Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 MART 2008 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR am bir diyalektik ilişki:Belirleyici, belirlenen oluyor; belirlenen de, belirleyici. Sebep sonuç oluyor, sonuç da sebep. ??? Türbanı eğitimle yarattık… Şimdi eğitimi türbanlıyoruz. ??? Türbanı, Osmanlı’dan devralmadık… Cumhuriyet döneminde eğitimle yarattık… Önce İmam Hatip okullarını yaygınlaştırdık… Sonra sadece Kuran derslerinde kızlarımızı türbanladık… Daha sonra bu uygulamayı bütün İmam Hatip okullarındaki derslere yaydık… İmam olamayacaklarını bile bile, kızlarımız için kız İmam Hatip okulları açtık… Yasal olan ve olmayan Kuran kurslarını da yaygınlaştırdık… Sonuç olarak kızlarımızı eğitim yoluyla türbanladık. ??? Şimdi türbanı üniversitelere de egemen kılmak istiyoruz. Böylece yükseköğrenim de türbanlanacak. ??? Eğitim, insanın ve dolayısıyla toplumun yeniden üretilmesidir. Dinci politikacılar eğitim yoluyla, toplumu yeniden üretiyor. Dinci simgelerle donatılmış, dinci çizgide düşünen, davranan, yaşayan bir gençlik, bir halk, bir seçmen kitlesi, bir toplum yaratılıyor. 1940’ların ikinci yarısında başlayan süreç, 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle ve 1975’te Demirel’in başkanlığında Birinci Milliyetçi Cephe’nin kurulmasıyla iki kez büyük ivme kazandı. Üçüncü büyük ivme, 1980 askeri darbesiyle ortaya çıktı: Bu darbe ile Türkiye, artık ken Türk bilimcilerin başarısı Baştarafı 1. Sayfada Bazı İngiliz bilimciler ise bunun sadece beyinde olan ve tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu iddia ettiler. Onlara göre “Türklerin İslami tevekkülü, eh ne yapalım Allah böyle yarattı inancı”, böyle doğan çocukların doktora götürülmesini ve tedavi edilmesini engelliyordu! İlerleyen çalışmalar, İngiliz bilimcileri haksız çıkardı; dört ayaklılığın gerçekten genetik kökenleri olduğu belli oldu. Bu arada Alman bilimciler de bu genetik kökeni ortaya çıkarmak için çalışmaya başladı. Böylece Türk bilimciler ile Alman bilimcilerin gen avcılığı yarışını izlemeye başladık. Bilkent Üniversitesi’nden moleküler biyolog Prof. Tayfun Özçelik, Üner Tan ile birlikte, dört ayaklılık sendromunun genetiğini ortaya çıkarmak için bir proje hazırladılar. Başkent, Hacettepe üniversitelerinin de katıldığı proje ile hangi genin dört ayak üzerinde yürümeye yol açtığı araştırılacaktı. Önce TÜBİTAK ve bir İtalyan araştırma merkezinden elde edilen mali destek ile Bilkent’te oluşturulan araştırma grubunun 9 ay süren çalışması başarıyla noktalandı ve gerçekten de dört ayak üzerinde yürümeye yol açan hatalı gen bulundu! Elayak üzerinde yürüyen hastalıklı bireylerde, hastalıktan sorumlu gendeki değişimi saptadılar ve bu genin de iki ayak üzerinde yürümemizi sağlayan genlerden biri olduğu sonucuna ulaştılar. Çalışma, Amerikan Bilimler Akademisi’nin resmi yayın organı olan Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) ABD’de yayımlandı. Dergi yönetimi, bu önemli bulguyu bir basın açıklamasıyla dünyaya duyurdu! panzelerin genetik olarak yüzde 99 benzer olduklarının gösterilmesi gibi çok önemli bilimsel çalışmaları ile tanınıyor. Türban, Eğitim ve Yeni Toplum… dini tümüyle dinci toplum mühendisliğine teslim etti. Eski Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın 1970’lerde dile getirdiği “İmam Hatipler yoluyla milliyetçi, vatanperver gençlerin yetiştirilmesi” politikası, topluma tümüyle egemen olmuştu. ??? Türbanın iki özelliği vardı: Birinci olarak, din temelinde savunulmak olanağı vermesinin yanında, erkek egemen feodal toplumun gelenekleriyle de örtüşüyordu. Yani kadının ikinci sınıf vatandaşlığına koşullanmış olan erkek egemen toplumun çocuk yetiştirme ve kızları örtme eğilimiyle örtüşüyordu. İkinci olarak, görünür bir simge olduğu için, “biz” ve “onlar” ayrımını güçlendiriyor, türban konusundaki dayanışma duygusunu pekiştiriyor, mücadeleyi kolaylaştırıyordu. ??? 1970’lerdeki yaygın terörün, gençlik ve üniversite anarşisinin temelinde, üniversite yerleşkelerine egemen olmak isteyen solcu ve sağcı grupların kavgası vardı. Şimdi dinci siyaset bu kavgayı sonuçlandırıyor: Üniversite öncesi eğitimin siyasal iktidarlar tarafından dinci çizgide düzenlenmesiyle, türban yaygınlaştırılıyor, üniversitelere de egemen kılınıyor. Artık eğitim yoluyla üretilen nüfus, başta kamu alanı olmak kaydıyla yaşamın her alanında egemen olacak. ??? Dinci siyaset, erkek egemen toplumsal geleneklerle el ele, dış desteğin de yardımıyla, eğitim yoluyla toplumu yeniden üretiyor, geleceğin Türkiyesi’ni yaratıyor: Gelenekseldinci çizgide, türban örtüsü altında… C 5 GERİYE DOĞRU EVRİM Tan, önümüzdeki cuma günü yayımlanacak olan ve bu bilimsel başarıya bütün yönleriyle yer veren Cumhuriyet Bilim Teknoloji’de yer alan söyleşide şöyle diyor: “İlk kez 2005 yılında, Hatay’da dört bacaklıymış gibi yürüyen hastaları gördüğümde, bunun atalarımızdan bize genetik bir miras olarak kaldığı fikri uyandı ve buna Üner Tan Sendromu (UTS) adını verdim. İki ayak üzerinde yürüme insanlara özgü bir özelliktir ve bizleri diğer insansılardan (primatlar) ayırır. Hatay’ın Demirkonak köyünde yaşayan 19 kişiden oluşan Ulaş ailesinin beş bireyinde bu özellik bulunmuyor. 21 ile 37 yaşları arasındaki zekâ özürlü bu beş kardeş, el ve ayakları üzerinde yürüyor.” Üner Tan, bunların ilkel konuşma şekillerini, kısıtlı zekâlarını ve yürüyüşlerini belgeledi. Tan’a göre ters mutasyon geçiren bu kardeşler geriye doğru evrimin kanıtıydı. Ünertan Sendromu (UTS) olarak bilimsel literatüre geçen bu nadir görülen hastalığın ana bulguları, elayak üzerinde (kuadrupedal) yürüme, zekâ geriliği, konuşma bozukluğu ve beyincik hasarıdır. İki ayak üzerinde yürüme (bipedal) yani dik yürüme, beynin büyüme ORTAK DNA BÖLGELERİ Açıklamada özetle şu bilgilere yer verildi: “Türk genetikçileri, insanlarda elayak üzerinde yürümenin genetik bir temeli olduğunu, hastalıktan sorumlu geni bularak kanıtladı. Tüm genomun taranmasını gerektiren inceleme tekniklerini kullanarak Ünertan Sendromlu bireylerde ortak DNA bölgeleri tespit ettiler. Bu tarama sürpriz bir şekilde insan genomunda elayak üzerinde yürüme ile ilişkili üç farklı kromozom bölgesinin olduğunu gösterdi. PNAS’ta yayımlanan raporda ise VLDLR genindeki mutasyonun iki ailedeki hastalığın sorumlusu olduğu belirtiliyor. VLDLR’nin beyincik gelişiminde önemli bir rol oynadığı daha önceden biliniyordu.” ÜRKLER BİLİM DÜNYASINDA YERİNİ ALDI’ University of Washington’dan genetik uzmanı Profesör MaryClaire King, “Bu nitelikli çalışma ile Türkiye’deki moleküler genetik çalışmaları bilim dünyasında yerini almıştır” diyor. Profesör King, meme kanseri genlerinin bulunması, insanlarla şem si, alet yapımı ve konuşma, modern insanın ortaya çıkmasına yol açan en önemli özellikler sayılıyor. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’de yayımlanan söyleşide, geni bulan Dr. Özçelik bulgularını şöyle açıklıyor: “VLDLR kusuru, beyin ve beyincik gelişiminin kritik bir aşamasını etkileyerek iki ayak üzerinde durmamızı sağlayan sinir sisteminde anormal yapılanmalara neden olmuş olabilir. Hastalığın belirtilerini taşıyan diğer ailelerde de genin tespit edilmesi, insanlarda iki ayak üzerinde yürüme mekanizmasının sinirsel gelişimi ile ilgili yeni bilgilerin elde edilmesine yol açacak.” ALİ DESTEK İÇİN BAŞVURU Profesör Özçelik, “İki ayak üzerinde yürümeyle sonuçlanan evrimsel gelişim sürecinde rol alan genler hakkında hiçbir bilgimiz yokken VLDLR’nin tanımlanmış olması bizi primatlardan ayıran temel moleküler mekanizmalar hakkında bazı ilk bilgileri almamıza yardımcı oluyor” dedi ve iki ayak üzerinde yürümeyen hastalarda iki farklı geni daha araştırdıkları ve bu konuda mali destek için de başvurduklarını açıkladı. Türk bilimcilerin bu önemli başarıları heyecan verici.. Üner Tan, Tayfun Özçelik ve arkadaşları her türlü kutlamayı ve desteği hak etmiş durumdalar... T M ‘T T ÜRBANLI ÇALIŞANLAR Hastanelere ‘saklayın’ genelgesi Zeynep ŞAHİN ANKARA Sağlık Bakanlığı, birçok hastaneden türbanlı doktor ve sağlık personeli görüntülerinin yansıması üzerine harekete geçti. Bakanlıktan hastanelere, adeta “Türbanı saklayın” genelgesi giderken, “mahremiyet haklarının korunması” için hastanelerde fotoğraf ve kamera çekimine izin verilmemesi istendi. Kamu hastanelerinin türbanlı doktor ve sağlık personeli ile dolup taşması, gazetemiz dahil çok sayıda yazılı ve görsel basın kuruluşunda defalarca haber oldu. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bu haberlere konu olan görüntülerin “nereden çekildiğinin belli olmadığını” savunurken bir yandan da zaman yitirilmeden hastanelere “talimat” verildiği ortaya çıktı. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Orhan Gümrükçüoğlu imzasıyla, 81 ilin sağlık müdürlüğüne “fotoğraf ve kamera çekimleri” hakkında genelge gönderildi. 7 Şubat 2008 tarihli genelgede şu talimat yer aldı: “Sağlık kurum ve kuruluşlarımızın huzur ve sükunet içerisinde hizmet verebilmesi ve mahremiyet haklarının korunması için kurum/kuruluş sahasında fotoğraf ya da kamera çekimi yapılmaması, kurum/kuruluş amirinin onayı ve geçerli bir gerekçe olmadan bu tür faaliyetlere izin verilmemesi hususunda bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.” Genelgenin, hastanelerdeki türbanlı görüntülerin yansımaması için gönderildiğine işaret eden TTB 2. Başkanı Sinan Adıyaman ise “Kadınlar yetmedi, hastanelerin başına da türban giydiriyorlar” dedi. Adıyaman, “Kendi işbirlikçi başhekimleri aracılığıyla müsamaha gösterdikleri türbanı, korumaya alma girişimi. Zaten başka bir şey beklenemezdi” dedi. Adıyaman, Bakan Akdağ’a çağrıda bulunarak “Sayın Bakan’ı davet ediyorum; gelsin, sadece Ankara’daki hastaneleri habersizce birlikte dolaşalım, durumu görsün” dedi. ekongar?cumhuriyet. com.tr; www.kongar.org PEN’de son karar D uygu Asena Ödülü’nü kaldırarak tepkileri üzerine çeken PEN, kararından dönmedi Günersel, “Bana sözlü olarak yayın kurulu başkanlığından istifa ettiğini söyledi, fakat resmi olarak elime bir belge ulaşmadı” dedi. İnal ise istifa etmediğini söylerken, “PEN, kadın haklarının savunulduğu bir yer değil; yüksek edebiyatı temsil eden yazarların bulunduğu bir yer. Duygu Asena da edebiyatçı, dilci ya da yazar değil, gazeteci. Kitapları da çalakalem yazılmış kitaplardır. Bu ödül tamamen ahbap çavuş ilişkileri üzerine verilmiş bir ödül” dedi. DÜLÜN SAHİBİ İPEK ÇALIŞLAR Duygu Asena ödülünün sahibi İpek Çalışlar da “Ödülün kaldırılması Asena’yı değil, kararı verenleri tartışmalı duruma sokar. Hiçbir ödül bir kere verilmek üzere konmaz. Burada kötü niyet var. PEN üyesi birçok arkadaşımızla beraber istifalarımızı sunmak üzere hazırlanıyoruz” sözleriyle tepkisini dile getirdi. Eski PEN Yönetim Kurulu Başkanı Vecdi Sayar ise “Bu PEN’e yapılmış bir hakarettir. Biz ödülü Asena’nın ülkemizdeki kadın hareketine katkılarını ve edebiyatın geniş kitlelere, özellikle kadın okurlara sevdirilmesi yönündeki emeklerini göz önüne alarak koyduk. Hak ettiği bir ödülü ona çok görenleri affedemem” dedi. Özge KESKİN Uluslararası PEN Türkiye Merkezi, yeni yönetim kurulunun aldığı kararla “Duygu Asena ödülü”nün kaldırıldığını ve yerine kurucuları Halide Edip Adıvar adına ödül verileceğini açıkladı. Gerekçe olarak da, Doğan Kitap’ın Asena adına ödül vermesi, Halide Edip’in ise gerekli ilgiyi görmemesi gösterildi. Çeşitli kişi ve kuruluşlardan gelen tepkiler üzerine, 1 Mart Cumartesi günü toplanan yönetim kurulu, 2008 yılında Halide Edip Adıvar, Yunus Emre ve Dede Korkut ödüllerinin verileceğini açıkladı. Duygu Asena’nın çok değerli bir yazar olduğunu ve yanlış anlaşıldıklarını söyleyen PEN Başkanı Tarık Günersel, “Ödülün verilmesi yönetim kurulu kararıdır. Genel kurul kararları süreklilik içerirler, yönetim kurulu kararları değil. Doğan Kitap, Asena adına bir ödül vereceğini açıklayınca biz de Halide Edip adına uluslararası bir ödül verme kararı aldık” dedi. İnci Asena ile de görüştüklerini belirten Günersel, “Kendisine ödülle ilgili bir devamlılık sözü verilmiş. Konuşup durumu açıklığa kavuşturduk. İnci Asena’yı kaybetmek istemeyiz” diye konuştu. PEN üyesi ve Yayın Kurulu Başkanı Gülseli İnal’ın açıklamaları için de talihsiz açıklamalar yorumunu getiren Pentagon raporunda, “Çin’in askeri açıdan güçlenmesinin Doğu Asya’daki askeri dengeleri değiştirdiği ve bunun, AsyaPasifik bölgesinin ötesinde etkilerinin olacağı” vurgulandı. (Fotoğraf: AFP) Çin’in askeri bütçesi ürküttü Dış Haberler Servisi Çin’in askeri bütçesini bir yıl içinde yüzde 17.6 oranında arttıracağını açıklaması ABD’yi kaygılandırırken Pekin, Washington’ı “Soğuk Savaş mantığını sürdürmekle” suçladı. Pekin yönetiminin askeri harcamalarını yüzde 17.6 oranında arttırarak yaklaşık 59 milyar dolara çıkaracağını açıklamasına ABD’den “raporlu” tepki geldi. Pentagon’un raporunda, Çin’in askeri stratejilerinde şeffaf davranmadığı ileri sürülerek orduya ayrılan bütçenin açıklanandan en az 2 kat fazla olduğu iddia edildi. Japonya Hükümet Sözcüsü Nobutaka Maçimura da “Komşu ülkelerle dünyadaki diğer ülkelerin bu son 20 yılda Çin’in katlanarak artan askeri harcamalarını anlaması mümkün değildir” dedi. Çin hükümeti sözcüsü Kin Gang, “ABD’nin Soğuk Savaş mantığından vazgeçmesi gerektiğini” söyledi. Sözcü ABD’nin Tayvan hükümetine silah satışını durdurması isteğini dile getirdi. Ö arışı kim istemez? Savaş çağrıları yapmak ne kadar ürkütürse, barışa davetiye çıkarmak da o kadar saygı uyandırır. Barış yaşamdır; savaş, çetelesi tutulan cesetlerdir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak harekâtından hemen sonra medyada başlayan ‘barış’ çağrılarını da herhalde bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Ancak... Gözü kapalı ‘savaş’ çağrıları ne kadar tehlikeliyse, gözü kapalı, zamanlama özürlü ‘barış’ çağrılarının da amacına hizmet etmeyebileceği göz ardı edilebiliyor. Barış çağrılarına eşlik eden başka deyişler de var: ‘Sivil çözüm’. ‘Siyasal çözüm’. Bir büyük gazetemizin başyazısından bir alıntıyla örnek verelim: ‘(....) TSK, Kuzey Irak’ta neredeyse bir imkânsızı gerçekleştirmiştir. Şimdi bu çabanın bir fırsata dönüştürülmesi ve askerin cephede kazandığı başarının, hükümetin Kürt sorununun çözümü için sivil alanda, siyasetin görev B GENİŞ AÇI HİKMET BİLA ‘Siyasal Çözüm’ Çağrıları kontrol merkezleriyle, çokuluslu savaşçı güçleriyle ciddi bir askeri düşman oluşum vardır. Nitekim, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, bu oluşuma karşı binlerce iyi eğitimli asker, uçak, helikopter, tank, top kullanması da karşısındaki gücün ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Bunun adı savaştır. Bu düşman oluşumu koruyan, kollayan, yardım ve yataklık eden, destekleyen, para, silah, teçhizat, mühimmat sağlayan yerel ve uluslararası güçler de hesaba katılırsa, cephenin daha da geniş olduğu görülebilir. ??? Türkiye’yi hedef alan stratejik tehdit ortadan kaldırılmış, bu tehdidin vurucu gücü olan askeri oluşum bertaraf sahası içinde atacağı adımlarla tamamlanması gerekiyor. Hükümet zaman geçirmeksizin, bu kısırdöngüyü kıracak siyasi, kültürel ve sosyal alandaki hamleleri hayata geçirmelidir. Şimdi barışı inşa etme zamanıdır.’ (Milliyet, 3 Mart 2008). ??? İyi niyetle yapıldığına kuşku olmayan bu çağrıyı kısaca irdeleyelim: Kuzey Irak harekâtı, yıllardır vurguladığımız bir gerçeği ortaya çıkardı: Türkiye’nin karşı karşıya olduğu saldırı, bir terör örgütünün terör eylemleriyle sınırlı değildir. Irak topraklarındaki geniş bir bölgede, altyapısıyla, haberleşme ve lojistik ağıyla, uçaksavar sistemleri dahil ağır silahlarıyla, komuta, edilmiş midir? Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın, ‘Operasyonlar devam edecek’ şeklindeki sözleri, herhalde bu soruyu daha anlamlı kılmaktadır. Bu askeri oluşumun, bölgesel güçler ve bazı büyük devletlerle bağlantısı kesilmiş midir? Oluşumun, özellikle Avrupa’dan sağladığı finansal, örgütsel ve diplomatik destek ve koruma ortadan kaldırılmış mıdır? Bu sorular cevaplanmadan, ‘Savaş bitti, artık barışı inşa zamanıdır’ demek ne kadar gerçekçidir? Kimse bu sözlerden, ‘savaş taraftarlığı’ gibi sonuç çıkarmamalıdır. Ancak, savaşın tam ortasında, ‘Savaş bitti, haydi artık barışı inşa edelim’ demenin mantığı da sorgulanmalıdır. Üstelik, yine bu ortamda, ‘Siyasi, kültürel ve sosyal alandaki hamleler hayata geçirilmelidir’ gibi çok önemli bir çağrı yapılırken bu hamlelerin neler olduğu da açıklanmalıdır. Özellikle ‘siyasi hamleler’in... hikmet.bila@ntv.com.tr Çalışanların haklarına tırpan ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nda değişiklik öngören tasarıda, gazetecilerin de aralarında bulunduğu bazı işkollarında fiili hizmet zammını kaldıran madde, uzun süren tartışmaların ardından kabul edildi. AKP’li Altan Karapaşaoğlu başkanlığında toplanan komisyonda, “yıpranma payı”nın kaldırılmasına tepki gösteren CHP’li Mustafa Özyürek, “Örneğin, parlamentoda çalışan gazeteciler, bizimle gece yarılarına kadar çalışıyor. Biz ertesi gün 14.00’te geliyoruz, ama onlar sabah 09.00’da buradalar. Kazanılmış haklara dokunmak doğru değil” diye konuştu. Kabul edilen 25. maddeye göre, gazeteciler, milletvekilleri, PTT dağıtıcıları, infaz koruma memurları, Tarım Bakanlığı Zirai Mücadele ve Karantina Teşkilatı ile Veteriner Teşkilatı’nda görev yapanlar, Devlet Tiyatrosu sanatçıları, havayollarındaki uçucu personel, lokomotif makinistleri, gemi adamları, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası üyeleri de fiili hizmet zammından yararlanamayacak. Görüşmeleri, Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Ercan İpekçi’nin yanı sıra, çok sayıda gazeteci izleyerek “sessiz” protesto etti.