05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Yine aydınlanmadı Danıştay’a ve gazetemize yönelik saldırıların tetikçisi Arslan’ın arkasındaki ‘asıl güce’ yakalanmasının üstünden 1.5 yıl geçmesine karşın ulaşılamadı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Danıştay ve gazetemize yönelik saldırıların da faili olan Alparslan Arslan hakkında savcılık 4 kez ağırlaştırılmış müebbet isterken mahkeme 2 kez müebbet hapis cezası verdi. Yaklaşık 1.5 yıl süren davada, Arslan yakalandığı günden bugüne değin saldırı planlarını Danıştay’ın türban yasağına ilişkin kararı nedeniyle kendisinin bireysel olarak yaptığını savundu. Davada, tetikçi Arslan’ın arkasındaki “asıl güce” ise ulaşılamadı. 17 Mayıs 2006’da Danıştay 2. Dairesi’ne yönelik silahlı saldırı gerçekleştirerek 4 yüksek yargıcı yaralayan ve Mustafa Yücel Özbilgin’i öldüren avukat Arslan’ın yargılanmasına 11 Ağustos 2006’da başlandı. Yaklaşık 1.5 yıl sonunda da karar çıktı. Savcı Salim Demirci esas hakkındaki mütalaasında, Arslan’ın “Türkiye Cumhuriyeti anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya, yerine başka bir düzen getirmeye, fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmek, bu amaçla örgüt kurmak ve yönetmek, Özbilgin’i yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle öldürmek, daire üyelerini yaptıkları kamu görevi nedeniyle öldürmeye teşebbüs etmek” suçlarından 4’er kez ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasını istemişti. Gazetemize 3 kez bomba atılması eyleminin de aralarında bulunduğu suçlardan da 72 yıla kadar hapis cezası talep etmişti. Karar oturumunda ise mahkeme, Arslan’ı 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 68 yıl 9 ay hapis cezasına çarp C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 22 ŞUBAT 2008 CUMA Kaos Politikaları örtüvermişti. “Kaos” zamanlarıydı. Şimdi de kaos zamanındayız. Kadınların başlarını nasıl örteceklerinin, çarşaf mı, türban mı, çador mu, burka mı neyle kapatacaklarının Meclis tarafından kararlaştırıldığı kaos zamanlarındayız. Ama bu kaosun içinde bir “düzen” hevesi var. Hep öyledir. Kaos hep “yeni bir düzen” içindir. Bizim korkumuz, kuşkumuz, tedirginliğimiz, toplumumuzun diri güçlerden, aklı başında aydınlardan epeyce yoksun olduğu bir zamanda esmeye başlayan bu rüzgârın, bu toz dumanın, bu kara bulutun arkasında bir başka düzen hevesinin yattığı korkusu, kuşkusu, tedirginliğidir. İnsanlar çoğu zaman boş sözlerle, anlamsız laflarla konuşur, ama meramı anlatan esas oğlanlar kavramlardır. Kavramlarla, simgelerle, sembollerle yol alırken, bir de bakmışsınız başka bir dünyadasınız. İstikrarın kaosla böyle eşzamanlı, eşanlamlı olması, kavramların keyfe göre kullanılması başımızı kaldırdığımız her yerde kavram kargaşasıyla karşılaşmamız hayra alamet değil. Biz biliyoruz başımıza gelecekleri. Bir kısım aydının, umutlar bağladıkları partinin “özgürlükçü” değil de “türbancı” çıkmasından duydukları rahatsızlığın, kavramlar dünyasındaki kaostan kaynaklandığını da biliyoruz. ??? Ama kaos yerel, bölgesel değil, küreseldir. Nasıl yaratılabileceğini görmek istiyorsanız, koskoca yerkürede, koskoca Avrupa’da bir toplu iğne başı kadar yer tutmayan Kosova’ya, onun tuhaf “bağımsızlığına” bakın. Orada öfkeyle sevincin, zorlama istikrarla kaosun bir arada cadı bayramına döndüğünü göreceksiniz. Şimdi tüm dünya “fetret” devrindedir. Yeni ve karanlık bir dünyaya evrilmenin tehlikeli dönemecindedir. İşareti istikrarsa, parolası kaostur. [email protected] ‘TÜRBAN İÇİN YAPTIM’ DEDİ, DİNCİLER GÖRMEZDEN GELDİ Danıştay saldırısının hemen ardından dinci kesim Alparslan Arslan’ın dini amaçla saldırıları gerçekleştirdiğini söylemesine karşın bunu görmezden geldi. Arslan’ın “dinci mi, ulusalcı mı” olduğu tartışması yargılama aşamasında duruşma salonuna da yansıdı. Sanık Süleyman Esen’in avukatı Mehmet Ener, ulusalcı olarak nitelendirilen Muzaffer Tekin ve Tamer Ünal’ın gözaltına alınması nedeniyle soruşturmanın genişletilmesini istedi. Ancak Arslan, “Davanın Vatansever Kuvvetler Güçbirliği’ne yönelik Girdap operasyonuyla, vatanseverler, ulusalcılar ve derin devletle alakası yoktur. Saldırının amacı, Allah’ın dinine, peygamberine, Müslümanlara yapılan alçakça hareketlere ceza vermektir. Yakalanmasaydım, Aydın Doğan medya grubuna, Koç grubuna, Şener Eruygur’a ve bazı bankalara saldıracaktım. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i öldürecektim. Bunlar hadlerini aşıyorlar. Rahat rahat, geniş geniş hakaret edeceklerini sanıyorlar. Onlara ‘Akıllı olsunlar’ demiyorum, ama rahat da olmasınlar” diyerek karşı çıkmıştı. Yargılama sonucunda da Arslan’ın “ulusalcı çete” olarak nitelendirilen kesimle ilişkisine dair belirleme yapılmadı. tırdı. ğına” ilişkin rapor alınması istemiyle dilekçe vermişlerdi. Mahkemece tam teşekkülü hastaneden rapor alınan Arslan’ın akıl sağlığının yerinde olduğu saptanmıştı. Arslan duruşmalardan birisinde de Fethullah Gülen’e saygı ve sevgilerini bildirerek “Onu kırdım ve üzdüysem özür diliyorum. Bu olayın Ayhan Parlak ile, Veli Küçük ile, Muzaffer Tekin ile uzaktan yakından alakası yoktur. Türkiye’de yaşayan iman etmiş insanlara film, fırıldak çevirmesinler’’demişti. Arslan’ı “ulusalcı” olarak nitelendirdikleri çetelerle ilişkilendirmeye çalıştı. Vakit gazetesi, mahkumiyet kararını “Tetikçiye iki müebbet” başlığıyla görürken haberini şöyle sundu: “Ergenekoncuların bulunduğu cezaevlerinde kalmak isteyen Arslan yaptığı son savunmada, ‘Türkiye’de şeriatın ilan edilmesini istiyorum’ dedi. Arslan’ın İslama saldırıların yoğunlaştığı şu günlerde sarf ettiği bu sözler, Ergenekon çetesinin son hamlesi olarak değerlendirildi.” Yeni Şafak ise “Bombaların kaynağını korudu” başlığıyla haberi sürmanşetten aktardı. Zaman gazetesiyse mahkemenin herhangi bir belirlemesi olmamasına karşın “yakalandıktan sonra ulusalcı örgütlerle bağlantıları ortaya çıktığını” ileri sürerken Arslan’ın “Şeriat ilanı istiyorum” sözlerini provokatif açıklamalar olarak nitelendirdi. NAMAZ İÇİN KAÇIYORDU... Arslan, 17 Mayıs 2006’da Danıştay’a yönelik saldırının ardından yakalandığında ilk ifadesinde eylemi 2. Daire’nin türban yasağı kararı nedeniyle gerçekleştirdiğini söylemişti. 1.5 yıl süren davada Arslan, her duruşmaya gelişinde farklı bir profil sergiledi. Kimi zaman “susma hakkını” kullanan kimi zaman ise yalnızca başıyla sorulara yanıt veren Arslan, eylemi türban nedeniyle gerçekleştirdiği ifadesini ise hep korudu. Silahıysa hırsızlık yaparak aldığını söyledi. Arslan, bir duruşma sırasında cuma namazı kılmak istemiş, parmaklıklardan atlayarak kaçmaya çalışmıştı. Arslan’ın avukatı ve babası mahkemeye “akli durumunun yerinde olup olmadı DİNCİ BASIN ÇARPITIYOR Arslan’ın yakalanmasından bugüne değin saldırıları Danıştay’ın türban kararı nedeniyle yaptığını açıklamasına ve “şeriat” istemesine karşın dinci basın Türban kamuya girdi (Fotoğraf: BEKTAŞ MURAT) ÇİZMEDEN YUKARI MUSA KART ugünlerin gözde kavramı “kaos”tur. “Velev ki türban...” diyerek yeni bir kaotik dönemin kapısını açan Başbakan bu kelimeye pek kızıyor. O, Meclis’teki büyük çoğunluğun “istikrar” anlamı taşıdığından emin. “Hayır, demokrasi parmak çokluğuyla olmaz” diyenlere de bu nedenle öfkeleniyor. Sözü söze ekliyor, kavramları eğip büküyor. İnsanlar sözcüklerle, cümlelerle konuşurlar. O bir sürü lafın anlam kazanması ise kavramlarla olur. Sözcüklere yüklediğimiz anlamlar bize göredir ve bizi bir şey yaparlar. Kavramlarla yakınlaşır, kavramlarla uzaklaşırız. ??? “Demokrasi” böyle bir kavram. Açlarla tokların, güçlülerle zayıfların dünyasında, bu kavramın anlamı görecelidir. Gelirlerin aşağı yukarı dengede durduğu yerlerde, böyle yerler varsa kuşkusuz, (sömürünün olmadığı yerlerde de diyebilirdim, moda değil, söyleyemiyorum!) başkadır, eşitsizliğin alıp başını gittiği yerlerde başkadır. “Hak” da böyle bir kavram. Başbakan “türban takma hakkını” anlatmaya çalışır çabalarken, bu “hakkı kullananlardan” ve “bu hakkı kullanmak istemeyenlerden” söz ediyor. Ortada bir hak varmış da birileri bu haktan yararlanmamayı tercih ediyorlarmış, Başbakan da onların “bu haktan yararlanmama hakkını” savunuyormuş. Kavramın orta yerinden çatladığı yer de burası zaten. İtiraz tam da buraya. “Türban takma ‘hakkını’ kullanmak istemeyebilirsiniz, keyfiniz bilir” derse biri... doğal olanla olmayan, özgürlüğü anlatanla, esareti simgeleyen birbirine karışıveriyor. Erkeklerin, ama özellikle dinci erkeklerin kadına “başını ört, evden çıkma, çıkarsan da kırıtma” dediği yerde özgürlük yaşamıyor çünkü. Kadınların, kızların başlarını örttükleri, bazen de pek güzel örttükleri o sımsıkı örtü, özgürlüğün üzerine kapanmış bir şal olabiliyor. ??? İşte bakın “şal”a geldik. Eski bir başbakan, “gerekirse özgürlüklerin üzerine bir şal örtülebilir” demiş, sonra da B Selda GÜNEYSU ANKARA AKP ve MHP’nin üniversitelere türban serbestisi getiren anayasa değişikliği önerisi tartışılırken türban kamuya da sıçradı. Cebeci’deki Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin başhekimlik binasındaki Mutemetlik ve Matbu Evrak Deposu odalarında personel, yasak olmasına karşın rahatlıkla türbanla görev yapıyor. Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı Önder Okay, ATO olarak pek çok kez üniversitelerde türban serbestisini öngören anayasa değişikliğinin kamuya da sıçrayabileceğine yönelik açıklamalarda bulunduklarını dile getirdi. Okay, “Türbanın sağlık sektörüne girişi kaygı verici bir gelişmedir. Ancak ne yazık ki bugün pek çok hastanede bu duruma tanık oluyorsunuz. Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, yeni adıyla Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, yaklaşık bir buçuk yıl önce, hastanedeki ko rumalar, cuma namazını görüntüleyen gazetecilere saldırmıştı” dedi. İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan, hastanelerdeki türbanlı personelin önceleri gizli gizli çalıştığını ancak 22 Temmuz seçimlerinden sonra bu gizliliğin ortadan kalktığını vurguladı. Aktan, “Bu durumun tesadüf olmadığını düşünüyorum” dedi. İstanbul’daki kamu hastanelerinin birçoğunda da türbanla çalışan personel olduğunun altını çizen Aktan, üniversitelere türban serbestisi getiren anayasa değişikliğinin ardından türbanın kamuda da yaygınlaşacağına dikkat çekti. Aktan, “Türbanlı çalışan bazı doktorlar erkek hastalara bakmak istemiyor. Bunun örnekleri daha önce yaşandı. Sağlıkta bu gibi durumlar kabul edilemez” dedi. Aktan, kamu hastanelerinin dışında 112 Ambulans Hizmeti Sistemi’nde çalışan pek çok personelin de türbanlı olduğunun altını çizdi. Zaman gazetesi sansürledi A [email protected] artık yabancılara ve yerli ortaklarına akacak ve devlet alabildiği vergilerle yetinecek. Rejide hiç değilse işletmelerin mülkiyeti Osmanlı’da kalıyordu; şimdi o da gidiyor. Ayrıca, satılan fabrika ürünlerinin kazancından devlete ödenecek payın Tütün Rejisi’nce Osmanlı Hazinesi’ne ödenen yüzde sekizlik orana varıp varmayacağı bile belli değildir. Yabancı sigaracıların ithal tütünlere bağımlılık arttırıcı madde katma alışkanlığının o şirketlerce işlenecek yerli tütüne de bulaşıp bulaşmayacağı da tam bilinmiyor. Kesin olarak bilinen tek şey, Tekel’in tütün ve tuz işletmelerinde çalışan 13 bin işçinin ciddi bir kıyıma ve tam bir sendikasızlaştırmaya kurban edileceğidir. Bu ulusal cinayete onlar karşı çıkmasın da kim çıksın? lev Alatlı’nın türbanla tülbenti karşılaştıran yazısı ‘okurumuz buna hazır değil’ denilerek yayımlanmadı “Türk toplumunun eriştiği tarihinin bu noktasında, yargıç kürsüsündeki yerini dişiyle tırnağıyla elde etmiş yeni kadın, tanık mahallindeki hemcinsinin şahitliğini irade ve akıl bakımından erkeklerden daha zayıf olduğu gerekçesiyle reddetmeyi aklından bile geçirmezken, dünya ve kâinat görüşünü türbanı aracılığıyla ilan eden kadın yargıcın vereceği hüküm, erkek cinsi lehine cinsiyet ayırımı yapacağının peşinen kabulü demek olacağı için korkutur. Benzeri korkular tıptan sahne sanatlarına, öğretmenlikten turizme kadar hemen her uğraş dalında nüksedebilecek; yalnız seyahat edememekten yönetici kadrolarından uzak durmaya varıncaya kadar çok sayıda olası yasaklar gündemde kalmaya ve ürkütmeye devam edeceklerdir. Bana sorarsanız, türban sorunu işbu “kadının kadına ihaneti” olarak ifade ettiğim açmazda düğümlenmektedir... Her halükârda, konu üzerinde tartışacak, uzlaşma zemini arayacak, meseleyi çözüme ulaştırmaya çalışacak olan kadınlardır; kadınlar üzerinden ahkâm kesen muhalif ya da muvafık erkekler değil.” ENİ kuşaklar siyasal tartışmaların etkisiyle “rejim” sözcüğünü iyi bilir de “reji” sözünü pek bilmez. Oysa, o sözcük Osmanlı ekonomisinin ve Türk çalışma yaşamının vazgeçilmez bir parçasıydı. Örneğin, İstanbul’da geçim sıkıntısından çalışmak zorunda kalan kadınlar Beşiktaş’taki “reji”de tütün yaprağı balyalama işlerinde çalışmaya giderlerdi. Reji, hâlâ Hayrettin İskelesi’ne karşı köşede dimdik duran büyük yapının adıdır. Osmanlı dönemindeki “Tütün Rejisi” şirketinden ve onun tekel sisteminden kalma bir ad bu. Cumhuriyet Türkiye’sini yönetenlerin Tekel fabrikalarını satmak için ihale açıp teklif aldığını okuyunca o dönemi düşünmeden edebilir misiniz? Şimdiki gibi tam bir borca batıklık dönemiydi o dönem. Kırım Harbi ve sultanların saray merakı yüzünden alınmış borçların faizini bile ödeyemez duruma düşen Osmanlı Maliyesi Avrupa Y AÇI MÜMTAZ SOYSAL Rejiden de Beter Rejisi de gelirlerin en büyük kaynağıydı. Tekel, Türkiye Cumhuriyeti’nin de değerli gelir kaynaklarından biriydi ve pekâlâ öyle kalabilirdi. Tuz ve yaprak tütün işletmeleriyle, altı fabrikasıyla. Ama önce ihale yolsuzlukları ve vergi oyunlarıyla haksız rekabete, siyasal makamların ihmalleriyle de gelir kaybına sürüklendi. Birileri çıkıp “Durun bakalım, bu altın yumurtlayan tavuk belki de devletin ekonomik gücünü arttırıp başka hizmetlerin daha iyi görülmesini sağlayan verimli bir işletmeye dönüştürülebilir” demedi. Kazanç lı sermaye sahipleriyle Galata bankerlerinin baskısı yüzünden Rüsumu Sitte İdaresi kurmaktan, yani devletin “altı resmi” dolayısıyla elde ettiği gelir kaynaklarını faiz ödemeye ayırmaktan başka çare bulamamıştı. 1884’te kurulan “Düyunu Umumiye” bunun devamıdır. Damga pulu, ipek, balıkçılık resmi, tuz, tütün ve “müskirat” denen alkollü içki üzerinden kolay tahsil edilebilen bu gelir kaynaklarının en önemlisiydi tütün. Tam bir tekele dönüşen ve türkülere girmiş “kolcu”larıyla neredeyse devlet içinde devlete dönüşen Tütün [email protected] Haber Merkezi Zaman gazetesi, yazar Alev Alatlı’nın, “İçerden Mırıldanmalar” başlıklı türbana ilişkin yazısını sansürleyerek yayımlamadı. Periyodik olarak Zaman gazetesinin yorum sayfalarında gündemdeki konulara ilişkin yazan Alatlı’nın türbana ilişkin 15 Şubat 2008 Cuma günü yayımlanan yazısı sayfa editörü tarafından, “Bizim okurumuz buna hazır değil” denilerek yayımlanmadı. Dört yıldır Zaman gazetesinde yazdığını belirten Alatlı, türban “yumuşak karın” olduğu için yazısının sansürlendiğini söyledi. Zaman gazetesinin “okurunun hazır olmadığı” için okunmasını istemediği yazısına türbanla tülbenti karşılaştırarak başlayan Alatlı, kadınların İslamdaki yerini çeşitli kaynaklara dayanarak anlatıyor. Yazısında, “Gerektiğinde baş örten, gerektiğinde yara saran tülbent, kadınlara mahsus bilginin kadim nakil aracı olarak görülür. Bu bağlamda, türban, kadınlık bilgisinin bastırılması, diğer bir deyişle, kadının kadına ihanetinin dışavurumu olarak algılanabildiği için korkutur” görüşünü dile getiren Alatlı’nın yazısından bazı bölümler şöyle:
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle