02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C dizi 6 HAZİRAN 2008 CUMA Başarısının, ‘La Diva Turca’ olmasının açıklamasını alçakgönüllülükle yaparken ‘Ben sadece ağzımı açıp şarkı söyledim’ derdi Ona sorarsanız: Şanskaderkısmet eyla Gencer gerek “Tutkunun Romanı” kitabı için çalışırken, gerek sonraki yıllar boyunca beni hep ikna etmeye çalıştı. Başarısının, “La Diva Turca” olmasının açıklaması ona göre şans, kader, kısmetti. “Ben bir şey yapmadım sadece ağzımı açıp şarkı söyledim, hepsi bu” derdi. “Gerisi: Şans, kader, kısmet…” Bunun gerçek olmadığını elbet kendi de bilirdi. Ama söylemekten hoşlanırdı… Tüm başarısını çalışma, araştırma, öğrenme, mükemmeli arama ve mücadele sonucu elde etmişti. Bilinçli seçimler soncunda elde etmişti. Rastlantıya, kısmete yer yoktu. Ancak illaki “şans” aramak gerekiyorsa meslek yaşamının ilk başlarında işte iki rastlantısal olay: NGRID BERGMAN’I AĞLATAN SOPRANO Yıl 1954. Leyla Gencer Napoli’de San Carlo Operası’nda “Madam Butterfly” oynuyor. 3 temsil için anlaşması var. O günlerde Napoli, ne Napoli’si tüm İtalya, tüm Avrupa bir aşk hikâyesiyle çalkalanıyor: Ingrid Bergman Roberto Rossellini aşkı! Ingrid Bergman, Amerika’da kocasını, çocuğunu terk etmiş sevdiği adamın peşinden İtalya’ya gelmiş, aynı tiyatroda Jeanne d’Arc oynamış, temsiller bitmiş, artık Napoli’den ayrılmak üzere… Ayrılmadan önce San Carlo’da Madam L I Butterfly’ı seyreder… Romantik operaların en romantiğini izlerken müthiş etkilenir Bergman. Butterfly sahnede, Bergman locada gözyaşları içindedir. Temsil sonunda sahne arkasına atar kendini genç sopranoyu kucaklar, ona iltifatlar yağdırır. Bu arada yüzlerce flaş patlar… Ertesi gün tüm İtalya “Leyla” adını duymuş; o fotoğraftan, “Ingrid Bergman’ı derinden sarsan Türk soprano”nun yüzünü tanımıştır! AN FRANSISCO’YA ACELE FRANCESCA ARANIYOR Yıl 1955. San Francisco Operası Müdürü Kurt Adler, Napoli’deki San Carlo Operası Müdürü Di Costanzo’ya telefon eder. Panik içindedir: “İmdat! Bana hemen Francesca da Rimini’de başrolü oynayacak çok iyi bir İtalyan soprano S bul!” Francesca rolünü üstlenen Renata Tebaldi, son anda hastalanmış, sahneye çıkamayacak! Napoli’deki Opera Müdürü Di Costanzo, San Francisco’daki Opera Müdürü Adler’i yatıştırır: “Aklımda biri var, harika Francesca olur. Çok iyi bir soprano.” Ve telefonu kapamadan ekler: “Yazık ki İtalyan değil.” Ondan sonraki günlerde iki kıtadaki iki opera arasında, “bu yeni çıkan soprano Francesca olabilir mi, olamaz mı” tartışması sürerken Di Costanzo hiç zaman yitirmeden Leyla’ya “Sana Francesca rolünü teklif edecekler, hemen kabul et” diye haber yollar. Francesca da Rimini mi? İşte o operayı hiç bilmiyor. Ama nasıl olsa hemen öğrenebileceğini artık çok iyi biliyor. Hem zaten tüm hocaları tembih ettiler ya: Hiçbir operayı bilmiyorum demeyecek. Ne teklif etseler “elbet biliyorum, söylerim” diyecek. Kurt Adler’in teklifine “evet“ dedi. Yurtdışına adımını atmasının üzerinden iki yıl geçmişti. Ve şimdi San Francisco Operası’nda Renata Tebaldi’nin yerine başrol oynamaya gidiyordu. Bana durumu şöyle açıklayacaktı: “Daha bonjour der demez, kendimi Tebaldi’nin yerinde buldum!” O ünlü fotoğraf: Ingrid Bergman ile ‘Madam Butterfly’ temsilinden sonra. (Napoli 1954) ‘Callas gelmiyor, kurtar beni’ ıl 1957. San Fransisco Operası mevsimi iki eserle açacak: La Traviata ve Lucia di Lammermoor. La Traviata’nın Violetta’sı Leyla Gencer’dir. Lucia di Lammermoor’un Lucia’sı Maria Callas’tır. La Traviata temsilleri çok başarılı geçer . Sıra Lucia’da… .... Odasından içeri San Francisco Operası’nın Müdürü Kurt Adler dalar. Ağlamaklı, “Mahvoldum! Bittim! Beni kimse kurtaramaz! Yok, yok, beni yalnız sen kurtarabilirsin” deyip bir koltuğa yığılır. “Perişanım... Tüm biletler satıldı... Oysa o gelmiyor... Bittim! Mahvoldum... Leyla, yalvarırım kurtar beni...” Maria Callas, galaya bir hafta kala San Francisco’ya gelemeyeceğini bildirmişti. “Ama ben Lucia’yı bilmiyorum ki!” Çok şaşırdı Adler: “Nasıl olur ! Biyografinde, bana verilen repertuvar listende Lucia da vardı!” “Lucia’nın yalnız sondaki delilik aryasını biliyorum, hepsi o kadar. Hem o liste doğru değil ki. Napoli’de San Carlo Operası Müdürü bana, senden liste istediler mi, tümünü yazarsın demişti. Ben de öyle yaptım. Söylemek istediğim tüm operaları, biliyorum diye yazdım... Onun için sizi kurtaramam... İsterdim, ama kurtarmam imkânsız!” Adler hiçbir şey dinlemiyordu. “Lütfen, yalvarırım” diyor başka şey demiyordu. “İlk temsil ne zaman?” “Beş gün sonra.” “Yapamam.“ “İstersen yaparsın.” “İstesem de yapamam.” “Yaparsın.” “Yapamam.” “Yaparsın!!!” “Yapamam...” “Yapmalısın!!!” “Hele baştan sona dinleyeyim şu operayı...” Dinledi. Baştan sona dinledi. Bir daha dinledi. Bir daha dinledi... “Yaparım” dedi. Gala’ya beş gün vardı. Tiyatroya kapanıp çalıştı. Otel odasına kapanıp çalıştı. Gece gündüz yirmi dört saat çalıştı. Ve yaptı! Başarının sırrı stanbul, Ankara, Milano, Roma. Napoli, Floransa, Verona, Venedik, Viyana, Varşova, Paris, San Fransisco, Los Angeles. Chicago, Bilbao. Buenos Aires, Barcelona, Edinburgh, Glyndebourne, Londra, Moskova. Leningrad. Stockholm, Köln, Lizbon’da, “Lucia”, “Norma”, “Lady Macbeth”, “Alceste”. “Kraliçe Elizabeth”. “Anna Bolena”, “Maria Stuarda”, “Medea”, “Aida”, “Tosca”, “Madam Butterfly”. “Violetta”, “Leonora” ve daha nicesini unutulmaz kılan neydi? Neydi başarının sırrı? Şans, kader, kısmet olmadığını sizler de en az benim gibi biliyorsunuz. Ancak başarının sırrını (üstelik sır falan da değil) “tüm bir yaşam” diye belirteceğimden burada “tüm bir yaşam”ı özetleyemem. Ancak birkaç başlık verebilirim: Çok genç yaşta tutkusuna sarıldı. Tutkusu, var olma nedeni, şarkı söylemek, opera ve müzik dünyasının bir parçası olmaktı. İnançla, inatla, aşkla bu tutkunun peşinden koştu.... Hep bilinçli ve akıllıca seçimler yaptı: Daha başlangıçta İstanbul Konservatuvarı’nı terk edip ünlü italyan hoca Aarangi Lombardi’nin peşinden Ankara’ya gitmek gibi... En usta hocaları seçmek, ileride birlikte çalışacağı maestro ve rejisörleri seçmek, söyleyeceği operayı seçmek gibi... Mükemmeliyetçiydi. Sahnede yalnız kendisinin değil, her şeyin, herkesin mükemmel olmasını istiyordu. Çünkü onun için temsil bir bütündü. Ve seyirciye saygısı sonsuzdu. Çok çalışkandı. Hep çalıştı. Ses çalışması, rol ezberlemenin ötesinde bir çalışmaydı bu. Oynayacağı operanın tarihteki, coğrafyadaki, edebiyattaki, müzik dünyasındaki yerinden, o dönemin politikasından, bestecisinin geçirdiği tüm evrelere uzanan çok geniş bir araştırma, analiz İ Y ‘Francesca da Rimini’de Mary Gray ile, San Fransisco. (1956) ve sentezden oluşan bir çalışma süreci... Her yoruma, engin kültür birikimini kattı. Kolayı değil, zoru seçti. Kimselerin söylemeye cesaret edemediği ya da çoktan unutulmuş, hiç temsil edilmemiş eserlerin peşine düştü. Bunları ortaya çıkarıp yıllar sonra ilk yorumlayan olması onu öteki “Diva”lardan farklı kıldı. Bu “zor”, alışılmışın dışı rollerin aranan sanatçısı oldu. Tekniği çok güçlüydü. Teknik gücüyle sesinin olanaklarını bütünledi. tümünü oyunculuk yeteneğiyle yoğurdu. İtalya’da hiçbir temsilini kaçırmamış olanlardan hep şu tümceyi duydum: “Leyla, sahnede göründüğünde, daha ağzını bile açmadan, hepimizi kendi ateşiyle tutuştururdu.” Sahne karizması bu olsa gerek! O karizmayı temsillerini, konserlerini izleyenler iyi bilir. Hatırlasanıza, İstanbul konserlerinde, Aya İrini’nin kubbesinde uçuşan kuşlara bile hükmederdi! Boşuna dememişler, “Yeryüzünün tüm duyguları onun sesinde” diye… Ona sorarsanız. O, hiçbir şey yapmadı. “Hepsi, şans, kader, kısmet...” ‘La Traviata’ San Fransisco. (1957) SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle