23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 MART 2008 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR TSK’nin gerçekleştirdiği kara harekâtının hedeflerine ulaştığı bildirildi Kürtler bölündü Mustafa BALBAY ANKARA Irak’a düzenlenen askeri operasyonun sonuçlarıyla ilgili bölgeden gelen bilgilerle birleştirilerek hazırlanan istihbaratdeğerlendirme raporunda, operasyonun temel hedeflerine ulaşıldığı, örgütün kendi içinde tartışmaya sürüklendiği, K. Irak yönetiminin Türkiye’de taraftar bulma umudunu yitirdiği, bölgede yerleşmeye başlayan “Türkiye, ABD yönetimindeki Irak’a operasyon düzenleyemez” düşüncesinin kırıldığı vurgulandı. Cumhuriyet’in ulaştığı söz konusu raporda, terör örgütünün önümüzdeki bahar aylarında silahlı güç sayısını iki katına çıkarıp 10 bine ulaşmayı ve yeni eylemler yapmayı hedeflediği belirtildi. Operasyonun bu süreci kırmayı da amaçladığına dikkat çekildi. Rapor ana hatlarıyla şöyle: ? Operasyon bir hafta sürecek şekilde, 1.5 ay öncesinden planlandı. Bölgeye lojistik ikmal de bu zamanlamaya dayalı yapıldı. Hedef, terör örgütünün barınma ve ikmal kaynaklarını zayıflatmak ve operasyon bölgesindeki teröristleri etkisiz hale getirmekti. Bu başarıldı. ? Gerek bölgeden gelen istihbarat bilgileri ve gerekse çeşitli kaynaklardan birleştirilen haberler, örgütün bahar aylarında mevcudunu 810 bine çıkarmayı hedeflediğini gösteriyordu. Bu güçle birlikte kanlı eylemler planlanmaktaydı. Operasyon bu bakımdan önleyici bir nitelik taşıdı. Ancak örgütün hedeflerini tümüyle ortadan kaldırmak için yeni operasyonlar gerekli. UÇLAMALAR BAŞLADI ? PKK, gerek yurtiçinde, gerekse yurtdışında sürekli “Türk Silahlı Kuvvetleri Irak’ın kuzeyine kara harekâtı yapamaz. ABD kontrolünde bu mümkün değil” propagandası sürdürüyordu. Operasyon, örgütün yerleştirmeye çalıştığı bu düşünceyi kırdı. Örgütün moralmotivasyonunda büyük sıkıntı yarattı. ? Örgütün kendi içinde ve Türkiye’deki siyasi uzantılarında ciddi güvensizlik ve karşılıklı suçlama başladı. Terör örgütü, Irak operasyonunun, içerideki uzantıları tarafından daha etkili protesto edilmesini istedi, kapatılmaktan korkmaması uyarısında bulundu. Örgüt, operasyondan sonra halkın yeterince hareketlenmemesinin sorumluluğunu siyasi uzantısına yıktı. AMİMİYET’ SORGULAMASI ? Operasyon süresince ve operasyon sonrasında terör örgütüyle yerel güçler arasında güven bunalımı ortaya çıktı. Birbirlerine kuşkuyla yaklaşmaya başladılar. Karşılıklı “samimiyet” sorgulamasına giriştiler. Yerel güçlerin, Türkiye’deki uzantılarını kendi hedeflerine ortak etme umudu büyük ölçüde zayıfladı. Kim tarafından desteklenirlerse desteklensinler, Türkiye’ye rağmen adım atamayacaklarını gördüler. Irak’ın ku İttifaklar Bozuluyor mu? de bunu hazmedemiyor. ??? Ordu ile CHP arasındaki ittifak ise zaten gerçekte yoktu: Çünkü ne ordu herhangi bir partiyle kurumsal bir ittifak kurar, ne de CHP militaristtir. Bu sözde ittifak, 27 Mayıs 1960 darbesinin, Menderes’in demokrasiyi rafa kaldıran antidemokratik sivil darbesine karşı yapıldığını gölgelemek isteyenlerin uydurduğu, olmayan bir ittifaktı. “Ordu+CHP=İktidar” formülü, eski Demokrat Parti yandaşlarının, demokrasiyi katleden Menderes’i aklamak için icat ettikleri bir yalan formüldür. CHP ile ordu arasındaki ittifak görüntüsü, yukardaki tarihsel saptırmaya ilave olarak, belki her ikisinin de son günlerde “laik, demokratik düzen” konusundaki hassasiyetlerinden kaynaklanmaktaydı. Ama tarihsel olarak aralarında genel bir ittifak yoktu: 27 Mayıs 1960’tan sonra ordu ile CHP’nin arasında soğuk rüzgârlar esmemiş miydi? Askeri yönetim İsmet Paşa’dan uzak durmuyor muydu? 12 Mart 1971’de Ecevit , “Bu muhtıra bana karşı verilmiştir” dememiş miydi? 12 Eylül, CHP’yi de buldozerle ezmemiş miydi? ??? CHP ile ordu arasında bir ittifak yoktu ki, bozulmuş olsun. Ordu, ordudur: Ülke güvenliğinin, laik ve demokratik düzenin koruyucusudur. CHP de, CHP’dir: Bir siyasal parti. Gerekirse, ABD’yi de, iktidarı da, iktidarın liderliğindeki askeri operasyonları da siyaseten eleştirir. Bence ordu da CHP de yerli yerinde: Olmayan ittifaklar zaten bozulmaz. C 5 S zeyindeki güçler, Türkiye’de konuşulan kimi yerel dilleri dahi yasaklamaya başladılar. ? 198899 arasında bölgedeki örgüt üyelerinin yüzde 52’si Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı. Kalanı yabancı uyrukluydu. Bugün yüzde 60’ı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Yabancı uyrukludaki azalış, örgütün hedeflerine ulaşacağına ilişkin güvenin zayıflamasından kaynaklanıyor. ? Örgütün genel hedefleri dikkate alındığında; 80’li yıllarda, 1992’de ordulaşmaya geçilecekti. Oysa bugün değil ordulaşma, genellikle 78 kişilik gruplarla dolaşmayı ve mayın, pusu gibi sıfır riskli eylemleri ancak yapabiliyorlar. Operasyon mevcut durumdan da geriye gidiş sağladı. RGÜTE HÂKİM DEĞİLLER’ ? PKK fiili olarak Cemil Bayık ve Murat Karayılan’ın yönetiminde. Mustafa Karasu, Duran Kalkan ve Rıza Altun’un etkisi giderek zayıflıyor. Örgüt terörist Abdullah Öcalan’a bağlı kalmayı “dağılmama” koşulu olarak görüyor. Ancak belirtilen tüm isimlerin ve lider kadrosunun yaşı, bu konumlara göre ilerledi. Lider kadrosunun yaş ortalaması 40’ın çok üzerinde. Buna sağlık sorunları da eklendiği için tümü çatışma bölgelerinden çok uzakta. Bu, örgüte hâkim olmada sıkıntılar yaratıyor. Operasyonda bu da görüldü. ? İran’ın izlediği tutum, örgütün bu ülkeye güvensizliğini yeniden gündeme getirdi. İran’ın tek ve net bir tavır içinde olmaması, merkezi yönetimle devrim muhafızlarının farklı yaklaşması güvensizliği derinleştirdi. ? Örgüt maddi destek bulmakta, ihtiyaçları ölçüsünde çok fazla sıkıntı çekmiyor. Maddi desteğinin yüzde 90’ını Avrupa’dan sağlıyor. UBAYLAR 46 YIL ARAZİDE Raporda bölgedeki operasyon koşullarına da dikkat çekiliyor ve şu noktaların altı çiziliyor: ? Dünyada böyle bir operasyonu başarabilecek ordu sayısı 8’dir. ? Mevcut arazi ve iklim koşulları dikkate alındığında Türk Silahlı Kuvvetleri dışında hiçbir askeri güç bunu yapmak istemeyecektir. ? Hava destekli kara operasyonlarının çok büyük bir bölümünde yanlış hedef sorunu yaşanır. Bu yüzden doğan sivil kaybı ciddi sonuçlar doğurur, operasyonun gerçek hedefini gölgeler. Bu operasyonda hata payı yüzde 0’dır. Hedefe vuruş yüzde 100’dür. Bu küçümsenmemesi gereken bir sonuçtur. ? Bölgedeki subaylar güç koşullar altında ve nöbet anlayışıyla görev yapmaktadır. Ülkemizin son yıllarda yaşadığı güvenlik sorunları nedeniyle bir subay 31 yıllık meslek yaşamında 46 yılı evinden uzak arazi koşullarında geçirmektedir. Bu zamana günlük 89 saatlik mesai dahil değildir. Bugün için dünyanın hiçbir ordusunda bu durum yoktur. S DİNK DAVASI ‘Ö Polislerin yargılanması engellendi TRABZON (Cumhuriyet) Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesinde görevi ihmalle suçlanan polis memurları hakkında, Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararına yapılan itiraz, Rize Ağır Ceza Mahkemesi’nce reddedildi. Böylelikle polislerin yargılanması engellendi. Dink ailesinin avukatlarının başvurusu üzerine, tanık ifadelerinde adları geçen Trabzon Emniyet Müdürlüğü Eski İstihbarat Müdürü Engin Dinç, eski Terörle Mücadele Şube Müdürü Yahya Öztürk ile 5 istihbarat polis memuru hakkında, “görevi ihmalde bulundukları” iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı inceleme başlatmıştı. ‘S evgili okurlarım, bu yazıda iç ve dış değişme dinamiklerini çözümleme çabasına girmeyeceğim. Sadece bir sonuç, bir görüntü, yani tek bir konu üzerinde duracağım: Türkiye’de, toplumsal, tarihsel, siyasal, ekonomik, ideolojik, kurumsal ittifaklar değişiyor mu? ??? Türkiye’de değiştiği öne sürülen iki ittifak var: Birincisi, sözde liberaller ile AKP ittifakı… Öteki, ordu ile CHP ittifakı… AKP ile sözde liberaller arasındaki ittifakın bozulmasına, AKP’nin sadece türban üzerinde odaklaşıp, siyasetin ve yaşamın öteki alanlarını ihmal etmesinin yol açtığı görülüyor… Ordu ile CHP arasındaki ittifakın bozulması söylentilerine de son Kuzey Irak operasyonu konusunda CHP’nin yaptığı eleştirilerin ve bu eleştirilere ordunun verdiği tepkinin neden olduğu gözlemleniyor. ??? İrdelemek istediğim sorular şunlar: 1) Bozulduğu öne sürülen bu ittifaklar gerçekten var mıydı? 2) Bu ittifaklar var idiyse, bozuldular mı? ??? AKP ile sözde liberaller arasında böyle bir ittifak vardı. (“Sözde liberaller” diyorum, çünkü bunların bir bölümünün liberallikle filan ilgisi yoktu: Sovyetler çökünce, kıblelerini Moskova’dan Washington’a çevirmiş şaşkınlardı.) Bu ittifak gerçekten de bozulmuş görünüyor. Çünkü AKP, özgürlükçülük yolunda değil, dincilik yolunda kararlı bir biçimde devam ediyor. AKP’ye destek vermiş görünen bazı yazar ve düşünürler S ekongar?cumhuriyet. com.tr; www.kongar.org ‘Şeyhülislam değilim’ Fırat KOZOK ANKARA Danıştay’ın zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi kararıyla ilgili açıklamalarıyla tepki toplayan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, “Ben İslam cumhuriyetinin uleması ya da Osmanlı’nın şeyhülislamı değilim” dedi. Bardakoğlu, kurumları değil, “yöntem yanlışlığını” eleştirdiğini söyledi. Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin içeriğinin her zaman tartışılabileceğini ancak dersin zorunlu olması gerektiğini savunan Bardakoğlu, “Din eğitimi sorunu çözülmeden din kültürü dersi tartışması bitmez” dedi. Bardakoğlu, tartışma yaratan açıklamalarıyla ilgili olarak sorularımıza şu yanıtları verdi: ? Danıştay’ın karar verme sürecinde sizden görüş alınmadığı yönündeki açıklamalarınız tartışma yarattı... ? Bir defa Diyanet İşleri Başkanlığı da Danıştay da Cumhuriyetin temel birer kurumu. Kurumların birbirini yıpratacak bir açıklama yapması mümkün değil, doğru da değil. Ben sadece din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile ilgili AİHM kararının teknik yönden bir eleştirisini yaptım. Bu, ulaştığı sonucun eleştirisi değil. Biz, İslam cumhuriyetinin uleması ya da Osmanlı’nın şeyhülislamı değiliz. Biz, Türkiye Cumhuriyeti’nin Diyanet İşleri başkanıyız. Biz bunun bilincindeyiz, cumhuriyeti, laikliği önemsiyoruz ve bunların 21. yüzyıl İslam dünyası için çok önemli bir kazanım olduğunu hep söylüyoruz. Ancak din konusunda konuşmak da benim görevim. Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin ilköğretimlerde ve liselerde zorunlu okutulması gerektiğini de ısrarla söylüyoruz. Din kültürü ve ahlak bilgisi, bir kültür dersidir, din hakkında bilgilendirme imkânı sunar. Dersin amacı, çocuklarımızı daha dindar yapma, onları namaz oruç konusunda pratik yaptırma, camiye götürüp namaz kıldırma değildir.Din eğitimi sorunu çözülmeden din kültürü dersi tartışması bitmez. ? Peki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararında eleştirdiğiniz noktalar neler? ? AİHM de, Danıştay da bu dersin zorunlu olmasına karşı çıkmıyor. Danıştay kararı, AİHM kararının devamı niteliğindedir. Benim gazetelere yansıyan eleştirilerimin tamamı, AİHM’ye aittir. Çünkü bu işin kaynağı orası. Ben AİHM Diyanet’i dinlesin, ilahiyat fakültelerini dinlesin demiyorum. Bir dönem hâkimlik de yaptım, mahkemelerin nasıl karar vermesi gerektiğini bilen bir insanım. Ama AİHM önlerine gelen dosya konusunda birçok kaynaktan bilgi toplarlar, görüş alırlar. Burada yanlışlık ne? AİHM bir içerik tartışması yapıyor. Yani, dinin içeriğinin ve doğru öğretisinin nasıl olması gerektiği konusunda tartışma açıyor ve yorum yapıyor. ‘Türban şeriatın aracı’ Süleyman Demirel, Türkiye’de türban tartışmasının alevlenmesinin talihsizlik olduğunu söyleyerek toplumda bu konuda bölünmüşlük yaşandığını kaydetti. Demirel, türbanın İslamın bir şartı olmadığına da dikkat çekti. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, türbanın “şeriat devleti arayan İslami akımların kullandığı araçlardan biri” olduğunu vurgulayarak, Türkiye’de böyle bir tartışmanın alevlenmesinin talihsizlik olduğunu söyledi. Toplumda bu konuda bölünmüşlük yaşandığını kaydeden Demirel, türbanın İslamın bir şartı olmadığına da dikkat çekti. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Eko Enerji Dergisi’ne yaptığı açıklamada, türban için yapılan anayasa değişikliğini eleştirdi. Türban konusunun Türkiye’ye has ve yeni bir konu olmadığını belirten Demirel, “Türban şeriat devleti arayan İslami cereyanların kullandığı araçlardan biridir. Aslında göründüğü kadar masum, ‘Ne var bunda canım, işte özgürlüktür’ denecek cinsten bir şey değildir. Bizim ülkemizde de başka ülkelerde de tartışılmıştır. Bu zamanda böyle bir meselenin yeniden Türkiye gündemine gelmesi ve alevlenmesi Türkiye için talihsizliktir” dedi. Anayasa değişikliğinin türban konusundaki tartışmaları bitirmeyeceğini ve tartışmaların devam edeceğine dikkat çeken Demirel, örtünme denen olayın “birtakım İslami cereyanların amacına göre kadının dört duvar arasında muhafazasının koşullarından” olduğunu kaydetti. Bu tartışmanın aslında “kadın toplum içinde olmalı mı, olmamalı mı noktasına gidecek bir tartışma” olduğuna dikkat çeken Demirel, “Ben Türkiye’de okulların okunamadığı günleri gördüm. Ülkemin şu ya da bu biçimde sağsol diye bölündüğü günleri gördüm. Öyle günlerin tekrar gelmesini istemiyorum. Vatandaşlarımın durup dururken birbirlerine karşı, ne ona ne de öbürüne faydası olmayan tavırlar takınmasını istemiyorum” diye konuştu. ÖLÜNMÜŞLÜKTEN ŞİKÂYETÇİYİM’ Toplumun türbanı destekleyenler ve karşı olanlar şeklinde ikiye bölündüğünü belirten Demirel, “Velhasıl durup durduğumuz yerde, ben buna karşıydım şeklinde bölünmüştür. Toplumun her kesimi bölünmüştür. Hatta aileler bölünmüştür, evler bölünmüştür. Buna gerek yoktu. Bölünmüşlükten şikâyetim var” dedi. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, türbanın İslamın şartı olmadığını, ancak bazı Müslümanların uyduğu hususlardan biri olduğunu belirterek, şu görüşleri dile getirdi: “Türbanı İslamın şartı haline getirirseniz bugün uyulmayan o kadar çok husus var ki, onları da teker teker istemek durumunda kalacaksınız. Uyulmayan hususlardan bir tanesi din ile devletin ayrılmış olmasıdır. Yine bu şeriat arayan İslami cereyanlara göre, din ile devlet ayrılamaz. Dinin kuralları aynen uygulanmak durumundadır. Halbuki dinin birtakım kuralları uygulanmamakta, onun yerine çağdaş hukuk uygulanmaktadır. Yarın siz, bu uygulanan çağdaş hukukun kurallarına, ‘Biz İslamı yaşamak istiyoruz, İslama uygun değildir’ deyip onlara da itiraz edebileceksiniz. Netice itibarıyla bu, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin üstüne oturduğu devrime itiraza varabilecek hususları bünyesinde taşır.” ‘B ürbancılarımız ilk kez ciddi ve namuslu bir “karşı türban” yorumu ve fikri ile karşı karşıya. Kadının türbanlanmasını İslamın şartı, Kuran emri olarak topluma böyle dayatan dinci siyasetçiler, köktendinci erkekler epey şaşkın! Özdemir İnce (Hürriyet) ilgili ayetlerin aslına uygun çevirilerini yayımladı; ve Kuran’da kadının başını örtmesini buyuran ayet olmadığı ortaya çıktı.. ve necip Türk milleti, Müslümanlığından yüzlerce yıl sonra, kadının örtünmesi gereken beden bölgelerinin, cinsel organları ve göğüsleri/memeleri olduğunu öğrendi (öğrendiyse)! Eğer uygarlığa bilim, sanat, düşünce katkımız asgari düzeyde (eşik değeri!) olabilseydi, ülkede bir türban sorunu yaşanır mıydı! Muhammed bin Hamza’nın 584 yıl önce Türkçeye yaptığı ve üstelik Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanan ilk Kuran çevirisinin doğruluğu belgeleniyor. Modern ulemaların ise çevirilerindeki (bilinçlibilinçsiz) yanlışlıklar da! Şimdi bizim din ulemasına ne demeli?! Demek ki, din kültürü bakımından, 584 yıldan bile daha geriyiz! İnce’ye bir destek de “Türban Yalanı” yazısında kullandığı belge ile Nilgün Cerrahoğlu’ndan geldi Şüphesiz, bu kadar değil! İlahiyatçı T CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Türban Neyin Simgesi? Türban bir gelenek derekesine düştü, yani doğal yerini aldı! Ama, Bardakoğlu da biliyor ki, kadının örtünmesi, salt İslami kültürün bir unsuru değil! Hemen her kültürde şu veya bu şekilde baş örtme görülmekte. Temelinde de, kadının dinsel bakımdan başından beri günahkâr kabul edilmesi; toplumsal ve sosyal olarak erkek hegemonyası altında yaşamaya mecbur edilmesi yatıyor. Özetle başörtüsü dayatması, erkeklik hormonu testosteronun boyunduruğunun bayrağıdır! Muhafazakârların, gelenek gelenek diye çırpındıkları! 20. yy’da demokrasieşitliközgürlük rüzgârlarının biriktirdiği kültür sayesinde, kadın ilk kez hukuksal ve yasal olarak erkekle eşit konuma geldi. Ancak gelişmenin tarihi henüz 100150 yıllık olduğu için, toplumsal ve sosyal hayatta bu eşitlik yeterince gerçekleştiri profesörler Yaşar Nuri Öztürk ve Zekeriya Beyaz ile Doç. Şahin Filiz de Kuran’da kadının başını örtmesine ilişkin bir buyruk olmadığı görüşünde. Fethullah’ın, sığındığı ABD’den, İslamda kadının örtünme şartı vardır fetvası ile, çembere ve esir aldığı AKP’ye destek çıkması, siyasi amaçları için İslam dinini çarpıtmasının tipik bir örneği olarak tarihe düşülmüş bir nottur! ??? O halde türbandan geriye ne kaldı? Kadının, kadim zamandan bu yana erkeğin egemenliği altında sürdürdüğü, yarı köle yarı özgür yaşamının bir simgesi olmasından başka? İslamın 32’ye varan şartları arasında kadın başının örtünmesi üzerine bir madde bulunmadığına göre de?! Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu bunu itiraf ediyor ve baş örtmenin İslami yaşamın bir geleneği olduğunu söylüyor! lebilmiş değil ve dünya bunun savaşımı içinde! ??? Şimdi, kadim gerici geleneklerin savunucuları, türbanı bu defa dini kuralların içine sokarak, kadının çağdaş ilerleyişini, uygarlığın gelişimini durdurma çabasında. Bu kültürün temsilcisi AKP, Fethullah ve çevreleri, İnce’nin dediği gibi ülkeyi bir Türbanistan Cumhuriyeti’ne çevirmenin peşindeler. Kadının ulaştığı eşit düzeyi, “Batı’nın ahlaksızlığı” olarak niteleyecek kadar gözü dönmüş bir şekilde! Veee, türbandan siyasal çıkar ve İslami düzen beklentilerini de “Velev ki siyasi simge olsa ne yazar?” diyecek kadar büyük bir cesaret ve itiraf düzeyine ulaştıklarını da ilan ederek! Köktendincilerin ekürisinde, kendilerine liberal denen, aslında ne idükleri çok karmaşık köşe yazarları ve akademisyen takımının da bulunması, ülkemizin köleci düzenin boyunduruğuna sokulma çabalarının tehlike boyutlarını gösteriyor. Türban konusu, AKP’nin Erdoğan, Gül, Arınç gibi türbancı liderlerinin her türlü boyutunu çok aşar! Bunu görerek yaşayacağız... obursali?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle