Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 ŞUBAT 2008 CUMA dizi Kadınları ikinci sınıf insan görüp toplumsal ilişkilerde erkeklerden ayırmaya çalışmak Kuran’a aykırı C 13 Şeriat kadın özgürlüğünü sınırlar aman ve toplumsal koşullar değişir, “cilbab”lı ve “başörtülü” olanlar, toplum tarafından kötü yolun yolcusu olarak telakki edilmeye başlanırsa, bu kıyafetlerin hemen değiştirilmesi gerektiğini söyleyen bazı araştırıcılar, zımnen, başörtüsü söyleminin, kalıcı ve kesin bir dinsel emir olmadığını da belirtmiş olurlar. Başörtüsü, Müslüman kadının kimliği, onun ayrılmaz bir parçası, onu çıplaklıktan kurtaran örtü ve kesin bir farzdır iddiası, Müslümanlıkta şekilciliğin hangi boyutlara kadar vardırıldığını gösteren en açık örneklerdendir. ysa İslamdaki her emrin illeti ve gerekçesi, bütünüyle ahlak yasalarıdır. Manevi ve ruhi derinliğin ifadesidir. Özellikle kadın konusu etrafında yoğunlaşan bu şekilcilik, yeni değildir. Cumhuriyet kurulmadan çok önce başlamış bir süreçtir. Ancak biz, çok daha gerilere gitmeden, Cumhuriyetimizin kuruluş arefesine rastlayan dönemde, bugünkü başörtüsü şekilciliği ve dayatmacılığını açıkça görebiliyoruz. Z O B aşörtüsü sorunu, kadının ikinci sınıf bir insan, ‘yaratık’, ‘bir insan tipi’, ‘alınıp satılan bir mal’ şeklinde değerlendirilmesine yol açan çelişkilerden hâlâ bir türlü sıyrılamamaktan kaynaklanıyor. bir kadının en meşru toplantılara katılması, ‘ya davulcuya ya zurnacıya gider’ şeklindeki folklorik ve primitif bahaneyle hem de İslam adına, yasaklanmıştır. Kuran, tam da bu iddiaların tersini söyler. Kadınlar, sosyal hayatta, normal koşullarda ve toplumsal ilişkilerde erkeklerle bir arada olabilirler. Bu yasaklama İslam kaynaklı değildir. Kuran’da bir arada bulunmakla ilgili birçok ayet vardır. Kadınlara getirilen en küçük, ama adaletsiz kısıtlamaları bile Kuran onaylamaz. Tanrı, kadınlara seslenerek şöyle izin vermektedir: “Sizin için evlerinizde ya da çocuklarınızın evlerinde, babalarınızın evlerinde yahut arkadaşlarınızın evlerinde yiyip içmenizde bir beis yoktur. Birlikte yahut ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur.” Erkek ve kadınlar, hicret ve Allah yolunda çaba sarf etmek gibi en ciddi eylemlerde bile erkeklerle bir arada anılırlar. Camide, çarşıda, pazarda, ülke savunmasında, hatta insanın bulunabileceği her yerde kadın vardır. Hz. Peygamber’in eşi Aişe’nin, Cemel Savaşı’nda askere komuta etmesi bu örneklerden biridir. ADIN HÜRRİYETİNİ SINIRLANDIRMAK Bir başka örnek de İsmail Hakkı İzmirli’nin (18681946) sözleri: “Kadının örtünme halini muhafaza etmesi, hakkındaki en büyük şeref ve saadettir. İslam dini, kadın hakkında ÖLÇÜTÜ OLDU TÜRBAN NAMUS VE İFFETİN Şeyhülislam Musa Kazım’ın kadın ve örtünme ile ilgili sözlerine bakalım: “Erkek ve kadının namus ve iffeti örtüye bağlıdır. Karı ile kocanın kendi iffet ve ismetlerini son derece muhafaza etmeleri ve korumaları ise behemehal kadınların mesture (örtülü) olmalarına bağlıdır. Çünkü insanlarda ve umumiyetle kadınlarda rekabet ve kıskançlık hissi yaratılıştan gelen bir durumdur. Eğer bir kadın gayri mesture olarak rast geldiği erkekle görüşmekte, konuşmakta ve hatta istediği bir erkeği kendi evine kabul etmekte ve arzu etti ği erkek meclis ve mahfelerinde bulunmakta serbest kalırsa kocasından daha zarif, daha latif erkeklere, tabii ve gayri ihtiyari olarak kendisinde bir meyil ve muhabbet hasıl olacağı…” 1920’lerden önce tesettürle ilgili olarak verilen bu fetva tarzı hükümde, erkeğin namus ve iffeti de kadına havale edilmiştir. Namus ve iffetin biricik ölçüt ve işareti olan tesettür (daha sonra sadece başörtüsü söylemine dönüşecektir), kadının günlük yaşamını, sosyal ilişkilerini ve toplumda alması gereken rolü elde etmesini kolaylaştıracak bir enstrüman değil, tam aksine, en azından Musa Kazım’a göre engelleyici, hadi bilemediniz kısıtlayıcı bir işlevsellik yüklenmiştir. ‘Mesture’ olarak bile K tercih edilen bir hayır olan örtüye karşılık kadına birtakım menfaatlar temin etmiştir: A) Kazanç temin etme yolları kadından düşmüş olmasına karşılık, erkek üzerine vaciptir. En ağır vazife olan geçim temini örtüye karşılık kadından kaldırılıyor. B) Cihat erkeğe vacip, kadına değildir. Örtü, ilim ve faydalı bilgi tahsil etmek için hiçbir zaman engel olmaz. Kadın ilmi ile, aklı ile yüceliyor. Kadına faydalı terbiyeyi vermek lazımdır.” İzmirli, örtünmenin kadın hürriyetini sınırlandırmak olduğunu açık yüreklilikle belirterek sözlerine şöyle devam etmektedir: “Kadının eğitim ve öğretimi, fıtri vazifelerini ihlal etmeye kadar varırsa, mesela kadın ev işlerini terk ederek dış işlere giderse, zaruret olmaksızın maişet ve kazanç peşine düşerse, analıktan nefret ederse, evlenmeye karşı isteksiz olursa, bu gibi kötü durumları ortadan kaldırmak için tabii olarak eğitim ve öğretimi sınırlandırılır. Yüce Şeriat kadın hürriyetini bir dereceye kadar sınırlandırarak örtüyü meşru kılmıştır. Bu maddi medeniyetinin gereği olarak, mutlak anlamda kadın hürriyetinden, kadınlara ait eğitim ve öğretim hususunda İslam dininin yüce tavsiyelerine ihtimam göstermek gerekir. Fesat galebe çalarsa yüzünü de örtmelidir. Kadının dışarı çıkması, imkân ölçüsünde ziynetini gizlemek, çıkmaya mecbur olmak, fitnenin yokluğunun kesin olması gibi kayıtlarla sınırlıdır. Kadınların erkeklerle beraber bulunmaları (ihtilat) fuhşun artmasına sebep olacağından, kadının erkeklerin toplantılarında beraber bulunması yasaklanmıştır. Kadın için hasıl olan sınırlama, ahlak zayıflığının doğurduğu bir netice olduğundan örtü içtimai bir zaruret olur.” B İ T T İ Mehmet Ağar Susurluk’tan Yangınların Danıştay Susurluk davası yargılanacak kapsamına aldı arkası kesilmiyor Danıştay 1. Dairesi, Susurluk kazasında araç içinde Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Daire Başkanlığı kaynaklı silah ve mermilerin belirlendiğini vurgulayarak Ağar’ın, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan yargılanmasına karar verdi. Susurluk sanıklarıyla Ağar arasında bazı bağlantıların tespit edildiği vurgulandı. ve mermilerin belirlendiği anlatılan kararda, araçtaki kişilerde ne amaçla bulunduğunun izah edilemediği kaydedildi. Kararda, Susurluk kazası sonrası bilgilere geniş yer verilerek şöyle denildi: “Türkiye’de katliam sanığı olarak gıyabi tutuklama kararıyla, yurtdışında uyuşturucu kaçakçılığı ve cezaevi firarisi olarak Interpol tarafından kırmızı bültenle aranan bir silahlı eylemci olan Abdullah Çatlı ile bu kişiyi yakalamak veya bulunduğu yeri derhal güvenlik birim lerine bildirmekle görevli, yükümlü olan üst düzey bir emniyet mensubunun ve bir milletvekilinin bir arada bulunmamaları gerekirken, aynı ortamda birlikte bulunmaları ve bu birlikteliğin Abdullah Çatlı’nın gerçek kimliği bilinerek, uzun süreli yakın ilişkiler içerisinde sürdürülmüş olması, özel kasıtla bir araya gelindiğini ve teşekkül oluşturulduğunu göstermiştir.’’ İstanbul DGM tarafından, dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Daire Başkanvekili İbrahim Şahin, Korkut Eken ve çok sayıda polis memuru hakkında dava açıldığı anımsatıldı. Davaların açıldığı dönemde Bucak ve Ağar’ın milletvekili olmaları ve dokunulmazlıkları nedeniyle haklarında dava açılamadığı anımsatıldı. Kararda, Susurluk soruşturması kapsamında hazırlanan fezleke ile Ağar’ın dokunulmazlığının kaldırıldığı ve şüpheli hakkında söz konusu suçlardan daha sonra kamu davası açıldığı belirtildi. İstanbul 6 No’lu DGM’de yapılan yargılamada verilen görevsizlik kararının sanık Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olması ve Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat hükümlerindeki usule tabi olarak hakkında soruşturma yapılması gerektiği gerekçesiyle bozulduğu belirtilen kararda, yargılamanın durdurulduğu belirtildi. BAĞLANTI TESPİT EDİLDİ Dairenin kararında, Ağar’ın dokunulmazlığının kalkmasının beklendiği ve dosyanın Danıştay’a gönderildiği kaydedildi. Kararda, Ağar’a isnat edilen “cürüm işlemek için silahlı teşekkül meydana getirmek’’ suçuyla ilgili yargılanan diğer sanıklarla Ağar arasında bazı bağlantılar tespit edildiği vurgulandı. Kararda, Ağar’ın, üstüne atılı “cürüm işlemek için silahlı teşekkül meydana getirmek’’ suçunu işlediğini doğrulayacak ve hakkında kamu davasının açılmasını gerektirecek yeterli kanıt bulunduğu bildirildi. Daire Ağar’ın “cürüm işlemek için silahlı teşekkül meydana getirmek’’ suçu yönünden yargılanmasına karar verdi. Ağar’ın vali statüsünde bulunması nedeniyle yargılamasının Yargıtay’ın ilgili dairesinde yapılmasına hükmeden daire, Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat’ın ilgili maddesi gereğince karara tebliğ tarihinden itibaren 5 gün içerisinde Danıştay İdari İşler Kurulu’na itiraz edilebileceğini, kararın itiraz edilmeksizin kesinleşmesi halinde, dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesini kararlaştırdı. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Danıştay 1. Dairesi, Mehmet Ağar’ın, Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan Susurluk davası kapsamında yargılanmasına karar verdi. Daire, Ağar’ın vali statüsünde bulunması nedeniyle yargılamasının Yargıtay’da yapılmasına hükmetti. Daire kararında 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen kazada Sedat Bucak’ın yaralandığı otomobilin arka koltuğunda oturan Mehmet Özbay, Gonca Us ve otomobilin sürücüsü Hüseyin Kocadağ’ın öldüğü anımsatıldı. Araç içinde Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Daire Başkanlığı kaynaklı silah Dış Haberler Servisi Avrupa’da Türklerin yaşadığı binalarda kundaklamayla çıktığı sanılan yangınlara neredeyse her gün bir yenisi ekleniyor. 3 Şubat günü Almanya’nın Ludwigshafen kentinde 5’i çocuk 9 Türk’ün ölümüne sebep olan yangınla ilgili “kundaklama” iddiaları soruşturulmaya devam edilirken, salı günü Avusturya’nın başkenti Viyana’da, Almanya’nın Aldingen kentinde çıkan yangınlarda Türk aileler ölümle yüz yüze geldi. Almanya’nın güneybatı eyaleti BadenWürttemberg’e bağlı Tuttlingen kentinde, çoğunlukla Türklerin oturduğu bir binanın en az üç yerinde birden yangın çıktı. O sırada otomobiliyle binanın önünden geçen bir kişinin dumanı görerek zillere basması sayesinde, binadaki 9 yetişkin ve 5 çocuk hemen dışarıya çıkarak canını kurtardı. Binanın, tıpkı Ludwigshafen’deki gibi ahşap olması nedeniyle yangının hızla giriş kattan üst katlara yayıldığı belirtildi. Aldingen kasabasındaki olay nedeniyle 53 yaşındaki bir Alman gözaltına alındı. Gözaltına alınan kişinin kundaklama suçundan sabıkası olduğu kaydedildi. Binada Trabzon’un Akçaabat ilçesinden Öztürk, Akyüz ve Bulduk ailelerinin oturduğu, yangında binada olanların 10’unun Türk, 4’ünün Alman olduğu bildirildi. Viyana’daki olayda yetkililer kundaklamadan şüpheleniyor. Kentin 10. bölgesindeki yangının, Türk ve Avusturyalı ailelerin ikamet ettiği 2 komşu binanın bodrum katlarında aynı anda çıkması şüpheyi güçlendiriyor. UŞKULU MATERYAL BULUNDU İtfaiyenin kurtardığı 7’si çocuk 11 kişinin duman zehirlenmesi nedeniyle hastaneye kaldırılmasının ardından olay yerindeki incelemeye katılan polis şefi Alois Pommer, 2 şüpheli materyal bulduklarını ve bunları kriminoloji laboratuvarında incelemeye aldıklarını belirterek, kundaklama olasılığını ciddi şekilde araştırdıklarını ifade etti. Yangının çıktığı bölgede Türklerin yoğun olduğunu, bazı Türk derneklerinin de bölgede lokallerinin bulunduğunu belirten bölge belediyesi başkanı Hermine Mospointner, binaların restore edilmesi nedeniyle bodrum katına açılan kapı ve pencerelerin açık olduğunu, bu nedenle yabancı düşmanı kişi veya kişilerin kundaklama ihtimali üzerinde durduklarını söyledi. Bu arada, Almanya’nın Wiesbaden kentinde, mülteci başvurusunda bulunanların barındığı bir merkezde çıkan yangında 7’si çocuk 9 kişi yaralandı. K Cheney savaşa sürüyor Bahadır Selim DİLEK ANKARA WashingtonAnkara arasındaki diplomatik trafik yoğunluğunu korurken mart ayında Türkiye’ye gelmesi planlanan ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin gündeminde Afganistan’ın bulunduğu öğrenildi. Cheney, Türkiye’den Afganistan’ın güneyindeki çatışma bölgesinde konuşlandırmak üzere muharip güç isteyecek. Edinilen bilgilere göre Türk askerinin Afganistan’ın güneyinde konuşlandırılmasına ilişkin olarak Bush yönetimiyle AKP arasındaki mutabakat, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 5 Kasım’da Beyaz Saray’da yaptığı görüşmede sağlandı. NATO resmi olarak 8 Eylül 2006 tarihinde Türkiye’den Afganistan için asker talep etmişti. NATO Daimi Temsilciliği aracılığıyla Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen resmi yazıda, Afganistan’a NATO gücü olarak gönderilecek toplam asker sayısının 2 binle 10 bin arasında olacağı, sayının 10 bin kişi olarak belirlenmesi durumunda, Türkiye’den bu güce en az 2 bin asker vermesi istenmişti. NATO’nun bu talebi, Varşova’da NATO Genelkurmay Başkanları Toplantısı’nda, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a da sözlü olarak iletilmişti. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, NATO’nun asker talebine ilişkin resmi başvuru iletilmeden önce yaptığı açıklamada, “Taliban’la mücadele için Afganistan’a tek bir asker bile gidemez” demişti. Ancak, son dönemde NATO’nun Afganistan operasyonu sırasında giderek daha fazla sıkıntıya girmesi üzerine ABD yönetimi Türkiye’yi yeniden ön plana çıkarma çabası içine girdi. Washington yönetimi 2006’dan bu yana, Türk askerinin Kâbil dışında muharip görev üstlenmesi talebini resmi ve gayri resmi yollardan birçok kez Ankara’ya iletti. Ancak Türkiye bu talebe olumlu karşılık vermedi.Ancak, ABD’nin Irak’ın kuzeyindeki PKK kampları ve Kandil Dağı’ndaki ana kampına yönelik operasyon konusunda Türkiye’nin önünü açmasıyla birlikte, Afganistan’a asker gönderme konusu yeniden gündeme taşındı. Çünkü, Erdoğan’ın 5 Kasım’da ABD Başkanı George Bush ile yaptığı görüşmede Afganistan konusu da ele alındı. AKP’nin ABD’ye bu konuda olumlu bir yanıt vermesi güçlü bir olasılık olarak değerlendirirken askeri kanadın “Kâbil dışında göreve katılmayız” yönündeki pozisyonunu koruması bekleniyor.Türkiye’nin şu anda Afganistan’da yaklaşık 700 askeri bulunuyor. İstanbul Haber Servisi AKP’nin sesi olan dinci basın ve bazı yazarlar, türban düzenlemelerine karşı çıkan yazarlara ağır suçlamalarda bulunuyor. Akşam Gazetesi Yazarı Engin Ardıç yazısında Gazetemiz İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk’u, “Türklüğe hakaret”le suçlarken, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün, Hikmet Çetinkaya üslubunda yazdığını savunan Yeni Şafak Gazetesi yazarı Fehmi Koru, Özkök’ü Franz Kafka’nın romanındaki “hamam böceği”ne dönüşen kahramana benzetti. Ardıç, “İlhan Selçuk 301’den yargılanır mı?” başlıklı yazısında, Selçuk’un, “Aziz Nesin’in Türk halkının yüzde 60’ı aptaldır” sözüyle ilişkilendirerek yazdığı yazısından alıntı yaparak, “Burada Türklüğe hakaret var mı, yok mu?” dedi. Aziz Nesin’in halkın yüzde 60’ından söz ettiğini ancak Selçuk’un “Türkler’in aptal olduğuna inanmaya başladığını” aktaran Ardıç, Selçuk’un “lafı da kıvırdığını” iddia etti. Ardıç, yazısında Selçuk ve Hrant Dink arasnda bağlantı kurarak, Selçuk’u hedef gösterdi: “İlhan Selçuk’un mazereti var, ironi yapıyor... Evet ama, Hrant Dink de ironi yapmamış mıydı? Madem ki Ermenisin, istemeden ironi yapmamalısın.” Yazısının sonunda 301’inci madde AKP için çalışan kalemler nin, bu tür “gırgırlar yapılamasın” diye kalkmasını istediğini de belirten Ardıç, “Bir de foşaların kafası büsbütün kafaları karışmasın diye tabi, sonra gene sapıtmasınlar. İlhan Ağa bey sapıtabilir, ona serbest” ifadelerini kullandı. Fehmi Koru da yazdığı “Son meydan muharebesi” başlıklı yazısında, Ertuğrul Özkök’ün yazısından alıntı yaparak, “Emin Çölaşan’ı gazetesinden kovduktan sonra meydaha gelen boşluğu kendisi doldurmaya çalışıyor Ertuğrul Özkök ve üslubu da giderek kovduğu yazarına benziyor” dedi. Ancak, Özkök’ün Çölaşan’ın “taklidi” olmadığını, yazarımız Çetinkaya’nın üslubu ile yazdığını savunan Koru, Özkök’ü, Kafka’nın “Dönüşüm” romanındaki “hamam böceğine” dönüşen Gregor Samsa’ya benzetiyor, “Kafka’nın bir sabah farklı olarak uyanan Gregor Samsa’sı gibi Özkök; tek farkı bir gün Çölaşan, başka bir gün Çetinkaya olarak uyanıyor...” ifadelerini kullandı. Özkök’ün “Amiral gemisi” denilen Hürriyet’i sandala çevirdiğini öne süren Koru, “Neyi savundularsa boşa çıktı... Son atımlık barutları anayasa değişiklikleri” dediği yazısında şu ifadelere yer verdi: “Özkök için bu son meydan muharebesi... Aydın Doğan kendisini kurtaracak bir tutumak bulur da, Ertuğrul Özkök ve sandalındakilerin işi pek zor. Belki hep birlikte Cumhuriyet’e geçerler.”