08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7 MART 2008 CUMA haberler SÖZ ÇİZGİNİN TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA C 3 ‘Sivil Çözüm’ Diyen Çareyi Söylemeli dının “Köklü Kemal”e çıkmasının nedeni, hangi konu konuşulsa, hemen önerileri kesip, “Öyle olmaz, köklü çözüm gerek” demesiydi. Köklü Kemal iyi giyinir, her şeyi bilir geçinir, ama kim hangi soruna bir öneriyle yaklaşsa kestirip atardı: Öyle olmaz köklü çözüm gerek. Her defasında aynı soruyla karşılaşırdı: Peki Kema,l anlat bakalım nasıl olacak köklü çözüm? Hiçbir zaman, kavramları yerli yerine oturtan, herhangi bir tereddüde yer bırakmayan açıklıkla köklü çözümü birkaç tümceyle özetleyip, sonra da önerilerini açamazdı. Yıllardır görmediğim arkadaşımı son zamanlarda sıkça anar oldum. Gazetelere göz atar, TV’deki konuşmaları dinlerken, hep gülümsüyor ve “Hoş geldin Köklü Kemal!” demekten kendimi alamıyorum. Kürt sorunu, Kürt sorunu olarak tanımlanıp, gündemimize geç de olsa oturalı beri, her kafadan bir ses çıkıyor, sık sık da “sivil demokratik” çözüm söylemi dile getiriliyor. Ama sivil demokratik çözümün ne olduğu bir türlü doğru dürüst “ağyarına mani efradına cami” bir biçimde anlatılmıyor. ??? Sivil demokratik çözümden söz edenler, özellikle üç nokta üzerinde duruyorlar: Kürt kimliğinin tanınması, kültürel haklar, dil yasağının kaldırılması. İlk bakışta kim bunlara karşı çıkabilir? Bunlara karşı çıkanlar, demokrasi istediklerini nasıl söyleyebilirler? Türkiye’de dil yasağı uygulaması baskıcı 12 Eylül uygulamasının bir ürünüydü ve buna hepimiz karşı çıktık. Demokrasilerde, kimseye dil yasağı uygulayamazsınız. Devletin resmi dilinin olması, insanların anadillerini öğrenmeleri ve konuşmalarının önünde bir engel değildir, olmamalıdır. Hatta yurttaş, dilerse resmi dil ve anadili dışında bir dili de konuşabilir. Zaten şöyle çevremizdeki tabelalara baksak, Türkiye’de pek çok kişinin İngilizceyi konuştuğu, onunla iletişim kurduğunu da düşünebilirsiniz. Bu durumda Kürtlerin Kürtçe konuşmalarına kim, hangi gerekçeyle karşı çıkabilir ki? Kürtlerin Kürtçe konuşmaları, (ki konuşuyorlar zaten!) Kürtçe kitaplar yayımlamaları, türkülerini Kürtçe çığırmaları, birbirlerini Kürt adlarıyla çağırmaları, dizelerini kendi anadillerinde söylemeleri yasak olmamalıdır ve değildir de... Bu noktada, Türkiye’nin bütün demokratları güç birliği etmelidir. Bir Türk yurttaşı, göğsünü gere gere “Ben Kürt’üm” diyebilmelidir, demektedir de... ??? Ermeni, Rum, Arnavut kökenli Türk vatandaşları da, bu haklara sahip olmalıdırlar ve anayasal olarak sahiptirler de; eşit haklara sahip Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsinin Türk kökenli olmak diye bir zorunlulukları yok. Tabii kültürel haklar konusunda da aynı şey geçerli. Bir demokraside her vatandaşın her türlü hakkı, bu arada kültürel hakları da güvence altındadır. Kürt kökenli kardeşlerimiz kendi derneklerini kurabilmeli, eğer başka kökenli dernekler, devletten yardım alıyorlarsa, onlar da alabilmelidirler. Buraya kadar kimsenin herhangi bir itirazı olamaz. Ama istek bu mu? Yoksa kimliğin tanınması, dil özgürlüğü, kültürel haklar derken istenen, bunların kişisel bazda olmayıp azınlık statüsü içinde ele alınması mı? Eğer yeni bir azınlık statüsü öneriliyorsa, bunun ne anlama geldiği de bilinmelidir. Yeni bir azınlık statüsü Lozan ile kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliğinin değişmesi, yeni baştan yeni bir çifte kimliğin oluşturulması anlamını taşımaktadır. Ama bu da tartışılabilir ve tartışılmalıdır. Evet her şeyi açık tartışalım, bunun için önce önerilerimizin ne anlama geldiğini bilelim ve onları kıvırtmadan ortaya koyalım, “Köklü Kemal”lik yapmayalım. Bursa Notları... girmişti... Düşüncelerden arınmış akşamın sancağı yaşamın upuzun sayrık saatlerinde dalgalanır gibiydi... Sessiz bir doruktan havalanmış bitkin bir kuşun kanat çırpışına benzeyen toplumun içinde yaşadığı coğrafyada olup bitenlerden habersizdi... Türkiye’yi yönetenler belli bir inancı “özgürlük” olarak halkın önüne sunuyor, “sıkmabaş”a karşı çıkanların “insanlık suçu” işlediğini öne sürüyorlardı... Son 20 yılı anımsadım Bursa’ya yaklaşırken... Hrant Dink cinayetini işleyen tetikçiler yargıç karşısında dikleşiyor, Uğur Mumcu cinayetinde gördüğümüz fotoğraflar 15 yıl sonra yeniden karşımıza çıkıyordu... Hrant Dink cinayetinde büyük patron kimdi ve bu cinayet ikiüç kişinin üzerine mi kalacaktı? Aynı sahneleri Sıvas kıyımı sonrası görmüştük... Aynı görüntüler Malatya katliamında da karşımızdaydı... Şimdi elimde Bursa izlenimlerim var... SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın’ın parti meclisi toplantısında yaptığı konuşma... İçeriği dolu ve insanı düşündüren bir konuşma yaptı Murat Karayalçın... Mehmetçiğin Irak’ın kuzeyinden çekildiği saatlerde Murat Karayalçın şöyle diyordu: “PKK olayı bir terör hareketidir. Terör bir komşu ülkeye yerleşmişse, durdurulması güçtür. PKK 19841994 arasında Suriye üzerinden saldırıyordu. O zaman 800 kilometrelik sınırı geçiyorlardı. Şimdi ise Kandil Dağı ve Zap’tan. En büyük saldırılar Türkiye’ye 30 kilometre uzaklıktan başlatılıyor. Mehmetçiğin yapmış olduğu harekât başarılıdır. Ancak Irak sınırının yeniden düzenlenmesi gerekir.” ??? Murat Karayalçın, Mehmetçiğin Irak’ın kuzeyinde yaptığı harekâttan “ABD’nin buyruğu sonucu dönmediği” kanısındaydı... Karayalçın şöyle devam etti: “Genelkurmay Başkanlığı harekâtın amaçlarına ulaşıldığını açıklamıştı. Verilen iletiler yerine ulaşmışsa asker kendiliğinden geri çekilmiştir. Burada Türkiye’nin kararlı tavrı vardır. PKK’nin kalıcı üslerine Irak’ın kuzeyinde artık izin verilmeyecektir. PKK üsleri hava ve kara harekâtıyla yok edilmiştir. Olayın özü budur.” Bursa’da “sol gruplar”la konuştum... Çoğu, SHP’nin yemeğine katılmıştı... Solun derlenip toparlanması gerektiğine inanıyordu herkes. CHP’den kopanlar, CHP’de kurultay sonucunu bekleyenler... CHP konusuna bir başka yazıda değineceğim... Bursa SHP İl Başkanı Şadi Özdemir’le de sohbet ettim, Bursa temsilcimiz Levent Gencelli’yle birlikte... Şadi Özdemir “Esnafımız kan ağlıyor” deyip ekledi: “Tarihi Kapalı Çarşı Esnafı perişan...” Bursa temsilcimiz Gencelli “tarikatçı yapılanma”ya değindi. Yani Fethullahçıların iş bitiriciliğini anlattı uzun uzun... Yurtlar, dershaneler, okullar, hastaneler... 68 ve 78 kuşağı SHP’ye destek veriyor Bursa’da da... Eski dostlar Kemal Ekinci, Nevzat Şenol, Zihni Çetiner SHP toplantısındaydı. Zihni Çetiner’in “Sol... Geç olmadan” kitabını Bursa’dan İstanbul’a dönerken okudum... Nevzat Şenol, bir kâğıda bir şeyler yazıp uzattı gecenin en gürültülü saatinde... Nevzat’ın yazdıklarını Haluk Çetin’le İsmet Karaca’nın çalıştırdığı o tarih kokan “Leman Kültür”de okudum... Nevzat Şenol, “Cahit Irgat 1972’de kanserden öldü ve Can Yücel yazdı” deyip elime tutuşturduğu “Cihat için Cahit” şiirini okurken hüzünlendim... “Cahit ki; bu hasta düzende sağlıklı bir kanserdi/Cahit ki; haksızlıklara karşı üreyen hücrelerdi/Yorgun develer gibi çöktüğü Dormen şölenlerinde bile/Siz paranızı, ben kendi kendimi yerim ‘derdi.’/Cahit zaten azaltarak azalarak yaşayanlardan değil/Çoğalarak ölenlerdendi.” ??? Yıldızlı bir geceydi... Umutla dopdolu bir gecenin sabahında bir bahar aydınlığında uyandım Bursa’da... TÜYAP Kitap Fuarı’na uğradım... Doğan Hızlan, Ercan Karakaş, Deniz Kavukçuoğlu, Turhan Günay, Semih Poroy, Engin Murat Özdemir, Yahya Şimşek’le biraz “Sol ve Türkiye” üzerine konuştuk kahvelerimizi içerken... Semih Poroy’un hayran olduğum mizah anlayışına, o çizgi ustalığına “Feklavye” Karikatür Sergisi’ni gezerken bir kez daha tanık oldum... Bursa’dan Yalova’ya geldim. YalovaPendik arabalı vapur alanında bir tuvalet. Kim çalıştırıyor bu tuvaleti? Bir tarikatçı vakıf!.. Hangi tarikatın elinde bu tuvalet, nasıl aldı İDO’dan? Tuvalet sanki para basıyor para!.. Hiç şaşırmadım... Şaşırdığım ise şu: Hrant Dink cinayetinin arkasındaki “büyük patron” neden bulunamıyor? Başbakan Erdoğan İslami yaşam biçimine karşı çıkanları niçin “insanlık suçu işlemekle” suçluyor! Siz de şaşırıyor musunuz? hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 G emlik’ten denize baktım bir süre... Güneş, maviliğin içinde bir nur topu gibi bulutların arasına A DEVLETİ ÖZELLEŞTİRİRLERSE, HÜKÜMETİ ÇOK DAHA RAHAT YÖNETİRLER.. Gazeteci Uysal, bir dönem birlikte çalıştığı Yalçın Beyaz’ın ‘iş hayatına’ atılışını anlattı ‘İçki içer, âlem yapardı’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Anakent Belediye Başkanı Melih Gökçek’in oğullarıyla şirket kurduğu anlaşılan, sevgililerine villalar alan eski BelPa Genel Müdürü Yalçın Beyaz’ın Türk Haberler Ajansı’nda (THA) çaycı olarak çalışmaya başlayıp sonrasında belediye başkanlığı ve BelPa Genel Müdürlüğü’ne kadar “yükseldiği” anlaşıldı. Gazeteci Hasan Uysal da Beyaz’ın THA’ya gececi olarak alındığını ve gündüz de çay ve ayak işlerine baktığını anlattı. Sevgililerine aldığı villalar ve 1 trilyon lira kaptırmasıyla gündeme gelen eski BelPa Genel Müdürü Yalçın Beyaz’ın iddia ettiği gibi “varlıklı” olmadığı, 1980’li yıllarda çaycı olarak iş yaşamına başladığı ortaya çıktı. Gazeteci Ünal İnanç, Beyaz’ın 1980’de THA’ya gelerek kendisine “Yatalak bir annem var, yaşlı bir babam var, açız” diyerek iş istediğini söyledi. İnanç, Beyaz’ın anlattıkları Sevgililerine aldığı villalar ve 1 trilyon lira kaptırmasıyla gündeme gelen eski BelPa Genel Müdürü Beyaz’ın iddia ettiği gibi “varlıklı” olmadığı, 1980’li yıllarda çaycı olarak iş yaşamına başladığı ortaya çıktı. Gazeteci Ünal İnanç, Beyaz’ın 1980’de THA’ya gelerek kendisine “Yatalak bir annem var, yaşlı bir babam var, açız” diyerek iş istediğini söyledi. nın doğru olup olmadığını giderek kontrol ettikten sonra gerçekten yoksul olduğunun belirlenmesi üzerine ajansa aldıklarını kaydetti. İnanç, trilyonluk bürokratın geçmişine ilişkin “Beyaz, birkaç yıl sonra bana tekrar geldi, sıkıyönetim zamanı. ÖzAhi Kooperatifi ile ilgili bir sıkıntıları vardı. Sıkıyönetim zamanında askerler araçlarına sıkıntı çıkarıyormuş. Askerlerden yazılı izin aldık, araçlar çalışsın diye. Sonra Beyaz yine ortadan kayboldu. Sonraki yıllar öğrendim ki Etimesgut Belediye Başkanı olmuş. Ardından BelPa Genel Müdürü” değerlendirmesini yaptı. ÇKİ ÂLEMİNDE YAKALANDI Gazeteci Uysal da Beyaz’ın “yoksul” günlerini www.sansursuz.com internet sitesindeki köşesinde kaleme aldı. Uysal, ajansın demokrat oluşu nedeniyle Milliyetçi Cephe’nin hışmına uğradığını belirterek Beyaz’ın 20’li yaşlarındaki durumunu şöyle anlattı: “Gecekondulu bir çocuk, ama fırlatma mı fırlatma! Li İ se terk, ama yaptığı iş eğitim gerektirmiyor. Önemli bir haber gelirse bize haber verecek ya da gece bir haber yazdırırsak onu merkeze gönderecek. Oğlanı gececi diye aldık, ama sabah en erken o geliyor ajansa; yani kapıyı ilk o açıyor, çayı demliyor. Bütün gün ayak işlerini de yapıyor...” Uysal, birkaç ay sonra ajansın Ankara temsilcisinin Beyaz’ı işten attığını belirterek nedenini şöyle açıkladı: “Güngör Ağabey sinirli. Gece, Bakanlıklar’da yürürken, bu fırlatma ne yapıyor diye ajansa uğramış. İçeri girmiş ki, bizimki arkadaşlarını almış içeri, âlem yapıyor. Haber yazdığımız kâğıtların üzerinde helvalar, peynirler, içki şişeleri. Hepsini tekme tokat kovmuş. Gececi oğlana da ‘Bir daha gelme buraya’ diye bağırıp tekme atmış. Ertesi sabah ajansa gelmiş ki bizim fırlatma yine içeride, çay demliyor. İkinci kez bir daha dövüp atmış dışarıya.” Açık oturumun ardından piyanist Fazıl Say konser verdi. Aydınlardan Say’a destek Can HACIOĞLU ESKİŞEHİR Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ve Müzik Eğitimcileri Derneği’nin (MÜZED) düzenlediği ‘Cumhuriyet, Kültür ve Müzik’ konulu açık oturumda dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say’ın AKP’ye yönelik eleştirilerine destek yağdı. Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Kültür Sarayı’nda düzenlenen açık oturuma gazetemiz yazarı Şükran Soner, ressam ve yazar Fikret Otyam, gazeteciyazar Oktay Ekşi ve MÜZED Genel Başkanı Refik Saydam konuşmacı olarak katıldı. Eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hüseyin Akbulut tarafından yönetilen açık oturumda konuşan gazetemiz yazarı Şükran Soner, AKP iktidarının ülkemizde kültür sanatı ortadan kaldırmak istediğini belirtti. Soner şunları söyledi: “Atatürk ve Cumhuriyeti kuranlar, kültür ve sanatı ülkede geliştirebilmek için iğne oyası yapar gibi çalışmışlardır. Kültür devriminin üzerinden beş kuşak geçmiştir. Bu beş kuşağın 4.5 kuşağı Atatürk devrimlerini kültür ve aydınlama devrimimizi yok etmek için çalışmışlardır. Bugün büyükşehirlerin varoşlarında Türk ve Kürtler ayrımı yaşanmıyorsa, Yugoslavya’daki gibi çatışmalar yaşanmıyorsa bu Cumhuriyetin çimentosunun sağlam olduğunun göstergesidir. Elbette, çatlamayan çimento yoktur. Ama, bizim çimentomuz, Atatürk’ün devrimleridir. Bizim çimentomuz yüksek şiddetteki depremlere dayanıklıdır.” Piyanist Fazıl Say’ın AKP’ye yönelik eleştirilerine destek veren Soner, “Türkiye 50’den bu yana karşıdevrim sürecini yaşıyor. Fazıl Say’ın söyledikleri bir rastlantı sonucu söylenmiş şeyler değildir. Zamanında ve yerinde söylenmiştir. Bir aydın sanatçı sorumluluğudur” diye konuştu. Konuşmacı Fikret Otyam ise Halkevleri ve Köy Enstitülerinin kapatılmasının Cumhuriyete yapılmış en büyük ihanet olduğunu vurgulayarak “AKP iktidarı Kuzey Irak operasyonunda askerlerin kafasına türban geçirdi. Fazıl Say yaptığı açıklamalar ile Türkiye’de gerçekleri dile getirdi. O, örnek ve Atatürk’ün yolundan giden bir sanatçı olduğunu gösterdi” dedi. Açıkoturumun ardından piyanist Fazıl Say, bir konser verdi. renkli ilan asirmen?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle