28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 8 sivil toplum örgütünün hazırladığı ortak raporda insani sorunların boyutları anlatılıyor C dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM 14 MART 2008 CUMA Gazze’de 40 yılın felaketi... Dış Haberler Servisi İsrail operasyonlarıyla büyük yıkım yaşayan Gazze Şeridi’nde durumun İsrail’in 1967’deki işgalinden beri hiç olmadığı kadar kötü olduğu ve İsrail ambargosunun bölgede son 40 yılın en büyük insani felaketine yol açtığı bildirildi. Merkezleri İngiltere’de bulunan Uluslararası Af Örgütü, Çocukları Koruyalım, Oxfam ve CARE’in de aralarında bulunduğu 8 sivil toplum örgütünün hazırladığı ortak raporda, “Gazze’de yaşayan 1.5 milyon Filistinlinin yüzde 80’inin gıda yardımına muhtaç olduğu, yüzde 40’ının ise işsiz olduğu” belirtildi. Raporda, “Gazze’de ekonominin çöküşün eşiğinde olduğu artık söylenemez, nitekim bölgede ekonomi artık çökmüş durumda” denildi. OLEKTİF CEZALANDIRMA Gazze Şeridi’nde haziran ayında kontrolü ele geçiren Hamas’ı tecrit etme politikasının yarar getirmediği, İsrail’in Gazze Şeridi’ne uyguladığı ablukanın ne Filistin’de, ne de İsrail’de güvenliği sağlayabildiği ifade edilen raporda, “kolektif cezalandırma” olarak nitelendirilen ambargonun sona erdirilmesi istendi. Yardım kuruluşları AB, ABD ve İsrail’e de “terörist örgüt” olarak gördükleri Hamas’la diyalog kurma çağrısı yaptı. Gıda sıkıntısı, sağlık hizmetlerindeki çöküş ve altyapıda yaşanan sorunların Gazzelilerin günlük yaşamının bir parçası haline geldiği belirtilen raporda, “Ablukanın hemen sona ermemesi halinde, Gazze’yi felaketten kurtarmak imkânsız hale gelecek ve bölgedeki barış umutları da ortadan kalkacak” denildi. İnsan hakları örgütleri, Gazze’den İsrail’e yönelik füze saldırılarının ve İsrail’in buna karşı düzenlediği “orantısız” operasyonların durmasını istedi. Uluslararası Af Örgütü İngiltere temsilcisi Kate Allen, “Temel ihtiyaçlara ulaşmasını engelleyerek tüm Gazze halkını toplu olarak cezalandırmak savunulamaz bir davranış” diye konuştu. İsrail Savunma Bakanlığı ise rapora karşı çıkarak Gazze’deki durumun sorumlusunun Hamas olduğu iddiasını yineledi. Şamar Oğlanı! mar oğlanları” gibi itilip, kakılmıştır. Üzücü olan bu durumun hala devam ediyor olmasıdır. Tamam anlıyoruz, AB’nin büyük ülkeleri ve ABD ile başa çıkamıyorsunuz, peki komşu Yunanistan’ın Türkiye karşıtı sert politikaları konusunda ne yapıyorsunuz? Bu soruyu da “kocaman bir hiç” olarak yanıtlayabiliriz. İşte gördük! Babacan Atina’ya geldi, ikili açıklamalarda Dora Bakoyannis Türk bakana “şamar oğlanı” muamelesi yaptı. Bizimki “börtü böcek” muhabbeti yaparken, Bakoyannis Ege, Kıbrıs ve AB konusunda çatır çatır konuştu. Bakoyannis Türkiye’ye geldi hiç üstüne vazife olmayacak şekilde bu defa içişlerimize resmen müdahalede bulundu. Tepki var mı? Tabii ki yok! Bunu söyleyen Yunanlı bakana kimse çıkıp, “Siz türban konusunda haklardan bahsederken ülkenizde yaşayan 150 bin Türk için neler yapıyorsunuz?” diye sormadı, soramadı. Tabii türbana destek veren birine soru sorulur mu? Bugün hâlâ Batı Trakya’da yaşayan Türkler kendilerini özgürce ifade edemiyorlar. Dernek kuramıyorlar. Üzerinde “Türk” yazan tabela asamıyorlar. Yunan milli bayramlarında Türk okullarında Türkçe konuşamıyorlar. Radyolar basılıp kapatılıyor, cihazlarına el konuluyor. Türk okullarındaki Yunanlı öğretmenler terör estiriyor. İmamların yolları kesilip dövülüyor. Peki bütün bunlar olurken bizim bakanımız ne yapıyor? Onun görevi “Yunanistan’ın istemi doğrultusunda” hazırlanan vakıflar yasasının kabulü için el kaldırmak. ??? AKP’liler Dora salona gelirken “Dünyanın en güçlü 100 kadınından biri” diye anons etmişler. Bence Dora dünyada ilk yüz değil, ilk beş arasındadır. Çünkü “birileri” gibi lafı evirip çevirmez. Dürüst ve mert kadındır. Dış politika konularına hakimdir. Ülkesini çok sever ve milliyetçilik konusunda bizimkilere fark atar. Güler yüzüne aldananları her zaman hüsrana uğratır. Etek giymesine rağmen, pantolon giyenlerden beş defa daha delikanlıdır. Hele Ali Babacan gibi birilerine denk geldiğinde şamar oğlanına çevirip, adeta moleküllerine ayırır. O zaman neyi tartışıyoruz? Kaderimize razı olup AKP iktidardan gidene kadar “yanaklarımızı” dünya devletlerine açık tutmalıyız. “Şamar oğlanlığının” gereği budur. murilem@otenet.gr K Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Brüksel’deki NATO toplantısı çerçevesinde ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile görüştü. (Fotoğraf: REUTERS) NATO itibarını kurtarma peşinde Dış Haberler Servisi NATO üyesi 26 ülkenin dışişleri bakanlarını Brüksel’de bir araya getiren NATO Konseyi toplantısında, Afganistan ve Kosova’daki gelişmelerin “ittifaka itibar kaybettirmemesi” için alınacak önlemler tartışıldı. Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın temsil ettiği toplantılarda, Kosova’nın bağımsızlık ilanının ardından, bölgede “kritik bir dönemeç” yaşandığı tespiti yapılarak, Kosova’da istenmeyen gerginlik ve çatışmaların olası olumsuz sonuçlarının ittifaka itibar kaybettireceğine dikkat çekildi. NATO müttefiklerine, Afganistan’da daha etkin ve nicelikli katılım için baskıları arttırdığı bir dönemde yapılan toplantılarda, Türkiye’nin, Afganistan’da “etkin ve tutarlı rol oynadığı”, “diğer bazı müttefiklerin tersine art niyetli görülmediği” görüşü dile getirildi. Daha sonra Türk delegasyonunda düzenlenen basın toplantısında Dışişleri Bakanı Babacan da AvrupaAtlantik ilişkileri bağlamında “ABNato ilişkilerinde sorun Türkiye’den kaynaklanıyormuş gibi gösterilmektedir, oysa Türkiye yalnızca son derece sağlam durduğu hukuki zemin üzerinde hareket edilmesini talep etmektedir” dedi. Rum Kesimi’nin ise AB’nin güvenlik meselelerinde Türkiye’yi engelleyici tutumu AB ve NATO’nun ortak operasyonlarda iki örgüt arasındaki işbirliğini güçleştirmeye devam ediyor. Kosova’nın bağımsızlık ilanıyla başlayan kriz Sırp hükümetini devirdi Sırbistan’da Kosova istifası Koalisyon hükümeti, Kosova’nın bağımsızlığı konusunda anlaşamayınca Başbakan Kostunitsa istifa edip erken seçim çağrısı yaptı. Deniz BERKTAY KİEV Sırbistan’da koalisyonu oluşturan dört parti arasında AB ile ilişkiler ve Kosova konusunda takınılacak tavır konusunda anlaşma sağlanamaması üzerine, milliyetçi çizgideki Başbakan Voyislav Kostunitsa, başbakanlıktan istifa ederek erken seçim çağrısında bulundu. Sırbistan’ın Batı yanlısı Devlet Başkanı Boris Tadiç ise hükümetin erken seçim yönünde karar alması durumunda kendisinin de bu kararı onaylayacağını söyledi. Başlıca siyasi güçlerin destek verdiği erken seçimin 11 Mayıs’ta yapılabileceği bildiriliyor. Sırbistan’daki mevcut koalisyon hükümeti, geçen yılın mayıs ayında, Sırbistan’daki parlamento seçimlerinden tam beş ay sonra ve anayasaya göre koalisyonu kuramayan parlamentonun kendiliğinden feshedileceği günün hemen öncesinde kurulmuştu. Seçimlerden birinci parti olarak çıkan Rusya yanlısı ve radikal milliyetçi çizgideki Sırbistan Radikal Partisi’ni dışarıda bırakabilmek için Batılıların girişimiyle kurulan koalisyon hükümeti, ikisi tam Batıcı, ikisi ise milliyetçi çizgiye yakın dört partiden oluşuyor. Koalisyon hükümetinin dağılmasına neden olan en son gelişme, hükümetin cuma günü yapılan toplantısında bakanların çoğunun, Sırp parlamentosu tarafından kabul edilmiş olan Kosova deklarasyonunu onaylamayı reddetmesi. Başbakan Kostunitsa’nın da bizzat destek verdiği deklarasyon, Brüksel’in Kosova’nın bağımsızlığını tanıması ve Kosova’da Birleşmiş Milletler Gücü yerine AB kuvvetlerinin görev alması durumunda AB ile ilişkilerin kesilmesini öngörüyor. Kosova’nın bağımsızlık kararının tanınıp tanınmaması konusunda Brüksel AB üyelerini serbest bırakmış olmasına karşılık, AB üyelerinin çoğunluğu (son olarak Finlandiya) Kosova’nın bağımsızlığını tanımış durumda. Koalisyondaki partilerden Başbakan Kostunitsa’nın “Sırbistan Demokrasi Partisi” ile “Yeni Sırbistan” partileri, bu şartlar altında AB ile yakınlaşma ve üyelik stratejisinin vatana ihanet olacağını ve AB’ye üyeliğin ancak AB’nin Kosova’yı Sırbistan’ın ayrılmaz bir parçası olarak tanıması halinde düşünülebileceğini söylüyorlar. BMM Başkanı Köksal Toptan, “Amerikan yönetiminin operasyonun bittiğini bilmelerine rağmen (TSK’nın tepesindeki uydudan izleyip) neden beş peşe operasyonu durdurun şeklinde açıklama yaptıklarını anlayamadım” demiş. Ardından nedenleri de sıralamış. Bununla yetinmeyen meclis başkanı, bugüne kadar partisi tarafından dile getirilemeyen, buna karşılık muhalefetin borazanla bağırdığı gerçeğe dikkat çekerek “Belki de diplomasi ayağımızda bir eksikliğimiz var. O sıkça yaşadığımız bir şey! Amerikalıların tavrı hemen karşılanabilirdi. Ne yapılabilirdi? ‘Dur bakalım. Sen isteğin için değil, zaten biz oradaki hedeflerimize vardık, amacımızı gerçekleştirdik, terörle mücadele kapsamında yapılacak şeylerin hepsi yapılmıştır o nedenle kendi programımız çerçevesinde çekilmeye başladık denilebilirdi’ şeklinde görüş belirtmiş. Günaydın, Sayın Başkan! Diplomatik eksikliğimiz olduğunu şimdi mi anladınız? AKP iktidara geldiği ilk günden bu yana ne zaman uluslararası alanda diplomatik ağırlığımız oldu ki? Hangi açıklamaya karşılık (Türk halkının istediği şekilde) verebildik ki? Halk deyimi ile “şamar oğlanlarına” döndük. Önüne gelen fırça atıp, istediklerini yaptırıyor. Şimdi köşkte oturan Abdullah Gül döneminde başlayan “diplomatik eksiklik ve rezillik” süreci, onun iplerini elinde tuttuğu Ali Babacan döneminde de tüm hızıyla sürüyor. Son beş yılın her iki dışişleri bakanı da hem diplomatik donanımdan yoksun ve altyapısı olmayan, hem de ülkelerinin ağırlığını diğer devletlere hissettirmekten uzak kişilikler. ??? Bakan olduğu dönemde Gül’ün başarılı olduğunu bir Allah’ın kulu söyleyebilir mi? Açın gazetelerdeki son beş yıllık dönemi bakın bakalım ne başarı göstermiş? Ancak illa da başarı (!)arıyorsanız, bunun için Kıbrıs’a bakmak lazım. Türk halkının kan dökerek ve can vererek kurduğu KKTC’nin ortadan kaldırılması için Mehmet Ali Talat adında bir “kukla” yaratıp küçük vatanın satışı için düğmeye basması Gül’ün en büyük başarısıdır. Tabii bu politikanın bir diğer mimarı Başbakan Erdoğan’dır. Peki Gül’ün görevi devrettiği (iplerini elinde tuttuğu) Babacan’ın başarılı olduğunu kimse söyleyebilir mi? Babacan AB başmüzakereci görevinden başlayarak, dış işleri bakanlığını da yüklendiği bu güne kadar hemen hiçbir önemli başarıya imza atmamıştır. Üstelik Gül ve Babacan dönemlerinde Türkiye “şa T SEÇMEN UYARDI Sırbistan Başkanı Kostunitsa, Kosova krizinin hükümeti devirmesine engel olamadı. (Fotoğraf: AP) Sarkozy’ye ‘pembe kart’ Fransız sol partiler birçok kentin yönetimini alırken Sarkozy ve Fillon’un liderliğindeki sağcı cephe kan kaybetse de hezimete uğramadı. Uğur HÜKÜM madı. Yönetiminde olduğu büyük kentlerden Bordeaux’yu 1. turda kurtarırken Marsilya’da 2. tura kısmen avantajlı girdiler. Strasbourg’u kesin, Toulouse’u büyük bir olasılıkla kaybedecek olan iktidar, belediye sınavlarını en az zararla atlatmak çabasında. PARİS Fransız seçmenler Nicolas Sarkozy ve François Fillon iktidarına, ille de bir benzetme yapmak gerekirse “pembe kart” gösterdiler. Kayıtlı 27 milyon seçmenden yüzde 61’inin geçerli oy kullandığı yerel seçimlerin ilk turunda, sol partiler oyların yüzde 47.5’ini kazanırken sağ kesim yüzde 45’ini aldı. Sandık başına giden Fransızların sayısında 2001 belediye seçimlerine oranla 7 puanlık bir düşüş var. Siyasi gözlemcilere göre seçmenler iktidarı ikaz etti. Bu uyarı gelecek pazar yapılacak 2. turda, ciddi bir ihtara, “kırmızı” karta da dönüşebilir. Çeşitli kamuoyu araştırmaları, seçmenlerin sadece dörtte birinin yerel seçimleri siyasete tepki aracı olarak gördüğünü, belirleyici etkenin yerel yöneticiler olduğunu ileri sürüyor. Son eğilimler önümüzdeki pazar günü onaylanırsa Fransa’nın siyasi yelpazesinde yeni olgular yaşanacağa benzer. İlk tespit: Aşırı sağ ve milliyetçi hareketin ülke düzeyinde yok olma sürecine girdiği görülüyor. Siyasi etiket olarak iktidar partisi Halk Hareketi Birliği (UMP) amblemini ön plana çıkarmaktan titizlikle kaçınan sağ, şimdilik korktuğu kadar bir kayıp yaşa ünih’e “Emma kasırgasıyla” vardık. İnsanı hani havalara fırlatan, zembereğinden boşalmış gibi gerisin geri yere savuran “lunapark trenleri” vardır ya... Münih’e böyle indik. Almanya’yı birbirine katan “Emma” bizi, gökte yakaladı. HDFSosyal Demokrat Halk Dernekleri Federasyonu Bölge Başkanı Necip Şahin, alandan şehre giderken yol boyu anlattı: Havaalanları kapatılmış, otoyollar kesilmiş, insanlara “evden çıkmayın!” komutları verilmiş. Kırk yılın bir başı Almanya felç olmuş. O güne de biz denk gelmişiz. Zeynep Oral ve benimle birlikte bir üçüncü konuşmacı vardı: Psikoterapist Zuhal Bilir Meir. Kırk yıldır Almanya’ da yaşayan Zuhal Hanım konuşmasında, Türk toplumunun yürekler acısı tablosunu gözler önüne serdi. Türkiye’deki sorunların Almanya’da yaşananlarla paralellik arz etmesinin yanı sıra, Bilir Meir’in analizi, AB ülkelerinin Türkiye’yi neden “hazmedilmesi zor ülke!” ilan ettiklerini; Kopenhag kriterleri yanı sıra Türkiye için neden “hazmetme kapasitesi” gibi ek bir “kriter” getirdiklerini açıklamaya yetiyor. Sorunlar ‘80’lerde, “ikinci kuşakla” baş göstermiş. “Münih İstasyon çevresi Türk M SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Almanya’da ‘Türban Duvarı’ çıkmıyor. ‘İzin almadan’ dışarı burunlarını uzatamıyorlar. Almanca kurslarına gidemiyorlar. Dizi bağımlısı, evlerde saatlerce Türk TV’leri izliyorlar...” “Modern köle” konumundaki bu “ithal gelinlerin” artmasıyla, Alman medyasında “ezilen, zoraki evliliklerle başgöz edilen, geleneğe, töreye kurban edilen Türk kadın profili” yayılıyor. Yıllar, Alman ve Türk toplumları arasında köprü kuracağına, tersi oluyor: Uçurum derinleşiyor. Kimlik, kök arayışındaki kadınlar arasında dindar olsun, olmasın “kapanma” artıyor! “Yükselen değer türbanla edinilen yeni kimliği” anlatırken Bilir Meir, “Misal” diyor: “...‘Mini etek giydiğim yıllarda Almanların gözünde sıradan bir yabancı; herhangi bir Türk kızıydım!’ diyenler var. Önceki yaşamında dinle kadının alakası yok. Dini, kapandıktan sonra keşfediyor. Türbanla kazanılan yeni kimlikle çevrenin ilgi odağına dönüştüğünü anlatıyor; ilgi aldı lerin merkeziydi!” diye anlatıyor Bilir Meir: “Alt katlara camiler, ülkü ocakları inşa edildi. İslama dönüş böyle başladı! Kızlar, her şeye rağmen bugünkünden moderndi. Böyle bir başörtüsü olayı yoktu. İnsanlar camilere, cumaya gitmeye başladılar. Türklere oralarda bir kimlik veriyorlardı: Sen Türksün. Senden iyisi yok!” Derken ‘89’da Berlin Duvarı düşüyor. Almanya’lar birleşiyor. Almanlar Doğu Almanya’nın sorunlarına eğilirken; “gurbetçileri” boşluyor. Tüm projeler, ilgi, finansman kaynakları Doğu’ya akarken; süreçte “yabancı düşmanlığı” patlak veriyor. Solingen, Mölln yangınları örneğin, bu döneme rastlıyor. 90’larda arkadan “üçüncü kuşak Türkler” devreye giriyor. “90 sonrası gelenlerde” diyor Zuhal Hanım; “Türkiye’deki dinin yükselişi bire bir hissediliyor. Gelenler, ‘Türkiye’den ithal gelin’ getiriyor. Tek kelime Almanca konuşamayan bu yeni Türk gelinler, evde kaynananın hizmetinden ğını söylüyor!” Dindar olmayan da yani, “Müslümanlık” adına bir tavır ve bir kimlik kazanmış oluyor! “Dinle kazanılan kimlik” ilkokula dek inmiş. “Son gelişme de bu” diyor Bilir Meir: “Çocuğa sınıf arkadaşlarını soruyorsun; ‘3 Müslüman, 2 Hıristiyan arkadaşım var!’ diye yanıt veriyor...” Ahmet, Mehmet, Hans gitmiş... Yerine yalnız Müslümanlık ve Hıristiyanlık kalmış! Bir nevi eski Yugoslavya gibi yani... Dönüş yolunda Emma dinmişti. Ama Avrupa semalarında başka fırtınaların hız aldığını düşünmek beni çok daha fazla rahatsız etti. Uçakta HürriyetAlmanya baskısında çıkan Kerem Çalışkan’ın “Arkadaşlar, bu böyle yürümez!” yazısını okudum. “Türk kökenli gençlerin yaklaşık yüzde 50’si iyi bir eğitim ve meslek eğitiminden yoksun” diyordu Kerem de. Yoksulluk, işsizlik, mesleksizlik, kayıt dışı çalışmak Türklere mahsus... Bu böyle yürümez gerçekten. Avrupa’da bu ırkçılık, Türkiye’de bu aymazlık varken; “Emma”dan çok daha tehlikeli başka kasırgalarla savrulabiliriz... SOL YİNE YÜKSELİŞTE Sosyalistler, komünistler ve yeşillerden oluşan sol kesim ise ülke çapında ilerlerken büyük kentlerde radikal sol beklenmedik bir başarı sağladı. Paris’te 2001’de kazandığı zaferi 2008’de daha da güçlendireceğe benzeyen sol, bir çok kentte daha ilk turda yönetimi aldı. Merkezci çizgideki Demokrasi Hareketi’nin (MoDem) 2. turda alacağı tavır birçok kentte belirleyici olacak. Siyaset uzmanları, Sarkozy’nin “açılım politikası”nın pek başarılı olmadığı konusunda hemfikir. Sarkozy cephesi ilk sonuçları, “Uygulamaya çalıştığımız politikaya Fransızların gösterdiği sabırsızlığı anlıyoruz” biçiminde değerlendirirken solun temsilcileri, “Sandıktan gelen mesaj bir uyarıdır, Sarkozy ve Fillon aynı teraneyi okumaya devam ederse, gerçek tokat gelecektir” görüşünde. nilgun?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle