27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

21 MART 2008 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Bir ıslık tutturmuşum dünyaya Protest müziğin güçlü sesi Efkan Şeşen, Türkiye’den ve dünyadan halk ezgilerinin yanı sıra klasik eserlere de nefesini veriyor Hatice TUNCER Protest müzikten Karadeniz havalarına, halk türkülerine kadar yorumları ve besteleriyle müzik dünyasının en üretken sanatçılarından Efkan Şeşen, ıslığını solist olarak kullandığı bir albüm çıkardı. Şeşen kendi yapım şirketinden yayımladığı “Renkler ve Islıklar” albümünde insanoğlunun akrabalığını anlatmak istemiş. Efkan Şeşen’in ıslığı, 19801987 yıllarında Metris Cezaevi’ndeyken içeridekiler ve yakınları arasında ünlenmişti. Henüz 1718 yaşlarında bir siyasi dava nedeniyle cezaevine giren Şeşen’in müziğe yönelmesinin nedeni de ıslığının gördüğü ilgi olmuş. Başka koğuşlarda yatanların duyabilmesi için havalandırmalara açılan pencerelerden var gücüyle ıslık çalarmış: “Cezaevlerinde, radyo ve televizyonun olmadığı zamanlarda ciddi ciddi yayın yapardım. Mektup günlerinde, şu an belki hayatta olmayan birçok insanın, en güzel anlarının belki aracıydı ıslık. Hüzünlenirlerdi, coşarlardı. Hiç duyma şansı bulamadıkları ezgileri saatlerce çalardım. Her koğuştan duyulması için öyle bir diyafram kullanırdım ki dudaklarım, burnum, gözlerim, bütün yüzüm uyuşurdu. Hiçbir şeye sahip olmadığınız bir zamanda ıslık sımsıcacık bir şeydi.” İlk bestelerini ıslıkla yapan ve tahliye olduktan sonra Grup Yorum’la müziğe devam eden Şeşen için ıslık, gitarın yanında yardımcı bir enstrüman olmuş: “Evde koca bir arşivim var. Şu an kemanların, flütlerin, davulların uçuştuğu ezgiler ıslığımdan çıkardı. Bu nedenle ıslığıma kadim dostum derdim ve bu vefayı ödemem gerekiyordu.” C Beklenen Fırtına yontuyorlar. ??? Tabii Ankara’daki cahil imamlar ile her türlü gericiliğin stepnesi “demokratlar” da, bu fırsatı, krizi, kendine yontmaya kararlı. Hep söylüyoruz: Avrupa’nın şımarıklarıyla, Türkiye’nin bayağıları, birbirini aratmaz. Arada nitel bir fark bulamazsınız. Tayyip Erdoğan ve takımı, bu krizin Türkiye’de çoktan başladığını biliyordu. O nedenle sık sık dikkat çektik: Türkiye’yi satıp yabancı sermayeyi bağlayarak, krize karşı bir güvence yaratıyorlardı. Badem bıyıklı tüccar ve imamlar, bu sayede, uluslararası sermayenin Türkiye’yi batırmayacağına inanıyor: “Batarsak, onların da parası batar, o yüzden bize dokunmazlar!” İzledikleri iktisat politikalarının özeti ve ülkeyi haraç mezat satışa çıkarmalarının nedeni, bu. AKP hakkında açılan davanın, tam bu sırada işlerine yarayacağına inanıyorlar. Ülkeyi uçuruma taşıyan kadrodur bunlar; böyle küçük çalımlarla kaçınılmaz sonu engelleyebileceklerini düşünüyorlar. Ekonominin göstergeleriyle oynayarak yeterince göz boyadıklarını düşünüyorlardı. Türkiye çok kötü gidiyor. Berlin’in bile etekleri tutuşursa, Anadolu’da taş üstünde taş kalmaz. Türkiye’deki karanlığın tüm faturası, bu dinci, milliyetçi ve liberallikte yarışan kadrolara aittir. Artık hangi parti ve kurumda olurlarsa olsunlar... Fark etmez... “Çöküş her yerde”, diyorduk. Her gün yeniden kanıtlıyorlar; görmek isteyen görüyor. Büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Kirli, ahlaksız, hepimizin insanlığını sıfırlayacak kadar acımasız bir dönüşüm bu. Eşzamanlı olarak ekonomide ve siyasettedir. Sadece ABD ve Avrupa’da değil, Türkiye’de de böyle. Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarına, özellikle de parti diye yutturdukları dergahlarına Batı’dan gelen “demokratik destek” boşuna değildir. Bunların demokrasi dediği şeyin, Türkiye’nin bitirilmesinden geçtiği anlaşılıyor. Kosova ve Tibet’te oynanan oyunları bir başka gözle görmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Geleceğimizi yüzümüze tutuyorlar. Dünya umurlarında değil. İlerici bir müdahale olasılığı dışında, ufukta herhangi bir ışık göremiyoruz. Burada ve orada... 7 DÜNYA İNSANI Efkan Şeşen, protest müziğin önemli bir ismi olmasına karşın bugüne kadar yaptığı 9 albümde kendi bestelerinin yanı sıra türkülerle, Karadeniz müziğiyle, farklı tarzlarda dinleyicisinin karşısına çıkıyor: “Bu benim çok renkliliğimden kaynaklanıyor. Karadenizliyim, bu kültürün bir parçasıyım. Dar bir alanda sıkışmadığım için farklı projeleri gerçekleştirmek bana keyif veriyor. Bence bu mozaik gibi bir şey. Ama ben kendimi dünya insanı, dünya müzisyeni hissediyorum. Protest, dipten gelen o yaşam biçiminin getirdiği müzik kültürü bir tarafımda duruyor. Bir yandan ağır eserler üretirken kent yaşamında sorunsallığı dillendirdiğim modern türküler de yapabiliyorum. Köroğlu, Dadaloğlu gibi başkaldırmış halk ozanlarının deyişleri de benim müzikle kolay buluştuğum noktalar. Böyle bir albüm projem de var.” 16 DİLDE RENKLER Şeşen geçen yıl çıkardığı “Yüreğine” albümünden sonra sadece ıslık çalacağı albüm için hazırlanmış. Evinde kurduğu stüdyoda gecegündüz çalışan Şeşen’e müzisyen dostları destek olmuş. Albümdeki beş ezgide gitar çalan Sinan Güngör, düzenlemelerde yardım etmiş. 16 dilden “Renkler ve Islıklar” yazan albümün kapağındaki güzel çizimler Marmara Üniversitesi’nden Zevo’ya ait. Serdar Talu’nun grafiğiyle özgün bir ka mün “son melodisini” çalıyor: “Artık pak ortaya çıkmış: “En keyifli anlarımda ıslığı tutturdum. Islık, her defasınbu toplum her şeyi açık yaşıyor. Dolada zapt edilmesi zor, aynı melodiyi her yısıyla belki en aranan şey samimiyet ve zaman farklı çalacağın, bir özgürlük ıslık bunu temsil ediyor bence. İnsadüşkünü, samimi bir enstrümandır. Isnoğlunu, kökleriyle birbirine bağlı lık üzerine mutlaka bir kürsü açılağaçlar gibi düşünelim. Bir dünmalı bence. Halk zaten seya bahçesi düşünelim. Arıvinç, coşku, korku, ların taşıdığı polenlerle Bir anında kullanıyor, çiçekler açsın, meyvetürküyü bütün ama disipline edip ler olsun. Bu renkdünya halkları kendi çalmak her babalerin, kokuların, yiğidin harcı debiçimlerin bir akdillerinde ğil. Islık bu işi tek rabalığı var. Beyorumlayabilirler. Bu başına gerçekleşnim ıslığım, arılar anlamda bence ıslığım tirmeyi seven bir gibi ezgiden ezgibütün hepsini bir enstrümandır. ye bir köprü kurdu. potada eritti. Ağızdaki sinirler, Sonunda ‘Dünyanın kaslar, bütün beden, diGözyaşları’ diyerek inyafram, o anki ruh halinizsanoğlunun bugünkü halile birleşiyor. İnsanın nefesi oldune, derdine yandım.” ğu için disipline edip bilinen ezgileri ACAR DANSI çaldırtmak daha bir zordur. Zaten dünyada örnekleri çok az.” Şeşen ıslıkla seslendirdiği 16 halk ezİLVELOY NANAYDA gisinin yanı sıra Brahms’ın “Macar Dansı” ve Gabriel Faure’nin “Pavane” “Bintiş Şelebiya” çok yaygın olarak eserlerini de yorumluyor. Özellikle Mabilinen, farklı sözlerle birçok kez yocar Dansı, dünyada birçok orkestra tarumlanan, çok sevilen bir Arap halk türrafından çalınmış olması nedeniyle Şeküsü. “Elgaje” Tunceli ve çevresinden şen’i oldukça zorlamış, kayıtlar sırasınderlenmiş bir ezgi. Ülkemizin her yöreda birkaç kez tekrarlamış: “Bu albümün sinde çok sevilen, Artvin’in “Cilveloy” sadece etnik değil, insanoğlunun genel türküsü Şeşen’in yorumundan çok tukültürünün farklı kategorilerini anımtulmuştu. Şeşen, “Sarı Gelin”, “Çarsatması isteğiyle iki de klasik eser çalşambayı Sel Aldı”, “Allam Allam Yâr” dım. Bütün ırmaklarımızın koca bir degibi Türkiye’nin her yöresinde çok senize aktığı ve insanoğlu kültürünün davilen türküler dışında Rus, İngiliz, Maha önde oluşunun önemi var. Bir türkedon, Roman halk ezgileriyle albümün küyü bütün dünya halkları kendi dillerenklerini çoğaltmış. Melodisi Latin rinde yorumlayabilirler. Bu anlamda Amerika’dan ülkemize kadar ulaşan bence ıslığım bütün hepsini bir potada “Qundo Calienta El Sol” ve tüm sol haeritti. Farklılıklarımız değil, kardeşçe reketlerin en sevdiği marş İtalyan halk bir arada yaşamamız önemli. Bizim şarkısı “Bella Çav” ile, ıslıkla dünkendi aramızda fazla bir sorunumuz ya turunu tamamlıyor. Şeyok. Bizi birbirimize düşürenlerin şen, kendi bestesi olan başka sorunları var diye de gizli “Dünyanın Gözmesajlar içeriyor bence içeriyaşları” ile albüsinde.” M C Ş eşen, “Merhaba” albümünde seslendirdiği, Kıbrıs’ın geleneksel bir halk türküsü olan “Dillirga”yı bu albümde normal süresinde çalıyor ve hemen ardından bir kez de “DillirgaOtuz Beş Saniye” notuyla kısa bir bölümüne daha yer veriyor: “Bir ironi yapmak istedim aslında. Bu ezgi benim ıslığımla binlerce cep telefonuna 30 saniye olarak indiriliyor. Ben sahnede Dillirga’nın girişini hep ıslığımla çalardım. Islığımı kaydetmişler ve bir yıldır cep telefonlarına, üstelik beste olarak pazarlanıyor. Benim ıslığımın, üstelik bir halk türküsünün beste gibi satılması da büyük fütursuzluk. Aslında bu olay da böyle bir albüm çıkarmamda etkili oldu. Zaten bu konuda dava açtım, duruşma gününü bekliyorum.” Dillirga EV İŞLERİ Şeşen, müzik dünyasının sanatçıyı zorlayan koşullarına karşın değişik tarzlarda her yıl albüm çıkarabilecek gücü ailesinden alıyor. Müzik öğretmeni olan eşi Didar Şeşen, oğlu Sinan ve kızı Ezgi, Şeşen’in en büyük yardımcıları: “Aile değerleri benim için çok önemli. Baba olmak, müzisyen çocuklara sahip olmak çok güzel bir şey. Onlara emek vermek çok güzel. Evin işlerinin yarısından çoğunu ben yaparım, bu da bana keyif veriyor. Evi temizlerim, yemeğin ucundan tutarım, çamaşır, bulaşık, ütü yaparım. Müzikteki gibi yaşamımız da mütevazı, ama çok yönlülüğümüz var. Doğayı seviyoruz, geziyoruz. Biz Gaziantep’i de seviyoruz, Artvin’i de, ama Edirne’yi de.” imse şaşırmıyor, çünkü beklenen gerçekleşiyor. Dünya finans piyasalarındaki sarsıntı, herkesin bildiği, beklediği bir sevimsizliktir. Sistemi, çok daha kötü noktalara taşıyabilir. Ama ondan daha önemlisi, bir tür “intikama” tercüman olmasıdır: Yoksulların, on yıllardır “söğüşlenenlerin”, göz göre göre ve kendi rızalarıyla soyulan milyonlarca küçük insanın sistemden intikamıdır bu. İntikam? Başka türlü de ifade edilebilir: Şu yere göğe konulamayan serbest piyasa ekonomisi, şimdilerde neoliberal varyasyonuyla, bazı patronları tasfiye edip yerine yeni ve daha azgınlarını yerleştirecek. “Sermaye gömlek değiştiriyor” da diyebiliriz. Tamam; fakat “bire kadar kırılan” yine o üreten milyonlar, emekçiler olacak. Sistem, çok ciddi bir sarsıntının içinde. Merkez, bu sarsıntıdan fazla hasar almadan çıkabilir, ama tabii çöküşün sonuçlarını “çevreye”, örneğin köklerimizin bulunduğu Türkiye tipi ülkelere yansıtabilirlerse, bu böyle... Yoksullar, üretim maliyetlerinin daha da düşürülmesi adına reel gelirleri sürekli düşürüldüğü için ödeme güçlüğüne girerek dünyanın kaymak tabakasını zora sokuyor. Trajik mi? ??? Çok daha trajik, hatta trajikomik noktalar da var. Biri, dünyanın en büyük bankalarından birinin baş yöneticisinin, Deutsche Bank ve Josef Ackermann, çağrısıdır herhalde: Kendi bankası da sallanmaya başlayınca her fırsatta “ekonomiden uzak dursun” dediği kamu iradesini, hükümetleri, merkez banklarını falan göreve çağırmaya başladı. Sabah akşam övdükleri tanrılarının, piyasanın yani, artık kendi kendisini bu sıkıntıdan kurtaracak bir gücü olmadığını da itiraf ediverdi. Piyasa şampiyonları teker teker dökülmeye başlıyor. “Sosyalizmin bitirildiği bir dünyada dizginlerinden boşanmış kapitalizm” olarak da tanımlanabilecek neoliberalizm, zenginleri daha zengin yoksulları daha yoksul yapamaz oluyor. Galiba. Neoliberal çağın tüm şımarıklarının şimdi devlete dönüp, elbette yine milyonlarca emekçinin sırtından “Bizi kurtarın!” demesi, başka türlü yorumlanamaz: Deniz bitiyor! Yarattıkları krizi bile kendilerine K cutsay?gmx.net Cenevre’de Batı Trakya ABTTF, 20’nci kuruluş yılı paneli etkinlikleri sürüyor CENEVRE (Cumhuriyet) Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF), 20’nci kuruluş yılı etkinlikleri kapsamında BM İnsan Hakları Konseyi’nin geçen hafta gerçekleştirdiği 7’nci oturumu paralelinde “İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Paralelinde Batı Trakya Türk Azınlığı’nın Sorunları” başlıklı bir panel düzenledi. Azınlık hakları ve Batı Trakya Türk Azınlığı’nın durumunun gündeme getirildiği panele konuşmacı olarak Batı Trakya’dan Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği (BTAYTD) Eski Başkan Yardımcılarından Pervin Hayrullah ve İskeçe’den Avukat Sinan Kavaz katıldı. Oturum başkanlığını Avrupa Halkları Federal Birliği (FUEN) Başkanı Hans Heinrich Hansen’in yaptığı panelde, Batı Trakya Türk Azınlığı’nın hakları ve azınlığa yönelik hak ihlalleri tartışıldı. ABTTF adına federasyonun Uluslararası İlişkiler Sorumlusu K. Engin Soyyılmaz’ın açılış konuşması ile başlayan panelde oturum başkanlığını yapan FUEN Başkanı Hansen, azınlıkların ve devletlerin karşılıklı sorumluluklara sahip olduğunu vurguladı. Batı Trakya Türk Azınlığı’na yönelik insan hakları ihlallerinin BM gündemine ABTTF tarafından taşındığı panelin konuşmacılarından Pervin Hayrullah da, Batı Trakya’daki Türk azınlığa yönelik olarak “Türk etnik kimliğini reddetme” temelinde politika izleyen Yunanistan’ın azınlık hakları uygulamalarını ve ihlallerini ayrıntılı bir şekilde dile getirdi. Daha sonra söz alan Sinan Kavaz, Yunan Vatandaşlık Yasası’nın 19’uncu madde hükmüyle vatandaşlıktan çıkartılan 60 bin Batı Trakya Türkü’ne yönelik hak ihlallerini işledi. Kavaz, konuşmasında, azınlığın kurduğu derneklerin adında “Türk” sözcüğü geçtiği için kapatıldığını, yenilerinin ise kurulmasına izin verilmediğini vurguladı. Yunanistan’ın BM nezdinde Daimi Temsilciliği’nden Michael Diamessis ve Marios Lyberopoulos’un panele dinleyici olarak katılması Batı Trakya Türk Azınlığı’nın yaşadığı sorunların geniş ve ciddi bir kitleye aktarıldığının göstergesi olarak değerlendirildi. Batı Trakya Türk Azınlığı’nın sorunlarının BM gündemine taşınmasının önemine dikkat çeken Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF) Başkanı Halit Habipoğlu, “Üzülerek söylüyorum ki ülkemiz, kendi tezini savunmak için de olsa, sorunlarımızı ancak uluslararası arenada dile getirdiğimizde bizimle diyalog kurma çabası gösteriyor” dedi. Habipoğlu, “Aramızda büyüyen ve bizim oylarımız sayesinde siyasette mevki edinmiş kimselerin Azınlık’ı ilgilendiren konularda Azınlık’ın fikrini almaksızın çıkarılmasına onay verdikleri yasaların varlığına rağmen Azınlık’ın dünyadaki sesi olarak ABTTF’nin büyük bir kararlılık ve azimle çalışmalarına devam edeceğini” belirtti ve FUEN’in desteği ile haklı bir dava yürüten ABTTF’nin yoluna her gün biraz daha güçlenerek devam ettiğini söyledi. “Ç ok olun!” dendikçe, ben A. Kadir’in dizelerini hatırlıyorum: “Çok olun, çocuklar, çok olun, yüzlerce olun, binlerce olun, onbinlerce. Daha çok olun, daha çok olun, yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun.” Dünyayı güzelleştirecek, kapıları camları güneşe açacak çocukların çoğalmasını istiyordu şair. ??? Çoğalmak, aynı zamanda mutluluğu çoğaltmakla birlikte gerçekleşiyorsa anlamlı. Bağımsızlık savaşına, barışçıl karakterli insanlarına hayranlık duyduğum bir ülke olan Hindistan, çok nüfuslu olmanın getirdiği sorunları geleneksel nedenlerle bir türlü aşamayarak yoksulluğun pençesinde kıvranıyor. Oysa bilime yaptığı katkılarla, yetişmiş insan gücüyle, doğal kaynaklarıyla gelişmiş bir ülke olmayı ne kadar da hak ediyor. Ne öyleyse elini ayağını bağlayan? DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Çok Olun, Aç Olun, Cahil Olun! Meriç nehrini geçip de bu ülkeye girdiniz mi, ta Selanik’e kadar 400 kilometre boyunca küçük köyler, kasabalardan başka hiçbir şey görmezsiniz. Yine oradan çıkıp Atina’ya kadar 500 kilometre daha gidin, yine aynı. Dingin bir doğa, dingin, mutlu insanlar. Ne bizdeki gibi sitelerle doldurulmuş kıyılar, ne yüksek yapılar. Dünya kurulduğundan beri değişmemiş gibi duran doğa parçaları... ??? Çok olmak, mutluluk ve refahla birlikteyse anlamlı. Ülkemizin nüfusu gelmiş 70 milyona. Ancak bugünkü kalkınma düzeyimizle bu nüfusa ne yeterli, iş ne de eğitim olanakları sağlanabiliyor. İnsanlar işsiz Fazla nüfus. Bir milyarı aşkın insan yaşıyor Hindistan’da. Ülke coğrafyası ne denli büyük olsa da bu nüfus çok fazla. Kilometrekareye 329 kişi düşüyor. Ortalama çocuk sayısı 3.2. Bebek ölüm oranı binde 63. Ülke nüfusunun ancak yarısı öğrenim olanağı bulabiliyor. Gerisi ne yeterli beslenebiliyor, ne de çağdaş olanaklardan yararlanabiliyor. Buna karşın yanı başımızda az nüfuslu bir örnek olarak komşumuz Yunanistan var. Nüfusu yaklaşık 10 milyon. Kilometrekareye 82 kişi düşüyor. Bebek ölüm oranı binde 5. Herkes eğitim olanağına sahip. Bizdeki kadar dolar milyarderi olmayan, ama yoksulluğun da olmadığı bir orta sınıf toplumu. likten ülkenin bir ucundan öbür ucuna savrulup duruyor. Sokaklar hiç eğitim alamayan çocuklarla dolu. Büyük kentlerdeki insanların yarıdan çoğu kaçak yapılarda, yetersiz altyapı olanakları içinde yaşıyor. İnsanlarına insanca yaşam olanakları, eğitim, sağlık, iş sunamayan yönetimlerin çoğalın çağrısı yapmasının ne anlamı olabilir? Bu koşullarda çoğalmak, daha çok işsizlik, daha çok eğitimsizlikten başka ne anlama gelir? O zaman neden çoğalmalı? Daha çok aç, daha çok cahil bir toplum olmak için mi? Aç ve cahil toplumlar daha kolay yönetildiği, yönlendirilebildiği için mi? Oysa yönetim sanatı daha başka: Nâzım’ın diliyle söylersek: “Çocukların, ama bütün çocukların, / kırmızı elmalar gibi gülüşü…” “yani yurttaş ödevi sayılması bahtiyarlığın.” [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle