Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
21 MART 2008 CUMA dizi Mozart, öğrencisi Beethoven için ‘Bu çocuğa dikkat edin. Yakında bütün dünya onun önünde ayağa kalkacak’ dedi C 13 Karanlığın üzerine yürüyen müzikçi B abasının küçük yaşta müziğe başlattığı Ludwig, 13 yaşındayken ilk bestesi basılmıştır. Aynı yıl saray orkestrasına giren sanatçı, 17 yaşına geldiğinde Viyana’ya giderek Mozart’tan kompozisyon dersleri almaya başladı. Goethe, “Şimdiye kadar Beethoven gibi içtenliğini enerjisiyle birleştirebilmiş başka bir sanatçı görmedim. Dünyanın karşısında nasıl dikilip durduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.” diyerek bestecinin kişiliğini açıklamıştır. B eethoven’i Aydınlanma düşüncesinden ve bu düşüncenin toplumsal, siyasal alana uygulanmasından doğan Fransız Devrimi ilkelerinden ayrı düşünmek olanaksızdır. Mozart’ın (17561791) müziğinde her şey yalın, melodik, incelikli ve hoş, ondan bir kuşak sonrasındaki Beethoven’in müziğinde ise daha etkin, daha kesin, daha kararlı, kavgacıdır. Çünkü Beethoven’in soluduğu hava daha özgürdür. B eethoven üzerine bugüne değin yayımladığım yazıların girişinde hep aynı duyguyla dolup taşmışımdır. Duygunun da ötesinde, hep aynı istek kabarmıştır içimde: Beethoven’i okura birkaç cümlede tanıtabilmek. Bu amaçla bu büyük sanatçı üzerine yazdığım her yazının girişinde onun şu sözlerine yer verdim: “Prens! Sizin asaletiniz doğuşunuzdaki tesadüfe bağlıdır. Oysa ben kişiliğimi kendim oluşturdum. Yeryüzünde yüzlerce prens var, daha binlercesi de gelip geçecek, ama bir tane Beethoven var!” 1806 yılında Prens Lichnowski’nin yüzüne bağıra çağıra söylenen bu sözler, prensin Avusturya’daki Fransız subayları için piyano çalma önerisine karşı, Beethoven’in büyük bir öfkeye kapılması üzerine söylenmişti. Onun bu sözleri söylediği tarihten günümüze uzanan yaklaşık 200 yıllık süreçte, gerçekten binlerce prens gelip geçmiş, onları nice krallar, sultanlar, imparatorlar, “Führer”ler, “Duce”ler, başkanlar, “konsey başkanları” vesaire izlemiş, ama bunların hiçbiri ileri insanlık adına iz bırakmamıştır. Karşısında renkten renge giren prensi küçümserken gücünü nereden alıyordu Beethoven? Kuşkusuz ki, derin bir bilinçle bağlandığı “Aydınlanma” düşüncesinden ve Fransız Devrimi ilkelerinden. Beethoven’i Aydınlanma düşüncesinden ve bu düşüncenin toplumsal, siyasal alana uygulanmasından doğan Fransız Devrimi ilkelerinden ayrı düşünmek olanaksızdır. Onun için burada Aydınlanma düşüncesi üzerinde kısaca durmak istiyorum. AYDINLANMA NEDİR? İnsanlık tarihinde toplumsal yaşamı düzenleyen değerler gün gelip yetersizleşince “yeni bir düzen”e kılavuzluk edecek düşünceler öne çıkar. 18. yüzyılın ikinci yarısı, işte bu yeni düzenin özlemini temsil etmiştir. Söz konusu döneme “Aydınlanma Çağı” da denir. Nedir aydınlanma? Kim aydınlatılacaktır? Aydınlatılmak istenen nedir? Felsefe tarihçimiz Macit Gökberk, yukarıdaki soruları şöyle yanıtlar: Kuşkusuz ki aydınlanmak isteyen “insanın kendisi”, aydınlatılması istenen şey de “insan hayatının anlam ve düzeni”dir. Şöyle de diyebiliriz: Aydınlanma, insanın düşünme ve değerlendirmede din ve geleneklere bağlı kalmaktan kurtulup “kendi aklı, kendi görgüleri” ile yaşamını aydınlatmaya girişmesidir. Buna bir de Alman düşünür Immanuel Kant’ın klasikleşmiş tanımını ekleyelim. Kant, “Aydın lanma Nedir?” adlı yapıtında (1784) şu tanımı yapmıştır: Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düştüğü ergin olmayış durumundan kurtulup aklını kullanmaya başlamasıdır. Kant’a göre insan bu duruma aklın kendisi yüzünden değil, onu kullanmaması yüzünden düşmüştür; çünkü insan şimdiye kadar aklını kendi başına kullanamamış, hep başkalarının kılavuzluğunu aramıştır. Şimdi, “Aklını kendin kullanma cesaretini göster!” sözü parola olmalıdır. Doğa bilimlerindeki gelişmeler, Laplace’ın gök mekaniğini aydınlatması, fiziğin, ısı ve elektrik üzerine araştırmalarla büyük gelişmeler kaydetmesi, kimyanın Lavoisier ile gerçek bir bilim durumuna gelmesi, Dr. Jenner’in çiçek aşısını, Fahrenheit’ın termometreyi bulması, doğanın yapısını doğru kavramış olan insanın doğa karşısındaki egemenlik güdüsünü sürükleyen örneklerdendir. Şimdi yapılacak şey, doğa karşısında başarı kazanan aynı aklı “kültür dünyası”na uygulamak, doğa bilimleri koşutunda “kültür bilimleri”ni de kurmak, kültür dünyasını akılla aydınlatıp ona akılla egemen olmaktır. İşte 18. yüzyıla “Aydınlanma Çağı” adını verdiren bu düşüncelerdir; dahası, bu düşünceleri yaşama geçirmek, onu kültürün bütün alanlarında yürütmeyi öngörmektir. Böylece 18. yüzyılın ilk yarısında egemen olan saray kültürü, soyluların beğeni anlayışını temsil eden eski sanat stilleri geride bırakılmıştır. 18. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da egemenliğini ilan eden sanat anlayışı burjuva sanatı olmuş, soyluların ve sarayın amaç ve isteklerine uyan eski sanat anlayışı tarihe karışmıştır. Bu köklü değişim şu anlama gelir: Yönlendirici olarak orta sınıf, soyluların yerini almış, sanatta süslemeciliğin yerine “ifadecilik”i yeğleyen yeni beğeni egemen olmuştur. “İfadecilik” kavrayışı da kısa sürede yoğunlaşmış, keskinleşmiştir: Mozart’ın (17561791) müziğinde her şey yalın, melodik, incelikli ve hoş, ondan bir kuşak sonrasındaki Beethoven’in müziğinde ise daha etkin, daha kesin, daha kararlı, kavgacıdır. Çünkü Beethoven’in soluduğu hava daha özgürdür; karşısındaki ister bir imparator ister bir prens olsun, kükremesi de işte bu üsluptan kaynaklanmıştır. Ünlü Alman şairi Goethe’nin Beethoven için söylediği şu iki kısa cümle de bestecinin kişiliğini açıklayıcıdır: “Şimdiye kadar Beethoven gibi içtenliğini enerjisiyle birleştirebilmiş başka bir sanatçı görmedim. Dünyanın karşısında nasıl dikilip durduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.” udwig van Beethoven, 16 Aralık 1770 günü Almanya’nın batısında, Ren Nehri üzerindeki Bonn kentinde doğmuş, 26 Mart 1827’de Viyana’da ölmüştür. Yaşamdan ayrılmak üzere olduğu son anlar şöyle anlatılır: Havanın fırtınaya dönüştüğü günün akşamüzeri, saat 17 sıralarında bir gök gürültüsünün ardından sağ kolunu havaya kaldırır, bir şey söylemek ister gibidir, ama söyleyemeden kolu düşer. Cenazesi, o güne kadar hiçbir sanatçıya gösterilmemiş bir görkem içinde, Viyana’da yirmi bin kişinin katılmasıyla kaldırılır. Beethoven Flaman asıllıdır. Babası Bonn’daki saray korosunun üyesi, annesi bir saray hizmetçisiydi. Bestecinin çocukluk yılları, annesinin veremli, babasının alkolik olması yüzünden buruk, kırgın geçmiştir. Baskıcı bir eğitim anlayışıyla babasının küçük yaşta müziğe başlattığı Ludwig, 9 yaşında saray bestecisi Neefe’nin öğrencisi olmuş, 13 yaşındayken ilk bestesi basılmıştır. Aynı yıl saray orkestrasına giren sanatçı, 17 yaşına geldiğinde Viyana’ya giderek Mozart’tan kompozisyon dersleri almaya başlamıştır. Mozart’ın genç öğrencisi için şöyle dediği belirtilir: “Bu çocuğa dikkat edin. Yakında bütün dünya onun önünde ayağa kalkacak.” Annesinin hastalığı dolayısıyla birkaç ay sonra Bonn’a dönmek zorunda kalan Beethoven, Fransa’da yükselen devrim hareketini yakından izliyor, özellikle coşku veren devrimci popüler parçaları, marşları öğreniyordu. Bu yıllarda Bonn Üniversitesi Almanya’da ileri dü L Zorlu bir sanat yaşamı şüncelerin bir odağı konumundaydı. 1789’da Bonn Üniversitesi’ne giren Beethoven, Schneider’in Alman edebiyatı derslerini izlemiştir. Schneider, Fransız Devrimi’nin ateşli bir taraftarı olarak genç bestecinin dünya görüşünü etkilemişti. Devrim patlak verdiğinde Beethoven 19 yaşındaydı. Fransız Devrimi’yle yükselen düşüncelerin müzik sanatındaki en büyük yansımasını bir Fransızın değil de bir Alman bestecinin simgelemiş olması yadırganmasın: Devrim, bütün dünyayı, hatta ülkemizi de etkilemişti: 1789’da tahta çıkan Sultan 3. Selim’in (17611808) ve onun yolundan giden Sultan 2. Mahmut’un (17841839) yenilikçi yaklaşımları bu etkileri içerir. Ama Aydınlanma’nın Türkiye’de en gelişkin, en ileri temsilcisi tabii ki Mustafa Kemal olmuştur. Yakınçağı başlatan söz konusu toplumsal ve siyasal dönüşüm, 1789’un birkaç yıl öncesi ve birkaç yıl sonrası ile sınırlı değildir. Devrimi hazırlayan aydınlanma düşüncesi, belki elli yıl öncesinden başlayarak etkilerini göstermeye başlamış, eşitlik ve özgürlük dalgaları devrim sonrasında kuşaklar boyunca bütün dünyada yankılanmıştır. Beethoven 17 yaşında Viyana’ya giderek Mozart’tan (sağda) kompozisyon dersleri almaya başladı. S Ü R E C E K ‘Irkçı saldırı kuşkusu var’ TÜRK GENCİN ÖLÜMÜ İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Almanya’daki yangınlar konusunda AKP hükümeti gibi düşünmüyor İ nsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Alman Göç Yasası ile ilgili raporu görüştü. Komisyon Başkanı Zafer Üskül, Ludwigshafen yangınını ‘kaza’ olarak niteleyen Erdoğan ve bakanlardan farklı konuştu misyon Başkanı Üskül, Almanya’da yaptıkları incelemelerle ilgili bilgi verdi. Ludwigshafen yangınını “kaza” olarak niteleyen Başbakan Tayyip Erdoğan ve ilgili bakanların aksine Üskül, “kundaklama” kuşkusunu dile getirdi. Üskül, Almanya’da arka arkaya yaşanan yangınların Türk toplumunda rahatsızlık ve kaygı yarattığına dikkat çekerek Türklerin bir kesiminin kendisine sürekli saldırı olacağı kaygısıyla yaşadığını belirtti. Üskül, rapora da yansıması beklenen şu tespitlere yer verdi: ? Almanya’da yangın çıkarma tehdidini açıkça ortaya koyan posta kutularına kibrit atılması, Türklere karşı bıçaklı saldırı olaylarıyla karşı karşıya kalındı. Türk toplumunun bir kesimi kendisine sürekli saldırı olacağı kaygısı içinde. ? Göç yasasına insan hakları açısından yaklaşmak gerektiğini vurguladık. Bu konuda hiçbir yetkili “Hayır burada insan hakları ihlali söz konusu değil” demedi. “Bir insan hakkı ihlali varsa yargı organı var, gerekene karar verir” denildi. ? Alman yetkililer eşlerin Almanya’ya gelebilmesi için Almanca öğrenmesi gerektiğini iddia ederken çocukların Almanca bilmemelerinin eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanmamaları sonucunu doğurduğunu belirttiler. Elbette anneler Almanca bilmeli, çocuklar da öğrenmeli. Ama bunun için aileyi parçalamak gerekmez. Anneler ve çocuklara Almanca öğretmek için temel hakkın ihlali kabul edilemez. Ayrıca bu ayrımcılık tüm ülkeler için geçerli kılınmamıştır. ? Kaldı ki eğitimde fırsat eşitliği Almanca bilen Türk öğrenciler için de geçerlidir. Teknik okullarda okuyan öğrenciler öğrenimlerini belli aşamada işyerlerinde sürdürmek zorundalar. Alman çocuklar yüzde 76 oranında işyeri bulurken Türk çocuklarının yüzde 16’sı işyeri bulabilmektedir. ? Sonuç olarak Almanya’da Berlin Duvarı yıkılmıştır, ama bu yasayla Türklere karşı duvar örülmektedir. Komisyon ayrıca Türk yurttaşı Adem Özdamar’ın yaşamını yitirmesi konusunda Alman makamlarından bilgi istedi. Alman polisine suçlama Dış Haberler Servisi Almanya’nın Hagen kentinde polis gözetimindeyken ölen Türk genci Adem Özdamar’ın, polisin hatalı davranışı nedeniyle boğularak ölmüş olabileceği öne sürüldü. “Özdamar boğuldu mu?” manşetini atan Alman Frankfurter Rundschau gazetesinin haberine göre, karakolda olay çıkaran Özdamar, yüzüstü yatırıldı, elleri de arkadan bağlandı. Özdamar’a müdahale eden doktorun raporunda, “Hastanın elleri ve ayakları bağlıydı, karın üstü yatıyordu. Hemen sırtüstü çevrilmesi gerektiğini söyledim. Nabzına baktım, atmıyordu” ifadesi yer alıyor. Uluslararası Af Örgütü, karın üzerine ellerin ve ayakların bağlanmasını işkence yöntemi olarak sınıflandırıyor. Ayşe SAYIN ANKARA TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül, Almanya’nın Ludwigshafen kentinde 8 Türk’ün ölümüyle sonuçlanan yangında “kundaklama” şüphesini dile getirdi. Alman Göç Yasası’yla ilgili oluşturulan alt komisyonun başkanı olarak gittiği Almanya’da yangınla ilgili de incelemede bulunduklarını anımsatan Üskül, “Irkçı saldırı olduğu izlenimi veriyor” dedi. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu dün Zafer Üskül’ün başkanlığında, Alman Göç Yasası ile ilgili yapılan inceleme raporunu görüşmek üzere toplandı. Ancak rapor hazır olmadığı için oylanamazken Ko TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, Zafer Üskül başkanlığında toplandı.