23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Bonn’daki “1945’ten Sonra Skandallar” sergisi, bir dönemin panoraması gibi C dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM eyin... Milyonlarca işlemin aynı anda yürütüldüğü, organik ve kimyasal bir mekanizmadır. Omurgalılarda, kafatası boşluğunun içinde yer alan ve merkez sinir sisteminin ön bölümünü oluşturan, yoğunlaşmış sinir dokusudur. Omurgasızların beyni bir dizi sinir kordonunun ön ucunda kümelenmiş sinir hücrelerinden, omurgalıların beyni ise omuriliğin ön bölümünün iyice genişlemesinden oluşur. Gelişmemiş omurgalıların beyni, böyle bir genişleme göstermediğinden, daha çok bir “boruyu” andırır. 1,3 kg ağırlığındaki yetişkin insan beyni, yaklaşık 100 milyar sinire sahiptir. Bu sinirlerin her biri, komşu sinirle 1000500 bin bağlantı noktasıyla temas eder. Beynimizin 1 santimetreküpünde bir trilyon bağlantılı, 100 milyar nöron bulunmakta ve bu nöronlar arasında her bir saniyede 10 milyon x milyar kere uyarı gerçekleşmektedir. Girizgahtaki beyinle ilgili bilgiler bu kadar. Zaten fazlasını okumak insan beynine zarar verebilir. Tabii yukarıdaki verileri ortaya çıkartan bilim adamlarının araştırmalarının eksik olduğunu da düşünebiliriz. Bir kere bu adamlar beynin yapısını araştırırken sürekli “normal” beyinler üzerinde yoğunlaşmışlar. “Bu dünyada Yunanlılar da vardır, onların beyinlerine de bakalım” dememişler. Eğer bu dediklerimi yapsalardı, ansiklopedilerde geçen tanımlar kesinlikle ya değişecek, ya da tümden yok sayılıp, “sallama” bilgiler olarak değerlendirilecekti. ??? Şimdi buraya kadar olan satırları okuyanlar “Bu adam neden durduk yerde beyinle kafasını bozmuş?” diye sorabilirler. Ben bozmadım. Beni bozanlar Yunanlı gazeteciler, politikacılar, bilim adamları, tarihçiler ve diğer çok bilmişler. Aslında bütün olay adına “Makedonya” denen iki milyonluk bir ülkenin başının altından çıkıyor. Yugoslavya’nın dağılmasının ardından 1993 yılında bağımsızlıklarını ilan edip “Makedonya Cumhuriyeti” adı altında devlet kurmuşlar. Doğru dürüst orduları bile yok. 25 bin 333 kilometrekare üzerinde, topu topu 16 dağ, 3 göl ve 12 tane şehri olan bir devlet. Resmi dilleri Makedonca, Arnavutça ve Türkçe. Ama onlar bu hallerine bakmayıp, güney komşuları olan 9.1 milyonluk Yunanistan’ın topraklarına “göz dikmişler”. Yunanistan “Hayır, bu ismi kullanamazsınız, çünkü Makedonya bölgesi ismini bizim kra 7 MART 2008 CUMA Politikacılar ve skandallar Bonn Tarih Müzesi’ndeki sergi, Almanya’da 2. Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan skandalların üstünün zamanla nasıl örtüldüğünü gözler önüne seriyor. Ahmet ARPAD 950 yapımı filmin adı “Günahkâr”. Rejisörü ünlü Willi Forst. Bir sokak kadını rolünde oynayan Hildegard Knef’in çok kısa da olsa çıplak görünmesi, önce sevgilisinin, ardından da kendisinin intiharı, savaş sonrası Almanya’sında büyük bir skandala neden olmuştu. Katolik ve Protestan kiliselerinin büyük tepkisi üzerine politikacılar araya girmiş ve filmi yasaklamaya çalışmışlardı. Ancak bunu başaramamışlar ve “Günahkâr” aylarca kapalı gişe oynamış, rejisörüyle artistleri de büyük üne kavuşmuştu. 1950’li yılların “ahlak düşkünü” Almanya’sını sarsan ikinci skandalını, politikacılarla zengin endüstri patronlarının yataklarından çıkmayan, Frankfurtlu sokak kadını Rosemarie Nitribitt cinayeti yaratmıştı. Savaş sonrasının bu en büyük toplum skandalına neden olan Nitribitt, 1957 yılında öldürüldüğünde 24 yaşında, çok zengin ve çok ünlüydü. “Sevgilileri” arasında yeni Almanya’nın ünlü patronları Harald Quandt, Krupp ailesinden Harald von Bohlen ve Gunter Sachs da vardı. Banka hesabı çok şişkin, altında o yılların en şık ve en pahalı otomobili kırmızı Mercedes 190 SL ve Frankfurt’un en güzel yerinde büyük bir apartman katına sahip olan Nitribitt’in katili hiçbir zaman bulunamadı. Not defterindeki isimler, adresler ve telefon numaraları da hiç açıklanmadı. Ölüm nedeni hep bir sır kaldı. Öpülecek Lider lımızdan alır ve bu bölgenin ismini sizin ülkenize vermeniz bizden toprak talebinde bulunduğunuza dair bir işarettir” diyorlar. Yaklaşık 15 yıldan bu yana da kuzey komşuları ile isim konusunda büyük anlaşmazlık yaşıyorlar. Bugüne kadar yüzlerce protesto gösterisinde, milyonlarca Yunanlı yürüdü. Çoraptan, terliğe, bankadan helvaya kadar birçok kuruluş ve ürüne Makedonya ismini verip “bakın bizim bu isimle tanışıklığımız çok eskilere dayanır” görüntüsü vermeye çalışıyorlar. Çalışıyorlar da, kimseyi ikna edemiyorlar. Makedonya’yı kurulduğu günden bu yana 118 ülke bu isimle tanıdı. BM ile bazı Avrupa birliği organları ise Yunanistan’ın baskıları sonucu FYROM (Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti) adı altında tanımayı tercih ettiler. İşte bu küçük ülke şimdi NATO’nun kapısında. Ancak Yunanistan eğer ismini iki ya da üç isimli yapmazsan kesinlikle üyeliğini veto ederim diyor. Gelişmeler şimdi duvara dayandı kaldı. ABD tabii ki devrede. NATO zirvesine iki ay kala sorunun çözümü için çeşitli temsilciler gönderip iki tarafı da ikna etmeye çalışıyor. Ortalıkta dolaşan sızma bilgilere göre Makedonya’nın şu isimlerden biri seçmesi isteniyor: Yukarı Makedonya, Yeni Makedonya Cumhuriyeti, Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti vb... Ancak onlardan bugüne kadar önerilen isimler konusunda hep ret sesi yükseldi. Bana kalırsa “Öz Makedonya”, “Hakiki Makedonya”, “En Hakiki Makedonya” gibi isimlerin de tartışılması gerekir. Bu tartışmaları takip etmekten biz de beynimizden şüphe etmeye başladık. Tamam konuyu yıllardır tartışan bazı Yunanlıların beyni ilk paragrafta yazıldığı gibi “boru” şeklinde (gelişmemişlerde görülüyor) olabilir. Peki bizim günahımız ne? Her gün gazetelerdeki aynı yazıları okuyan, televizyonlardaki tartışmaları izleyen yüz binlerce aklı başındaki Yunanlının günahı ne? Şimdi anladınız mı yazının ilk paragrafında neden beyinle ilgili bilgiler verdiğimi? “Yunanistan dünyanın en büyük tımarhanesidir” diyerek tarihe not düşen eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı Konstantin Karamanlis (şimdiki Karamanlis’in amcası) yaşasaydı alnından gidip öpecektim. Adam malını tanımaz mı? murilem@otenet.gr 1 UÇAK ALIMINDA OYUNLAR 1961 yılında Batı Almanya, ABD uçak fabrikası Lockheed’den tam 916 adet F104 Starfighter savaş uçağı almaya karar verir. Adenauer hükümetinin Savunma Bakanı Franz Josef Strauss’tur. O yıllarda Lockheed, İtalya, Hollanda, Japonya’ya da aynı uçaklardan satar. Son ana kadar Fransız Mirage uçaklarının alınmasını isteyen bakan Strauss, bir Amerika ziyaretinin ardından fikrini değiştirir. Starfighter’ların Almanya’ya tesliminden kısa süre sonyon mark bağışta bulunduğu ortaya çıra Der Spiegel dergisinde yayımlanan kar. Bağıştan yararlananlar arasında bir makalede, Lockheed fabrikasının sağcı ve solcu partilerden öteye bazı bülobicisi Ernest Hauser, Savunma Bakayük sendikalar da vardır. Der Spiegel nı Strauss ve partisi CSU’ya şirketin 10 “bağışların” İsviçre’de aklandığını tesmilyon dolar “bağış” yapmış olduğunu pit eder. Suçlanan şirket yöneticileri ve açıklar. 1962 yılına gelindiğinde Der parti “babaları” ufak cezalarla kurtuSpiegel’de çıkan bir makalede, Alman lurlar. Başbakan Kohl de “hiçbir şey ordusunun savunma gücünün çok yeanımsamadığını” söyler. tersiz olduğu iddia edilir. Bakanlık, ül1983 yılında Stern dergisi “Hitler’in ke sırlarını açıkladığı iddasıyla dergi Anıları”nı 9.3 milyon marka satın alır! aleyhine dava açar. Bakan Strauss’un Bu savaş sonrası Almanya’sında bir sanisteği üzerine başsavcı Spiegel’de arasasyondur. Satanlara göre savaş bitima yaptırır, kaynaklarını açıklamayan minden az önce Doğu Alman toprakgazeteci Ahlers ile genel yayın müdürü larında, Börnersdorf yakınlarına düşAugstein tutuklanır. müş olan bir nakAdenauer hükümetiliye uçağında bunin basın özgürlüğülunmuştur. Stern ne darbe indirdiğini bu “anıları” büsöyleyen beş bakan yük bir coşkuyla istifa eder. Savunma yayımlamaya başBakanı Strauss da gölar ve aradan on revinden ayrılır. beş gün geçmeBatı Almanya 1981 den sahte oldukyılında yine çok büları ortaya çıkar. yük bir politika skanStuttgartlı resdalı ile sarsılır. Ülkesam Kujau’nun nin en büyük endüstelinden çıkmış ri kuruluşlarından olan 59 ciltlik Flick Holding’in, “Hitler’in Anıla1975’te Deutsche rı”nı Stern, eski Bank hisse senetleriNazilerin aracılığı nin satışından elde etile almıştır. Altiği 2 milyar markı yemanya’nın ünlü ni bir yatırımda kulhaftalık dergisi relanmak ve vergisini zil olur. 1987 yıvermemek için bü Rosemarie Nitribitt’in yaşadıkları lında Schleswigbir filme de konu olmuştu. tün partilere 260 milHolstein seçimle rini mutlaka kazanmak isteyen eyalet başbakanı Uwe Barschel, rakibi sosyal demokrat Björn Engholm’u, basın danışmanı yaptığı gazeteci Pfeiffer’in hazırladığı dalaverelerle ağır ithamlar altında bırakır. Olaya el atan Der Spiegel bu skandalı ortaya çıkarır. İstifa eden Barschel, Kiel’den ayrılır ve dokuz gün sonra Cenevre’nin göl manzaralı çok ünlü Beau Rivarge Oteli’nin 317 numaralı odasında, içi su dolu banyoda, giysileri üzerinde ölü bulunur. Otopside midesinde sekiz ilaçlık bir “kokteyl” tespit edilir. Barschel’in öldürülmüş olduğu ileri sürülür. İsrail’in Kuzey Almanya’daki gizli bir silah ticaretini engellediği için, MOSSAD’ın intikamı, denir. Kiel’deki tersane HDW’nin Güney Afrika’dan aldığı denizaltı siparişi gerçekleşmeyince, aracılık ettiği ve rüşvet aldığı için öldürüldüğü iddiası da ortaya atılır. Cenevre’de kaldığı günlerde silah kaçakçılarının bir toplantısına Barschel’in de katılmış olduğu söylenir. Alman Haberalma Servisi BND’nin bir adamının onunla aynı otelde kalmış olduğu da ortaya çıkar. Bir CIA ajanının Barschel’i öldürmüş olduğunu açıklayan Afrikalı silah taciri Dirk Stoffberg, kısa süre sonra ölü bulunur. Barschel olayı gizemini günümüzde de koruyor. ORUMLULAR HEP KURTULDU Bütün bu skandallar ve de daha çoğu 24 Mart 2008 tarihine kadar Bonn Tarih Müzesi’ndeki “1945’ten Sonra Almanya’da Skandallar” adlı bir sergide belgeleriyle izlenebiliyor. Savaş sonrası demokrasiye kavuşan Batı Almanya’da çıkarlarını her şeyden üstün tutan kimi üst düzey “gözü açık” politikacının neden olduğu skandalları, olayın üzerine giden özgür basın ortaya çıkarmıştı. Ancak serginin belki de en ilginç yanı, zamanla her olayın üstünün örtüldüğü, neden olan politikacı ve endüstri patronlarının da burnunun bile kanamadığı acı gerçeğini gözler önüne sermesi... B S H AMBURG SEÇİMLERİ Türk vekile ‘Obama’ benzetmesi U sütunda daha önce de yazıldığı gibi, “operasyon”la ilgili sorular bitmek bilmiyor. Aslında, Genelkurmay Başkanı, “Kendi planımızdı; kimsenin sözüyle girip çıkmadık” dediğine göre, asker sözüdür; inanmak gerekir. Ama yine de sorulacak veya “Şöyle yapılsaydı daha iyi olmaz mıydı?” denecek noktalar var. Amerikalıların son derece densiz davrandıkları kesin. Operasyonun kısa süreli ve PKK dışında kimseye zarar vermeden yapılacağı defalarca söylenmişti. Onların izniyle yapılan bir operasyonun belki de bitiriş tarihini şöyle ya da böyle biliyor ya da tahmin edebiliyorlardı. O zaman, savunma bakanlarının apar topar Ankara’ya gönderilişinin ya da başkanlarının öyle konuşmasının anlamı nedir? Bağdat yönetimine ve Barzani’ye kanat gerdiklerini bir kez daha göstermek mi? PKK’ye mesaj vermek mi? Bu varsayımlar doğru olsa bile, ABD’yi stratejik müttefik saymakta olan bir Türkiye’ye yapılacak şey miydi bu? Bilinmez bir nedenle “Ankara’ya bir ders” niyeti olsa bile, ders böyle mi verilir? Bu densizliğe bir şekilde mutlaka “münasip” bir yanıt verilmeliydi. Ne yapılabilirdi? Bu durumda akla yakın olan, gö Dış Haberler Servisi Almanya’da yayımlanan Bild gazetesi, 24 Şubat’ta Hamburg’da yapılan eyalet seçimlerinde meclise girmeyi başaran Bülent Çiftlik’i, ABD’deki siyahi başkan aday adayı Barack Obama’ya benzetti. 35 yaşındaki Çiftlik’in yaşadığı ilçeye göndermeyle, “Altona’nın Obama’sı” başlığıyla yayımlanan haberde, Sosyal Demokrat Parti (SPD) listesinden milletvekili seçilen Türk kökenli politikacının, 2001 yılında dönemin Amerikan Başkan Yardımcısı Al Gore’un seçim kampanyasında görev alarak tecrübe kazandığı belirtildi. 6 TÜRK KÖKENLİ ADAY MECLİSTE Başarısının ardında, 6 ay içinde yaklaşık 7 bin evi ziyaret etmesinin bulunduğuna dikkat çekilen Çiftlik gazeteye şöyle konuştu: “İnsanlarla yüz yüze görüşmemde şunu anladım: Almanya’da 20 yıl boyunca kimsenin evine bir politikacı uğramamış. Oysa ben ev ziyaretlerimde kendi özel numaramı bile insanlara verdim. İnsanlar bu şekilde bana güven duydu. Ben de onlara karşı sorumluluklarımı yerine getireceğim ve onların sorunlarıyla yakından ilgileneceğim.” Hamburg seçimlerinde Çiftlik’in yanı sıra, SDP’den Metin Hakverdi (38), Hıristiyan Demokrat Birlik Partili (CDU) David Erkalp (32) ve Aygül Özkan (36), Yeşil Alternatif Liste’den (GAL) Nebahat Güçlü (43) ve 2005’teki seçim ittifakıyla kurulan Sol Parti’den Mehmet Yıldız (29) adlı Türk kökenli adaylar meclise girmişti. “Türkiye, Kosova konusunda kendi çıkarlarını gözetmiyor” Emre ERTEM BERLİN Sırp muhalefetine göre, Kosova’yı ilk tanıyan ülkeler arasında yer alan Türkiye’deki iktidar, ülke çıkarlarına aykırı bir yol izliyor. Sırbistan’da 3 Şubat’ta yapılan devlet başkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyların yüzde 47.7’sini alan ve seçimi, Batı yanlısı ittifakın adayı Boris Tadiç’in 3 puan gerisinde kalarak kaybeden Radikal Parti (SRS) adayı Tomislav Nikoliç, Türkiye’nin Kosova’nın bağımsızlığı konusunda izlediği politikayı eleştirdi. Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Sırbistan’ın en büyük siyasal partisinin lideri, Türkiye’nin, dünyadaki sorunları Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nı ve kendi çıkarlarını göz önünde tutarak değerlendirmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’nin Kosova’nın bağımsızlığı konusunda karar verirken BM üyesi bir ülke olarak kendi çıkarları doğrultusunda hareket edip etmediği konusunda kafasında soru işaretleri bulunduğunu belirten Nikoliç, Türk hükümetine, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecini devam ettirmek ve hızlandırmak için mi Kosova’yı tanıma gereği duyduğunun sorulması gerektiğini söyledi. Tomislav Nikoliç, Türk hükümetinin yurttaşlarına bölgede kurulan yeni bir devleti tanımasının nedenlerini açıklaması gerektiğine dikkat çekerken, Türkiye’nin kendisinin de yakından takip ettiği çok önemli bir ülke olduğunu, ancak Türkiye’nin Kosova konusunda kendi çıkarlarını düşünmeden hareket ettiğini ileri sürdü. “Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan diğer ülkeler nasıl bizim dostumuz değilse, Türkiye de dostumuz olamaz” diye konuşan Nikoliç, Sırbistan toprakları üzerinde yeni bir devletin kurulmasının uluslararası hukuka aykırı bir durum olduğunu savundu. Türkiye’nin “ezeli dolandırıcı” AB’nin verdiği sözler nedeniyle Sırbistan ile ilişkilerini neden tehlikeye attığını da soran Tomislov Nikoliç, AB’nin şimdiye kadar süregeldiği gibi bundan sonraki süreçte de Türkiye’yi mümkün olduğunca kendisinden uzak tutacağını belirtti. TNİK GEREKÇE ÇOK TEHLİKELİ Sırbistan’ın, ne görevi güçsüzleri korumak olan BM tarafından ne de büyük güçler tarafından korunduğunu kaydeden Nikoliç, açıklamalarında, Kosova’nın Sırbistan’dan kopmasının, Karadağ’ın ve eski Federal Yugoslavya’yı oluşturan parça devletlerin ayrılmasından farklı bir durum olduğunun altını çizdi. Kosova’nın bağımsızlık ilanını meşrulaştırmak için kullanılan “etnisite argümanının” Sırbistan’ın güneydoğusunda yaşayan Bulgar ve Slovak azınlıklar, Sancak bölgesindeki Boşnaklar ve Kuzey Voyvodina’da yaşayan Macar azınlık tarafından da öne sürülebileceğini hatırlatan Sırp muhalefet lideri, Federal Yugoslavya’nın parçası olan parça devletlerin ayrılmasından sonra sıranın Sırbistan topraklarının parçalanmasına geldiğini iddia etti. Tomislav Nikoliç, Kosova’nın bağımsızlık ilanına karşı atılması gereken adımlarda Sırbistan’ın bir bütün olarak hareket etmesi mümkün olmasa bile, Sırp halkının çoğunluğunun Kosova üzerinde yeniden egemenlik kurulması için mücadele edeceğini söyledi. B AÇI MÜMTAZ SOYSAL Densizlik ve Devlet Öğretimi ders koymakla öğretilemez; öğretilecek bir yığın başka şey var ülkenin insanlarına. Ama, devlet yönetimine geçme olasılığı olanların okudukları yerlerde biraz daha tarih, biraz daha mantık öğreten ve biraz daha “devlet bilgisi” veren konular ele alınamaz mı? Öyle anlaşılıyor ki, tarih bilinci, düşünme disiplini, devlete sahipleniş öğretilmeden yetişen yöneticilerin ve kadroların elinde bu ülke karanlık bir geleceğe doğru sürüklenmektedir. Yetmiş beş milyonun hepsine birden böyle bir öğretim verilemeyeceğine göre, çok daha az sayıda ama bu bilinç, disiplin ve sahiplenişle çok iyi donatılmış insan yetiştirmek hiç mi başarılamaz? “Eski Mülkiye ya da Harbiye ruhları yine depreşti” diyenler çıkacaktır ama, başka ruhlar çağrılınca nerelere gidildiği ya da gidilemediği gün gibi ortadadır. mumtazsoysal@gmail.com ‘Kundaklama düşük bir olasılık’ Dış Haberler Servisi Almanya’nın Ludwigshafen kentinde yaklaşık 1 ay önce çıkan ve 9 Türk’ün yaşamını yitirdiği yangını araştırmakla görevlendirilen Frankenthal Savcısı Lothar Liebig, düzenlediği basın toplantısında olay yerinde yanıcı madde izine rastlanmadığını belirterek, “Yangın büyük olasılıkla yabancı düşmanlığı ya da kundaklama olayı değil’’ dedi. Yangının teknik arıza nedeniyle çıkmış olması ihtimalinin de bulunmadığını ifade eden Liebig, yangının başladığı belirlenen bodrum katındaki tahta merdivenlerin bulunduğu yerde elektrik tesisatı bulunmadığına işaret etti. Yangının, giriş katındaki pusette başladığı iddialarının doğru olmadığını, binanın kundaklandığı yönünde kendilerine ulaşan mektubun da sahte olduğunun belirlendiğini söyleyen Liebig, binanın giriş katında bir kişinin yangın çıkarmaya çalıştığını söyleyen Aylin ve Bedriye adlı kızların ifadelerinin de çelişkili olduğunu belirtti. Bu konuda kendileriyle konuşan psikoloğun tespitlerinin de kendisine ulaştığını kaydeden Liebig, “Binada yangın çıkarmaya çalışan birisini gördüklerini söyleyen kızlar bu ifadelerinde kalmadılar’’ dedi. Liebig, Türk uzmanların ayrı bir araştırma yapmadıklarını, sadece kendi yaptıkları araştırmalara kısıtlama getirilmeden iştirak ettiklerini söyledi. E rüntünün yanlış anlamalara yol açmasını önlemek için operasyonun birkaç gün daha uzatılacağı “devletlu” müttefike güçlü bir mantıkla anlatılarak süre biraz daha uzatılabilirdi. Belki, hiç bunlar yapılmadan, ama istense yapılabileceğini ima ederek, sırf böylesine kaçınılmaz bir inat yüzünden daha fazla insanın telef olmasını önlemek gerekçesiyle operasyonun durdurulduğu ilan edilebilirdi. Kısacası, bir şeyler yaparak, oynanan bu oyunun veya bu inanılmazlığın altından kalkmak gerekiyordu. Sonuçta bu tür “okkanın altında kalışlar” bütün bir halkın içinde belirli bir eziklik yaratıyorsa, devletin başına ve yönetimine geçenlerin ya da onların emirleri altında çalışanların yetişmelerinde bir eksiklik var demektir. Bunun üzerinde biraz daha derinliğine düşünmek doğru olmaz mı? Devlet yöneticiliği elbet okullara
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle