Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
21 MART 2008 CUMA kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL Demokratik bir hukuk devletinde şu kadar doğurun demek, kadınlara yönelik müthiş bir aşağılamadır C 15 Feminizm ahlaksızlık değildir! klım almıyor! Sanki bir düğmeye basıldı ve dört bir yandan, her yandan, aşağıdan yukarıdan, sağdan soldan, bilinen ve bilinmeyen her bir yandan kadınlara karşı saldırıya geçildi! Hani, yeni bir şey değil, hep böyleydi diyeceğim, ama Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Başbakan’ın birbiri ardından patlattığı inciler bu saldırılarla birleşince sistematik bir dayatmacılığa, baskıya, şiddete dönüşür oldu. AKP iktidarıyla kadınlara karşı ayırımcılık bin kat artmıştır. Hızla baskıcı ve totaliter bir tavra yönelmiştir. Başbakan’ın bir zamanlar sözünü ettiği “toplumsal mutabakat” çoktan bir yana atıldı, saflar güç gösterisine, “çoğunluk bende” yarışına girdi ki, bundan tehlikeli bir şey olamaz! Ama yine de en tehlikelisi nedir bilir misiniz? Ayırımcılığın sıradanlaşması! Kaç zamandır şu köşede, AKP iktidarında kadına karşı ayırımcılığın ulaştığı korkunç boyutları dillendiriyorum: Bugün çalışma yaşındaki her dört kadından biri istihdamda yer alıyor. Çalışan kadınların yüzde 70’inin hiçbir güvencesi yok. Son bir yılda 372 bin kadın çalışma hayatını bıraktı. Kadının aldığı ücret, aynı işi yapan erkeğinkinin yarısı. Dahası var: “Kocası iyi kazanıyorsa kadın çalışmamalı” diyen Bakanlar… “Çalışan kadın aldatır!” diye konuşan imamlar… “Kadınların ev dışında çalışmaları caiz değildir” diye fetvalar… Devlet dairelerinde ya da kuruluşlarda açılan sınavlarda “erkek olma” şartı koşmalar… Katıldığı 8 Mart kutlamasında her kadından en az üç çocuk doğurmasını isteyen Başbakan bu gerçekleri bilmez mi? Peki Türkiye’deki işsizlik sorununu, Türkiye’de her yıl bir milyondan fazla çocuk doğduğunu, bebek ölümlerinin binde 30 (uygar ülkelerde binde 5), doğum sırasında anne ölüm oranının hâlâ çok yüksek olduğunu, sokağa terk edilen çocukları bilmez mi, sokakta çalışmak zorunda bırakılan çocukları bilmez mi? Bir ülkenin gücünü belirleyen, nü Ara Sıra Canlanan Bir Heykel... A Feminizm bir düşünce akımıdır. Kökleri dünyada aydınlanma dönemine dayanır. Türkiye’de 19. yüzyıldan beri gündemdedir. Feminizm ekonomik, politik, toplumsal ve etik alanları kapsar. Feminizm kadının insan haklarını ve eşitliğini savunur. Ayırımcılığa karşı durur. Feminizm, “toplumsal cinsiyeti” analiz eder ve eleştirel bir bakış açısı sağlar. fusunun azlığı çokluğu değil, o nüfusun yaşam kalitesi, yaşam standardıyla, geleceğe ilişkin düşleriyle vizyonuyla ölçülür. Bunu bilmez mi Başbakan? ADIN BEDENİ ÜZERİNDEN POLİTİKA Başbakan bu yukarıdakileri elbet bilir, ama oy potansiyelini arttırmak için kadınlara doğurun önerisinde bulunabilir. Başbakan’ın bilmediği şu: Demokratik bir hukuk devletinde kadınlara şu kadar doğurun demek kadına ve erkeğe yapılabilecek en büyük hakaret, kadınlara yönelik müthiş bir aşağılamadır. Çocuk doğurmak ya da doğurmamak, kaç çocuk doğuracağı, ne zaman doğuracağına ilişkin karar kadına aittir. Bu onun bireysel hakkı, insan hakkıdır. Kadın bedeni üzerinden erkekler politika yapamaz! Partisindeki kadınlar Başbakan’a feminizm konusunda biraz ders vermeli diye içimden geçiriyordum ki Akşam gazetesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın web sitesinde “Kadın Hakları” içerikli bir yazıda olmayacak sözler buldu. Ben de girdim Diyanetin web sayfalarına. (O kadar çok yazı var ki bulmam güç oldu.) Şöyle deniyor “İnsan Hakları ve Kadın Hakları” K bölümünde: “Feminizm, ahlaki ve sosyal bakımdan çok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bir kere, feminizm hareketine kapılan kadın, genel olarak kayıtsız şartsız özgürlük düşüncesiyle aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değerleri hiçe saymakta; esasen sosyal hayatın hiçbir alanında, hiçbir insan için geçerli olmayan ‘Kendi hayatımı canımın istediği şekilde yaşamak hakkımdır!’ şeklindeki anlayışı, bütün değerlerin üstünde bir değer ve kanun kabul etmektedir.” “Ahlakını kötü özentilerle dejenere etmiş, aklını fikrini feminizme adamış, erkeklere savaş açmış bir annenin çocuklarından meydana gelen toplumdan ne umulur” diye soruluyor… Bu abuk sabuk açıklamaların neresini düzeltsem ki! Bu ve benzer sözler cehaletin daniskası. Ayrıcımlığa karşı çıkan kadınları daha önce ‘marjinal’ diye niteliyen Başbakan ve çevresinin zihniyetini ortaya koyuyor. Hiç olmazsa şu birkaç noktayı Başbakan dahil herkesin bilmesinde yarar var! 1. Feminizm bir düşünce akımıdır. 2. Kökleri dünyada aydınlanma dönemine dayanır. Türkiye’de 19. yüzyıldan (Osmanlı İmparatorluğu’ndan) beri gündemdedir. 3. Feminizm ekonomik, politik, toplumsal ve etik alanları kapsar. 4. Feminizm kadının insan haklarını ve eşitliğini savunur. Ayırımcılığa karşı durur. 5. Feminizm, “toplumsal cinsiyeti” analiz eder ve eleştirel bir bakış açısı sağlar. Bugünlük bu beş noktayla yetineceksiniz. Günümüzde feminizm, içine daldıkça daha ne çok öğrenmemiz, bilmemiz gerektiğini bize her an anımsatan bir bilim dalına dönüştü. Bu köşede derinliklerine dalmamıza olanak yok. Feminizm için çok şey söylenebilir, ama söylenemeyecek tek şey “ahlaksızlık” olduğudur. Ş zeynep@zeyneporal.com Selanik’te ödül şöleni Aslı SELÇUK SELANİK 10. Selanik Uluslararası Belgesel Film Festivali: 21. Yüzyılın Görüntüleri etkinliğinin ulusal ve uluslararası ödülleri dağıtıldı. Yunan Kızıl Haçı’nın verdiği süresi 45 dakikayı aşan, 4000 Avro tutarındaki uluslararası yapım ödülünü festivalin Faşizmin Yüzleri bölümünde gösterilen Hilary Helstein’ın As Seen Through These Eyes (ABD) adlı belgeseli kazandı. Ulusal dalda süresi 45 dakikayı aşan 4000 Avro’luk yapım ödülü Alinda Dimitriou’nun Birds in the Mire’ına gitti. Süresi 45 dakikanın altındaki yapım ödülünü (2000 Avro) uluslararası dalda Eva Weber’in City of Cranes’i (İngiltere), ulusal bölümde de Eleftherios Fylaktos’un The Archelon Bubble’ı (2000 Avro) aldı. Michel Euvrard (Kanada), Caroline Buck (Almanya), Matti Ramo (Finlandiya), Alex Leo Serban (Romanya), Vassilis Kehagias (Yunanistan) oluşan FIPRESCI (Uluslararası Sinema Eleştirmenleri jürisi) en iyi uluslararası belgesel ödülünü Tanaz Eshaghian’ın Be Like Others (KanadaABDİngitereİran), en iyi ulusal belgesel ödülünü Nikos Ligouris’in The Lovers from Axos adlı çalışmalarına verdi. Amnesty International jürisinin ödülü etkinliğin İnsan Hakları bölümünde izleyiciyle buluşan Bill Haney’in Price of Sugar (ABD) filminin oldu. WWF (Doğal Yaşamı Koruma Vakfı) jürisi Habitat bölümünde gösterilen Udo Maurer’in About Water: imdi “akil” bir adam diye ortalıkta boy göstermesi yok mu, insanı çileden çıkarıyor gerçekten. Özellikle laik kesimde kalem oynatan kimilerinin, “bakın İslami camiada bizim gibi düşünenler de var” demek ihtiyacını duydukları an, hemen Mehmed Şevket Eygi’ye sarılmış olmalarının, kişiyi sadece “bulunduğu yerle” değerlendirme, geçmişindeki kusurlarını görmezden gelme tutumumuzla ilgisi var tabii ki. “Geldiği yer şimdi iyi ise, geçmişinin ne önemi var?” diyenlere katılırım, ama, her zaman da doğru bulmam bunu. Özellikle geçmiş günahlarının özrünü vermeme kibri taşıyanlar söz konusu olursa. Mehmed Şevket Eygi’nin, deyimi bağışlayın, çıktığı kabuğu beğenmeme tutumu hep olagelmiştir. Milliyet’te kendisiyle yapılan bir söyleşide, “hep rahatsız bir muhalifim” demiş olması, zaman zaman yaptığı “zırt pırt” itirazları, muhalif olmak sanmasındandır. Oysa, içinde bulunduğu İslami çevrelerde “kendi iktidarı”nı kurma çabasında hayli ihtiraslı biridir Eygi. Kendisinde var olduğunu sandığı muhalifliği (!) iktidar olamayışındandır, inanın. Bir seçkinler dini olduğuna o kadar inanmıştır ki, İslam’ı köylülere uygun görmez örneğin. Bu beni ilgilendirmiyor elbette. Bunu sorun yapmaları gerekenler, içinde hep bir ayrık otu olarak kaldığı İslami çevreler olmalıdır. Beni, örneğin, mangalı sadece köylülüğe ait bir kullanım aracı olarak görmesi, kente uyum sağlayamamış kır kökenlilerin sınıfsal konumlarını hesaba katmadan, modernleşmemiş oluşlarını “Mangal kültürü nereden geldi anlamadım?” diyerek ifade etmeye çalışmış olması ilgilendirmektedir. Çünkü, savunduğu İslam anlayışı “Yüksek Sınıflar İslamı”dır. Böyle olduğu içindir ki, Müslüman kitlelere yaptığı her eleştiri, laik kesimlerde, “Müslümanların ne olduğunu bir Müslüman olarak Eygi ne kadar iyi biliyor” duygusunu uyandırır. Muhalifmiş gibi görünerek, güçlünün yanında olma tutumu Eygi’nin siyasi meşrebine de çok uygundur. Hep zinde güçlerin ya da egemenlerin “yedek gücü” durumunda olması bundandır. Dönem sosyalistlerin hırpalandığı bir dönem midir? Eygi hemen oradadır. Kanlı Pazar’ı bilmeyenler mutlaka araştırıp bulsunlar. Eygi’nin adına rastlayacaklardır hemen. Bu ülkenin antiamerikancı, antiemperyalist gençliğine özür borcu vardır bu adamın. O gençler ki, Amerika karşıtı bir gösteri için toplandıklarında, bir gün önce Eygi’nin ünlü Bugün gazetesinde “Kalkın ehli vatan, din elden gidiyor!” diyerek kışkırttığı kitlelerin saldırısına uğramış, olay, tarihimize Kanlı Pazar olarak geçmişti. Kış kırtma, toplulukların manevi hassasiyetlerini kullanma konusunda eline su dökülemez biridir Eygi. Ama hep iktidar yanlısı olarak yapar bunu. ??? Şimdiki eleştirilerini “iktidar” olan AKP’ye karşı yapıyormuş gibi görünmesi aldatıcıdır. “İktidar yanlısı olsa neden AKP’ye eleştiri yağdırıyor?” denebilir. Görünürdeki iktidara muhalif (!), “perde arkası” zinde kuvvetler iktidarına ise “teşne” oluşunu dikkatli gözler farkedebilir ancak. Tüm söylemlerinde, ırkçılık boyutlarına vardırdığı Yahudi düşmanlığı fark edilen Mehmed Şevket Eygi’yi, Necip Fazıl Kısakürek’in, “bizim camianın Yahudi’si” olarak nitelendirişi de ne kadar ilginçtir. AKP’ye karşı söylenecek söz, yapılacak çok eleştiri vardır. Yaşam biçimlerine müdahale edileceğine inananların AKP’ye karşı tutum belirlemeleri elbette doğaldır. Bir karşıtı olarak, AKP iktidarına ciddi itirazlarım, giderek ciddi bir muhalefetim olmasına rağmen, bu muhalefeti sergilerken, kimi laik çevrelerin, “tahammül edilebilir bir İslamcı” olarak Eygi’ye ihtiyaç duymalarını talihsizlik sayarım. AKP’ye karşı muhalefetimde, Eygi’ye ihtiyaç duyacak kadar küçülemem. Neden? Nedeni basit. İçinde bulunduğu camiaya da yük olmuş biridir Eygi. Bir zamanlar yakınında bulunan, çıkardığı gazetesinde yazan, M. Şahap Tan’ın, 1970 yılında yayınlanan “Bugünün Dervişi Mehmed Şevket Eygi Kimdir?” adlı kitabını bulup okumanızı öneririm. Tan’ın kitabının 120’nci sayfasındaki cümleler bir fikir verebilir belki size: “Yahudilerin düşmanı olduğunu iddia edip mukaddesatçı, milliyetçi zenginlerden para toplayıp gizlice de Yahudilerden hem açıktan, hem de ilan yoluyla paralar aldı.” Tan’ın da, kendisine benzeyenlerde bulunan Musevi düşmanlığı olumlanamaz elbette ama Eygi’nin kişiliği konusunda bir ipucu verebilir bu alıntı. Son günlerde kimi laik kalemler, Eygi’yi, bugün bulunduğu yerden bakarak olumluyor, ona “bilge kişi” tavrı takınıyorlar. Giderek, kırsal kökenli Müslümanlara yönelik insafsızca eleştirilerini, laiklik mücadelesinde veri alıyorlar. Oysa Mehmed Şevket Eygi, bir Golem’dir. Kimi Musevi kavimlerinde, insana benzer heykelciklerin, kısa süreliğine canlandığına inanılır. Golem bu heykellere verilen addır. Eygi de, zamanı gelince “canlandırılan” bir heykelciktir sadece. kemalerdemol@yahoo.co.uk FELSEFE OLİMPİYATLARI Özkut ve Unğan Türkiye’yi temsil edecek İstanbul Haber Servisi Türkiye çapında 501 lise öğrencisinin katıldığı “2008 Ulusal Felsefe Olimpiyatı”nda dereceye girenler belirlendi. 17 22 Mayıs tarihleri arasında yapılacak olan 2008 Dünya Felsefe Olimpiyatı’nda (IPO) Türkiye’yi Romanya’da Nur Banu Özkut ve Mehveş Unğan adlı öğrenciler temsil edecek. Türkiye Felsefe Kurumu (TFK) Başkanı İoanna Kuçuradi ve Çocuklar İçin Felsefe Birimi Başkanı Nuran Direk öncülüğünde 11 üyeden oluşan komisyon Türkiye’yi temsil edecek olan öğrencileri açıkladı. Kocaeli TEV İnanç Türkeş Lisesi öğrencisi Nur Babu Özkut birinci olurken, Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencisi Mehveş Unğan ikinci, Amerikan Robert Lisesi öğrencisi Ezgi Bereketli ise üçüncü oldu. Romanya’daki felsefe olimpiyatında Türkiye’yi olimpiyatın resmi dillerinden biriyle deneme yazarak Nur Babu Özkut ve Mehveş Unğan temsil edecekler. Yaşam kaynağı ve ölüm nedeni Uluslararası yapım ödülünü festivalin Faşizmin Yüzleri bölümünde gösterilen Hilary Helstein’ın As Seen Through These Eyes (ABD) adlı belgeseli kazandı. People and Yellow Cans’ini en iyi çevreci belgesel seçti. Ulusal kanal ERT 3’ün 3000 Avro tutarındaki Yayın ödülü Anlatılacak Öyküler bölümünde gösterilen, Fipresci’nin ulusal ödülünü de alan The Lovers from Axos’un (Nikos Ligouris) oldu. Yunan Sinema Merkezi’nin kısaorta metraj belgesel ödüllerini Vouvoula Skoura’nın Etel Adnan Words in Exile (2000 Avro) ile Aleksandros Papanikolau’yla Emily Yiannoukou’nun ortaklaşa yönettiği Alex (2000 Avro) adlı çalışmaları aldı. Yunan Sinema Merkezi, uzun metraj dalında Birds in the Mire (Alinda Dimitriou), The Mirror and the Knife (Dimitris Vernikos), The Lovers from Axos (Nikos Ligouris), The Third Takis (Katerina Patroni) belgesellerinin her birine 3000 Avro vererek toplam 12000 Avro tutarında destek verdi. Festivalin Portreler: İnsan Yolculukları bölümünde gösterilen The Mirror and the Knife (Dimitris Vernikos) MakedonyaTrakya Bakanlığı’nın 6000 Avro’luk ödülünü aldı. Festivalin üç ödüllü rekortmeni The Lovers from Axos’u, iki ödülle The Birds in the Mire ve The Mirror and the Knife adlı ulusal yapımlar izledi. Çeviri Servisi Bilim insanlarının gelecekte uğruna “savaş” çıkacağını, 2050’de 200 milyon kişinin yurdunu terk edip “iklimgöçer” olacağını iddia ettiği su, yıllardır iç savaşın yaralarını sarmaya çalışan Sierra Leone’li çocukların ekmek parası. Yeterli ve temiz su ve kanalizasyon altyapısına sahip olmayan Afrika ülkelerinden biri olan Sierra Leone’nin başkenti Freetown’un yoksul mahallelerinden Mabella’da 10 yaşındaki Sorie Sesay ve arkadaşları hijyenik olmayan kaynaklardan sağladıkları suyu plastik poşetlerde satıp evlerine ekmek götürüyorlar. Tabii, Afrika ve Asya’nın birçok ülkesinde olduğu gibi bu hijyenik olmayan ortam sıtma, ishal ve kolera gibi ölümcül olabilecek hastalıklara neden olduğu için su, yaşam kaynakları olduğu kadar ölüm nedenleri de olabiliyor. Uzmanlar, 22 Mart Dünya Su Günü öncesinde dünya nüfusunun yüzde 40’ının su arıtma tesisi ve kanalizasyondan yoksun yaşadığını, 2050’de 1 milyar Asyalının, yüz milyonlarca Afrikalının tamamen susuz kalacağını anımsatıp özellikle varsıl ülkeleri acilen önlem almak için harekete geçirmeye çalışırken, pis suların her gün öldürdüğü 3 bin 900 çocuktan biri olma tehlikesiyle burun buruna yaşıyorlar. (REUTERS)