08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 7 MART 2008 CUMA ABD’nin Politika Değişikliği!.. ürk Hava Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’taki PKK hedeflerini vurması için Irak hava sahasını açan ve “gerçek zamanlı istihbarat” paylaşımını uygulamaya koyan Washington’ın, Türkiye’nin kara harekâtına da yeşil ışık yakması, bir süredir yoğun bakımda olan TürkABD ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığına işaret ediyor. Oysa,1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM tarafından reddedilmesi iki ülke ilişkilerinin ağır bir bunalıma girmesine ve ABD’nin Türkiye’ye yönelik olarak örtülü bir cezalandırma politikası uygulamasına yol açmıştı. Bu politika uyarınca Washington, Kuzey Iraklı Kürt liderlerin PKK’yi barındırıp silah ve lojistik ihtiyaçlarını karşılamalarına ve Türkiye’ye yönelik eylemlerine destek vermelerine kayıtsız kalmıştı. ABD’nin bu tutumundan cesaretlenen Kürt liderler, Türkiye’ye karşı saldırgan davranışlar içine girdikleri gibi, bağımsız Kürdistan hayallerinin gerçekleştirilmesinde ve Kerkük’ün Kürt bölgesine ilhakında PKK’yi Türkiye’ye karşı bir pazarlık unsuru olarak kullanabileceklerinin hesabını yapmaya başlamışlardı. ABD’nin şimdi PKK’yle mücadelede Türkiye’nin yanında yer alması ve Kuzey Iraklı Kürt gruplar üzerinde hava ve kara harekâtlarına karşı nötr bir tutum takınmaları ve Türkiye’ye karşı saldırgan söylem ve davranışlardan vazgeçmeleri için baskı yapması, Washington’ın Türkiye’ye yönelik olumsuz tutumunu geride bıraktığına ve ilişkileri 1 Mart 2003 tarihinden önceki düzeyine getirmek eğiliminde olduğunu gösteriyor. Yazılı ve görsel basınımızdaki birçok yorumcu, Washington’ın tutumundaki bu önemli değişikliği iki etkene bağlama eğiliminde. Bunlardan birincisi, Bush yönetiminin, TürkAmerikan ilişkilerinin son zamanlarda dibe vurmasından rahatsız olması ve bu durumun ABD ulusal çıkarlarına zarar vereceğinin geç de olsa bilincine varmasıdır. İkincisi ise AKP hükümeti, sabrının taştığına ve her türlü riski göze alarak Kuzey Irak’a müdahale edeceğine ABD’yi inandırmış, bu durumda Washington da ilişkilerde yeni bir buhranı önlemek için çarnaçar Ankara’yla işbirliğine yönelmiştir. Bu görüş sahipleri, Irak sınırında yapılmış olan büyük askeri yığınağın da ABD tarafından Türkiye’nin sınır ötesi harekâta kararlılığının bir işareti olarak algılandığını da ileri sürüyor. Gerçekte birinci etkenin, ABD’nin tutumunu değiştirmesinde bir ölçüde etkisi olmuşsa da bunun fazla abartılmaması isabetli olur. Çünkü, Bush yönetimi son dört yıldır olduğu gibi, zayıf ve edilgen AKP hükümetini oyalayıcı taktiklerle idare edebileceği ve Türkiye’nin ABD’ye karşı uygulayabileceği bir alternatif politikaya sahip olmadığı inancındaydı. İkinci etkene gelince, Ankara, ABD’yi Türkiye’ye yönelik politikasını gözden geçirmeye zorlayacak etkinlikte bir söylem veya eylemi hiçbir zaman göze alamamış ve Washington’a karşı daima özgüvenden yoksun, ezik ve teslimiyetçi bir tavır sergilemiştir. Üstelik, Başbakan Erdoğan “İçerdeki PKK teröristlerini bitirdik de sıra Kuzey Irak’takilere mi kaldı?” diyerek sınır ötesi operasyona karşı çıkan Washington’ın tutumunu onaylamıştır. Bu durumda, askeri yığınağın Bush yönetimi tarafından AKP hükümetinin Irak’a müdahalede bulunma iradesinin bir işareti olarak algılandığı yolundaki iddialar boş böbürlenmeden başka bir şey değildir. PENCERE Birazcık Kurmay Olabilsek... smanlı’da “kurmay”a “erkânı harp” denirdi... Kurmay, savaşın beyin gücünü oluşturur... Kurmayda duygusallık yoktur; akıl, bilim, uzmanlık üzerine alabildiğine soğukkanlılık gözeneklerine işlemiştir... Kurmay düşünürken, savunma ya da saldırı düzenlerini hesaplarken, kendisini düşmanın yerine koyar, karşı tarafın kafasındakileri keşfetmeye çalışır... Yoksa kurmay olamaz... Komutanın işi daha zor... Ancak bir komutan, komutan olmak için önce kurmay olmak zorunda... ? Yalnız askerlikte mi geçerli bu gerçekler?.. Yaşam bir savaştır... Piyasada, sporda, diplomaside, politikada ve başka alanlarda “karşı taraf”ın ne yapmak istediğini kestirip hesaplamadan körlemesine gidersen ayvayı yediğinin resmidir... Ya devlet yönetiminde?.. ? Atatürk hem kurmaydı.. Hem komutan.. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye kurmaylığı bir yana bıraktı; duygusallık, inanç, körgüdü, önyargı, çıkarcılık, budalalık, aptallık üzerine bir yaklaşım devlet yönetiminin gözeneklerine girdi ve sindi... Örnek mi?.. Amerika dosttu... Rusya düşman... Türkiye’yi DoğuBatı blokları çatışmasının körgüdüsünde şartlandıran inanç ve duygusallık devlette var olması gereken kurmaylık mantığını sildi süpürdü... Bu körgüdünün mirası günümüzde de ağır basıyor... Ancak Amerika’nın gerçek yüzünü algılamaya başlayan kurmaylar da yavaş yavaş yetişmeye başladılar... ? Türkiye’nin Kuzey Irak’tan çekiliş biçimi ülkede büyük bir tartışma yarattı... Ne var ki bu konuda birbirimizle uğraşıyoruz... Oysa kurmay bilinciyle karşı tarafın ne yapmak istediğini anlamaya çalışmak gerekmiyor mu?.. Bu uzmanlık çabası geniş bir hesap kitapla çeşitli güçleri, amaçlarını, olanaklarını, strateji ve taktiklerini inceden inceye gözden geçirerek gerçekleştirilebilir... ? Çok kaba bir kurmay yaklaşımıyla yalnız Amerika’yı ele alalım... Amerika petrol coğrafyasında enerji egemenliğini sağlama bağlamak istiyor; medyanın diline düşmüş bir BOP’u bile var... Irak’ı işgal etti... Kuzey Irak elinde.. Barzani ve peşmergeler de Amerika buyruğunda... Amerika, PKK’yi hem tutuyor hem dışlıyor gibi görünüyor... Gerektiği zaman Türkiye’ye karşı bölgedeki olanaklarını neden kullanmasın?.. Amerika bizim babamızın oğlu mu?.. ? Amerika Türkiye’yi de ihmal edemez, karşısına almak istemez... Gerektiğinde kendi çıkarları için kullanmak ister... Başkan Bush ve Savunma Bakanı Gates’in dayatmalarıyla Türkiye’nin Kuzey Irak askeri operasyonu öyle bir noktada bitirildi ki, bölgede yine her şey Amerika’nın istediği ölçülerde ve Amerika’nın denetiminde... PKK’ye gözdağı mı verildi?.. Evet... Ama, operasyon Amerika’nın öngördüğü zamanda durduruldu... Sonuç ne?.. Amerika herkese dedi ki: Patron benim!.. ? Biz burada kendi çıkarlarımızın körgüdüsünde birbirimizi yerken, Amerika bizimle ve de Kuzey Irak’taki Kürt güçleriyle çelik çomak oynuyor... Kendinizi, bir kurmay gibi, Amerika yerine koyun... Ne diyeceksiniz?.. Patron maşallah başarılı!.. OKTAY AKBAL Barış İçin Savaş.. ittik. Gördük. Yendik” Romalı Sezar, Galya Savaşı’ndan sonra böyle demiş... Türk askeri de Kuzey Irak’a girdi, bir haftada önemli temizlikleri yaptı, sonra geri döndü. Hiç belli olmaz, bakarsınız bir ilkyaz günü yine asker yarım kalan görevi tamamlamak için bir kez daha sınır ötesine girer... Kimse savaş istemez. Kimse genç insanların ölmesini, birbirlerini öldürmesini istemez! En başta anneler istemez. Doğur, büyüt, bin bir zorluk çek, derken delikanlılık çağında elinden koparsınlar, ölmeye öldürmeye yollasınlar.. Yeryüzünün hiçbir annesi, hiçbir babası, kardeşi, yakını, haklı haksız kanlı boğuşmaları istemez... ??? Kırk yıldır binlerce, on binlerce kurban vermiş, hâlâ da vermekte olan bir Türkiye burası! Bir türlü çözülmemiş bir dava, bir kavga sürüp gitmekte! Kürtler, Ermeniler, Rumlar, türlü etnik kökenliler! Hepsini bir araya topladık, ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ herkes bizimdir, kardeşimizdir, dostumuzdur dedik. Dedik ama... Ama bir kanlı çıkmaz sürüp gidiyor. İstenen nedir? Özgürlük mü? Birtakım haklar mı? Bu özgürlük, bu haklar hepimiz için de var mı? Önce bunu düşünmemeli mi? Türk insanı gerçekten özgürlükleri, bu hakları elde etmiş mi, kullanmış mı, kullanıyor mu? TürkKürt ayrımı yok bu konuda! Hepsi orda burda aynı koşullarda yaşam savaşı vermede... ??? Toplu bir kalkışma gerekiyor! Ayrım olmadan, Kürt’ü, Türk’ü, Çerkesi, Rumu, Ermeniyi, Yahudiyi, dinliyi, dinsizi, Tanrı’ya inananı inanmayanı hepsini kapsayacak bir demokrasi, bir cumhuriyet anlayışında, Atatürk devrimlerinin yaratmak istediği bir düzende... Ama birtakım güçler bizi rahat bırakmıyor. Biz istediğimiz kadar birlik, beraberlik, dostluk çağrısı yapalım! Niye gerçekleştiremiyoruz, orası da apaçık.. Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanları bunu istemiyor da ondan!.. ??? Kevork’lar, İdris’ler, Yani’ler, Mişel’ler, Argop’lar, Panayot’lar, Mustafa’lar, Ahmet’ler vardı benim ilkokul günlerimde. Aynı sınıfta, yan sıralarda, bahçede, koşuşmada, saklambaçta, kimi zaman kavgada dövüşte arkadaşlıkta, dostlukta, kardeşlikte... Kışkırtılanlar da vardı. Kimi zaman birtakım aşiretlerin, birtakım ağaların, birtakım şeyhlerin Atatürk Cumhuriyeti’nin yasalarına, uygulamalarına, getirmek, yaşatmak istediği özgürlüklere, uygarlıklara karşı direnişleri... Günümüzde her etnik, topluluk ayrılmak hevesinde!.. Bu emperyalizmin böl ve yönet politikasının bir parçası değil mi? Küçük küçük parçalar halindeki bir dünyada emperyalizmin, kapitalizmin kolaylıkla tam egemenlik kurması... Türk askeri derken bu büyük toplulukta kimler yok ki, kimler olmamış ki! Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da!.. Hepsi ‘Ne mutlu Türk’üm’ diyebilenler, demekte yarar görenler, bizler, hangi kökenden gelmiş olsak da bilinçli, koparılmaz bir halkız... Atatürk “Savaş, barış için olmalıdır” demişti. Barış içindi onun savaşı.. Bizimki de öyle olmalı, gerçek barışı kurmak için, mutlu bir halk, bir ülke yaratmak için... T Şükrü M. ELEKDAĞ CHP İstanbul Milletvekili “G ABDTürkiye ilişkilerinin seyrini kavrayabilmek için, değişen dünya güç dengelerinin ABD’yi nasıl etkilediğinin ve Washington’ın bu değişim ışığında geliştirdiği yeni stratejiler bağlamında Türkiye’ye nasıl bir rol biçtiğinin değerlendirilmesi gerekmektedir. güç dengelerinin ABD’yi nasıl etkilediğinin ve Washington’ın bu değişim ışığında geliştirdiği yeni stratejiler bağlamında Türkiye’ye nasıl bir rol biçtiğinin değerlendirilmesi gerekir. Bu sefer de ABD’nin politika değişikliğinin temelinde, “Büyük Ortadoğu” bölgesinde oluşan tehditleri karşılayacak yeni bir strateji kapsamında Türkiye için yeni bir rolün öngörülmesi yatmaktadır. Bu yeni strateji; Afganistan’da Taliban’a karşı savaşta tarihinin en büyük krizini yaşamakta olan NATO kuvvetlerinin acilen muharip birliklerle desteklenmesini; Körfez’de hegemon bir güç olarak yükselen İran’a karşı etkin bir kuşatma ve tecrit politikasının uygulanmasını ve dünyadaki asimetrik tehditlere ve küresel sorunlara karşı koymak için transatlantik ortaklık bazında oluşturulacak yeni bir stratejik konseptin NATO’ya kazandırılmasını öngörüyor. ABD’nin bu üç alanda da Türkiye’den ciddi beklentileri vardır. FGANİSTAN’DAKİ VAHİM DURUM Afganistan’da bir askeri hezimetin eşiğinde olan NATO’nun acilen ve büyük ölçüde kuvvet takviyesine ihtiyacı vardır. Taliban ve El Kaide her gün güç ve alan kazanmakta ve giderek “kabul”e yaklaşmaktadır. Ancak, NATO üyeleri ilave muharip birlik göndermek hususunda istekli değillerdir. Bu durumda, 44. Münih Güvenlik Konferansı’nda ABD Savunma Bakanı Robert Gates Avrupalı müttefiklerin Afganistan’a takviye kuvvetleri göndermemeleri durumunda NATO’nun sonunun geleceğini belirtmiştir. Sorunun bir başka vahim boyutu da ABD istihbaratına göre, El Kaide lideri Usame bin Ladin ve Taliban lideri Molla Ömer’in, Pakistan’ın Belucistan eyaletinde saklanarak oradan Afgan direnişini yönlendirmekte olmalarından kaynaklanmaktadır. Pakistan’ın birçok bölgesinin El Kaide ve Taliban yanlısı aşiretlerin kontrolünde olması ABD’yi endişelendiriyor. Washington, nükleer silahlara sahip Pakistan’ın Taliban’ın nüfuzuna girmesi gibi bir olasılığın hem Amerika hem de dünya için büyük tehdit oluşturacağı görüşündedir. Bu nedenle, ABD, NATO’nun Avrupalı üyelerinin Afganistan’da ellerini taşın altına koymalarında son derece ısrarlıdır. Bu bağlamda, Washington, Türkiye’nin de Afganistan’a muharip birlik göndermesi beklentisi içindedir. ABD’nin Irak’a başarısız müdahalesi sonucunda, İran, Körfez bölgesinde ve Ortadoğu’da ABD’ye meydan okuyabilen pervasız bir güç olma yolundadır. Bu gelişme Washington açısından kabul edilemez bir tehdit yaratmıştır. Çünkü, Washington’ın geleneksel politikası, Körfez bölgesindeki enerji kaynaklarının kontrolünde ABD’nin tekele sahip olması ve başka bir devletin bu tekele karşı koyacak güce erişememesidir. İran’ın, Lübnan’daki Hizbullah ve Filistin’deki Hamas örgütleri üzerinde etkin bir nüfuza sahip olmasının yanında, Körfez ülkelerinde yaşayan kayda değer büyüklükteki Şii toplumlar üzerinde de etkili olduğu biliniyor. Bunun da ötesinde, İngiltere’nin ün yapmış araştırma kuruluşu olan Chatham House İran’a ilişkin raporunda, Tahran’ın, Irak’taki Şiiler üzerindeki nüfuzu nedeniyle bu ülkede Amerika’dan daha etkili bir konumda olduğunu belirtmişti. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri, İran’ın Körfez bölgesinde hegemon bir devlet olarak öne çıkmasından ve “Şii Hilali” kavramının somut bir tehdit niteliği kazanmasından ciddi güvensizlik duymaktadır. Bu gelişmeler, ABD’yi, Şii İran’a karşı bir kuşatma ve tecrit politikası izleme amacıyla Sünni Arap ülkelerini bir koalisyon içinde toplamaya yöneltmiştir. Suudi Arabistan’ın bu politikanın merkezi olması öngörülmüştür. Ancak, ABD, İran’ı dengeleyecek bir güçte görünmeyen bu koalisyona bölgenin en güçlü askeri devleti olan Türkiye’nin de katılmasını arzu etmektedir. Washington açısından İran’ı kuşatma politikası, ABD’nin “2007 Ulusal İstihbarat Raporu”nun açıklanmasından sonra daha da önem kazanmıştır. Rapor, İran’ın dış baskılar nedeniyle 2003 yılında nükleer silah programını askıya aldığını ve bu faaliyeti tekrar başlatmadığını açıklıyor. Bu itibarla raporun yayımlanması, Bush yönetiminin İran’ı 1015 yıl süreyle kötürüm bırakmak amacıyla bu ülkeye karşı bir hava saldırısında bulunma gerekçesini elinden almıştır. Bu gelişme, ABD’nin İran rejimini içerden çökertme yöntemine odaklanmasına yol açmıştır. Bu yeni politika bağlamında Türkiye’nin Sünni devletler koalisyonuna katılması veya en azından dışarıdan bu koalisyona destek vermesi ABD açısından çok daha büyük önem kazanmıştır. Suudi Arabistan Kralı’nın Ankara’ya gelişinin ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Başkan Bush’un Ortadoğu ülkelerine yapacağı ziyaretin hemen öncesinde palas pandıras Washington’a davet edilmesinin esas nedeni budur. ATO’NUN YENİDEN YAPILANMASI Amerikan yönetimleri geleneksel olarak yeni ve önemli bir savunma stratejisi veya dış politika yaklaşımı oluşturacakları zaman, ilk adım olarak prestijli bir düşünce kuruluşunun bu konuda bir rapor hazırlamasını ve rapordaki fikir ve önerilerin kamuoyunda yaygın şekilde tartışılmasını sağlar, bir süre sonra da bu projeyi uygulamaya koyarlar. Amerika’nın yeni projesinin, NATO’nun transatlantik bir ortaklık (ABD ile Avrupa Birliği) bazında yapılandırılmasını ve yeni dünya koşullarında Batı’ya karşı oluşan tehdit, risk ve tehlikelere karşı koymasını sağlayacak yeni bir strateji ve bunu gerçekleştirecek bir kuvvet yapısıyla donatılmasını öngördüğü anlaşılıyor. Nitekim, ABD’nin ünlü düşünce üretim merkezi CSIS’nin (Center for Stratejic and International Studies) ile Noaber Vakfı, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ve Hollanda eski genelkurmay başkanlarının ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik İşleri sorumlusu Solana’nın katılımıyla hazırladıkları “Belirsiz Bir Dünya İçin Büyük Stratejiye Doğru: Transatlantik Ortaklığını Yenilemek” (Towards a Grand Strategy for an Uncetain World: Reniewing the Transatlantic Partnership) başlıklı raporla izah ettiğimiz içerikte bir girişimi başlatmış bulunuyorlar. Rapor, Batı için önerdiği stratejik konseptte, Avrasya’da Rusya, Çin ve Hindistan’ın, dünya stratejik dengelerinde kazandığı ağırlığı dikkate alarak NATO içindeki ABDAvrupa işbirliğini müşterek bölgesel ve küresel çıkarlara göre etkinleştirmeyi ve NATO’nun yeni jeopolitik şartlara uyum sağlayacak şekilde yapılandırılmasını öneriyor. Rapordaki ilginç bir yaklaşım da global terörle mücadelede “elastiki mukabele sistemini” benimsemesi. Buna göre, NATO’nun terörle mücadelesi birbirine paralel iki eksen üzerinden yürütülecek. Birinci eksende, terörle mücadele eldeki tüm imkânlardan yararlanılarak sert bir biçimde uygulanacak. İkinci eksende ise İslami kültürlerle aktif bir diyalog yürütülecek. Bu tür bir faaliyet alanında Türkiye’den önemli bir işlev bekleneceği açıktır. Kısa süre önceye kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin fiilen ABD işgalinde bulunan Kuzey Irak topraklarında bir kara harekâtı gerçekleştirmesi imkânsız olarak algılanıyordu. Türkiye’nin ABD ile işbirliği çerçevesinde böyle bir operasyonu yapabilmesinin, yukarıda belirtmiş olduğumuz üç alanda Türkiye ile ABD arasında genel hatlarıyla da olsa bir mutabakata varılması sonucunda gerçekleştiği anlaşılıyor. Baharda yapılması beklenen kara harekâtının öne alınmasının esas nedeninin de Türkiye’nin ABD’nin talebini kabul ederek Afganistan’a asker gönderebilmesi için gerekli siyasi zeminin hazırlanmasını sağlamaya yönelik olduğu açıktır. Ayrıca, Washington’ın “İran’ın tecridi” amacıyla Sünni Arap ülkeleri ile Türkiye’yi henüz adı konulmamış bir siyasi gruplaşma içinde bir araya getirmeyi öngören inisiyatifinin de Erdoğan hükümetince kabul edildiği anlaşılıyor. 5 Kasım 2007 tarihli ErdoğanBush ve ardından yapılan Abdullah GülBush görüşmeleri sonrası ABD basınına sızan bilgilerden ve görüşmeler hakkında yapılan yorumlardan, Ankara ile Washington arasındaki mutabakatın ABD’nin Kuzey Irak’a ve “Türkiye’deki Kürt sorununa” yönelik tasarımlarına ilişkin unsurları da kapsadığı sonucuna varılıyor. Bu tasarımın birinci unsurunu, Türkiye’nin Kürt Bölgesel Yönetimi ile yakın ve sıcak ilişkiler içine girmesi oluşturuyor. Bu bağlamda, ABD, Türkiye ile Irak arasında bir aralar akdedilmesi söz konusu olan sınır güvenliği ve terörle mücadele sözleşmesinin uygulanmasına Kürt Bölgesel Yönetimi’nin de katılmasını ve sorumluluk almasını istemektedir. ABD tasarımının ikinci unsurunu ise Türkiye’deki “Kürt sorununa” siyasi çözüm bulunması oluşturmaktadır. Bu bağlamda Washington’ın, çözüm bağlamında ekonomik ve sosyal önlemlerin yanında “siyasi” yaklaşıma da öncelik verdiği anlaşılıyor. Görüleceği üzere, ABDTürkiye ilişkileri ekseninde olumlu bir dönemin başlamasının gerçek nedeni, ABD’nin yeni stratejik yol haritasında Türkiye’ye yeni bir rol öngörmesinden ve bu bağlamdaki pazarlıklardan kaynaklanıyor. O A N GERÇEK NEDENLERİ ABDTürkiye ilişkilerinin seyrini kavrayabilmek için, değişen dünya Godot’yu Bekleyen Atatürk Cumhuriyeti ünyaca ünlü İrlandalı yazar Samuel Beckett’in “Waiting for Godot”sunu okuyanlar bilirler: İki perdelik trajikomik oyunda Estragon, Vladimir, Pozzo, Lucky adlarıyla dört karakter görürsünüz. Bu karakterlerin bizim ansiklopedilerde Osmanlıca karşılığı “hâneberduş” (evi omuzunda, yersiz yurtsuz serseri) olarak verilmiş... l6’ncı yüzyılın ünlü halk adamı şair Süruri de “Hâneberduşu cihânız, evi sattık da yedik!” diyerek, bunu kendisinden dört yüz yıl sonrası için (belki de bugün için) şiirleştirmiş. Zamanlamasını da yapmış yani!.. Umarız, ortalık toz duman olmadan kıssadan hisse çıkaranlarımız olur. Ama nerede o günler? Sanki sürat değil, “atâlet” çağındayız. Hareketlilik ibâdullah, ama hangi D Nevzat YALÇIN yönde?! Uzatmayalım, acaba Samuel Beckett’in “Waiting for Godot”sundaki Estragon, Vladimir, Pozzo ve Lucky ne yapmışlar, üzerinde biraz duralım diyorum. Bakalım, bu dört “hâneberduş”un beklentisi nedir? Anladığımız kadarıyla onların beklediği, aslında bir simge olan Godot’nun kendisidir. Godot, dört umut yolcusu hâneberduş’a yarın geliyorum diye her gün haber gönderir, ama yine her gün bir haberci daha gelir; o da hiç şaşmadan “Godot bugün gelmeyecek, yarını bekleyin” der ve kayıplara karışır. Ve bir ömür boyu süren bir serüvene dönüşür bu “olanbiten veya olmayanbitmeyen”. Gerçekleşen bir şey olsa da “ne çıkarsa bahtına” türündendir. Yani bir şans eseri... Şimdiii, kim evini veya toprağını satmış da yemiş, bizi hiç ilgilendirmez... Kendini de satsa ancak onu ve satın alanları ilgilendirir. Kişisel mal olmayan toprağı satmışsa, o zaman adama er geç hesabını sorarlar. Çünkü toprak, herkesten önce vatan toprağıdır. Onun sahibi de hükümetler değil, devlettir... Yazıya Godot’la başladık, onunla bitirelim... Hasretle beklediğimizi zinhar kapıda bekletmeyelim; ayıptır... Acaba bizim, yani Atatürk Cumhuriyeti’nin beklediği Godot kimdir? W. G. Buş Efendi olabilir mi? Bir isabet varsa, bunun ne demek olduğunu “Sağır Sultan” bile duymuştur. Godot, Cumhuriyetimizin beklediği masal kahramanı değilse, Avrupa Birliği Limited Şirketi olabilir mi? Hani “sarışın güzel kadın” namıyla maruf Tansu Çiller’den beri kapısını aşındırdığımız Avrupa kıtası var ya, orası işte... “Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?” Pardon, kalem sürçmesi oldu... Mekkei Mükerreme’de Haceri Esved Muhafızı, Cumhurbaşkanımızın adaşı ve yakın dostu, Hac ve yağ milyarderi Ebussud Kral Abdullah Hazretleri diyecektim... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle