23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 ŞUBAT 2008 CUMA söyleşi Eski YÖK Başkanvekili Prof. Dr. İsa Eşme, AKP hükümetinin yükseköğrenime bakışını yorumladı C 11 Üniversite mi, ibadethane mi? SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Görevinden zorunlu olarak istifa etmek durumunda kalan eski YÖK Başkanvekili Prof. Dr. İsa Eşme’yle üniversitelerdeki son gelişmeleri konuşuyoruz. Anayasaya türban özgürlüğünün eklenmesinden son derece tedirgin. Türkiye’nin geleceğini parlak görmediğini, anayasa değişikliğinin ülke için bir kırılma noktası olduğunu vurguluyor. Birkaç yıl sonra da üniversitelerde başı açık kız öğrenci kalmayacağının altını çizen Eşme, bu şekilde imam hatip liselerinin önünün de açılacağını öngörüyor. Türkiye’nin AKP hükümeti marifetiyle tam anlamıyla bir ortaçağ karanlığına itildiğine dikkatleri çekiyor. 2.5 yıldan beri yürüttüğünüz YÖK Başkanvekilliği görevinden ayrıldınız. Bu süreci açıklayabilir misiniz? Henüz sürenizi tamamlamadan neden istifa ettiniz? EŞME Sayın Teziç’in görevinin sona ermesiyle YÖK Başkanlığı’na atanan Sayın Özcan, göreve geldikten 15 gün sonra yaptığımız bir görüşmede yeni bir kadro ile çalışmak istediğini, bu nedenle görevden ayrılmamı talep etti. YÖK’te iki başkanvekili bulunmaktadır. Biri doğrudan başkan tarafından atanır, diğeri YÖK Genel Kurulu tarafından seçilir. Ben seçimle gelen statüde olduğumdan, genel kurulun bilgisi olmadan görevi bırakmamın mümkün olmadığını söyledim. YÖK Başkanvekilliği görevimin yanında, eğitim ve denklik komisyon başkanlıkları da benim üzerimdeydi. Bu nedenle, başladığım ve henüz tamamlanmayan bazı projelerin yürütücüsü durumundaydım. Önümüzdeki bir yıl içinde tamamlanacak şekilde bir planlama yapmıştım. Hizmette sürekliliğin esas olduğunu ifade ederek görevden ayrılmamın bu yönden de yerinde olmayacağını açıkladım. Aynı gün, tüm imza yetkilerim alındı. 26 Aralık 2007’de yaşanan bu gelişme üzerine, ilk genel kurul toplantısına kadar izne ayrıldım. İlk genel kurul, yeni üyelerin atanması beklendiğinden 2 ay sonra, 7 Şubat’ta toplanabildi. Toplantıda durumu genel kurul üyelerine sundum. Cumhurbaşkanlığı tarafından atanan yeni üyelerle, kurulun kom pozisyonu değişmişti. Söz alan üyelerin bir bölümü görevin devamının yararlı olacağını söylediyse de üyelerin çoğunluğu, başkanın yeni vekillerle çalışmasının daha yararlı olacağını söylediler. Bunun üzerine görevden bağışlanmamı istedim. Peki istifa etmeseydiniz olmaz mıydı? YÖK Başkanvekilliği bir icra makamıdır. Faaliyetleri genel kurul kararı ile uygulamaya geçirilebilir. Genel kurulun oluşan yeni yapısıyla faaliyetlerime destek olmayacağı ortaya çıktı. Kaldı ki, görev sınırım, beni bu görevde istemeyen YÖK Başkanı tarafından çiziliyor. Mevcut koşullarda görevimi daha fazla sürdürmenin bu nedenle yararsız olduğuna karar verdim. ŞENGÖR’ÜN DURUMU Açık bırakılan mikrofon olayını biliyorsunuz. Siz YÖK Başkanı olsaydınız, böyle bir durumla karşılaştığınızda ne yapardınız? Tepkiniz ne olurdu? Her şeyden önce bu olayı yaşayan kişi olmak istemezdim. Olay tüm yükseköğretim ca miasında büyük tepkiye yol açtı. Yapılan, Sayın Özcan’ın şahsına değil, devlet protokolünde 12. sırada yer alan YÖK Başkanı’na yöneliktir. Umarım tekrarı yaşanmaz. Ben olsam ne yapardım? Biz ‘68 kuşağıyız. Bildiri yazmada deneyimliyiz. Hiç beklemeden sert bir açıklama ile gerekli cevabı verirdim. ÜAK tarafından YÖK üyeliğine seçilen Celal Şengör’ün ataması henüz yapılmadı. Edindiğimiz bilgiye göre, dosyası YÖK Başkanı tarafından tutuluyormuş. YÖK tarihinde böyle bir örnek yaşandı mı? Bunu nasıl karşılıyorsunuz? Celal Şengör, renkli kişiliğe sahip dünyaca ünlü bir bilim insanı. Onun bu göreve seçilmesi, öteki meslektaşları gibi beni de çok mutlu etti. Celal Şengör gibi bir isim, YÖK Genel Kurulu’na büyük bir güç katar. Konulara eleştirel yaklaşabilen, üretken, Türkiye’nin sorunlarına ve Cumhuriyetin değerlerine duyarlı bir isim. Bildiğim kadarıyla şimdiye kadar YÖK tarihinde böyle bir olay hiç yaşanmadı. Üniversitelerarası Kurul’un seçtiği adayın Cumhurbaşkanı makamına sunulmasında YÖK sadece bir aracıdır, inisiyatif kullanma Tek seçenek teknik eğitim fakülteleri İmam hatip liselerinin önü açılır mı? Yükseköğretimde bizi bekleyen ikinci önemli sorun katsayı konusu. Daha açık ifadeyle imam hatip liselerinin üniversiteye girişleri. Basından öğrendiğimiz kadarıyla katsayı gündeme getirilecek gibi görünüyor. Ülkemizde mesleki eğitim, çözüm bekleyen öncelikli bir sorundur. En son verilere göre işgücümüzün sadece yüzde 10’u yükseköğretim görmüş durumda. yüzde 65’i lise altı eğitimli. Bu rakamlar zaten mesleki eğitimin önemini yeterince ortaya koyuyor. Mesleki eğitimin önündeki engel ne? Neden işgücünün taleplerine göre eleman yetiştirilemiyor? Mesleki eğitim gençler için neden cazip hale getirilemiyor? Bu sorunun önündeki engelin, katsayı uygulaması olduğu görüşü tam bir kandırmacadır. Cumhuriyet okurları anımsayacaklardır. ÖSS sonuçlarını irdelediğim yazılarım geçen yıl ve bu yıl CBT’de yer aldı. O yazılarımda da belirttiğim gibi, topluma yansıtılan sorun, meslek lisesi çıkışlıların, sırf “katsayı uygulaması” nedeniyle alanlarına yakın mühendislik programlarına girmelerinin engellendiği yönündedir. Bugünkü sistem, meslek lisesi çıkışlıların mühendislik programlarına girmelerini öngörmemektedir. Bunun temel nedeni, bizdeki mühendislik programlarının, mesleki eğitimden çok kuramsal ağırlıklı akademik altyapıyı gerektirmesidir. Meslek liselerinde daha çok uygulamalı atölye eğitimine ağırlık verilmesi nedeniyle, bu lise çıkışlıların aldıkları akademik bilgiler, mühendislik eğitimi için yeterli değildir. ÖSS sonuçları bu görüşü doğrulamaktadır. Sorunun özü şu: Bugün yükseköğretimde, meslek liseleri için 200 binin üzerinde önlisans kontenjanı olmasına karşılık, alanlarının devamı niteliğinde uygulamalı eğitim yapan lisans programları bulunmamaktadır. Tek seçenek, teknik eğitim fakülteleridir. Bu sorunun köklü çözümü, yeni bir yapılanmaya gidilerek, meslek lisesi çıkışlıların gidebileceği, uygulama ağırlıklı 4 yıllık lisans eğitimi yapan fakültelerin açılmasıdır. YÖK, Temmuz 2007’de bu yönde önemli bir adım attı. Teknik eğitim fakültelerini, uygulamalı teknik bilimler fakültelerine dönüştürme kararı aldı. YÖK’ün, 23 uygulamalı teknik bilimler fakültesi kurulmasını öngören kararı, halen Milli Eğitim’de bekliyor. Bu gerçekleşirse, mesleki eğitimde büyük bir rahatlama olacak. Amaç gerçekten mesleki eğitimin önünü açmaksa, bu çözüm hızlandırılmalıdır. yetkisi yoktur. Seçilen adayla ilgili dosya en geç 12 gün içinde onay makamına gönderilir. Umarım bu iş daha fazla uzamadan sonuçlanır ve Sayın Şengör YÖK üyesi olarak aramızda yer alır. Şimdi de gündemi işgal eden türban konusuna girmek istiyorum. Hep, 18 yaşını doldurmuş, türbanlı genç kızların yasak nedeniyle üniversite öğreniminden yararlanamadıklarından yakınıyorlardı. Sizce bu yakınma samimi miydi? Başörtüsü konusu, Türkiye’nin gündemine daha çok son 25 yılda girdi. Neden girdiği üzerinde durmak istemiyorum. Ancak, bu süreci yaşayan biri olarak şu kadarını söyleyeyim. Sayın Doğramacı YÖK Başkanı iken sanıyorum 1987’de, üniversiteye başörtü ile girilmesin ama isteyen kız öğrencilerimiz, yalnız saçlarını kapatan, modern bir aksesuvar görünümünde olan türban takabilirler diye bir yazı gönderildi. Bu yazı geldikten sonra biz üniversitelerde böyle bir kıyafeti hiç görmedik. Daha ilk günden itibaren, bildiğimiz başörtüsü gündeme geldi. Birkaçı dışındaki üniversitede başörtülü kız öğrenci oranı giderek arttı. 1990’lı yılların ortalarına gelindiğinde, özellikle Anadolu’daki üniversitelerde, başı açık kız öğrenci görünmez oldu. Kız öğrenciler, aynı fabrikadan çıkmış üniforma gibi kıyafetle gelmeye başladılar. Oranları az da olsa, çarşaflı, peçeli, eldivenli kız öğrencilerimiz de vardı. Sorun sadece örtüyle de sınırlı kalmadı. Kız ve erkek öğrenciler, sınıflarda ayrı saflarda oturmaya, karşı cinsteki öğretim üyesine soru sormamaya başladılar. Dahası, uygulamalı eğitim yapan bölümlerde çok büyük sorun yaşanmaya başladı. Fakültelerde hatta bölümlerde mescit açılma talepleri geldi. Şimdi film geriye sarılıyor. Bu kez sorun çok daha büyük boyutta, daha büyük kapsamda yaşanacak. HUZUR BOZULUR Siz, 600 bini aşkın kız öğrenci içinde 35 binini rahatlatmak amacında olduklarını söylemiştiniz. Bu gerçek neden mi? Leyla Hanım, bugün yükseköğretimde okuyanların sayısı 2.5 milyon civarında. Bunların 1 milyon 50 bini kız öğrenci. Yalnız örgün eğitimi dikkate alırsak 1.5 milyon öğrencinin 700 bine yakını kız öğrenci. Başörtüsü ısrarı olan öğrenci sayısı 35 bini geçmiyor. Bunu, rektörlerle yaptığımız görüşmelerden elde ettiğim bilgilerden biliyorum. Bizim için elbette 1 öğrencinin hakkı da çok önemli ama bu çocukların bir bölümü, üniversite girişinde başını açıyor, bir bölümü de peruk takarak bir şekilde sorunlarını çözmüş durumda. Üniversitelerde, son 510 yılda büyük bir huzur ortamı varken şimdi bu konu gündeme getirildi. Üniversitelerin huzur ortamı siyasi rant ve hasada kurban ediliyor. Bazı aydınlar, özgürlük adına bunu destekliyor. Hangi özgürlük? Devlet yurdu kapasitemiz, 200 bin. Bunun yarıdan biraz fazlası kız öğrenciler için. Okuyan her 100 kız öğrencinin 80’i, tarikat yurtlarında, ailelerinin yanında ya da kiralık evlerde kalıyor. Bu şu anlama geliyor. Başörtüsü serbestisi yüz binlerce kız öğrencimiz için örtünme baskısına dönüşecek. Peki bu çocuklarımızın özgürlüğünü kim, nasıl koruyacak? Üniversiteye gelen öğrenci profili araştırmaları göstermektedir ki, ortaöğretimdeki eğitim sistemi, muhafazakâr yapıda bir gençlik yetiştiriyor. Böyle bir serbestlikten sonra, üniversitelerde başı açık kız öğrenci kendini rahat hissedebilir mi? Çarşafı kim, nasıl engeller? Eğitim sürecindeki cinsiyet ayrımı eğilimleri nasıl engellenir? Başörtülü tıp öğrencisi ya da hemşire adayı erkek hastaya bakabilecek mi? Eğitim fakültelerinde 110 bine yakın kız öğrenci okuyor. Başörtüsü sorunu en çok bu fakültelerde yaşanacak. Bu çocuklar, okullara staj için gittiklerinde başlarını açabilecekler mi? P O R T R E Prof. Dr. İSA EŞME 1947 yılında Devrek’te doğdu. 1970’te Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra 7 yıl öğretmenlik yaptı ve 1977’de asistan olarak üniversiteye geçti. Katıhal fiziği alanında, 1983 yılında doktor, 1989 yılında doçent, 1995 yılında profesör unvanlarını aldı. 1983 yılından beri çalıştığı Marmara Üniversitesi’nden Ağustos 2000’de ayrıldı ve Maltepe Üniversitesi’ne geçti. Burada Eğitim Fakültesi Kurucu Dekanı olarak görev yapan Eşme, Mart 2005’te YÖK üyeliğine, Ağustos 2005’te YÖK Başkanvekilliğine atandı. Bu görevden istifa eden ve halen YÖK üyesi olan Prof. Eşme’nin, katıhal fiziği, fen eğitimi ve eğitimin güncel sorunlarıyla ilgili yayınları bulunuyor. İnançların yaşanacağı yer üniversite olamaz Sizce bu gidiş üniversitelerimizi nereye götürür? Üniversitelerimizin nereye götürüleceği sorusuna geçmeden önce, üniversitelerimizin bugünkü durumundan söz etmek istiyorum. Bugün 115 üniversitemizde, açık öğretim dahil 2.5 milyon öğrencimiz, 90 bine yakın akademik personelimiz var. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Türk üniversiteleri, çağdaş ülke üniversiteleri ile boy ölçüşecek düzeyde. Bunu bazı rakamlarla açıklamak istiyorum. 2007 Bologna değerlendirme raporuna göre, Türk üniversiteleri, beş öncelik alanındaki ortalamasıyla, AB ülkelerinin de yer aldığı 39 Bologna ülkesi arasında Almanya ile birlikte 9. sıraya yükseldi. ISI verilerine göre, yayın sayısı sıralamasında dünyanın 19. ülkesiyiz. Hedef elbette daha üst sıralar. Bir hususu daha vurgulamak istiyorum. 70 milyonluk Türkiye’de, üniversitelerimizin geçen yılki yayın sayısı 17.918 iken 157 milyonluk Pakistan’ın yayın sayısı sadece 1.656, 77 milyonluk Mısır’ınki ise 3.590’dır. İki hafta önceki CBT’de okuduk. 1.5 milyarlık İslam coğrafyasında bir yılda üretilen bilimsel makale sayısının yarıdan fazlası, Türk üniversitelerinin. Bu fark nereden kaynaklanıyor? Bu fark, Cumhuriyetimizin laik yapısından kaynaklanıyor. Bu fark, birer aydınlanma temeli olan üniversitelerimizde, eğitimin akla ve bilime dayanmasından kaynaklanıyor. Şimdi asıl sorunuza gelelim. Son yıllarda, özellikle son aylarda olanlar üniversitelerimizi nereye götürür? Tabii ki kaosa, kutuplaşmaya götürür. Ülkemizde, son dönemde birbirinden ilginç gelişmeler oluyor. Başörtüsü bunlardan sadece biri. Beraberinde o kadar sorun getirecek ki, enerjimizi buna ayırmak zorunda kalacağız. Bir başka husus, üniversitelerin, inançların özgürce yaşanılması gereken mekânlar olarak görme taleplerinin dillendirilmesidir. Akla ister istemez şu soru geliyor. Acaba yeni dönemde, YÖK’e ve üniversite rektörlüklerine yapılacak atamalarda, üniversiteleri dini inancın özgürce yaşanacağı yerler haline getirecek nitelikteki adaylara mı öncelik verilecek? Böyle bir tercih üniversitelerimizi, “bilimin üretildiği, her türlü düşüncenin özgürce tartışıldığı aydınlanma merkezleri” olma konumundan, “inançların serbestçe yaşandığı yerler” olma konumuna dönüştürür. İnançların özgürce yaşandığı yerler üniversite değil, ibadet mekânlarıdır. Örtünme serbestisinin örtünme zorunluluğuna dönüşeceği, inançların özgürce yaşanılacağı yerler haline gelecek kurumlar, üniversite kimliğinden hızla uzaklaşacaktır. “Güç bende” diyenlerin bu yaklaşımı üniversitelerimizi nereye götürür? Daha ileriye götürmez. Şimdiki konumumuzu da koruyamayız. Çok açık olarak görülmektedir ki, gidiş, AB ülkelerinin üniversiteleri değildir. Gidiş, dünya coğrafyasındaki İslam ülkelerinin üniversitelerinin bulunduğu konumdur. Malezya gibi, Pakistan ve Mısır gibi. Keşke yanılsak, keşke zaman bizi haklı çıkarmasa. Üniversiteden sonra kamuda türban takmayacaklar mı? Başörtüsü serbestisi elbette üniversite ile sınırlı kalmaz. Bir kız öğrenci düşünün. Üniversite öncesi başı açık, üniversite sonrasında yer alacağı çalışma ortamında başı açık. Sadece 45 yıllık üniversite döneminde başı kapalı! Bu akıl dışı bir varsayım. Görülecektir ki, başörtüsü hızlı bir şekilde ortaöğretim ve ilköğretime yayılacaktır. Çalışma alanına yayılacaktır. Şimdiden bunun işaretleri görülmektedir. Bunu gündeme getirenler, hedefe aşama aşama gideceklerini açıkça dile getirmektedirler. Esasen başörtüsü kamuya şimdiden girmiş durumdadır. Bunun aksini savunanlara, belediyeleri ve cemaat okullarını ziyaret etmelerini öneriyorum. Türkiye, 35 yıl sonra bir Ortadoğu ülkesi görünümünde olacaktır. Özgürlük adına bu gidişe alkış tutup halen AB ülkeleri arasına girme rüyası görenlere de şaşırıyorum. Cumhuriyetin 85. yılında yaşananlardan acı duymamak mümkün mü? İçinde azıcık Cumhuriyet kıvılcımı olanlar, olanlara tavır koymak durumundadır. Şu hususların altını çizerek tekrar ediyorum. Getirilecek başörtüsü serbestisi nedeniyle yüz binlerce kız öğrencimiz, örtünme baskısı altına girecektir. Sonuçta başörtüsü serbestliği çok kısa sürede örtünme zorunluluğuna dönüşür. Bu uygulama kesinlikle yükseköğretimle sınırlı kalmayacak, tüm eğitim sürecine ve çalışma hayatına yayılacaktır. Sonuçta, kadınlarımız, örtünenörtünmeyen ayrımı ile karşı karşıya gelecek, kutuplaşma iç huzura büyük darbe vuracaktır. Bu nedenle, getirilen yasa, Cumhuriyet tarihinde bir kırılma noktasıdır. YÖK’ün 17. maddesini değiştirirler mi? YÖK’ün 17. maddesini değiştirirler mi? Çıkarılan yasa Anayasa Mahkemesi’nden döner mi? Bekleyip göreceğiz. Bence, baraj kapağı açılınca iş işten geçecektir. Yasanın yürürlüğe girmesiyle kapak açılmış olacak. Bugünkü koşullarda, başörtüsünü bir daha üniversiteden çıkarmak zor. Bazı rektörler şimdiden sonucu kabullenmiş görünüyor. Gazeteciler bugünlerde üniversite kampuslarına girip bol bol fotoğraf çeksinler. Çünkü önümüzdeki aylarda aynı fotoğrafı çekmeleri mümkün olmayacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle