28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 C kitap OKUDUĞUM KİTAPLAR KULE CANBAZI SUNAY AKIN 7 MART 2008 CUMA Metin CELAL Roman edebiyatın neresinde? zarar veriyorlar. Çok sayıda kötü roman, hem az sayıdaki “iyi”nin gözden kaçırılmasına hem de insanların her yazdıklarının roman olduğuna inanmalarına, daha iyisini yapmak için gayret göstermemelerine neden oluyor. Roman sayısındaki artışla kitapların baskı adetleri ve ulaştıkları okuyucu sayısının ters orantılı olduğuna şaşmamak gerek.” Roman tıpkı sinema gibi kültür endüstrisinin başat ürünü halini aldı. Niceliğin niteliğin önüne geçmesinin nedeni budur. Nasıl bazı filmler “sanat filmi” ayrıma tabi tutuluyorsa artık bazı romanların da “edebi roman” diye ayrılmasının zamanı geldi. Tabii ki bu tür ayrımlar kültür endüstrisinin fabrikatörlerinin işine gelmez. Çünkü önemli olan çok fazla ürünü çok adette satmaktır. Ürününüze sanat eseri önemi atfeder, örneğin romansa onu edebiyat şaheseri olarak sunar okurun gözünde önemsetir ama aynı zamanda kolayca okunup tüketilmesini sağlarsanız başarı sizindir. “Popüler olanla olmayanı ayırdetmemek”, sanat olanla olmayanı ayırdedemez hale gelmeniz demektir. Böylece okur olma konumundan tüketiciye dönüşürsünüz ve en vasat ürünleri bile sanat eseri sanarak satın alma yanılgısına kolaylıkla düşersiniz ki endüstrinin istediği de tam budur. Eskiden yazarlar “kalıcı” eserler yazmak arzusundaydılar. Umutları eserleriyle yarına kalmak, ölümlerinden sonra da eserleri aracılığıyla anılmaktı. Günümüzün yazıcıları, “çok satan” eserler yazıp çok ünlü ve zengin olmak arzusundalar. Çok satmanın da yolu, edebi olmaktan değil, kolayca anlaşılmaktan geçiyor. Hedef olarak seçilen okur da edebiyatsever değil, ortaokul düzeyindeki gazete okuyucusu. Büyük reklam ve tanıtım kampanyalarıyla sunulduğu için yüzbinlerce okura ulaşmasına rağmen “anlaşılmazlık”la itham edilen Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ını (İletişim yay.) düşünün. Eğer edebi kıstaslar söz konusu olsaydı Yeni Hayat anlaşılma/anlaşılmama açısından mı değerlendirilirdi, yoksa edebi niteliğiyle mi? Tabii değerlendiricilerin kimliklerini de gözönüne almak gerekiyor; Yeni Hayat’ı okuyup anlamadıklarını söyleyenler eleştirmenler değil gazete köşe yazarlarıydı. Çünkü romanın medyası değişti. Edebiyat dergilerinin konusu olmaktan çıkartılıp gazetelerin haftasonu eklerinin, televizyon talk showlarının malzemesi haline getirildi. Yazarın eserinin önüne geçmesi ve bir pop starı gibi sunulması da bu sürecin ürünüdür. Tarkan’ın yeni albümüyle Orhan Pamuk’un yeni romanının sunumu arasında fark kalmadı. Reklam ajansları her ikisi için de özel kampanya stratejileri geliştiriyor. Romanın hakkında Tahsin Yücel’in, Jale Parla’nın ya da Ömer Türkeş’in yazması değil, yazarın Ayşe Arman’ın kırmızı koltuğuna uzanması önemli. Bugün bir romanın konusu, üslubu ya da dili değil, kaç sattığı tartışılıyor. Edebiyat çevrelerinde de sadece satış rakamları ve reklam kampanyaları konuşuluyor. Peki, gazetelerin, kitap eklerinin çok satan listelerinde yapılan yeni bölümlemede “Edebiyat” başlığı altında listelenen kitapların kaçı gerçekten edebiyat eseri? Bu tavır neden sorgulanmıyor? Medyaya göre birisi kitabının üzerine “roman” diye yazmışsa o edebiyat eseridir, çok satmışsa da listede yer alacaktır. “Türk Diplomatın Kızı” adlı kitap çok sattığı ve listede “edebiyat” başlığı altında yeraldığı için artık edebiyat eseridir. Sistem iyi işledi ve artık bazı yazarlar “star”lıklarını sırf okurlara değil, edebiyat çevrelerine de kabul ettirdiler. Örneğin usta bir yazarımızı anmak amacıyla bir üniversitemiz bir sempozyum düzenlediğinde edebiyat üstadları, kusura bakmasınlar ama, amiyane tabirle, üvertür (eski deyişle sıra kızı) sayılıp, dört beş konuşmacılı panellere davet edilirken bu starlar özel oturumlarda, gazino assolistleri gibi tek başlarına konuşuyorlar. Kimseden bir itiraz duyulmuyor. Bu hâl, malumu ilandır! Henüz şimdi çok gencim Necatigil’i... Orhan Veli’nin kitap imzalarken kendisine neler yazdığını... Edebiyata ilk adımını şiirlerle atan Adalet Ağaoğlu’yla şairleri konuşamadım ama o büyük bir incelik yaparak, yazdığı son şiiri programımda okudu ve bana armağan etti!.. BİR KADIN OLARAK OKUMAK... 15 Mayıs 1984 yılında, günlüğüne şunları yazar Ağaoğlu: “Avrupa! Bir yandan silah satarlar el altından, ekonomilerini ayakta tutarlar; öteki elleriyle ‘Bakın işte baskıya uğramışlara hümanist yaklaşımımız dipdiri ayakta’ gösterisinde ‘ezilmiş yazarcıkların’ yakasına rozet takarlar.” Ne dersiniz, aradan geçen 24 yıl, Ağaoğlu’nun düşüncelerini 24 ayara çıkarmadı mı?.. 1946 yılında, henüz 17 yaşında bir genç kız iken “Adalet Sümer”in yazdığı bir şiiri daha okuyalım: Hele romatizmalar / Yerleşsin bacaklarımda / Gözlerimde kocakarı gözlüğü ağzımda gözlük / Yanaklarım buruşuk buruşuk kulaklarım / Ağır işitir olsun / O zaman düşünürüm geçmişi / Gelecekten ümitsiz / O zaman düşünürüm elim çenemde / Pencerenin önünde / Sokaktan / Başı önünde geçen duldan / Ölümü / Henüz şimdi çok gencim / Kara geceyi / Kara görmek için. Çocuklara kitap imzalarken papatya resmi çizer Adalet Ağaoğlu... Okula gitmek için grev yapan, kendini odaya kilitleyen kız çocuğu... Bir kadın olarak okumanın, öğrenmenin zorluğunu çok iyi bildiğinden, yaşadığından olsa gerek, romanlarını okul defterine yazar Adalet Ağaoğlu... Onu ne bir saatlik televizyon programına ne de bu köşeme sığdırabilirim... O, sanatçının sanatçıyı, yazarın yazarı kirletmesini ayıp sayan, umutları, düşünceleri hiç yaşlanmayan, aydınlanma tarihinin büyük yazarlar soyundandır. leştirmen Ömer Türkeş, çok faydalı bir çalışma yapıyor. Her yıl kaç tane roman yayımladığını, bunların kaçının ilk roman olduğunu, romanların konularını tasnif ediyor. İlk yıllık değerlendirmeyi 2001’de yapmış. O yıldan beri de devam ediyor. Bir yandan da araştırmalarını geriye, Cumhuriyetin kuruluş yılına, 1923’e doğru da genişletiyor. Çerçeve yazılar yazıyor, ortak noktaları belirliyor. Bu sayımdöküm işlemi roman eleştirisi açısından önemli çıkarımları beraberinde getirdiği gibi Türkiye’de gelişen ilgi alanlarını, eğilimleri, inanç ve zihniyetleri de yansıtıyor. Yıllar içinde romanlarda işlenen konulara ve tabii konulara geliştirilen yaklaşımlara yakından bakmak Türkiye’nin yaşadığı sosyolojik değişimin de bir aynası olacaktır. Umarım, Türkeş, bu çalışmalarının sonucunda Cumhuriyet romanı hakkında bir kitaba imza atacaktır. Ömer Türkeş, “Roman 2007” başlıklı yazısında (Virgül Dergisi, Şubat 2007) bir tablo ile 19232007 yılları arasında yayımlanan romanların sayısal bir dökümünü de vermiş. 1923’le 1997 arasında yayınlanan roman sayısının yıllık ortalaması 50. 19982007 tarihleri yıllık ortalaması ise 234. 194147 tarihleri hariç hiçbir zaman yayınlanan roman sayısı yılda yüzü geçmemiş. (Türkeş, kırklı yıllardaki artışı da o dönemler yayınlanan az sayfalı, “dime roman” (ucuz roman) olarak adlandırılan polisiye macera romanlarının çokluğuna bağlıyor.) 1998’de yüz barajı aşılıp 110 roman yayınlanmış. 99’da 138, 2000’de 134, 2001’de 140, 2002’de 214, 2003’de 217, 2004’de 311, 2005’de 336, 2006’da (rekor sayı) 389 ve 2007’de de 354 roman yayınlanmış. 2007’de yayınlanan eserlerin 196’sı ilk roman. Yani 196 yeni yazarla tanışmışız. Her ay 16 yeni romancı. Bütün zamanların rekoru kırılmış. Tam anlamıyla bir yeni romancı patlaması. Yeni romanları okumak bir yana adlarını akılda tutmak bile mümkün görünmüyor. Konulara göre ayrımları Türkeş’in yazısında bulacaksınız. Bu çalışmadan, romanda edebi ağırlığın gün geçtikçe azaldığı çıkarımına rahatlıkla varabiliriz. Niceliksel artış, niteliksel çöküşü beraberinde getirmiş. Türkeş durumu şöyle açıklıyor; “Çünkü roman patlamasını körükleyen, edebiyatın değil piyasanın dinamikleri. Piyasaya kitap sürebilmek için edebi değere boş veren, editörlük müessesesini işletmeyen, önüne gelen her dosyayı yayınlamak zorunda kalan yayıncılar, günü kurtarmak adına edebiyata E KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ Theodor W. Adorno’nun “kültür endüstrisi” kavramını ortaya atış tarihi 1944. Daha sonra bu kavrama tekrar dönerek 1963’de ünlü makalesi “Kültür Endüstrisine Genel Bir Bakış”ı yayınlamış. Adorno, iyi bir estetik filozofu olarak isabetli öngörüsü ile kültürün nasıl endüstri halini aldığını göstermişti. Adorno’nun kültür endüstrisine ilişkin makaleleri J.M.Bernstein’ın sunumu ile İletişim Yayınları’nın “Sanathayat” dizisinden “Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi” (2007) adıyla yayınlandı. Kitabın arka kapağında belirtildiği gibi Adorno bu makalelerde “19. Yüzyılda, Endüstri Devrimi’nin akılcılığına karşıt bir anlamda tanımlanan sanatın nasıl giderek maddi üretim süreçlerine yenik düştüğünü anlatır.” Endüstriyel mantığın denetiminde sanatın özerkliğini ve eleştirelliğini yitirmesini inceler. “Kendi içine kapalı sanatsal modernizmi savunan bir elitist” denerek eleştirilen Adorno’nun haklılığını geçen zaman gösterdi. Şimdi Adorno’nun eleştirilerinin çok hafif kaldığını düşünenler bile var. Sanat, kültür endüstrisinin çabaları ile kolay eğlence sağlayan bir niteliğe büründürülüyor. “Eğlence, geç kapitalizm koşullarında çalışmanın uzantısıdır. Mekanikleştirilmiş emek süreciyle yeniden baş edebilmek için ondan kaçmak isteyen kimselerin aradığı şeydir” diyor Adorno. “Eğlenmek her zaman bir şey düşünmemek, gösterildiği yerde bile acıyı unutmak demektir.” İnsanlar için bir futbol maçı ile bir konserin işlev olarak bir farkı kalmayacaktır, ikisi de eğlence aracıdır. Kültür endüstrisi de sanayileşecek ve sinema, roman gibi sanat dallarını kullanarak bu eğlence metalarını üretecektir. Belirli bir formülle üretilebilir, standart, tabii ki ortalamaya hitap eden, “sanat eseri” olarak değil mal olarak pazarlanabilecek, kolay ulaşılabilecek ürünlere gerek vardır. Bu da popülerle popüler olmayan arasında fark kalmamasını sağlayarak olur. Tüketici standart üretilmiş kültür endüstrisi ürünlerini bulmalıdır, sanat eseri değil. Adorno reklamcıların başarısına da işaret eder; “Reklamın kültür endüstrisindeki zaferi budur işte; tüketicinin, sahte olduklarını gördüğü halde, bastırılması zor bir istekle kültür metalarını almaya ve kullanmaya devam etmesi.” abası ilkokuldan sonra eğitime devam etmesini istemeyince, kendini dört gün bir odaya kilitleyerek grev yapan kız çocuğu kimdir?.. O çocuk ki, okuyacak ve çalıştığı TRT’de, “Kitap Saati” programında Sartre’ın Küba’yı anlattığı eserini tanıttığı için mahkemeye çıkarılacaktır!.. Öğrencilik yıllarında yazdığı bir şiir, Ankara Üniversitesi DTCF Derneği’nin düzenlediği yarışmada, başkanlığını Nurullah Ataç’ın yaptığı seçici kurul tarafından 1. seçilecektir. Ödülü Ataç’ın elinden almasına neden olan “değirmen” adlı şiir şöyledir: Bir değirmen bilirim / Gün olur en güzel şarkıyı söyler / Bir çocuk / Elleri kolları çamur / Uzaktan tertemiz bembeyaz güler / Gün olur / Yolundan eder yolcuyu / Uzakta elleri çamur çocuğu / Başı göğsünde ağlar görürüm / Bir değirmen bilirim / Dinmez ırmaklardan alır suyunu / Bir değirmen bilirim / Feleğin çarkında öğütür onu. Kız çocuğunun adı Adalet Sümer’dir... Ama siz onu “Ağaoğlu” soyadıyla tanırsınız!.. TV8’de, her pazartesi akşamı saat 20.45’te canlı olarak yayımlanan “Hayat Deyince” adlı programımın konuğu Adalet Ağaoğlu’ydu... Edebiyat okyanusumuzun balinalarından olan Adalet Ağaoğlu’yla yaklaşık bir saat süren sohbetimizde elimdeki kâğıtta yazılı pek çok konuya sıra gelmedi, gelemedi... Koskoca Adalet Ağaoğlu bir saate sığar mı hiç?.. 1965 yılında, bir köy kahvesinde insanlarla kitap üzerine yaptığı konuşmayı soramadım örneğin... Ya da müzelere olan sevgisini konuşamadık, Sayın Ağaoğlu’yla... Kitaplarıyla beni kendine hayran eden Adalet Ağaoğlu’nun günlüklerinde, müze sevgisini ele veren yazılarını okuyunca bin kat daha sevdim kendisini ve aydın kimliğinin köklerine tanık oldum. Edip Cansever’i konuşmak isterdim Ağaoğlu’yla... Behçet B Ataol Behramoğlu’na Puşkin Madalyası Kültür Servisi Gazetemiz yazarı, şair Ataol Behramoğlu, Hakan Aksay ve Topkapı Müzesi Müdürü İlber Ortaylı’ya Türk ve Rus kültürlerine katkılarından dolayı Rus Konsolosluğu’nda düzenlenen törenle Puşkin Madalyası verildi. Ataol Behramoğlu törende: “10 yaşındayken babamın kitaplığından Puşkin’in kitaplarını alıp okuduktan yıllar sonra bu madalyayı almış olmak benim için şereftir. O zamanlar ne bu madalyayı alacağımı, ne de Puşkin şiirlerinin ilk çevirmeni olacağımı tahmin edemezdim. Gençliğimin büyük bir kısmını Rus edebiyatıyla geçirdiğim için çok mutluyum” derken Hakan Aksay ve İlber Ortaylı da ödülü almış olmaktan duydukları mutluluğu dile getirdiler. Kadın ve Tesettür/ Faik Bulut/ Cumhuriyet Kitapları/ 262 s. İslam dünyasında liberal, solcu, demokrat kadınlar; hükümet destekli resmi kuruluşlarda yer alan kadınlar; feminist ideolojiye bağlı kadınlar haklarını nasıl savunuyor? Arapİslam dünyasında kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal konumlarını ele alırken yaşanan örneklerden yola çıkan Faik Bulut ‘ezber bozma’yı yeğliyor. Faik Bulut, ‘Küresel Çağda İslam’ dizisinin ikinci kitabında kadın ve tesettürü irdeliyor. Aden, Arabistan/ Paul Nizan/ Çev.: Şule Çiltaş/ Kanat Kitap/ 150 s. “Yirmi yaşındaydım. Kimse bana yaşamın en güzel çağı budur demesin. Bu öfkeli genç adamlarla kim konuşacak? Öfkelerine kim tercüman olacak? Nizan tam onların adamı. Kış uykusunda, seneden seneye gençleşti. Dün bizim çağdaşımızdı; bugün, genç kuşağın. Nizan hayattayken, biz de onun öfkesini paylaşıyorduk, ama sonuçta hiçbirimiz ‘en temel sürrealist eylemi’ gerçekleştiremedik. Şimdi yaşlıyız, kendi gençliğimize o kadar çok ihanet ettik ki, en haysiyetli tavır konuyu sessizce geçiştirmemiz olur herhalde. Eski anılarımız pençelerini ve dişlerini kaybetti (...) Ama hunharca öldürülmüş, genç ve öfkeli Nizan, aramızdan bir adım öne çıkıp, bugünkü gençlere gençlikten bahsetme hakkına sahip. İşte ilk kitabı. Yok olduğu sanılıyordu, yeniden diriliyor, çünkü yeni okuyucular onu talep ediyor. Şimdi yaşlılar kenara çekilsin ve bu yeniyetmenin kardeşlerine seslenmesine izin versinler: ‘Yirmi yaşındaydım. Kimse bana yaşamın en güzel çağı budur demesin’” diyor JeanPaul Sartre. Yuvarlak Dünyanın Altı Köşesi/ Bülent Demirdurak/ Gita Yayınları/ 208 s. “Bülent Demirdurak’ın bu kitabını okurken, gezdiğim yerleri yeniden yaşadım, görmediğim yerleri ise hayal ettim. Dünyadan seçilmiş ülkeleri ve kentleri, insanların yaşam biçimlerini, sıkıntılarını, yemek geleneklerini bu kitaba yansıtan Bülent Demirdurak, bir rehber ve tarafsız bir gözlemci görevini de yerine getirmiş. Toplumların yaşam biçimlerini inceleyen, en ufak ayrıntıları bile gösteren bir fotoğraf makinesinin objektifi kadar tarafsız görüş ve izlenimleriyle kaleme alan Bülent Demirdurak, Yuvarlak Dünyanın Altı Köşesi’ndeki ülkeleri hayal ederken, yaşanmışların yaşanacakların önüne geçemeyeceğini unutmamış. Bir ayrı bölümdeyse yazar, hayvanlar dünyasından tanıştığı çeşitli portrelerle bir başka dünyanın yaşayanlarını da evinize getiriyor. Zevkle okuyacağınız ve sizi başka dünyalara götürecek bir bölüm. Yuvarlak Dünyanın Altı Köşesi, zamanın tanığı ve farklı uygarlıkların tespit edildiği bir belgesel” diyor Abdülkadir Yücelman. Mavi Sabahlar/ JeanMarie Laclavetine/ Çeviren: Hakan Tansel/ Kanat Kitap/ 194 s. Bir mayıs sabahı, kuşbakışı gar manzarası: Anlatılmayı bekleyen onca hikâye, çarpan onca yürek, içinden onca sözcük, çığlık, kahkaha dökülen onca ağız, birbirine değecek, birbirine karışacak onca hayat. Her biri kendi benzersiz sabahının mavisi içinde erkek ve kadınlar: Cep telefonunu kulağına yapıştırmış yaşlı hanım, saçaklı bir süpürgenin peşinden sürüklenen temizlik görevlisi, kendisini bekleyen sorunlardan şimdiden bunalmış uyku sersemi işadamı, banliyö treninden inen cıvıl cıvıl kolejli kız sürüsü, gazete bayii genç ve güzel kadın, asma iskelesinde devasa camlı çatının demirlerini boyayan boyacı ustası... Masonik Merdiven/ Taner Ayan/ Yurt KitapYayın/ 412 s. “İnsanoğlu, yaradılışından bu yana hep daha da yükseklere ve gökyüzüne bakarak düşünmek, semada parlayan yıldızlarla hayal kurmuş, şimşeklerden yıldırımlardan korkmuş, ama ateşi kazandırdığı için de çok yararlanmış; ay, güneş ve diğer gökcisimlerini tanrılaştırmış; kutsalları daima yükseklerde gökyüzünde daha doğrusu fizikötesi semavi âlemlerde aramış, aradığına ulaşmak için çalışıp çabalamış, hep illaki de gökyüzü demiş!” Bu kitapta Tamer Ayan’ın, tapınma veya gözlem amaçlı yapılan menhir, monolit, obelisk, direk, ziggurat, piramit, kilisenin çan kulesi, minare gibi yapılar üzerine bir incelemesi yer alıyor. Ben Kimim? Ne Biliyorum? Ne Yapmalıyım?/ Nicolas Fearn/ Çeviren: Elif Alkım/ Güncel Yayıncılık/ 220 s. Ben kimim? Ne biliyorum? Ne yapmalıyım? Aslen bir gazeteci olan Nicholas Fearn de, kendini felsefenin büyüsüne kaptırıp bu sorulara yanıt aramaya çalışıyor. Yanıtların izlerini, felsefe tarihinin başından itibaren sürüyor. Platon, Descartes ve Wittgenstein gibi filozofların özgür irade, bilgi, anlam, dil, ahlak ve benzeri konulardaki düşüncelerini ele alarak başlıyor. Bu klasik soruların yanıtlarını aramaya çağdaş düşünürlerle devam ediyor. Musul ve Azınlıkları/ Harry Charles Luke/ Çeviren: Utku Kavasoğlu/ Nesnel Yayınları/ 158 s. Bu kitap, tarihsel halkların sınırlarıyla yeni yeni kurulan modern ulus devletlerin sınırlarının çatıştığı bir dönemin tanıklığını yapıyor. İngiliz emperyalizmi petrole egemen olmak için Musul’un azınlıklarını yok etme sürecine girmişti. Yazar bugün tüketilmeye ve unutulmaya yüz tutmuş Yezidiler, Süryaniler, Nasturiler ile irili ufaklı birçok azınlığı, I. Dünya Savaşı çalkantısı içinde okuyucuya aktarıyor. (Fotoğraf:SERKANYILDIZ) Caner Akın ödülle döndü Kültür Servisi Caner Akın, İtalya’da 59. Aslico Europa Genç Opera Şarkıcıları Yarışması’nda aralarında İDOB Müdürü Suat Arıkan’ın da bulunduğu seçici kuruldan tam not aldı. Final konserinde “İdonei” (role uygun) seçilerek haziran ayında İtalya’da uzmanlık sınıfına katılmaya hak kazanan Caner Akın, birçok Operaevi’nden de çağrı aldı. Yarışmada Don Pasquale operasındaki Ernesto rolüyle başarılı olan Akın, halen İDOB’da sahnelenmekte olan operada aynı rolde izleyicilerle buluşmakta.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle