29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 Durna susma, konuş artık Silahlar sustuğunda 22 ölü vardı. Tarihe Gazi Mahallesi Olayları’nın kurbanları olarak geçtiler. Durna Tunç’un abisi Fevzi de ölenler arasındaydı. Haberi aldığında başını duvara vurdu, felç geçirdi ve bir daha konuşmadı. Anne ve babası, Hayriye ve Mustafa Tunç, hangisi için yas tutacaklarını şaşırdılar… Cemal Poyraz ise kızı Zeynep’in ardından adaletin peşine düştü. 13 yıl sonra Gazi Mahallesi’nde artık kimse adalete inanmıyor… C röportaj YANSIMA OSMAN İKİZ eçmişin kökünü kazıyıp yerine yeni ideolojik temelli yeni bir düzen kurmak isteyenler önce kaos yaratırlar. Kaos ortamında şaşkınlığa uğramış kitleleri yönlendirmek daha kolaydır. Kitleler şaşkın, muhalefet saptırılmış gündemle uğraşırken düzenin altı oyulur, temel direkleri çökertilir. Bu her yerde böyledir. Gelişmiş demokrasi diye yutturulan zengin kapitalist ülkelerde de, gelişmekte olan ülkelerde de. Türkiye bu bakımdan siyasal bilimlere zengin deneyler sunan bereketli bir laboratuar durumundadır. Son günlerde sağlık reformu altında sosyal devlet ilkelerine tümüyle ters yasalar gündeme geldi. Ortalık toz duman. Her kafadan bir ses çıkıyor. İktidar halkın çıkarına olduğunu savunuyor. Doktorlar tersini. Sağlık, eğitim, işçi hakları, emeklilerin durumu, yaşlıların bakımı konusunda yasal çerçeveye oturtulmuş yapı devletin ne kadar sosyal olduğunun ölçüleridir. Kamu hastanelerinde vatandaş uzayı giden kuyruklarda beklemek zorundaysa, başlı başına bir eziyet olan bu bekleme süresinin sonunda karşılaştığı doktor yorgunluktan bitap düşmüşse, parası olan çareyi özel hastanelerde arıyorsa, sağlık sorununda tek çarenin artık özel sigorta olduğu propagandası yapılıyorsa o devlet sosyal devlet değildir. O devlet Çetin Altan’ın 196070’li yıllarda yazdığı gibi komprador düzeninin devletidir. Çocuklar okullarda sınıflara konserve gibi yığılıyorsa, derslerden verim sağlanamaz. Öğretmenler de, çocuklar da bunalır. Düşük maaşlı bunalmış öğretmen mutfak giderini dershanede ders vererek karşılamaya çalışıyorsa, öğrenci okulun veremediğini dershaneden almaya çalışıyorsa, veliler dershane giderlerini karşılayabilmek için boğazdan kısıyorsa orada sosyal devletin ‘’s’’si bile yoktur. O devlet Çetin Altan’ın 196070’li yıllardaki tarifiyle talan düzeninin, tefeci düzeninin devletidir. Türkiye bugün tek sözcükle ifade etmek gerekiyorsa yağmalanıyor. Bu yağmacılık milliyetçilik söylemiyle ayakta durmuş olan devleti çökertir. Türkiye, Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkesi değil. Şimdi Avrupa’da da yağmacılık rüzgarları esiyor ancak zengin ülkeler çökmez. Onların kapitalistleri aynı zamanda Türkiye ve benzeri ülkeleri de sömürdüklerinden kendi ülkelerinde devleti ayakta tutan payandalara destek olabiliyorlar. Avrupa ülkelerinde sömürü katmerleşse, yoksulluk artsa, sınıf farklılıkları derinleşse de devlet çökme noktasına gelmez. Oralarda da yağmacılık aldı başını gidiyor. Sosyal devlet çökertiliyor ama devletin varlığı, geleceği falan tartışılmıyor. Norveç’te büyük bir özelleştirme fırtınası esmişti. Sağlık hizmetleri önemli ölçüde özelleştirilmişti. ‘’Seçme özgürlüğü’’ ‘’Rekabet kaliteyi artıracaktır’’ uydurmacasıyla yapılan özelleştirmelerin hiçte söylen 14 MART 2008 CUMA Yağmacılık Türkiye’yi Çökertir diği gibi sonuç vermediği görülünce 2005’te iktidara gelen sosyal demokratlar ilk iş olarak özelleştirmeleri durdurdu. Şimdi özelleştirme adındaki yağmacılık İsveç’te başladı. Tepki çekmesin, sancıya yol açmasın diye sağlık hizmetleri küçük birimler halinde özelleştiriliyor. Hem de kalite artsın diye birçok birim çalışanlara devrediliyor. Sağcı partilerin yönetimindeki belediyelerde başlatılan özelleştirmelerin ana sloganı ‘’Seçme özgürlüğü’’. Yani hasta istediği sağlık merkezine gidebilecekmiş. Liberal yutturmacayı görüyor musunuz, sanki hasta restoran seçecek ya da zevkine hitap eden elbiseleri satan konfeksiyon mağazası. “Seçme özgürlüğü’’ kandırmacasının asıl amacı ve sonucunu 10 Mart günü Aftonbladet gazetesinin başyazısından bir bölümle aktarayım: “Fisksatra Beldiye’nde sağlık merkezi özelleştirilince üç doktor kadrosu eksiltildi. Bütçede yüzde 13 kısıtlamaya gidildi. Yeni bütçenin yıl sonunda açık vermemesi için kliniğin geçen yıla göre 2500 daha fazla hasta kabul etmesi gerekiyor. Evet, hastalar daha fazla doktora görünse daha iyi olur. Peki ticaret mantığıyla çalışan bu klinikte üç doktor azaldığına göre bu kadar hasta kabulü mümkün mü?” Kapitalist ekonomi artık tıkanma noktasında. Hastaların adı artık “müşteri’’. Doktorlara ne demeli acaba? İsveç 2010’da yapılacak seçime kadar kamu sektörünü olduğu gibi özelleştirecek. Muhtemelen tepki olarak seçmen gelecek dönem sosyal demokratları iktidara getirecek. Onlar da yavaş yavaş reformlar yapacak. Zengin kapitalist ekonomiler böyle iniş çıkışları kaldırabilir. Ama Türkiye’nin yağma ekonomisine tahammülü yoktur. Vatandaşları üfürükçülerin tezgahında ulus bilincini yitirmişse, devlet borç batağında boğulur hale gelmişse o toplum parçalanabilir. Kürt sorunu bunun için körüklenmiş, türban fırtınası bunun için estirilmiştir. Bu kaos ortamında akbabalar ülkenin yerüstü ve yer altı kaynaklarını ele geçirmektedir. Başta CHP ve geri kalan yurtsever muhalif güçler “Ordu Irak’tan neden erken çıktı’’ yerine ABD Savunma Bakanı Gate ile Başkan Bush, tam da o günlerde “Çıkın’’ diye neden konuştular diye sormalılar. Bu sorulmadığından bütün önemli sorunlar gibi bu konu da “Kürtaltı’’ ya da “Türbanaltı’’ oluyor. CHP 22 Temmuz seçimlerinden önce de laiklikten başka bir konuyu ele almadı. Biz CHP’nin sağlık hizmetleri, eğitim, özelleştirmeler konusunda ne gibi programı olduğunu öğrenmek istiyoruz. Parti programlarındaki “Ülkenin çıkarı’’, ‘’Halkın yararı’’ gibi ifadeler ne yeterlidir ne de inandırıcı. Bütün güncel sorunlar konusunda açık politik hedeflerin açıklanma zamanıdır. Yüksek sesli protestolardan kulaklarımız yoruldu. G Gazi olaylarının üzerinden 13 yıl geçti, ama acısı hâlâ taze. Fevzi Tunç, askerden döneli 3,5 ay olmuştu ki... Esra AÇIKGÖZ “Gazi Mahallesi’nde olay çıkmış”... Bu cümleyle ve devamlı “olay çıkaran” bu yerle, ona giden yollardan biri evimin önünden geçtiği için, çocukluğumda tanıştım. Gazi Mahallesi tarihindeki en kanlı olayı yaşadığında, ben ergenlikle boğuşuyordum. O yüzden o günlerde yaşananları protesto etmek için evimin önünden, kortejler halinde Gazi’ye ilerleyen insan kalabalığını görecek halim yoktu. Sonra büyüdüm, yaşadığım ülkenin tarihine merak sardım, Gazi Mahallesi Olayları’nı, 1995’in 12 Mart’ında kadınerkek, gençyaşlı 22 kişinin öldürüldüğünü bu sırada öğrendim. Ancak bu bilginin yaşamdaki karşılığını anlamam, 12 Mart’ın 13. yıldönümü nedeniyle yapacağım haber için Gazi Davası avukatlarından Remzi Kazmaz’ın “Gereği Düşünüldü” belgeselini izlememle oldu. Bugün Gazi Cemevi’nde, 15’inde de Ankara 78li’ler Derneği’nde gösterilecek belgeselde, yaşanılanları; çocuklarını, annelerini, kardeşlerini kaybedenler anlatılıyordu. O yıllarda, yaşıtım bir genç kızın, abisinin öldürülmesinden sonra sinir krizi geçirerek kafasını duvara vurduğunu, felç kaldığını ve o günden beri kimseyle konuşmadığını işte bu belgeselle öğrendim. Adı, Durna’ydı. Olaylar sırasında öldürülen 20 yaşındaki Fevzi Tunç’un kardeşiydi. Gerisini, evlerinde ziyaret ettiğim annesi Hayriye ve babası Mustafa Tunç anlattılar... Durna, hala yürüyemiyor, aile üyeleri dışında kimseyle konuşmuyor da. Onlara da tek tük bir şeyler söylüyor. Biz girer girmez, yüzünü görmemize fırsat vermeden battaniyeyi çekti üstüne, orada olduğumuz süre boyunca da, ne kafasını çıkardı dışarıya, ne de hareket etti... Tunç ailesi, ekonomik nedenlerle 94’te Kahramanmaraş’tan İstanbul’a göç edip, Gazi Mahallesi’nde bir gecekonduya yerleşmişler. Aslında Mustafa Tunç’un aklına İstanbul’a yerleşme fikri, Maraş Katliamı’nı yaşadıktan sonra düşmüş. “O dönemde, bizi İmam Hatip Lisesi’nde toplayıp, tırnaklarımız dökülene kadar dövdüler. Kimi arkadaşlarımızı öl Gazi olaylarında öldürülen Fevzi Tunç’un annesibabası Hayriye ve Mustafa Tunç öfkeli... dürdüler, ama o zaman gelemedim. 94’te İstanbul’a vardığımızda Fevzi on aylık askerdi. Bitirip geldiğinde, bir inşaatta çalışmaya başladı, geleli üç buçuk ay olmuştu ki”... Yaşananların üzerinden 13 yıl geçse de, acıları hala öyle taze ki cümlelerinin çoğu yarıda kalıyor Tunç’un, konuşmasının kesilmesi pahasına gözlerine dolan yaşlarını akıtmamak için derin derin nefes alıyor. Yine de nafile, her Fevzi ya da Durna deyişinde gözlerinin dolmasına engel olamıyor, “Kafam pek yerinde değil, derinlere gidiyorum, geliyorum. Kusuruma bakmayın” diyor. Sık sık oğlunun askerden daha yeni geldiğini vurguluyor, askerde aldığı teşekkür belgelerini, askerlik fotoğraflarını gösteriyor. Yetmiyor, dedesinin seferberlikte öldüğünü, babasının dört, kendisinin iki sene askerlik yaptığını da anlatıyor. Hayriye Tunç, sessiz, varlığını derin iç çekişleriyle hatırlatıyor. “Durna için de ayrı üzülüyoruz” diyor Mustafa Tunç, “Yaşlandık, öleceğiz, Durna’ya kim bakacak? Doktorlar, ayağını yardılar iki kere, işe yaramadı, korkudan damarlarının çekildiğini söylediler. 97’de fizik tedaviye başladı, ancak doktor daha da kötüye gittiğini söyleyip bıraktı. Başlarda konuşmu yordu da, şimdi bizlerle tek tük konuşuyor”. Fevzi, altı kardeşin en büyüğü, Durna dördüncüsü, yine de en iyi ikisi anlaşırmış. Olaylar yaşandığında, 15 yaşındaymış, ağabeyinin öldürüldüğünü çalıştığı tekstil atölyesinde öğrenmiş. Tunç yaşanılanları şöyle anlatıyor: “O akşam, Fevzi’ye ‘sakın bir yere gitme’ dedim, sözümü dinledi. Ertesi gün ‘Bugün işte ödeme yapacaklar, kardeşime de bugün para yollamam lazım, askerde ihtiyacı vardır, çabuk dönerim’ deyince ikna oldum... Akşam dönmeyince aramaya başladım. Bir akrabamın yanına gittim, olayları konuşuyorlardı, beni görünce sustular, ‘Ben zaten öleceğim, ne olduysa doğru söyle’ dedim. Öğrendiğimde dizlerim titreyerek eve vardım, Fevzi’yi vurmuşlar, deyince annesi düştü, kaldı. Kız da öğrenince kriz geçirmiş, o günden beri burada yatıyor”. Hayriye Tunç olayları duyduğunda Fevzi için yemek hazırlıyormuş, “O gün eve ekmek getirmemişlerdi, hamur yoğurdum, börek yapayım dedim Fevzi gelene kadar... Sonrasını hatırlamıyorum bile”. Fevzi’nin nereye götürüldüğünü öğrenmeleri bir günlerini almış. Tunç, sabahlara kadar hastaneleri dolaşıp, oğlu nu sormuş. En son gittiği Haseki Hastanesi’nde, kırmızı montundan tanımış Fevzi’yi. “Sonradan o kırmızı montu yüzünden ‘bu da devrimcidir’e getirip vurmuşlar diye duyduk. Dört hastane gezdirmişler, hiçbiri almamış, kan kaybından ölmüş. Karnından beş kurşun çıkmış” demesine kalmıyor, Hayriye Tunç atılıyor: “Fevzim, garibim. Köyden yeni gelmişiz, garibanız. Dört hastaneye götürmüşler, birisinde tanışık olsaydı, böyle olmazdı. Onları köyde büyüttüm, çamurun, yokluğun içinde. Ne zorluklarla”... Şimdi evin yükü, en küçükleri, 22 yaşındaki Emine’nin üstünde. Bir tekstil atölyesinde çalışıyor. “Biz de evde mağaza poşetlerine kulp takarak, para kazanmaya çalışıyoruz. İnşallah iyiye gideriz, Durna’ma bakarız. Emine’nin de çok hakkı var, olaylar yaşandığında ilkokul üçüncü sınıfa gidiyordu. Okulu bırakıp o Durna’ya baktı, biz mahkemeleri takip etmek için Trabzon’a gittik, kaç kere otobüsümüzün taranacağını söylediler, vazgeçmedik, ölümüne gittik” diyor. Oğlunun ölümü kadar, dava sürecinde yaşananlara da üzülmüş. Saldırıya, hakarete uğramışlar, “Vuran insanlar ceza çekmediler. Davalarda, Adem Albayrak yanlış ifadeler verdi. Öldürülenlerin biri askerden izne gelmiş, biri anne, benim oğlum askerliğini bitireli 3.5 ay olmuş... Bunları saymıyorlar, sadece terörist bunlar, diyorlar. Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir deniyorsa, katiller cezasını çeksin, adalet istiyoruz”. Hayriye Tunç, kızgın, “Yok” diyor, “adalet ne gezer, adalet olsaydı, bizi Trabzon’lara gönderirler miydi? Kimi kime şikayet edeceğiz”. O günden beri, tetikte, diğer çocuklarımıza da bir şey mi oldu kaygısıyla yaşıyorlar. O yüzden iki oğullarını İngiltere’ye yollamışlar. “Birkaç polis görsek” diyor Tunç, “yine bir şey oldu, diye Hayriye’yle göz göze gelip ağlıyoruz”. Korkuları sadece kendi çocukları için değil. Ayrılırken, bizi de sıkı sıkı tembihliyorlar: “Gazeteceyiz bize kimse bir şey yapmaz, demeyin, aman, kendinize sahip çıkın”. osman.ikiz?tele2.se GERÇEK ADALETİ BEKLİYORUZ Cemal Poyraz Gazi Mahallesi’nde öldürülen Zeynep Poyraz’ın babası… O günü ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor: 12 Mart’ta iş yerinden eve geldim, Zeynep’im, “Baba Gazi’de kahveler taranmış, amcamın oğlu da yaralıymış, oraya gidelim” dedi. “Kızım sen gelme, ben gideyim” diyecek oldum, “Baba ben çocuk değilim” deyince, iki araba Sarıyer’den yola çıktık. Gazi’de insanlar sokaklara dökülmüştü, kimisi çocuğunu arıyordu, kimisi annesini. Gece dörde doğru, Zeynep’i eve dönmeye ikna ettim. Ertesi gün, işe gittim. Zeynep, cenazeler için Gazi’ye gitti. İçimde hep bir sıkıntı vardı, ancak arkadaşlarım “Saçmalama onca insan taranacak değil ya” diyorlardı. Akşam dörde doğru Zeynep’in bir arkadaşı aradı, “Zeynep yaralı” dedi, ancak öldüğünü anlamıştım, “Doğru söyle, öldü mü?” diye sordum, yanıtı duyunca bayılmışım. Arkadaşlarından biri bana gazetelerden, Zeynep’i vuranı gösterdi, Mehmet Gündoğan’dı. Zeynep’i bir evin dibinde bulmuşlar. Sekiz yıl boyunca katiller cezalandırılsın diye, Trabzon’a gidip geldik. Davayı takip edebilmek için işimi bıraktım, ülkücülerin saldırısına uğradık, kafamız yarıldı, gözaltına alındık, otobüsümüze koca kayalar attılar... 20 polis yargılandı; 18’i o kadar tanığa rağmen bir gün bile yatmadı; ikisi, Mehmet Gündoğan iki kişiyi, Adem Albayrak dört kişiyi öldürmekten bir yıl sekiz ay ceza aldılar. Hala gerçek adaletin sağlanmasını bekliyoruz. ‘Şiir denizi’ yaratan şair Hikmet ALTINKAYNAK Çağdaş şiirimizin ustalarından Cevat Çapan, yeni yapıtı Bana Düşlerini Anlat (1) ile Altın Portakal’a değer görüldü. Kitap, 1985 2000 arası şiirlerini ve A. S. Byatt’ın yazdığı, Kemal Atakay’ın çevirdiği ‘Cevat Çapan’ın Şiiri’ başlıklı bir incelemeyi kapsıyor. Çapan’ın 1950’lerden, Cambridge Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarından arkadaşı olan ünlü romancı Byatt, arkadaşının şiirlerinin ruhunu gerçekten çok iyi kavradığını, bir ‘şiir denizi’ yarattığını söylediği bu yazısıyla kanıtlıyor. Ben, Cevat Çapan’ın şiirlerini, tıpkı mizacı/kişiliği gibi, güler yüzlü, barışçı, sessiz, sakin, dengeli, umutlu, dinamik, alçakgönüllü buluyorum. İlk kitabı Dön Güvercin Dön, bireysel ve toplumsal umudu, özlemi ve aşkı anlatır. Bu izlek öteki kitapları Doğal Tarih (1989), Sevda Yaratan (1994) ve Ne Güzel Yolculuktu Aklımdan Çıkmaz (2001) ile sürer. Tüm şiirlerinde anlattığı yaşamın içinde bazen vardır, bazen yoktur. Bazen tanıdıkları, bazen tanımadıkları yer alır. Yaşamında elbette günlük yalın alışkanlıklar olduğu gibi, not düşülecek olaylar da olur. Hepsine yer verir şiirlerinde. Dili anlattığı duruma göre, açık seçik, yalındır. Bazen de dilini, imgelerini algılayabilmek; düşünmeyi, anlamlandırmayı, düşlemeyi gerektirir. Cevat Çapan, gerçeklerden, gerçekliklerden yola çıkarak, bir şiir gerçeği ortaya koyar. Bu gerçek, her kitabında biraz daha bilgiye, kültüre, imge yoğunluğuna, yolculuklara kapı aralar. Bu kapıların kiminde bir şiir, okura bir hedef gösterir, kiminde okuru ortada bırakır, hedefi ona sorar, düşletir, anlattırır. Ben Çapan’ı hep Necatigil’e benzetirim. Tıpkı Necatigil gibi, o da evaileyakın çevre üçgeninde gezinir başlangıçta. Sonra uzaklara, çok uzaklara açılır. Ama oralardaki hayatlar da sanki yine o üçgen içinde anlatılır hep. Değerlere yaklaşımı da Necatigil gibidir. O da geleneksele önem verir, ama çağdaşlığa da alabildiğine açıktır, zengindir. Bir yandan da ‘Şiir Atlası’ için Çin’den Peru’ya, Japonya’dan Amerika’ya, Afrika’ya kadar uzanır; dünya şiirinin rüzgârını bizlere taşır, kendi şiirine de katar. İşte, Antalya’da toplanan seçici kurul, “Özel ile geneli buluşturmuş olması, kişisel olanın evrensel olana gömülü özünü pırıl pırıl bir lirizmle dile getirişindeki ustalık, doğallık ve sahiciliği” gerekçesiyle 2008 Altın Portakal Şiir Ödülü’nü Çapan’a vermiş. Seçici kurulu ve Cevat Çapan’ı kutluyorum. (1) Cevat Çapan, Bana Düşlerini Anlat, YKY, 2. baskı, Ekim 2007, 216 sayfa. 8 Mart Kadınlar Günü her yerde kutlandı İmdat ULUSOY WEYHE Almanya’nın Aşağı Saksonya eyaletine bağlı Weyhe kentinde Entegrasyon Konseyi ile Pro Asyl kuruluşlarının ortaklaşa düzenlediği 8 Mart Kadınlar Günü kutlaması, adına ve özüne uygun olarak çokkültürlü bir tarzda kutlandı. Toplantıyı Entegrasyon Konseyi Yönetim Kurulu adına açan Zahide GünerBarufe, konuşmasında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün tarihçesini anlatarak, içinde yaşadığımız toplumda kadınların hangi ulustan ve kültürden olursa olsun sorunlarının ortak olduğuna vurguladı ve eşit haklar uğruna mücadelenin de ortaklaşa olacağını kaydetti. Toplantının kültürel bölümünde Twistringenli “Lebenswege Korosu”nun neşeli şarkılarından sonra farklı kültür ve ülkeden kadınlar değişik danslarla bu özel günü kutladılar. Bölgede uzun yıllardır değişik ülkelerden gelen sığınmacıların sorunları ve hakları konusunda uğraş veren Pro Asyl görevlilerinden Rahmi Tuncer, “Bugün buraya değişik ülkelerden gelen değişik kökenli kadınların hepsi, uzun mücadelelerden sonra oturma ve sığınma haklarını aldılar” dedi. Tuncer, haklar için verilen mücadelenin önemini vurgularken, bu yılki 8 Mart kutlamasında ortaya çıkan çokkültürlü tablonun geleceğe taşınmasını da istedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle