28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 AKP hükümeti ile şirketler borca battı ANKARA (ANKA) Gelişmiş piyasalarda ABD ekonomisi kaynaklı olarak kurlar, borsalar ve diğer göstergelerde kendisini hissettiren dalgalanmaların küresel bir finans krizine dönüşmemesi için peş peşe önlemler alınırken, Türkiye’nin kısa vadeli dış borcu nedeniyle karşı karşıya olduğu kur riski de giderek artıyor. 2007 sonunda 41 milyar 803 milyon dolara yükselen ve büyük bölümü bankalar ve şirketler olmak üzere özel sektöre ait kısa vadeli dış borç stoku, bu yıl da artışını sürdürerek ocak sonu itibarıyla 42 milyar 209 milyon dolara ulaştı. Küresel sermaye hareketlerine bağlı olarak Türkiye’den sermaye kaçışı olasılığı nedeniyle ciddi bir kur riski yarattığı için ekonominin cari açıktan sonraki ikinci “yumuşak karnı” olarak nitelendirilen kısa vadeli borç stoku, AKP hükümetinin işbaşında olduğu son beş yıllık dönemde, özellikle şirketler kesiminden kaynaklanan rekor düzeyde bir artış gösterdi. 2002 sonunda 16 milyar 424 milyon dolar olan kısa vadeli dış borç, bu yılın ocak ayı sonuna kadar olan dönemde yüzde 157 oranında 25 milyar 784.9 milyon dolar artış gösterdi. Bu artış da tamamen özel sektörden kaynaklandı. Ocak sonu itibarıyla kısa vadeli dış borç stokunun 23 milyar 940 milyon dolarla en büyük bölümünün, banka dışı özel kesime ait olduğu belirlendi. Ocak ayında 1 milyar 230 milyon dolarla artışını sürdüren şirketlere ait söz konusu kısa vadeli dış borç stoku, 2002 sonundan bu yana geçen dönemde ise yüzde 184.2 oranında 15 milyar 515.1 milyon dolarlık artış gösterdi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2006’da yüzde 10.5 olan aralık ayı işsizlik oranını 2007’de yüzde 10.6 olarak açıkladı. Aralık ayında 2 milyon 436 bin işsize “iş aramayıp çalışmaya hazır olan” 1 milyon 750 bin kişi eklendiğinde gerçek işsiz rakamı 4 milyon 136 bin oldu. İşsizlik oranı ise yüzde 17’ye çıktı. Aralık 2007 döneminde genç nüfusta işsizlik oranıysa yüzde 20.6 olarak hesaplandı. Bu oran 2006 yılının aynı döneminde yüzde 20.3’tü. TÜİK Hanehalkı İşgücü Anketi’nin, “KasımAralık 2007Ocak 2008’’ dönemini kapsayan “Aralık 2007’’ sonuçlarına göre işsizlik oranı kentlerde yüzde 12.2, kırsal kesimde yüzde 8.1 oldu. Bu dönemde istihdam edilenlerin sayısıysa 2006’nın aynı dönemine kıyasla 315 bin kişi azalarak 20 milyon 443 bin kişiye geriledi. İşgücü daralmaya devam ederken C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 21 MART 2008 CUMA Hukuk Sandık... vunma hakkı olarak hukuk düzeninde yerleşiktir. AB ülkelerinin demokrasilerini savunma hakları çerçevesinde bu negatif özgürlük kullanımına geçerli hukuk düzeni izin vermez. Demokrasiyi yıkma suçunu negatif özgürlük adına işleyen bireyler de siyasi partiler de bu çerçevede cezalandırılabilirler. Parti kapatma ölçüleri de bu çerçevelerde hukuk düzenine girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin geçerli anayasal, hukuk düzeni ise kendi demokrasisini laiklik karşıtı siyasal İslamcı, ırkçı akımlara karşı savunma gereğini duymuştur. Aslında ABD, AB emperyal kültürü altında Türkiye’ye dayatılan model ve 12 Mart12 Eylül darbeleri algılamalarında ideolojik yaklaşımlar, daha doğrusu sol, Marksist yorumlar rejim için tehdit olarak algılanmış, sistem bu doğrultuda işletilerek solun üzerinden silindir gibi ezilip geçilmiştir. Her nedense ABDAB’nin demokrasi havarileri Türkiye’de solun ezilmesine karşı seslerini çıkarmamışlardır. Yine ABDAB çevrelerinden emperyal bakış açısı ile gelen telkinlerin etkisinde, dönemlere, havalara göre ayrımcı, ırkçı, İslamcı akımlara hoşgörü ile bakılması dayatılmıştır... Özetle Türkiye’de insan hakları, demokrasi, Cumhuriyet, laikliğin olmazsa olmazları üzerinden, hukuk devleti, düzeni üzerinden bakış söz konusu değildir. Emperyal çıkarlara bağlı değişken standartlar, değerlerle yaklaşılmaktadır. ABDAB halkları, demokratları için demiyorum, ama siyasal iktidarları, emperyal çıkar odakları için, İran’da negatif özgürlükler kullanılarak sandıktan çıkan çoğunluk iktidarı şiddetle ret edilirken, Suudilerin emperyalizme teslim diktatör sultanları baştacı edilebilmektedir. Demek istediğim, bizde olup bitenlere, emperyalizmin çıkar odaklarının çifte standartlı siyasi iktidar kirterleri ile değil, evrensel hukuk değerleri ile bakmalıyız. Elbette Türkiye’de insan hakları, hukuk düzeni, demokrasiyi savunuyorsak, siyasi partilerin kapatılmasını istememiz, güvenceyi bu yolla aramamız söz konusu olamaz. Kapatılan parti listesi ülkemiz demokrasisinin elbette yüz karası. Çaresini demokrasimizi tehdit altında bırakmadan üretmek zorundayız. Ancak çoğunluk oyu, iktidara gelebilmiş olmak, ortada suç varsa güvence değil daha büyük tehdit aracı olabilir. Hukuk düzeni, demokrasi kriterleri içinde, demokrasiyi tehdit altına alan negatif özgürlüklere ilişkin hoşgörü sınırlarımız, sandıktan çoğunluk oyu almış partilerden yana değil, tam tersi en zayıflarından yana olabilir... soner?cumhuriyet.com.tr Büyük bölümü bankalar ve şirketler olmak üzere özel sektöre ait kısa vadeli dış borç stoku ocak sonu itibarıyla 42 milyar 209 milyon dolara ulaştı. Hükümet ‘istihdamı’ unuttu kayıt dışılık oranı da yüzde 43.4 olarak gerçekleşti. TÜİK’in açıklamasına göre işgücünde görünüm şöyle: ? Tarım sektöründe çalışan sayısı 508 bin kişi azalırken tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı ise 193 bin kişi arttı. ? Tarım dışı işsizlik oranı, bir önceki yılın aynı dönemine göre 0.3 puan azalarak yüzde 13 olarak gerçekleşti. ? İşsizlerin 74.9’u erkek nüfustan oluşurken yüzde 57.8’inin eğitimi de lise altı. ? Yüzde 27.4’ü bir yıl ve daha uzun süredir iş arayan işsizlerin yüzde 83.7’si de daha önce bir işte çalışmış. ? İşgücüne katılım oranı ise önceki yılın aynı dönemine göre 1.3 puanlık azalmayla yüzde 46.2 oldu. ? Mevcut işsizlerin yüzde 13.7’sini (335 bin kişi) bu dönemde işten ayrılanlar oluşturdu. TÜGİAD’IN PROTESTOSU Ayrıcalıklı vizeye hayır! Ekonomi Servisi Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD) İstanbul Ticaret Odası ile Fransa’nın İstanbul Başkonsolosluğu arasında imzalanan ve oda üyelerine Schengen vize kolaylığı getiren anlaşmayı “Hukuksuz vizenin müzakeresi de hukuksuzdur. Kolaylaştırılmış vize istemiyoruz” diye protesto etti. Akdeniz Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi ile işbirliği yaparak Prof. Dr. Harun Gümrükçü başkanlığında “Vizesiz Avrupa Araştırma Grubu” oluşturan TÜGİAD’ın bildirisinde şu noktalar vurgulandı: ? AB’deki haklarımız pazarlık konusu yapılamaz. Bu tür çalışmalar farkında olmadan, hukuki dayanağı olmayan mevcut vize uygulamasının toptan kaldırılması gerektiği yönündeki mücadelemizi zayıflatacak. ? Vizede belirli kesimlere kolaylık, sonunda bizi kast sistemine götürür. Seçilmiş, belirli işadamlarına veya başka gruplara ayrıcalık, hukukun üstünlüğü gereği uygulanamaz. Nasuh Önal Ülker mamayla büyüyecek Duygu ATAHAN MURCIA Ülker Hero Baby, bebek maması pazarında hedef yükseltti. Bebek beslenmesinde global bir marka olan Hero Grubu ile ortaklık kurarak 2003 yılında tahıllı kaşık maması üretimine başlayan Ülker Hero Baby, kavanoz mamasıyla yola devam ediyor. 20 milyon YTL’lik yatırımla Ankara’da kavanoz maması fabrikası kuracak olan Ülker Hero Baby, piyasada en az 1.95 YTL’ye satılan kavanoz maması pazarına 1 YTL’lik fiyatla iddialı bir giriş yaptı. Hero’nun İspanya’nın Murcia kentindeki teknoloji merkezinde düzenlenen basın toplantısında konuşan Ülker Hero Baby Genel Müdürü Nasuh Önal bugüne kadar ithal ettikleri kavanoz mamalarını 2008 sonu itibarıyla Türkiye’de üretmeye başlayacaklarını belirterek “Kavanoz maması fabrikası 2008 sonunda faaliyete geçecek olmasına rağmen, biz ilerde sağlayacağımız maliyet avantajını şimdiden ürünlerimize yansıttık ve 1.99 YTL’ye satılan kavanoz mama fiyatını ocak başından itibaren 1 YTL’ye çektik. Bu geçici bir fiyat indirimi değil. Ayrıca mamalarımız tamamen doğal ve sertifikalı ürünlerle üretilmektedir.” diye konuştu. Ülker Hero Baby, fiyatları aşağıya çekme stratejisiyle girdiği kavanoz mama pazarını 2010 yılına kadar 2.5 kat büyütmeyi ve yüzde 64 pazar payına sahip olmayı hedefliyor. emokrasi hukukun üstünlüğü düzeni midir? Sandığın mı? Demokrasi sandık olsaydı.. milli iradenin, çoğunluğun oylarının alındığı tüm iktidarlar, yönetimler demokratik olurdu. Seçimlerin yeni yapıldığı İran’da, sandıkta ciddi oy farkı yapan İran molla rejiminin iktidarı, dünyanın şapka çıkarması, saygı duyması gerekli demokrasinin geçerliği olduğu bir hukuk düzeni mi? İtirazlar evrensel insan hakları, demokrasi hukukunun standartlarının geçerli olmamasından, şeriat hukukunun özel yorumlanması uygulamasından değil mi? ABDAB’den AKP hakkında dava açılmasına ilişkin yapılan değerlendirmelerde, ne denilmek istendiğini anlayamıyorum. Çoğunluk oyu, iradesi ile hukuk düzeni vurgulamaları iç içe.. tabii ki gönül, işleyen bir demokraside çoğunluk iradesi ile iktidar olmuş partilerin demokratik, hukuk düzeni içinde iktidar olmalarını ister... Ancak bunun istisnalarının olduğu dünya tarihinde sayısız örnekler vardır; dinler ve ırklar üzerinden, evrensel insan hakları, demokrasi, hukuk düzeni içinde siyaset yapılmaması ile ilişkilidir. Demokrasileri sandık diktatörlüklerinden ayıran fark, şeriat, ırkçılık ekseninde ayrımcılık yapmayan, herkesin evrensel temel hak ve özgürlüklerini tanıyan, hukuk düzeninin olmazsa olmazlarıdır. Elbette rejimi demokrasi sayılabilen ülkeler arasında göreceli anayasal, yasal farklılıklarla geçerli hukuk düzenleri söz konusudur. Tartışmalar bu düzenlerin evrensel ölçekler, yani evrensel demokrasi, insan hakları sınırları içinde kalabilmeleridir. İşte tam da bu nedenle değil midir ki.. ülkelerin anayasal, hukuk düzenlerinin demokrasiye uyumu sorgulanır durur. Kriterler toplumların, ülkelerin tehdit algılamaları ile bağlantılı olarak, geçerli hukuk düzeni içinde önlemleri öngörür. ??? Demokrasilerde tehdit algılamasına bağlı olarak, yani “demokrasinin kendi kendisini savunma hakkı” çerçevesinde, “negatif özgürlüklere” de yer verilebilir. Yani ABD’de yaşayan insanları emperyal ABD üst kimliğinde tutabilmek sorun değilse, ırklar, dinler ayrımcılığı üzerinden siyaset yapılmasının bir sakıncası, riski yoksa, ayrımcı siyasal simgelerin, kimliğin siyasi partiler, toplumsal yaşam, kamu alanlarına taşınmasında fazlaca bir sakınca görülmeyebilir. Ancak AB ülkelerinde ırkçılık, ötekiler ayrımcılığı her zaman tehdit oluşturduğundan, ırkçılık üzerinden siyaset yapılması, ayrımcı siyasal simgelerin kamu alanlarına taşınması, demokrasinin kendi kendisini sa D argıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açtığı kapatma davası için AKP, “Demokrasiye ayıp” diyerek bildiri yayımladı. Eğer aşağıda sıraladıklarım AKP hükümetleri tarafından yapılmamış olsaydı, gerçekten de bu bir demokrasi ayıbı olurdu. 1) Milletvekillerinin, “A’dan Z’ye dokunulmazlıkların arkasına saklanmaları”, demokrasi ayıplarının en büyüğü değil mi? Demokratik bir biçimde sorgulanmalarının önü, AKP tarafından kapatılmış olmuyor mu? 2) Kamusal içerikli iktisadi ve sosyal faaliyetlerin bir bir özelleştirilerek piyasanın ve yabancı tekellerin insafına terk edilmeleri demokrasi ayıbı değil mi? 3) Köylünün, “yabancı tekellerin kölesi durumuna düşürülmeleri” demokrasi adına bir felaket değildir de nedir? 4) Ekonominin bir bir yabancı tekellere ve yeşil sermayeye terk edilmesi demokrasi ayıbından sayılmıyor mu? 5) Futbol Federasyonu’ndan işçi sendikalarına kadar “kadrolaşmanın her alanda yaygınlaştırılması” hangi demokraside görülür? 6) IMF ve büyük sermayenin dayatmaları sonucu “çalışanların sosyal haklarının kısıtlanarak, zaman içinde tasfiyesi” gerçek demokrasilerde olabilir mi? 7) Bush ve Blair’in ricaları sonucu bu ülkelerin şirketlerine “kolaylıklar sağlanması”, hangi demokratik ölçüye sığar? 8) Yasama, yürütme ve yargı arasında kurulan ve demokrasinin olmazsa Y BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Demokrasi Ayıbı Hangisi? garşik bir yönetimin egemenliği ve “dinciler dışında da oligarşiye katılımın varlığı”, bu çelişkileri yaratıyor. Kimileri bu nedenle, “sadece dini sakıncalara” değiniyor. Diğer “antidemokratik uygulamalardan uzak duruyor”. Bunun gerisinde, “oligarşiyle” (sistemle) olan örtülü çıkar birliği yatıyor. Savcılığın gerekçelerinin “çok sınırlı kalmasının nedenlerini” düşünürken aklımdan bunlar geçti. Her şey ortada yaşanıyor, herkes her şeyi görüyor. Yine de “üç maymunu oynayanlar” çoğunlukta. Başbakan’ın 14 Mart Cuma günü çalışanların,”yeni sosyal güvenlik yasa tasarısı” ile ilgili tepkilerine karşı söyledikleri çok ilginçti; Çalışanların tepkisini anlayamıyor ve her şeyi “kendi patronajındaymış gibi görüyor”. “İki saatinizi boşa harcıyorsunuz, gidin çalışın” diyor. Çalışanların tepkisinin, “onların toplumsal haklarına yönelik”, uzun vadeli ve kapsamlı bir girişim olduğunu göremiyor. Yanında çalışan insanlara nasihat eder gibi konuşuyor. Demokratik ülkelerde bir başbakan, olmaz kurallarından olan dengeyi, “yargı aleyhine bozmaya yönelik yasa ve uygulamalar” demokrasi ayıbı değil mi? 9) 2004 ve 2005 yıllarında imzaladığınız anlaşmalarla ülkeyi AB’ye tek yanlı “bağlı ve bağımlı duruma sokmanız” hangi demokratik ülkede yaşanabilir? 10) Arap ülkeleri, İran ve Türkiye’yi hedef alan BOP’ye bağlılığınızı ilan etmeniz, demokrasi ile nasıl bağdaşır? 11) Kıbrıs konusunda Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını ve TBMM kararlarını hiçe sayarak AB (ve ABD) taleplerine boyun eğmeniz, demokrasiyle bağdaşır mı? Bu sıraladıklarım, dinle imanla ilgisi olmayan antidemokratik uygulama ve girişimlerdir. Başsavcının iddianamesinin, “sadece bazı dinci öğelerle sınırlı kalmasına” şaşırdım. Bence sıraladıklarım, en az dinsel olanlar kadar önemlidir. Dini, iktisadi, siyasi ve kültürel öğeler (ve gerekçeler) bir bütünün parçalarıdır. Organik bir bütünleşme gösterirler. Neden sadece dini (ve dinci) öğeler üzerinde durulmuş? Bu konularda, toplumda bir “algılama bozukluğu” gözleniyor. Türkiye’de oli “haklarını arayan milyonlara karşı”, bu gözle bakamaz, bu üslupla konuşamaz. Gerçek demokrasi ayıbı burada kendini gösteriyor. Türkiye çok tehlikeli bir süreçten geçiyor. Taraflardan bir tanesi AKP ve onu destekleyen iç ve dış ortakları. ABD ve AB Türkiye’de gerçek bir demokrasi yerine, kendilerinin her dediğini yerine getirecek bir “ılımlı İslam yönetimi” istiyorlar. Suudi Arabistan ve Irak’ta olduğu gibi, demokrasi umurlarında değil. Üstelik, “halkçı bir demokrasiye” kesinlikle karşılar. AB ve ABD’nin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunu eleştirmeleri ve demokrasiye aykırı görmeleri büyük çelişkidir. Kendilerine şu soruları sormak gerek: AB içinde, AKP benzeri antidemokratik uygulamalar yapan bir hükümet var mı? Fransa’yı, Almanya’yı, İsveç’i “Dışardan bölmeye çalışan devletler” bulunuyor mu? Onların derdi başka: Türkiye’de oluşturmaya başladıkları sömürü düzeninin engellenmesini istemiyorlar: BOP için buldukları yerli ortaklarını kaybetmekten korkuyorlar. Cumhuriyet başsavcısının girişimini sadece dar bir “laiklik karesi” içinden değil, çok daha geniş kapsamlı görmek ve değerlendirmek gerekir. Gerekçeler buzdağının, sadece su üstündeki küçük bir parçası... www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Bakan Nazım Ekren ile birlikte tesisin temellerini atan Atakaş Şirketler Grubu Başkanı Recep Atakaş, devletten hiçbir destek almadan yatırım yaptıklarını açıkladı. 1.4 milyar dolarlık tesis Akın BODUR DÖRTYOL Rus MMK şirketiyle İskenderun’daki Atakaş Grubu ortaklığıyla 1.4 milyar dolarlık yatırımla Hatay Dörtyol’da 2.5 milyon ton yassı çelik kapasiteli demirçelik tesisi kuruluyor. Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Nazım Ekren’in katılımıyla temelleri atılan tesisin 2010’da faaliyete geçmesi planlanıyor. Tesis 2 bin 500 kişiye iş imkânı sağlayacak. 500 dönüm alana kurulacak yassı mamul tesisinde, 2.5 milyon ton sıcak rulo sac, 1 milyon 200 bin ton asitleme hattı, 1 milyon ton soğuk sac haddanesi, 900 bin ton sac galvenizleme tesisi, 400 bin ton boyalı sac, 800 bin ton sac merkezi ile10 milyon ton/yıl elleşme kapasiteli liman bulunacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle