertemiz olduklarını günlerdir ilan etmiyorlar mı? Öyleyse? İktidarın ve yönetimindeki sorumlu kurumları yönetenlerin öncelikle ve muhalefetten önce soruşturma komisyonu kurulmasını istemeleri gerekmez mi? Tabii iktidarın soruşturma ve sonuçlarına yüreği sıkıyorsa?.. Liderler gıda krizine çözüm arıyor Dış Haberler Servisi Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından İtalya’nın başkenti Roma’da düzenlenen ve dünya liderlerinin bir araya geldiği toplantıda, son dönemde dünyada milyonlarca kişiyi açlığın eşiğine getiren gıda krizi ele alınıyor. Gıda fiyatlarındaki artışın son 30 yılın en yüksek seviyesine çıkması ve bazı ülkelerde çatışma ve protestolara yol açmasının ardından başlayan 3 günlük gıda zirvesinde konuşan BM Genel Sekreteri Ban Kimun, 2030’a kadar gıda üretiminin yüzde 50 arttırılması ve gıda ticaretinin önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini belirtti. Dünya liderlerine tarıma daha fazla yatırım yapma çağrısında bulunan Ban, gıda krizinin dünyada ekonomik ve toplumsal krizleri de tetikleyebileceğine ve siyasi güvenliği tehdit edebileceğine dikkat çekti. Ban’in zirvede liderlere tarım ve ticarete yönelik vergilerin azaltılması ve tarımsal gıdalardan üretilen biyoyakıt üretiminin sınırlandırılması için baskı yapacağı ifade ediliyor. Bioyakıt üretimini savunan ABD, Kanada ve bazı Avrupa ülkeleriyse FAO’ya gönderdikleri ortak mektupta, bioyakıtın gıda krizinin temel nedenleri arasından gösterilmesine karşı çıktı. Gıda tüketiminin özellikle gelişmiş ülkelerde artması, borsadaki spekülasyonlar, iklim değişikliğinin yol açtığı kuraklık ve sel gibi doğal felaketler ile biyoyakıt üretimi, dünyada gıda fiyatlarının giderek artmasına yol açıyor. Son krizle birlikte var olanlara ek olarak 100 milyondan fazla kişinin daha açlık tehdidiyle karşı karşıya kaldığını bildiren FAO, gelişmiş ülkelerin tarımsal üretimi arttırmaması, ticaretin önündeki engelleri kaldırmaması ve yoksul ülkelere yardım etmemesi halinde, dünyayı küresel bir felaketin beklediği uyarısında bulunuyor. Uzmanlar, yoksul ülkelerin bu yıl içinde gıda ithalatında harcadığı paranın yüzde 40 dolayında arttığını ve bunun gıda krizini daha da derinleştirdiğini söylüyor. FAO’ya göre dünya nüfusunun beslenebilmesi için tarımsal üretimin iki katına çıkarılması amacıyla yılda 30 ila 50 milyar dolar civarında yatırım yapılması gerekiyor. Sorunun çözümü için kararlı adımlar atılması gerektiğini kaydeden FAO Başkanı Jacques Diouf, “Dünya silahlanmaya 1200 milyar dolar harcama konusunda ciddiyse milyonlarca insanın beslendiğinden emin olmalıdır” diye konuştu. Roma’da yapılan zirvede gıda krizinin yanı sıra bazı Batılı ülkeler tarafından “diktatör” olarak nitelendirilen Zimbabve Devlet Başkanı Robert Mugabe’nin zirveye katılması da gündeme damga vurdu. Avustralya Dışişleri Bakanı Stephen Smith, Mugabe’nin ülkesinde halkın yoksulluğundan sorumlu olduğunu ve zirveye katılmasının “ahlaksızlık” olduğunu savunurken, İngiltere Başbakanı Gordon Brown da Zimbabve liderinin katılımını “şanssızlık” olarak nitelendirdi. GAPSAT mı? inleme olaylarının patlamasından sonra AKP’lilerin en çok üzüldükleri durum şu oldu: “Biz tam da GAP’ı Türkiye gündemine taşımıştık... Büyük bir plan açıklamıştık. CHP’liler bunu çekemediler. Dinleme skandalı iddialarıyla GAP’ı gölgelediler...” AKP’lilerin bu üzüntüsü, bizi de derinden sarstı. Hükümet, Güneydoğu Anadolu Projesi’ne (GAP) 4 yılda 12 milyar dolarlık yatırım yapacak... 1.8 milyon hektarlık alan sulamaya açılacak... Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa başta olmak üzere bölgenin belli başlı illeri cazibe merkezi olacak... Ve bunlar gölgelenecek! Biz kendi hesabımıza söz veriyoruz: Hükümetin, GAP için attığı her ciddi adımı, ‘gündemde daha önemli şu konu var’ bahanesine sığınmaksızın bu köşeye taşıyacağız. Ama bundan önce anımsatmak ve sormak istediklerimiz var... Hangi ankette oylar düştü de GAP’a sarıldınız? Hangi uluslararası projenin alt parçası olarak GAP bölgesini ayrıca öne çıkarma gereği duydunuz? 6 yıldır iktidardasınız, bu zaman diliminde GAP’ın neresinden tuttunuz? GAP bölgesindeki ihalelerde hangi ülkelere öncelik tanıdınız? En büyük yatırımı sulamaya ayıracağız diyorsunuz; bu alanda uzmanlaşmış DSİ’yi küçülttünüz mü büyüttünüz mü? ??? Yazı aramızda GAP benim meslek yaşamımın ilk aylarında tanıdığım ve heyecanlandığım bir konu olmuştu. 1980’lerin başıydı. Uluslararası İzmir Fuarı’nın bir bölümü GAP’a ayrılmış, projenin tamamlanması halinde ulaşılacak hedefler sıralanmıştı. Uzun uzun haberler yazdığımı anımsıyorum... İlk haberimin başlığı bile aklımda: Fuarda büyük bir umut sergileniyor! O günlerden bu güne GAP’ın yarısı tamamlanabildi. Ulusal Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (USİAD) hazırladığı, “GAP Raporu” başlıklı kitap, başlangıcından Mart 2008’e kadar GAP’ta yapılanlarıyapılamayanları içeriyor. Rapor kitapta, GAP kronolojisi verilirken, “umut sergisi”nin yıl yıl yeşerdiğini görüyoruz: 1987 Karakaya elektrik üretimine başladı. 1989 GAP Bölge Başkanlığı kuruldu. 1990 Atatürk Barajı su tutmaya başladı. 1992 Atatürk Barajı’nda elektrik üretimi başladı. 1994 Şanlıurfa tünellerinden Harran Ovası’na su verildi. 1997 Kralkızı ve Dicle barajları su tuttu. 1998 Kralkızı devreye girdi. 1999 Karkamış Barajı devreye girdi. 2000 Birecik Barajı devreye girdi. 2003 Batman Barajı tamamlandı. 2007 Ilısu Barajı’nın temeli atıldı. Bu listeleme şunu gösteriyor: AKP hükümeti GAP için, bitmiş baraj açılışı ve bir temel atma dışında bir şey yapmadı. ??? AKP hükümeti GAP bölgesinde yeni bir yatırıma imza atmadığı gibi, imza yetkisini hep satışlarda kullandı. Son 15 yılda hangi hükümet ne sattı diye bir sıralama yapalım dedik. 19942002 arasındaki 6 hükümetin satışı 4 sayfa tuttu. Sadece AKP hükümetininki ise 6 sayfa. Satışta yok yok... Limanlar, sigara fabrikaları, kâğıt fabrikaları, büyük araziler, demirçelik tesisleri, kimya sanayi yatırımları, Devlet Üretme Çiftlikleri, sosyal tesisler, hastaneler, daha neler neler... Hükümetin planları arasında elektrik santrallarının da satışı var... AKP’nin bu yüzünü tanıyınca insan sormadan edemiyor: Acaba GAP için de şöyle bir plan mı yaptı: Önce yap sonra sat! Yapsatçılıktan sonra GAPSAT’çılık mı? Biz sözümüzde duracağız, GAP için atılan her ciddi adımı bu köşeye taşıyacağız! T D ‘Dikili’de sosyal belediyecilik yok olmayacak’ İZMİR (Cumhuriyet Bürosu) Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in, halka 10 tonluk tüketime dek suyu bedava kullandırdığı için yargılanmasına başlandı. Özgüven, hakkında açılan davayla ilgili sosyal belediyecilik anlayışı çerçevesinde hareket ettiklerini, su tasarrufunu özendirdiklerini ve dar gelirli aileleri düşünerek böyle bir uygulama başlattıklarını vurgulayarak “Dikili’de sosyal belediyecilik yok olmayacak” dedi. Dikili’de bu gelişme yaşanırken yaklaşan yerel seçimler öncesi siyasi tansiyon da yükseliyor. Özgüven’in, 10 yıllık aranın ardından yeniden Dikili Belediye Başkanı olması ve ilçe adının yeniden ülke gündeminde yer alması, diğer partilerin Dikili’ye olan ilgisini daha da yoğunlaştırıyor. İlçenin önümüzdeki dönem belediye başkanı olacak kişi, Bergama Ovacık Altın Madeni’ni işleten Koza Altın’ın da fazlasıyla ilgisini çekiyor. Kapatılması yönünde çok sayıda mahkeme kararı olan ve siyasi iradenin çıkardığı yeni izinlerle işletmede tutulan madene karşı duruş sergileyen Özgüven, Koza Altın’ın hedefi konumunda. Koza Altın yetkilileri, Özgüven’in olmadığı bir Dikili Belediyesi için çıkacak diğer adayları destekleme konusunda kararlı. Özgüven, sosyal belediyecilik yaptığını ve halkın yaşam standardını yükseltmeyi hedeflediğini belirterek “Bu anlamda yaptığımız çalışmalar arasında yer alan, 10 tona kadar su tüketiminden ücret almamamız dava konusu oldu. Yargılanma başlıyor. Halka hizmet etmenin suç olduğuna inanmıyorum” dedi. THD Başkanı Çakar ve dernek yöneticileri, dilekçelerini savcılığa teslim ettikten sonra açıklama yaptılar. (NECATİ SAVAŞ) THD dilekçesinde kamunun yüz milyonlarca dolar zarara uğratıldığı belirtildi Gökçek hakkında suç duyurusu ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Tüketici Hakları Derneği (THD), Gerede yerine Kızılırmak projesiyle, Ankara’ya sağlıksız su getirerek, kamuyu yüz milyonlarca dolar zarara uğrattığı gerekçesiyle, Ankara Anakent Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında suç duyurusunda bulundu. THD Başkanı Turhan Çakar ve beraberindeki dernek yöneticileri, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na dilekçesini teslim ettikten sonra, gazetecilere yaptığı açıklamada Gökçek’in, Ankara’nın 2027 yılına kadar su ihtiyacını karşılayacak olan 240 milyon dolar maliyetli ve sağlıklı Gerede suyu yerine, bugüne kadar en az 700 milyon dolar harcayarak sağlıklı olmayan Kızılırmak suyunu getirdiğini kaydetti. Çakar, Gerede projesini Devlet Su İşleri’nin (DSİ) önerdiğine işaret ederek, “Eğer DSİ planı Ankara Anakent Belediyesi tarafından dikkate alınsaydı, Gerede Su Sistemi’nin birinci aşaması 2004 yılında devreye girerek Ankara susuz kalmayacak, bugünkü gibi sağlıksız ve pahalı Kızılırmak suyuna mahkum olmayacaktı” dedi. Çakar, şunları kaydetti: “DSİ Genel Müdürlüğü tarafından 17 Haziran 2004 tarihinde, Ankara Anakent Belediye Başkanlığı’na ve ASKİ’ye Gerede Sistemi’nin birinci kısmına hemen başlanması gerektiği bildirilmiştir. ASKİ’de verdiği cevapta, Gerede Sistemi’nin 2008 yılında devreye alınması gerektiğini, ASKİ’nin bu projeleri gerçekleştirecek mali ve teknik yeterlilikte olduğunu bildirdiği halde Ankara Anakent Belediyesi, Gerede Sistemi yerine Kızılırmak projesini uygulamaya koymuştur. Ankara Anakent Belediyesi’nin ihmali ve uzman kuruluşlar tarafından yapılmış olan planlama çalışmalarına uyulmamış olması nedeniyle, Ankara’nın 2006 yılından itibaren su yönetim ve su işletme planı bozulmuştur. En az 5 yıl boyunca da bir düzelme olanağı olmadığı, uzmanlar tarafından belirtilmektedir.” viyenin çok altında olan “kot altı” seviyeden su verildiğini belirten THD Başkanı, “Kot altı suyu 24 saat aralıksız çalışan pompalar ile temin edilmekte, bunun için de büyük ölçüde enerji harcanarak suyun maliyetine yansıtılmaktadır” dedi. Kızılırmak suyunun Ankara’ya getirilmesinin, hidroelektrik enerji üretim tesislerinde üretilen ve üretilecek olan elektrik enerji miktarının azalmasına neden olacağını da vurgulayan Turhan Çakar, “Bu enerji üretim azalmasının 15 yıllık parasal karşılığı ve oluşturacağı mali kaybın ise en az 1.2 milyar dolar olacağı uzmanlarca belirtilmektedir” dedi. Çakar, şunları kaydetti: “Gerek Ankara’daki su sıkıntısı gerekse Ankara’nın suyuna dünyanın en pahalı suyu unvanını kazandıran pahalılık, Ankara Anakent Belediyesi’nin yönetim hatalarından ve keyfi yönetiminden kaynaklanmaktadır.” Çakar, Kızılırmak suyunun 21 gün boyunca gizlice Ankara’ya verilmesini ise Çernobil faciasından sonra halkın karşısında “Bir şey olmaz” diye çay içilmesine benzetti. ‘1.2 MİLYAR DOLAR KAYIP’ Başkente yaklaşık bir yıldır, normal se 2000’DE TÜRKİYE İLE ABD ARASINDA İMZALANDI Türkiye’ye referandum çelmesi Nükleer işbirliği anlaşması yürürlükte Elçin POYRAZLAR WASHINGTON Türkiye ve ABD arasında 2000 yılında imzalanan nükleer enerji işbirliğine yönelik anlaşma yürürlüğe girdi. ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, iki ülke arasındaki diplomatik nota değişimiyle, “ABDTürkiye Nükleer Enerjinin Barışçı Kullanımına İlişkin İşbirliği Anlaşması”nın 2 Haziran tarihinde yürürlüğe girdiği kaydedildi. ABD ve Türkiye arasında “üzerinde anlaşılmış, silahların yayılmasına karşı koşullar ve kontroller altında, barışçı nükleer işbirliği için kapsamlı bir çerçeve” getiren anlaşma ile Amerikan ve Türk sanayi sektörlerine, iki ülke arasında teknoloji, materyal, reaktör, nükleer araştırma ve nükleer güç üretimiyle ilgili unsurların paylaşımının hedeflendiği belirtildi. Anlaşmanın “iki yakın dost ve müttefikin güçlü, küresel nükleer silahsızlanma rejimini destekleme bağlılığını” ortaya koyduğunun vurgulandığı açıklamada, “ABD ve Türkiye, Barışçı Nükleer İşbirliği Anlaşması’nı yürürlüğe sokarak, silahların yayılmasının önlenmesi ve enerji güvenliğini güçlendirmede uzun ve verimli bir ortaklık yönündeki beklentilerine doğru önemli bir adım attı” denildi. İlk aşamada anlaşmanın 15 yıllık bir dönemi kapsayacağı, bu dönem sonunda taraflardan herhangi bir itiraz gelmediği sürece anlaşmanın beş yılda bir kendini yenileyeceği bildirildi. Söz konusu anlaşma 26 Temmuz 2000 yılında imzalanmış, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın onayını almıştı. Fransa’dan bir engel daha Dış Haberler Servisi Fransa meclisi, Türkiye’nin AB üyeliğinin doğrudan referanduma götürülmesine ilişkin yasayı kabul etti. Yasaya göre, Fransa Türkiye’nin AB üyeliği için referandum yapacak. Fransa meclisi genel kurulunda, cumhurbaşkanı ve parlamentonun yetki alanlarına ilişkin anayasa paketi kabul edildi. Anayasa değişiklik paketinde bulunan bir maddeyle Türkiye’nin AB üyeliği doğrudan referanduma bağlandı. Maddeye göre, “AB’nin nüfusunun yüzde 5’inden daha fazla nüfusa sahip ülkelerin tam üyeliği için referandum şartının devam etmesi” kararlaştırıldı. Maddenin görüşmeleri sırasında değişikliğin özellikle Türkiye için hazırlandığını kabul edilmişti. Mecliste, geçen hafta söz konusu maddenin oylanması yoğun tartışmalara yol açmıştı. İktidar partisinin genelde desteklediği maddeye, bazı sosyalist milletvekilleri “doğrudan bir ülkeyi hedefleyen bir anayasa değişikliği yapılamayacağı” gerekçesiyle karşı çıkmıştı. Değişiklik gelecek hafta senato genel kurulunda bir kez daha oylanacak. Anayasa değişikliğiyle ilgili paket meclis ve senatoyu bir araya getiren parlamento tarafından 7 Temmuz’da son kez oylanacak. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle