28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 Yaptıklarımdan dolayı hiç esef duymadım Ayşe YILDIRIM Yaşamı sorgulamaya daha çocuk yaşlarda başlamıştı Sadun Aren. 1617 yaşlarındayken “... vuruldukça ses veren bir teneke gibi, ağlatıldığı için ağlamak, güldürüldüğü için gülmek istemiyorum” dedi ve öyle de yaptı. Edith Piaf’ın “Ben yaptıklarımdan dolayı hiç esef duymadım” şarkısındaki gibi yaşadıklarından hiç pişmanlık duymadı... Sınıfsız, sömürüsüz, eşitlikçi, özgürlükçü, barışçı, kimsenin kimseyi horlamadığı bir dünya özlemi vardı onun. Bunun için verilen kavgada yerini aldı. İktisatçı Prof. Dr. Sadun Aren, sosyalizmin Türkiye’deki öncülerindendi. Akademik kariyerine 1944 yılında mezun olduğu Siyasal Bilgiler’de asistan olarak başladı. Üniversite hocalığına doçent ve 1957 yılında aldığı profesörlük unvanıyla devam etti. 1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nda danışmanlığa getirilen ve 1962’ye kadar bu görevde kalan Aren, kurucuları arasında yer aldığı Türkiye İşçi Partisi’nden 1965 yılında İstanbul Milletvekili olarak Meclis’e girdi. Türk siyasetinin onu tanıması da böyle başladı. İlerleyen yıllarda yaşanan tartışmalar, yol ayrılıkları olsa da Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran’la ibrlikte TİP’in üç isminden biri oldu. Dünyaya hep ‘puslu bir camın arkasından’ baktığını söylese de öğrencileri ve dava arkadaşları için o hep “körler ülkesinin görenlerinden biri” ve “Sadun Hoca” olarak kaldı. Üniversite hocalığını çok ciddiye aldı. Bilginin, öğrenmenin ve öğretmenin yüceliğini kendi deyimiyle ‘aydın olmanın anlamını’ şöyle anlatıyordu: “Cahil bir adamla aydınlanmış bir adamın yürüyüşü, duruşu, davranışı arasında bile fark vardır. Aydın adam isabetli seçimler yapabilir. Cahil insan, kim akıllıdır, kim iş yapar, kim dürüsttür, bunu ayıramaz. Ama aydın bir insan ayırır. Politikada daha iyi partileri ve adamları seçer. Daha iyi doktoru, daha iyi gazeteciyi takdir eder, daha iyi arkadaş, daha iyi eş seçebilir. Aydın olmanın iyiyi kötüden ayırt edebilme gibi bir yanı da vardır.” Aydın olmanın Türkiye’deki bedellerinden biri olan işkence ve hapishane ile de sık sık haşır neşir oldu Sadun Aren. İlk tutukluluğunu 1951 yılındaki “Türkiye Komünist Partisi tevkifatı” sırasında yaşadı. Ardından 12 Mart 1971 darbesi ve TİP yöneticileri davası. 12,5 yıla mahkum oldu, 2,5 yıl yattı. Daha sonra DİSK’te görev alan Aren, 12 Eylül darbesiyle birlikte yeniden cezaevine döndü. Bu kez hem DİSK davasından hem de yazdığı kitap nedeniyle yargılandı. Sosyalist Birlik Partisi’nin Genel Başkanlığını yaptı. ÖDP’nin onursal genel başkanı oldu. C röportaj YANSIMA OSMAN İKİZ 21 MART 2008 CUMA Bu Yol Kaos Yoludur dartlar diyarı Avrupa, faşist hareketlere yeniden canlanıp yeşerme fırsatı verdi. Bu partilerin birçoğu yakın gelecekte kilit partiler konumuna gelebilir. Ve faşistlerin hedefi bu kez Müslümanlar. Müslümanların Avrupa’daki varlığı kırk yılı geçti. Fanatik Müslümanların ortaya çıkışı bunların örgütlerinin kendini hissettirmesi ise o kadar eski değil. Irkçı hareketlerin güçlenmesi bunların güçlenmesiyle paralellik gösteriyor. Yani diyalektiğin şaşmaz yasası işliyor. Düşman kutuplar birbirini besliyor. Caddeleri dolduran türbanlılar, kuran kursları, özel Müslüman okullarında ilkokul çocuklarının ders aralarında namaz kılması, İslami örgütlerin Müslümanlar için geçerli olmak üzere parlamentolardan şeriat yasalarını kabul etmeleri yolunda talepleri Avrupalıları ürkütmeye başladı. Bu endişe havası ırkçılara arayıp ta bulamadıkları zemini yaratmakta. Avrupa ülkelerine tek tek bakıldığında ırkçı partilerin bu korku atmosferinde güçlendikleri görülüyor. Avrupa’nın ırkçı partileri Ekim’de Brüksel’de toplandılar. Avrupa kıtasını kapsayacak partilerinin adı muhtemelen Avrupa Özgürlük Partisi olacak. Çağrı için seçtikleri slogan da ilginç: ‘’Avrupa ülkelerinin bütün yurtseverleri birleşin.’’ Guardian’dan David Younge, bu yıl The Nation’un ilk sayısında şöyle yazdı: ‘’Yabancı düşmanlığı, ırkçılık, milliyetçilik gibi gibi lanetli akımların ortak ifadesi olan faşizm bugün tekrar Avrupa’nın en güçlü ideolojisi haline geldi. Bunların sözcüleri artık sadece seçimlere katılmakla kalmayıp seçiliyorlar da. Hem yerel yönetimlerinde oturuyorlar hem parlamentolarda.’’ Irkçılara küfredip içimizi rahatlatmak çözüm değil. Türbancı, tarikatçi, gerici, İslamcı hareketler yüzünden bütün Müslümanlar hedef olacak. Dünya kritik bir dönemden geçerken, İslamcılık kaos yaratmak isteyenlere maşa görevi görüyor. osman.ikiz?tele2.se DEMİREL: SİZİ ÖRNEK GÖSTERİRDİM 1965 seçimlerinde TİP, 15 milletvekiliyle meclisteydi. Bugün efsane haline gelen tartışmalar, kavgalar başlamıştı. Sosyalist TİP’liler Meclis’i benimsememişlerdi. Hiçbiri Meclis’i dolaşmadı. Sadece grup odasından Genel Kurul’a nasıl gidilir, lokantaya nasıl çıkılır onu biliyorlardı. Başka bir yere konsalar herhalde kaybolurlardı. AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel’le de kürsüde sık sık tartışıyorlardı. Ancak aradan yıllar geçip Aren Sosyalist Birlik Partisi Başkanı, Demirel de Cumhurbaşkanı’yken yeniden bir araya geldiler: “O zaman Demirel Cumhurbaşkanı’ydı ve üç ayda bir parti liderleriyle görüşüyordu. Bu görüşmelerin ilkinde bana, ‘Ben arkadaşlarıma TİP’i örnek gösterirdim. Onlar gibi çalışın, dikkatli olun, ufkunuz geniş olsun vs. derdim’ demişti.” BEHİCE BORAN’I BENÖNERDİM Beraber mücadele ettiği, artıları eksileriyle sevdiğini her zaman dile getirdiği Behice Boran’ın TİP’in başına geçmesini Sadun Aren istedi. Kendisine önerilen genel başkanlığı reddedip “Ben uyanık bir insan değilim, başkanlığın gerektirdiği vasıflar bende yok” diyerek Behice Boran’ın genel başkan olmasını istemişti.. “Behice Hanımla arkadaşlığım iş arkadaşlığı çerçevesindeydi. Fakat bir gün, galiba uyanık olmadığı bir sırada bana ‘Amerika’dan gelirken bir dans elbisesi getirdim, ama bir kere giyebildim’ demişti. Herhalde boş bulundu, yoksa özel hayatından bana hiç bahsetmezdi. Sıdıka Su ile iyi arkadaştı. Sıdıka insan münasebetlerinde saf bir tarafının olduğunu söylerdi. Çok disiplinliydi, her şeyin usulüne uygun yapılmasını isterdi. Kekre bir yanı da vardı. Şöyle bir anım var: Bir parti gecesi yapılıyordu. İçki falan içilmiş, gençler omuz omuza pistte halka olmuşlar, aralarında ben de, Behice Hanım da varız, Ruhi Su’nun türkülerini söylüyoruz. Bazı çocuklar coşkudan ağlıyorlar. Birden Behice Hanım, ‘Türkünün orasını uzatacaksınız, öyle söylenmez’ dedi. Tabii büyü bozuldu, türkü coşkusu da bitti. Şimdi bunu iki türlü yorumlarsınız. Birincisi, fazla duygusal değil, o çocukların farkına varamıyor. İkincisi de her şey iyi yapılsın istiyor. Bir de bu yanı var. Bu, böyle, Behice Hanımı anlatan tipik bir olaydır.” umhuriyet Başsavcısı, şeriat hazırlığı içinde olduğunu iddia ederek AKP’nin kapatılmasını talep edince Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘’Bizi yolumuzdan döndüremezler’’ diye konuştu. Demek AKP’nin dönmeyeceği yol Başsavcı’nın işaret ettiği şeriat yolu. Başbakan kendi sözleriyle itiraf etti. Bu yol hepimizi felakete sürükleyecek, hala görmek istemiyorlar. Ilımlı İslam projelerini hazırlayanların, tarikatleri palazlandıranların kuklaları ateşe körük sıkıp duruyorlar. Bu türban salgınını kim çıkardıysa, üreyerek Avrupa’yı İslamlaştıracakları fikrini Müslümanların kafasına kim şırınga ettiyse amacına ulaştı. Türkiye kaosun içine yuvarlandı. Avrupa aynı yolda hızla ilerliyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yabancı düşmanı, ırkçı partiler hiç bu kadar güçlenmemişti. Hepsinin ortak düşmanı Müslümanlar. İnternette binlerce blog, bu partilerin hazırladığı video filmleri, dergiler, gazeteler İslam’ı bir öcü gibi gösterip Müslümanları düşman ilan ediyor. Irkçı, yabancı düşmanı partiler Avrupa’da yeni değiller. Eskiden de yabancı düşmanlığı yapıyorlardı. Yabancı düşmanlığı bu partileri marjinallikten kurtaramamıştı ama artık marjinal olmaktan çıkıyorlar. Irkçı partiler Müslüman düşmanlığıyla yerel yönetimlerden parlamentolara sıçramaya başladılar. Şu anda Avrupa’da ideolojik tartışmaların ana kulvarını, İslamofobi denilen İslam Korkusu, Müslüman düşmanlığı oluşturuyor. 2007’nin en çok satan İngilizce kitaplarından biri While Europe Slept adını taşıyor. Dünyanın en büyük yayınevlerinden Random House tarafından yayınlanan kitabın yazarı Bruce Bawer, Avrupalılar’ın demokrasi, insan hakları falan derken, fanatik İslami hareketlerin işgali altına girdiğini, bu gelişmenin de ırkçı hareketleri güçlendirdiğini anlatıyor. Irkçılığın nasıl felakete yol açtığını insanlık İkinci Dünya Savaşı’nda gördü. Faşizm tarihte kapkara bir sayfa olarak yerini çoktan aldı, buna rağmen çifte stan C İLK EYLEM ATATÜRK İÇİN 1922 yılında Erzurum’da doğdu Aren. Babasının görevi nedeniyle Türkiye’yi dolaştı. İlk toplumsal eylemini liseye giderken Atatürk’ün ölümü nedeniyle yaptı. O sırada Eskişehir’delerdi: “Atatürk’ün öldüğü resmi bir tebliğle bildirildi. Arkadaşlarla ne yapalım diye düşündük. Kahvelerde plaklar, şarkılar çalıyordu. Önce bunları susturalım dedik. Kahveleri bir bir dolaştık, şarkı çalınmasın dedik, kimse itiraz etmedi, yayını kestiler. Sonra sinemaya gelenler kendi aralarında ‘Öğrenciler sinemaya girmeyi yasaklamışlar’ diyorlar. Bu, katıldığım ilk toplumsal eylemdi.” YILLIK HAYAT ARKADAŞI MUNİSE Bir yastıkta 60 yıl geçirdiği eşi Munise ile kız kardeşi Nilüfer aracılığıyla tanıştı. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde okuyan Nilüfer, aynı fakültede klasik filoloji eğitimi gören Munise’den ağabeyine bahsetmişti. Bir gün ikisini tanıştırdı. Kısa bir süre sonra nişanlandılar. 25 Ekim 1948’de de evlendiler. İki çocukları oldu. 1951 yılında kızları Yeşne, 1958 yılında ise oğulları Haldun dünyaya geldi. Kavgasız, gürültüsüz, ihtilafsız süren evlilikleri boyunca Munise ve çocuklar, babalarını hiç yalnız bırakmadılar. Sadun Aren, her tutuklandığında Munise yanına çocuklarını alıp yaz kış demeden hapishane hapishane eşinin peşinden dolaştı. BÜR İNSANLARIN İÇİNDE YAŞADIM O kendi deyimiyle yaşam olarak başka insanlara dağılmıştı. O insanları da özelliklerinden ötürü seçmişti. Bazen babası, bazen eşi, bazen bir arkadaşı, bazen çocukları: “Politikacı olmanın bir özelliği vardır. Etrafındaki insanların düşündüklerini, özlemlerini, hırslarını bilmeyi ge rektirir. Ben etrafımdaki arkadaşlarıma öyle bakmam. Onların acaba ne özlemleri ne hırsları var anlamında etrafımı anlamaya uğraşmadım. Onun için insanları tanımadım. İnsanlara puslu bir camın arkasından baktım. O insan aşık olabilir, hırslı olabilir, mevki hırsı olabilir, kindar olabilir, vs. Bunları hiç bilmem. Bütün insanları aynı şekilde hareket ederler gibi bir düşünce vardı bende. O anlamda bütün hayatım boyunca insanları ihmal ettim. Ama bunu daha çok kendime dönük olduğum anlamında yorumlamamak lazım. Çünkü öyle de değil. Bu, her insan aynı şekilde düşünür gibi bir düşüncenin mahsulü. Mesela hayatımın çok büyük bir kısmını öbür insanların içinde yaşadım. Buna ben başkasında yaşamak diyorum. Bu, başkası ne der endişesi değil; bu, toplumsallaşma.” ARALAR TÜCCARA ÖDETİLDİ Milletvekilliği döneminde iki dış geziye katıldı Aren. Biri Macar Elçiliği’nin davetiyle Macaristan’a, diğeri de her partiden bir kişinin bulunduğu Romanya gezisiydi. Romanya ve Türkiye arasında Rumen Havayolları’nın ilk uçak seferi açılıyordu. Heyette işadamları da vardı. Heyetin Başkanı AP’den Saadettin Bilgiç: “Yurda dönerken uçakta vergisiz içki, parfüm vs. satılıyordu. Herkes pek çok şey aldı. Ben bir şey almak istemedim, ama Saadettin Bey, ‘Sadun Bey siz de alın’ diye o kadar ısrar etti ki sonunda bir kolonya aldım. Bütün bunların parasını bizimle gelen bir tüccara verdirdiler. Bu, benim için tabii çok tuhaf bir şey oldu. Bu, belki işadamlarıyla politikacılar arasındaki ilişkilerin en masumuydu, ama ben doğrusu biraz sıkıldım.” ĞUR İLE ADİL MUZİP İNSANLAR 12 Mart darbesinin ardından bir gece yarısı tutuklandı. Ankara’da Yıldırım Bölge’de koğuş haline sokulmuş bir ambara konulmuştu. Cahit Talas, Halit Çelenk, Bahri Savcı, Uğur Mumcu, Adil Özkol, Mümtaz Soysal, Fen Fakültesi’nden birkaç profesör ve doçent de oradaydı. Onları da fakülteden bir kadın profesör ihbar etmişti: “Orada aşağı yukarı bir hafta kadar kaldı. Bir süre sonra Behice Hanımı da almışlar, getirdiler. Ama tabii o kadınlar koğuşundaydı, göremiyorduk. Sabahları Fen Fakültesi dekanı olan arkadaş bize cimnastik yaptırırdı. ... Uğur ile Adil çok muzip gençlerdi. Bana daha önceleri yaptıkları bazı olayları da anlatmışlardı. Mesela yolda giderken bir milletvekili görüyorlar, birisi gidiyor elini öpüyor, ötekisin de ‘Bizim gençlik kollarımızdan’ diye takdim ediyor vs. Bu, onların bir tür eğlencesiymiş. İkisini de sonradan daha yakından tanıdım. İkisi de son derece muzip, fakat son derece de tatlı insanlardır.” AMAK’TAKİ ‘VİTRİN’ KOĞUŞ Bir hafta sonra Ali Elverdi’nin başkan olduğu askeri mahkemenin karşısındaydılar. Behice Boran, Adil Özkol, Hüseyin Ergün, Yalçın Cerit’le birlikte. Tabii tutuklandılar. Bu kez istikamet Mamak’tı. Biraz yaşlı olanları ayrı bir koğuşa koydular. Partinin kapatıldığını Mamak’ta öğrendiler: “Bizim koğuşta Adil Özkol, Uluç Gürkan, İlhami Soysal, Mümtaz Soysal, Muammer Aksoy, Hüseyin Ergün, Veli Kasımoğlu, Dursun Akçam, Osman Akyol, Fakir Baykurt, Turgut Kazan vardı. Diğer arkadaşlar bizim koğuşa ‘Vitrin’ derlerdi. Tutuklulardan Osman Akyol emekli maaşını alacaktı. Ama ancak kendisine verebiliriz demişler. Onun için alıp bankaya götürdüler. Kendisini bankaya götürenlerden izin alıp bir lokantaya gitmiş, içki de içmiş, dönüşte yanakları kızarmış, çakırkeyf bir halde gelmişti. Çok kıdemli, değerli, çevresinin saygı duyduğu bir arkadaştı.” EZAEVİNDE YAZILAN KİTAP “Günlerimiz çalışmakla, okumakla geçiyordu. Ben orada bir kitap yazdım. Ekonomi Dersleri diye bir kitaptı. Akademik ekonomiyle Marksist ekonomiyi inceleyip, benzer yanlarını ortaya koyan bir kitaptı. Çıktıktan sonra Gerçek yayınevi’nde basıldı. Bence benim en iyi kitaplarımdan biridir. Ama o kitap yüzünden sonra bir kere daha tutuklandım. 1976’da basıldıktan sonra bir daha da basılmadı. Bu kitap iki kısımdan oluşuyordu. Birinci kısımda Marksizm anlatılıyor, ikinci kısımda klasik iktisatla paralellikler kuruluyordu. Benbu kitabın ikinci kısmını Akademi’de ders olarak okutmuştum. 1980’de bu yüzden tutuklandım. Eğer ilk kısmını okutsaydım kim bilir başıma neler gelecekti. .. Arkadaşlar bana tahtadan bir rahle yaptılar. Ben sinema artistlerinden Türkan Şoray’ı çok beğenirdim. Onun bir fotoğrafını da rahlenin üzerine koyup gergin bir naylonla kapladılar. Kitabımı onun üzerinde yazdım.” İSK, 12 EYLÜL VE YİNE CEZAEVİ Hapisten çıktıktan sonra arkadaşlarıyla yaşadığı kırgınlıklar nedeniyle II TİP hareketi içinde yer almadı. 1976 yılında katıldğı DİSK’in 1 Mayıs törenleri sırasında Kemal Türkler DİSK’e danışman olmasını teklif etti. Teklifi kabul eden Aren, danışmanlığın dışında Araştırma Dairesi Başkanlığı görevini de üstlendi. 1977’de Abdullah Baştürk’ün genel başkanlığı kazanmasının ardından Aren görevine devam etti. Ardından Ankara’da bir araştırma enstitüsü kurdu. 12 Eylül’ün ardından Nisan 1981’de tutuklandı. DİSK ve DİSK’e bağlı bütün sendikaların yöneticileri tutuklanmıştı. Aşağı yukarı bin kadar insan... “..Orada on gün kadar kaldık. Yerde, tahtaların üzerinde, sıraların üzerinde yattık. Bazılarını götürüp işkence yapıyorlardı. DevYolcu bir genç vardı, onunla konuşuyorduk, ona işkence yapıyorlarmış. ‘Biraz sonra gelip yine alacaklar’ diyordu. Her gece nöbetçi değişiyordu. Bir gece uyumuştum, yahut uyumak üzereydim, beni kaldırdılar. Gelin, dediler gittim. Çok saldırgan tavırlı bir polis vardı, o gece o nöbetçiydi. Gittiğim yerde gözleri bağlı, işkence gördüğü anlaşılan insanlar vardı. Bazı sağcılar da vardı, ama onlar o polisin olduğu nöbetlerdekendilerini daha özgür hissediyorlardı. O sağcı tutuklulardan ikiüç kişiye beni göstererek, ‘Yatırın bunu’ dedi. Yatırdılar. Birisi ayaklarımı tutu, diğeri de falaka attı. Saydım, on iki tane vurdular. Sonra bıraktılar, ama hiçbir şey söylemediler; halbuki işkence bir şey söyletmek için yapılır. Çıktıktan sonra ‘Bunu şikayet etmek istiyorum, gerçi birşey çıkmaz, ama bu bana görev olarak düşer’ dedim. Kenan Evren’e hitaben, hem bana hem de bütün orada olan insanlara yapılanları anlatan bir şikayet mektubu yazdım ve böyle bir insana polis yetkisi verilmemelidir diye de bitirdim.” Mahkemeye yolu bir kez daha düştü Aren’in. Bu kez Barış Derneği davasında yargılanıyordu ama beraat etti. M D P Uluslararası Ankara Müzik Festivali gümüş yılını kutluyor Kültür Servisi 24 yıldır Ankara’yla özdeşleşen Uluslararası Ankara Müzik Festivali bu yıl gümüş yılını kutluyor. 426 Nisan 2008 tarihleri arasında yapılacak festival, Türkiye ile birlikte 18 ülkenin sanatçılarını toplam 23 etkinlikle başkentlilerle buluşturacak. Açılışta, Erol Erdinç yönetimindeki Hacettepe Senfoni Orkestrası, Çetin Işıkozlü’nün yeni yapıtı “Yeni Bir Dünya Senfonisi”nin dünya ilkçalınışını gerçekleştirecek. Festival Işın Metin yönetimindeki Bilkent Senfoni Orkestrası’nın, çellocu Mischa Maisky’ye eşlik edeceği gümüş yıl özel konseriyle sona erecek. 15. sanat yılını kutlayan Bilkent Senfoni Orkestrası, ayrıca, 12 Nisan’da Emil Tabakov yönetiminde piyanist Dimitris Sgouros’a, 19 Nisan’da da Jose Miguel Rodilla yönetiminde kemancı Tedi Papavrami’ye eşlik edecek. Türkiye’nin ilk çoksesli müzik hareketinin başladığı, ilk müzik okullarının kurulduğu kültür başkenti Ankara’nın müzik zenginliğinin yansıtılması amaçlanan festivalin 25. yılında, Ankara orkestraları ve Ankara’nın yetiştirdiği sanatçılar ağır basıyor: Usmanbaş Özel Konseri ile İnci Özdil yönetimindeki orkestra@modern ve piyanist Türev Berki; Ertuğ Korkmaz yönetimindeki Akademik Başkent Orkestrası ile kemancı Eren Kuştan; Bando Albayı Halil Aşık yönetiminde piyanist Gülsin Onay’a eşlik edecek TSK Armoni Mızıkası; caz topluluğuyla basçı Kamil Erdem, gitarist Ahmet Kanneci, klarnetçi Ekrem Öztan, genç gitarist Eren Süalp, sihirli flüt Şefika Kutluer ve piyanist Muhiddin Dürrüoğlu Demiriz bunlar arasında. Hırvatistan’dan Zagreb Quartet, Almanya’dan Leipzig Quartet, Avusturya’dan Strauss Octette, İspanya’dan Pedro Navarro Trio ve siyahbeyaz Paris görüntüleri eşliğinde Poulain Trio ise festivalin oda müziği etkinlikleri arasında yerlerini alıyor. The Aluminum Show adlı modern dans gösterisi ile 15. festivalde beğeniyle izlenen İtalyan mim sanatçısı Ennio Marchetto’nun gösterileri de izlemeye değer. Klasik gitar dünyasının parlak yıldızlarından Manuel Barrueco ile Cuarteto Latinoamericano, 3 kez Grammy adayı olan Kübalı acapella topluluğu Cuban Vocal Sampling ve ezilenlerin sesi olarak ün yapan blues yıldızı Bettie Mae Fikes ise festivalin Amerika kıtasından konukları. Ankara’nın festivali bu yıl yedi ayrı salonda; MEB Şura Salonu, Bilkent Konser Salonu, Başkent Üniversitesi Konser Salonu, ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi, Saklıkent, Devlet Resim ve Heykel Müzesi Konser Salonu gibi farklı üniversite ve kurumların ev sahipliğinde yapılıyor. 60 C U Ö
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle