05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 ŞUBAT 2008 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Bella Çav’dan Careless Whisper’a oç, halk müziği yorumcularının eleştirilerine karşın ‘Batı kaynaklı melodileri Kbağlamayla yorumlamaya devam edeceğim’ diyor Hatice TUNCER Ahmet Koç, bağlamasıyla dünyanın en sevilen melodileri arasındaki gezintisini sürdürüyor. Doğan Müzik tarafından yayımlanan “Sözün Bittiği Yer” albümünde “Bella Çav”dan “Careless Whisper”a ünlü yabancı parçaları bağlamasıyla bir kez daha yorumluyor. Yabancı pop ve rock şarkıları bağlamayla yorumladığı “Paradoks” albümü ilgiyle karşılanan Koç, bir yıl sonra 2006’da çıkardığı iki CD’den oluşan “Sağanak” albümünde de aynı yolu izledi. Bağlama ve yabancı müziğin birlikteliğinden hoşlananları fazla bekletmeden aynı tarzdaki üçüncü albümünü de yayımlayan Ahmet Koç, müzik piyasasının içine düştüğü zor koşullarına karşın iddialı konuşuyor: “Son yıllarda yapımcılar, besteciler, sanatçılar hep ‘İnternet bizi mahvetti, albüm satışlarında büyük düşüş var’ diyor. Evet, satışları bunlar etkilemiştir doğrudur, ama asıl düşünülmesi gereken üretimin ne aşamada olduğu. Besteciler, söz yazarları yeni şarkılar üretiyorlar mı yoksa hep aynı şeyleri mi tekrarlıyorlar?” Müzik dünyasının kendilerini gözden geçirmesi gerektiğini söyleyen Koç, son dönemlerde starların dahi patlayan bir şarkısı olmadığına dikkat çekiyor: İnsanlar, birbirinin tekrarı olan şeylerden uzaklaştılar. Kaliteli olan, farklı albümler daha fazla satış yakaladı. Mor ve Ötesi’nin, Atena’nın yükselişleri değişik şeyler yapmalarından kaynaklanıyor. Benim albümlerimin de satışının ikiye katlandığını söyleyebilirim. Gecenizi gündüzünüzü bu işe ayırmanız gerekiyor. İşimi seviyorum ve en önemlisi beni dinleyen, internetten indirmek varken bu yoklukta albümümü alanlara büyük saygı duyuyorum.” ÜZİKAL GEÇMİŞİ İKİ EVRE İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konser C Sıradaki Kosovalar! mümkün olmuyor. Dolayısıyla Berlin, Kosova’yı tanımak konusunda gerçekten hızlı davranmıştır; bu motor ülkenin, AB’nin küçüklerine baskı yaptığını ileri sürenler haksız değildir. Ama bu tanınma eyleminin AB içinde pürüzsüz süreceğini düşünmek zor. Bir direnç var. Neden olmasın ki? Sadece yukarıda saydığımız 6 ülke değil, bunların ciddi etnik sorunlara sahne olduğunu söylemek bile gereksiz, ama Fransa’dan İtalya’ya, Belçika’dan İngiltere’ye, diğer AB’nin merkezi büyüklüklerinin de, AB’nin yardımcı lokomotifleri kadar, yakın bir gelecekte Kosova benzeri ayrılık talepleriyle yüz yüze kalacağı kesindir. Sorun, bu taleplerin ne zaman gündeme gireceği ve sahne alacağıdır. Ya Almanya? 15 milyon insanı göç arka planına sahip 82 milyonluk bu ülkenin, bir kriz döneminden, ayrılık talepleriyle çıkamayacağının garantisi var mı? 15 yıl sonra ne olacağını görebilen var mı? Tabii, Almanya’nın emperyal güveni, hâlâ dünya ihracat şampiyonu bir ülke olarak insanın aklını sıçratan büyüklükte bir dış ticaret fazlasına sahip olmasından güç alıyor. O nedenle bu tür hayalleri şimdilik pek ciddiye almayabilir. Ayrıca Almanlık (Almanca), bir etnik birim olarak, Rusluk (Rusça) ile arasında, Türkler (Türkçe) hariç, kendisini zora sokacak büyüklükte bir etnik oluşum da tanımıyor. Ama yine de her biri diğerini tetikleyen bu çılgınlıkların, her tür etnik ve dinci mafya örgütlenmesini iktidara taşıdığını, bu ateşin, sonunda bir gün merkezdeki büyüklere de sıçrayacağını söylemek zorundayız. Krize karşı kimsenin garantisi yok. Rüzgar eken fırtına biçermiş. Bunlar, bilmeden, fırtına üzerine fırtına ekiyorlar. O halde, aydınlanma düşüncesinin özünü yinelemek gerekiyor: İnsan başka ve daha iyi bir dünyayı hazır bulduğu koşulları dönüştürerek ve bu somut dünya içinde kurabilir. Aydınlanmaya geri giderek değil, fakat aydınlanma döneminin zenginleştirdiği insan aklını, tüm eşitlikçi, sosyalizan renkleriyle yardıma çağırarak, yeniden üreterek, bu kanlı rezalete set çekebiliriz. Hemen engel olamasak bile en azından direniriz. Olacak şey değil! 7 “Yarım dediğimiz ezik, ağlak koma sesler, Ortadoğu müziğinde vardır, Anadolu müziğine sonradan yerleşmiştir. Âşık Veysel, bağlamada bir devrim yapmıştır, koma ses basmaz. Albümdeki parçaların hiçbirinde sorun yaşamadık çünkü bağlama o kadar zengin ki hem komasız Batı müziği hem de komalı çalabiliyoruz.” Albüm, adı pek bilinmese de melodisi Türkiye’de de çok sevilen Rus halk şarkısı Polyushka Polye ile başlıyor: “Açılışta divan bağlama ile taksim yapıyorum, arkasından cura ve kısa saplı bağlamam geliyor. Sonra uzun saplı bağlama giriyor. Yani bağlama ailesinin resmi geçidi gibi.” THE A LA MENTHE Ahmet Koç, Fransa’da yaşayan Cezayir asıllı Ahmet ve Muhammmet Mazous’un “The a La Menthe” parçasını bağlamaya uyarlayabilmek için günlerce uyumamış. Mazous kardeşler, Bradd Pitt ve George Clooney’nin başrol oyuncuları arasında olduğu “Ocean 12” filminin müzikleri arasında yer alan bu parçada elektronik sesler kullanmış. Bilgisayar kullanılarak akordeonla çalınan melodinin ritmini bağlamayla tutturmak kolay olmamış: “Çok hızlı bir melodi olduğu için bilgisayarda yavaşlatılarak çalınmış. Bağlama ile tur düşürmeye kalkarsam deformasyon olur. Bütün parçaları çaldım, bunu hep sona atıyorum. Hayatımda hiç bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum. Hotel California’nın sonundaki gitar soloyu bağlama ile çalmış adamım, böyle de bir iddiam var. ‘Çalmalıyım, yoksa kendime olan güvenim sarsılır’ diye gözüme uyku girmiyor. Bir gece sabaha karşı dörtte yattım ve biraz sonra birden fırladım. Curamı aldım, baktım çıkıyor. The a La Menthe böyle bağlamanın sınırlarını zorlayan bir parça. Cura, işveli ve cilveli bir enstrüman, insana neşe verir. Bu parçaya çok da yakıştı, ama divan bağlama da kulllandım burada.” vatuvarı mezunu olan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Modern Folk Müzik Topluluğu’nda bağlama sanatçısı olarak görev yapan Ahmet Koç, bugüne kadar birçok sanatçıya sahne ve albüm çalışmalarında eşlik etti, 150’den fazla albümde yönetmenlik ve aranjörlük yaptı. Müzikal geçmişini iki döneme ayıran Koç, 1994’te aranjelerini yaptığı “Yedi Karanfil3”, “Yediveren Anadolu” ve 1998’deki “Yol Türküleri” albümlerini “birinci evre” çalışmaları olarak değerlendiriyor: “Bunlar, bağlamayı normal çaldığım, orkestrayla birlikte oluşturduğum, halk müziklerinden yararlandığım, bağlamanın solist olduğu enstrümantal albümler. Popüler kültüre yenilen enstrümantal müziğin önünü yeniden açması açısından bu albümlerin ayrı bir önemi var bence. Yedi Karanfil3, bir buçuk milyon tiraj yaparak bu tür çalışmalara prodüktörlerin dikkatini çekmiştir.” NSTRÜMANIM HER ŞEYİM 1998’den sonra 7 yıl albüm çıkarmayan Ahmet Koç, bu sü M E re içinde askerlik görevini tamamladı ve müziğiyle ilgili çalışmalar yaparak kendini geliştirdi: “Bağlama Türk insanının milli enstrümanı, bağlamayı çok seviyor, fakat yıllardır aynı şekilde dinliyor. Bağlamayı biraz farklı çalan insanlar sıyrılıyor. Ben de oturup kendimce düşündüm: ‘Birçok ülke gezdim, Hintlinin sitarı, Yunanlının buzikisi, Şililinin kavalı dünyada büyük tirajlar yaratıyor. Bizim bağlamamız nerede?..’ Ben enstrümanımla bir bütünüm, enstrümanım benim her şeyim olduğuna göre ne yapabileceğimi düşündüm. Bütün dünya müziğini takip eden bir müzisyenim. Bağlama o kadar enteresan bir çalgı ki çaldığın an zaten hemen tını olarak bize yaklaştırıyor parçaları.” Paradoks’ta, Eagles’ın Hotel California, Sting’in Fragile şarkısını, Godfather’ın unutulmaz müziğini bağlamanın önde olduğu bir düzenleme ile çalan Koç, Sağanak albümündeki eserleri büyük bir orkestra eşliğinde yorumlamayı tercih etti: “Sağanak’ta bağlamayı Paradoks’taki kadar ön plana çıkarmamıştım. Fakat albüm çok iyi satmasına rağmen ‘keş ke sazı daha ön plana çıkarsaydınız’ diyen biriki epostayı dikkate aldım. Bizi seven insanların eleştirileri bir kişi bile olsa çok önemlidir. Hemen kolları sıvadım. ‘Sözün Bittiği Yer’ albümünde artık bağlamaya doyacaklar, çünkü her parçada, neredeyse bağlama ailesinin bütün sazlarını kullandım.” ‘80’LERİN ETKİSİ “Sözün Bittiği Yer” albümünün 1980’li yıllardan esinti niteliği taşıması, tamamen tesadüflere bağlı olarak gelişmiş. Koç, Sezen Aksu’nun “Tükeneceğiz”, Nilüfer’in sesinden tanınan “Kavak Yelleri” parçalarını bir televizyon kanalında yaptığı programda dinleyicilerin çok beğenmesi üzerine yeni albümüne almış. Hasan Hüseyin Demirel’in “Kurbağalar” parçası, melodisini çok sevmesinin yanı sıra Koç’un 1987 yılında ilk kez yönetmenlik yaptığı “Halepçe” albümünde yer alması nedeniyle önem taşıyor. Love in Portofino... hmet Koç, 1950’lerden günümüze unutulmayan “Love in Portofino”da curayı mandolin gibi çalmış. Bağlamaların yanı sıra balabanın duygulu sesine de yer vermiş. Türkiye’de sol hareketlerin en bilinen marşı olan İtalyan halk ezgisi Bella Çav’ı (Bella Ciao) ise İtalyan şarkıcı Milva’nın yorumundaki düzenleme ile çalmış. Bu parçada elektrobağlama, cura ve keman kullanmayı tercih etmiş. Koç, Romanyalı sanatçı Gheorghe Zamfir’in panflüt yorumuyla tanınan “The Lonely Shepherd”, George Michael’ın Careless Whisper gibi zorlu parçalarını bağlamayla çalarak cesur denemeler yapmış. Türkiye’de bir reklam filminin fon müziği olarak da tanınan Chris De Burgh’un “Traveller” parçasında divan bağlama, cura elektrobağlama ile yerli bir parça halini alıyor. Terence Trent D’arby’nin “Rain” parçasında ise cura ön plana çıkıyor: “Bu çalışmalarımda sazın böyle de rada olan burada olmazmış. Öyle mi? Yani Balkan bataklığında ortalığa saçılan etnik devletler, yaşanan insanlık trajedileri, Orta Avrupa’da, bu arada diyelim Almanya’da yinelenmezmiş. Gerçekten mi? Peki, ya Türkiye’de? Belçika’dan, bu gidişle birden fazla Kosova çıkacağına kesin gözüyle bakanlar neredeyse çoğunlukta artık, ya Türkiye’den kaç Kosova çıkacak acaba? Kirli, çok kirli, kanlı, çok kanlı bir oyunun parçaları haline getirildik. Küreselleşme ve demokrasinin ne olduğunu zorla öğretiyorlar bize. Halkların birlikte, bir devlet çatısı altında yaşamaları imkansızlaştırılıyor. Etnik ve dinci delilik hızla yayılıyor. ??? Belki önceki yıllara ve Günter Verheugen’e kadar gitmek gerekiyor. NATO uçakları, tıpkı şimdi ABD ve AB’nin birlikte yaptığı gibi, uluslararası hukuku o zaman da rafa kaldırmış ve Yugoslavya’yı bombalarla dümdüz ediyordu. Verheugen’in AB komiserliğinin de yeni belli olduğu sıralardaki bir toplantı sonrasında Cumhuriyet için sormuştum: “Bugün Yugoslavya’yı etnik ve benzeri gerekçelerle bombalayanlar, yarın benzer veya başka gerekçelerle Türkiye’yi bombalamaz mı?” Sözcüğün tam anlamıyla sinirlendiğini, alı al moru mor, adeta tersleyerek yanıt verdiğini hatırlıyorum: “Ne ilgisi var!” diye kibar bir biçimde rahatsızlığını belli etmiş ve Türkiye’nin bir NATO ülkesi olduğuna da dikkat çekerek özetle “Olmaz öyle şey!” demişti. Olmazmış! Her şey oldu, her şey oluyor işte. Her şey olur artık. İyi. ??? İspanya, Slovakya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin, bu ayrılma pratiğini reddettiği biliniyor. Bulgaristan, Yunanistan ve “Kıbrıs”ın ağır bir Türk sorunu içerdiğini herhalde hatırlatmak bile gereksiz. Öte yandan, Washington zaten etkiliydi, ama aceleciliğine bakılırsa, Berlin’in bu son Kosova senaryosunda ellerini kavuşturup oturmamış olduğu hemen anlaşılıyor. Alman politikasının olayların akışına kapıldığını, böyle hesaplar yapamayacağını söyleyenlere, artık gülümseyerek bakmak zorunda kalıyoruz. Ters sonuç çıkaranlara ise kızmak ve haksızlık yaptıklarını söylemek O cutsay?gmx.net A çalınabileceğini gösterdim. Saz ile yalnızca türküler değil, böyle melodiler de çalınabilir. Hatta bu tınılarla dünyaya da sevdirebiliriz bağlamayı. Zaten onların şarkıları, ama aynı zamanda ben Türk insanına bu yabancı şarkıları bağlama ile çalıp daha sıcak ve samimi bir şekilde sunmayı arzuladım. Geleneksel bağlamacılardan eleştiriler aldım. Ama ben bağlamanın asi çocuğu olmaya devam edeceğim. Böyle bir yakıştırma var bana. Çünkü var olanla yetinmeyi asla düşünmüyorum. Kim bilir belki bir dahaki albümümde bağlama ile caz çalırım. Belki de Dede Efendi çalarım.” Nebil Özgentürk’ün hazırladığı “Türkiye’nin Hatıra Defteri” belgeseli için Sinan Çetin’in yönetmenliğini yaptığı kısa filmde oynayan ve bağlama ile klasik eserleri çalan Ahmet Koç’a bu rolü de ilham vermiş: “Belki çok iddialı klasik eserleri de çalabilirim. Filmdeki gibi Mozart’ın, Beethoven’in eserleri olabilir örneğin.” Teşvikiye Camii’nde düzenlenen cenaze törenine Aysel Gürel’in yakınları, sanat dünyasından çok sayıda tanınmış isim ve hayranları katıldı. (Fotoğraflar: YILDIZ ÇELİK / AA) Avrupalı Türkler için edebiyat yarışması FRANKFURT (Cumhuriyet Bürosu) Avrupalı Türklerin artık kendi edebiyatlarını yaratma sürecinde daha atak olması gerektiği belirtilerek, bu yeni süreci destekleyici nitelikte bir edebiyat yarışması düzenlendi. Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklere yönelik bu şiir ve öykü yarışması, Almanya Türk Öğretmenler Federasyonu (ATÖF), Hürriyet Gazetesi ve Türkshow Televizyonu’nun işbirliğiyle hazırlanıyor. Avrupa’da yaşayan insanlarımız için iki dalda, iki yaş grubunda ödül verilecek olan bu yarışmaya katılım için konu sınırlaması bulunmuyor. Şiir ve öykü dallarında yapılacak olan yarışmaya katılanların eserleri on yedi yaş altı ve üstü olarak iki kategoride değerlendirilecek. ATÖF Başkanı Mete Atay, Avrupa’nın en büyük yarışmasının düzenlendiğine dikkat çekerek, “Kadın, erkek, genç, yaşlı, amatör veya usta, herkesi yarışmaya çağırıyoruz. Şimdi tam yazma zamanı” dedi. Atay, Avrupa ülkelerinde yaşayan ve Türkçe yazan insanlarımıza seslenerek, şöyle konuştu: “Göç sürecinde yarım yüzyıla yaklaşıyoruz. Anlatacak çok şey birikti... Yarım yüzyılda yaşadıklarımız, akılda, gönül defterinde olanlar, bulunanlar hep unutuldu, gitti… Yazılanlar kâğıtlarda, dosyalarda sarardı, soldu, en kötüsü kayboldu... Kâğıda dökülenleri derlemek, toplamak, gün ışığına çıkarmak, başkaları ile paylaşmak, değerlendirmek istiyoruz. Siz de istiyorsanız yarışmaya katılın. Şimdiye kadar yazdıklarımızı yayınlayacak, onları piyasaya sürecek, okuyucu ile buluşturacak olanaktan yoksunduk. Ama şimdi ‘Avrupalı Türkler Edebiyat Yarışması’ size bu olanağı sunuyor... Yazdıklarımızla bazen tarihe tanıklık etmek, karşılaşılan eşitsizliklerden, haksızlıklardan insanları haberdar etmek, arada bir yaşadığımız mutlulukları, hoş duyguları, umutları paylaşarak çoğaltmak, istiyorsanız hemen yazmaya başlayın. Varsa yazdıklarınızı toplamaya, yoksa kafanızda, gönlünüzde olup da şimdiye kadar yazamadıklarınızı yazmaya çağırıyoruz. Şiir, öykü olarak yazdığınız ürünlerinizi bize gönderin. Onların kalıcı olması, hayat bulması, yaşatılması için el ele verelim, birlikte çalışalım...” Yarışmanın Türkçe dil sevgisi ve bilinci oluşturmayı, Türkçe yazma ve konuşmaya özendirmeyi, Türkçeye karşı ilgi ve sempati uyandırmayı, yeni yetenekler ortaya çıkarmayı amaçladığına işaret eden ATÖF Başkanı Atay, “Türkçe yalnız 35 ders saati ile öğrenilmez. Bakım ister, destek ister. Türkçenin ya da her dilin gıdası şiirdir, öyküdür, masaldır, yani edebiyattır. Göçmen edebiyatının oluşmasına, zenginleşmesini katkıda bulunmak zorundayız. Türk ve Alman edebiyatını zenginleştirmeyi, kültürler arası etkileşimi hızlandırmayı, birbirimizi daha yakından tanıyarak toplumsal barışı sağlamayı hedefliyoruz” diye konuştu. Sadece Türkçe yapıtların dikkate alınacağı yarışmaya son katılım tarihi 23 Nisan 2008. Düzenleme komitesinden yapılan açıklamada şu katılım koşullarına yer verildi. “Yarışmaya yurtdışında yaşayan amatör veya profesyonel herkes katılabilir. Yarışmaya katılanlar gerçek ad, soyadı, adresi ve telefon numarasını bildirmek zorundadır. Gönderilen eserler daha önce yayımlanmamış olmalıdır. Adaylar en çok üç eserle katılabilir. Şiir ve öykünün uzunluğunda bir sınırlama yoktur. Gönderilen eserler kazansın, kazanmasın geri verilmez. Telif ücreti ödenmez. Koşullara uymayan eserler değerlendirilmez. Yarışma sonuçları 19 Mayıs 2008 tarihinde açıklanacak, eserler Türkiye’nin konuk ülke olduğu Ekim 2008 tarihine kadar kitaplaştırılmaya çalışılacaktır. Eserler posta veya elektronik posta ile gönderilebilir. Posta ile gönderilenlerin üç nüsha olması gerekmektedir. Adres: Postfach 1 02, 53568 Unkel. EPosta: [email protected]. Ayrıntılı bilgili, 0180 563 93 93 numaralı telefondan da alınabilir. Yazarlar, eserlerini gönderirken, kısa yaşam öyküleriyle bir fotoğrafını (zorunlu değil) eklemelidir. Yarışmanın seçici kurulu, Yüksel Pazarkaya, Zehra İpşiroğlu,Yaşar Seyman, Yağmur Atsız, Mete Atay, Kerem Çalışkan, Mehmet Çoban ve Halit Çelikbudak’tan oluşmaktadır.” Aysel Gürel uğurlandı İstanbul Haber Servisi İstanbul’da yaşamını yitiren söz yazarı ve oyuncu Aysel Gürel sevenlerinin katılımıyla son yolculuğuna uğurlandı. Gürel için Nişantaşı’ndaki Teşvikiye Camisi’nde cenaze töreni düzenlendi. Törende kızları Müjde Ar, Mehtap Ar ve oğlu Söz Ar ile Müjde Ar’ın eşi Ercan Karakaş, taziyeleri kabul etti. Müjde Ar, tabutun camiye gelişi ve musalla taşına konuluşu sırasında annesinin pembe çiçekler bulunan tabutuna sarılarak, dua edip ağladı. Daha sonra Aysel Gürel’e ait 2 gözlük ve pembe pelüş tabutun üzerine bırakıldı. Törenden önce gazetecilerin sorularını yanıtlayan Mehtap Ar, Aysel Gürel’in kızı olmaktan duyduğu gururu dile getirdi. Ar, annesinin gençleri çok sevdiğini ve onlara, karşılık beklemeksizin şiirlerini verdiğini kaydetti. Mehtap Ar, annesine, hastalığını söylemediklerini belirterek, “Annem, akciğer ve omurilik kanseriydi. Bilmiyordu. ‘Sen üşüttün Aysel’im’ diyorduk. ‘Üşüttüm’ diyordu. Hasta olduğunu bence biliyordu ama o bize oynadı, biz ona oynadık. Daha doğru kelime bu’’ diye konuştu. Annesi ile bir gün önce vedalaştıklarını belirten Ar, kendisine, gençlerin önünün açılması, Atatürkçü gençler yetiştirilmesi gerektiğini söylediğini dile getirdi. Cenaze törenine, Sezen Aksu, Zerrin Özer, Sertab Erener, Erol Evgin, Yavuz Bingöl, Metin Özülkü, Garo Mafyan, Suavi, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay, Nükhet Duru, Nazan Şoray ve Harun Kolçak gibi sanatçılar da katıldı. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ve işadamı Cem Hakko’nun da yer aldığı törende Gürel’i hayranları da yalnız bırakmadı. Gürel’in cenazesi, Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle