27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

21 MART 2008 CUMA emokrasilerde siyasal partilerin kapatılamayacağını ileri sürenleri, çağımızın gerçekleri ışığında anlamak pek mümkün görünmüyor. Bırakınız bir yana basını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’nde AKP’yi kapatma davası açmasını eleştiren ülkelerin hemen hepsinin sisteminde de parti kapatma uygulamasının olmasını. Yine örneğin Almanya’da 1950’den sonra, tam beş kez parti kapatılmış olması gerçeğini de, tıpkı İspanya ETA’nın uzantısı Battasuna’nın, terör ile ilişkisini kesmemesi yüzünden daha yeni kapatılmış olmasını da bir yana koyalım. Hatta dilerseniz, bu son kapatma kararında, kimi barışçıl ve demokratik gösterilerin de, salt ETA’nın çağrısı ve gayesi doğrultusunda yapılmış olmasının da yine kapatma gerekçesi olarak kabul edildiğini görmezden gelebiliriz. Ama, demokrasilerde parti kapatılmasına karşı çıkanların mantığına bakalım. Onlar, “milli irade”yi demokrasinin tek ölçütü olarak kabul etmektedirler. Demokrasilerin emekleme döneminde bu gerçek fazla tartışılmazdı. Ama yaşananlar, kaynağını Jean Jacques Rousseau da bulan bu düşüncenin gerçeklerle fazla bağdaşmadığını herkese gösterdi. Peki ya milli irade de demokrasiyi istemez, baskı rejimi doğrultusunda oy kullanırsa ne olacaktı? ??? Böyle bir olasılık, daha yaşama geçmeden önce, Montesquieu tarafından ortaya atılmış ve iktidarı ellerinde tutanların onu kötüye kullanmaları eğilimine haberler DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN D Demokrasi Yalnız Milli İrade Değil dikkat çekilmişti. Yaşanan olaylar bu olasılığın çok ciddi olduğunu kanıtladı ve nihayet herkes, Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesiyle, yalnız milli iradeye indirgenen demokrasi görüşünün ne kadar yanlış ve kırılgan olduğunu insanlık tarihinin gördüğü en büyük musibeti yaşayarak gördü. Hitler 1933 yılında milli iradeye dayanarak iktidara geldi. Ondan sonra neler olduğu malum. 1933 yılından sonra yapılan seçimlerin baskı altında gerçekleştirdiğini söyleyenler haklı olabilirler, ancak hiç kimse Hitler’in tüm iktidarı süresince Alman halkının çoğunluğunun ondan desteğini çekmemiş olduğu gerçeğini yadsıyamaz. Peki şimdi kim, ardında milli iradenin bulunmasının Hitler rejimini meşru kıldığını söyleyebilir ? İflah olmaz faşistlerin dışında, tabii hiç kimse! Demek ki, kimi ahvalde, milli iradeye dayananlar da gayri meşru olabilmektedirler. İşte 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, demokrasilerin hemen hepsinde kurulmuş olan anayasa mahkemeleri bu gerçeğin saptanmış olmasının sonucudur. ??? Anayasal yargı denetimini düşüncesinin bizatihi kendisi, milli iradenin de denetlenebileceği gerçeğini içinde barındırır. Çünkü, anayasa mahkemeleri, milli iradenin ürünü olan yasama organlarını denetler. Yani çağdaş demokraside, milli iradenin de denetlenmesi gerçeği vardır. Ve bu denetleme de halkoylaması yoluyla yeniden milli iradeye gidilerek değil, ama yargı yoluyla yapılmaktadır. “Yüzde kırk yedi oy almış olan bir parti kapatılamaz” gibi düpedüz aptalca ve cahilce olan bir söylemin sahiplerinin yanılgısı işte buradadır. Burada bin kez yazdık, ama kimi taş kafalılar ile liboşlara anlatamadık. Çağdaş demokrasiler, milli iradenin her şeye kadir olduğu değil, tam tersine; olmadığı, kimi sınırlamalara tabi bulunduğu rejimlerdir. Bu görüşü, yine burada kaç kez yinelediğimiz bir örnekle açıklayalım: Bir parlamento, halk oyunun % 80 inini temsil eden ramazan ayında, oruç tutmayanların veya karısının başı örtülü olmayanların ya da tesettüre girmemiş kadınların kamu hizmetinde çalışmalarını yasaklayan bir yasayı çıkarsa bununla yetinmeyip, bir de halkoyuna sunarak, yüzde 95’le kabul ettirse, bu yasa milli iradeye uygun olur mu? Tabii ki olur! Peki demokratik olur mu? Tabii ki olmaz! Şimdi böyle bir yasayı çoğunluğun isteği diye baş tacı edebilir miyiz? Daha uzun söze ne hacet! asirmen?cumhuriyet.com.tr alkımız “demokrasi”yi nasıl algılar, bu ülkenin okumuş yazmışları “demokrasi” denilince ne yapar? Televizyonlardaki bilim insanlarını, sözde aydınları, yazarları, gazetecileri izliyorsunuz sanırım... İş dönüp dolaştı “Ergenekon Çetesi”ne dayandı. Tayyip Bey, sapına kadar solcu Ertuğrul Günay TV ekranlarında açık açık şöyle diyorlar: “Çetelerin üzerine gidilince bizim üzerimize gidildi.” 12 Eylül yasalarının geçerli olduğu, lider sultasının sürdüğü, yüzde 10 barajının bulunduğu bir ülkede Yargıtay Başsavcısı görevini yapınca yer yerinden oynuyor... Yoksulluğun ve yolsuzluğun egemen olduğu bir Türkiye’de yaşıyoruz!.. Milli Eğitim, polis örgütü tarikat şeyhlerinin müritlerine teslim edilirken gözlerini kapayıp susanlar, Cumhuriyet rejimini korumak adına görevini yapan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’yı neredeyse “vatan haini” ilan edecek... Abdurrahman Yalçınkaya’nın laik, demokratik Cumhuriyetin tehdit altında olduğunu düşünmesi, yaşanan olayları belgeleyip dava açması suç mudur? AKP yüzde 47 oy almış... Alır!.. AKP’nin sanki dokunulmazlığı ve kutsallığı var... Ne diyorlar: “AKP asla kapatılamaz! Halk iradesine karşı sivil darbe!” Abdurrahman Yalçınkaya bir savcı ve görevi kamu hukukunu korumak!.. AKP’nin kapatılmasını istiyor Yalçınkaya. Kararı Anayasa Mahkemesi verecek. O zaman AKP’deki bu telaş niye? H POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA Belçika’da Demokrasi... AKP neden ortalığı ayağa kaldırıyor? Dinci medya neden kelle istiyor? Yanıt verin bakalım!.. ??? Liberal tosuncuklar, Soros’un çocukları, tarikat müritleri, dinciler birlikte tempo tutuyorlar: “AKP kapatılamaz!” Zinayı günah sayan düşünce bugün iktidarda... Tren kazasını “Allahın işi” diye değerlendiren düşünce bugün Türkiye’yi yönetiyor... Hrant Dink cinayetine göz yuman yapılanma bugün devletin en duyarlı kurumunun başında... AİHM’nin “sıkmabaş” kararına “Bu işi ulemaya sorun” diyen de Tayyip Bey!.. Böylesine taş gibi katı bir ideolojinin demokrat ve özgürlükçü olması düşünülebilir mi? Şimdi burada bir nokta koyuyorum ve Belçika’ya geçiyorum... Belçika’da aşırı sağcı Vlaams Blok son seçimlerde üçüncü parti olarak çıkmasına karşın kapatılmadı mı? Partinin kapatılma gerekçesi şuydu: “Toplumda ırk ayrımı yapıp halkı ırkçı ayrımcılığa itmek...” Peki AKP ne yaptı bugüne dek? “Toplumu dindar olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayırdı...” Geçelim!.. Belçika’da Filip Dewinter’in lideri olduğu Vlaams Blok adlı partinin kapatılma davası Yargıtay’da görüldü. Parti kapatılınca devlet fonundan yardım alamıyor. Başkan Dewinter atağa geçti. En güçlü olduğu Avers kentinde parti tüzüğünden ırkçı söylemleri çıkarttı. Tüzükte daha önce seçmenlerle ilgili şu görüş yer alıyordu: “Avrupa dışından gelen göçmenler ülkelerine geri gönderilmelidir.” Avers kentindeki toplantıda ırkçı söylem şöyle değiştirildi: “Yabancılar Belçika yasalarına ve kültürüne uymak zorundadır...” Belçika’da demokrasi böyle işliyor... Vlaams Blok Partisi kapatıldıktan sonra, adı Vlaams Belang olarak değiştirildi... Vlaams Belang ırkçı bir parti. Her an yeniden kapatılabilir. Irkçı söylemleri ve yabancı düşmanlığı sürüyor partinin. ??? Liman kenti Antwepen’de yüzde 34’e varan oyu var Vlaams Belang’ın ama orada yerel seçimlerde yüzde 18 oy alan Sosyalist başkan yönetiyor kenti. Avrupalı politikacılar burunlarının dibindeki gelişmeleri neden görmüyorlar? AİHM’nin “sıkmabaş” kararına “bu işe ulema karışır” diyen Tayyip Bey, salt bu sözüyle anayasanın laiklik ilkesini çiğniyor mu, çiğnemiyor mu? Böylesine katı bir İslam ideolojisi Türkiye’ye demokrasi ve özgürlük getirebilir mi? TCY’nin 301. maddesi bu kafalarla değiştirilebilir mi? Yanıt bekliyorum!.. hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 C 3 Sağlıkta korkutan ayrımcılık Darülaceze Müdürlüğü’ndeki bakım hemşiresi sertifika töreninde türbanlı kursiyerler erkeklerin elini sıkmadı İstanbul Haber Servisi Kayışdağı’ndaki Darülaceze Müdürlüğü’nde, 8 ay eğitim alarak bakım hemşiresi ve bakım görevlisi sertifikası alan türbanlı kursiyerler, sertifikalarını veren erkeklerle tokalaşmadı. Erkek eli sıkmayan kadın bakıcının, erkek hastalara nasıl bakacağı sorusunu akla getiren görüntüye tepki gösteren sağlık örgütü temsilcileri, sağlıkta dini inançlarını gerekçe göstererek cinsiyet ayrımcılığı yapanlarla daha sık karşılaşılmaya başlandığını vurguladı. Kayışdağı Darülaceze Müdürlüğü’nde, 8 ay boyunca bakım hemşiresi ve bakım görevlisi eğitimi alan 50 kişi 4 Mart Çarşamba günü törenle belgelerini aldı. Avrupa Birliği ülkelerinde de çalışma hakkı kazanan kadın kursiyerlerin büyük çoğunluğu türbanlıydı ve sertifikalarını aldıkları erkeklerle tokalaşmadılar. Konya Numune Hastanesi’nde erkek hastaya testis ultrasonu çekmediği için hastanın testislerini kaybetmesine neden olan türbanlı radyologlar, “Bayan hekimlerle 24 saat doğum hizmeti” yazılı afişi bulunan İstanbul Alibeyköy Yeşilpınar’daki Özel Çetinler Cerrahi Merkezi, İzmir Torbalı Yeniköy 6 No’lu Sağlık Evi’nde türbanlı Hastalıklarda gen teknoloji umudu Meltem YILMAZ Avrupa Moleküler Biyoloji Organizasyonu (EMBO) ödüllü araştırmacı Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yardımcı Doç. Dr. Devrim Gözüaçık, gen teknolojisinin çok hızlı ilerleyen bir alan olduğunu, kanser, AIDS ve kalıtsal hastalıklarda moleküler virüs çalışmalarının devam ettiğini belirtti. Kansere karşı “hedefli tedavi”de gelişmelerin olduğunu kaydeden Gözüaçık, önümüzdeki yıllarda çalışmaların ürünü olan ilaçların geliştirileceğini söyledi. EMBO’dan aldığı ödülden sonra Hollanda Kanser Araştırma Enstitüsü’nde araştırma yapma olanağı ve elit 8 ay eğitim alarak bakım hemşiresi sertifikası alan bayan kursiyerlerin türbanlı olması dikkat çekti. kadın doktorların erkek hastaları tedavi etmediği, kötü davrandığı iddiası, kadın hastaların erkek, erkeklerin kadın doktor ya da hemşire istememesi Türkiye’de sağlık alanında, dini gerekçelerle cinsiyet ayrımcılığı yapıldığını gözler önüne koymuştu. Son olarak Kayışdağı’ndaki Darülaceze Müdürlüğü’nde, Bakım hemşiresi ve bakım görevlisi sertifikası alan türbanlı kursiyerlerin, erkek eli sıkmaması, ayrımcılığın sürdüğünü ortaya koydu. AKP, MHP ve DTP ortaklığı ile yapılan anayasa değişikliğinin ardından kamu kurumlarındaki türbanlı sayısının hızlı artışı, “Kamu kurumlarında cinsiyet ayrımcılığı hangi boyuta ulaşacak” sorusunu gündeme getirdi. İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan, “Tıp fakültelerideki türbanlı öğrencilerin erkek kadavraya dokunmak istememesi gibi olaylar da çıkıyor karşımıza. Bunlar kabul edilebilecek olaylar değil. Biz tıp fakültesinden mezun olurken ırk, cinsiyet, dil, din ayrımı yapmayacağımıza dair yemin ediyoruz. Tıp mensubunun da böyle bir ayrımcılık yapması kabul edilemez. Gelişmeler endişemizi arttırıyor” dedi. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Genel Başkanı Dr. Köksal Aydın da, AKP’nin sağlık ortamını, hem muhafazakârlaştırıp piyasalaştırarak teslim almaya çalıştığını belirtti. Aydın, bir hemşirenin erkek eli sıkmaması olayını, gerici, yobaz ve bilim dışı, çağdaşlık dışı olarak niteledi. araştırmacılarla bir araya gelebilme fırsatı gibi kazanımlar elde ettiğini dile getiren Gözüaçık, Türkiye’nin henüz kısa dönem araştırmalar dışında başarı sağlayamadığına dikkat çekti. Gözüaçık, EMBO’dan kendisine ödül getiren araştırmasını ise şöyle özetledi: “Vücuttaki hücrenin beslenmek için kendi dokusundan yararlanmasına, hücrenin yaşamak için kendi kendini yemesine ‘otofaji’ denir. Vücuttaki hayati rolüne karşın otofaji proteinlerinin çoğu ya yanlış tanımlanmıştır ya da tanımlanmamıştır. Araştırdığım konu, hücrenin kendini içten yiyerek varlığını sürdürmesinde (otofajide) hangi proteinlerin rol oynadığı ve otofajinin kanserle olan ilişkisi.” renkli ilan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle