Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28 EYLÜL 2007 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR Müzakereler kesilebilir AKP, AİHM’nin RP’nin kapatılması ve Leyla Şahin davalarındaki karar gerekçelerine aykırı bir düzenleme yaparsa, Müzakere Çerçeve Belgesi’ndeki koşulları ihlal etmiş olacak Bahadır Selim DİLEK ANKARA Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) RP’nin kapatılması ile Leyla Şahin davalarındaki kararlarının gerekçeleri, AB’nin 2004 yılındaki konsey kararlarına atıf yapan 2005 yılındaki Müzakere Çerçeve Belgesi’ne göre, AKP hükümetinin anayasada özellikle laiklik konusunda “söz konusu gerekçeler ve yaklaşımların dışında” düzenleme yapma çabasının önünü kesiyor. AKP, AİHM’nin gerekçeleri dışında bir düzenleme yapmaya çalışırsa, bu durum Müzakere Çerçeve Belgesi’nde, “Müzakerelerin Esası” başlıklı 10. bölümünde getirilen koşullara aykırı bir nitelik taşıyacak. “Katılım, müktesebat (acquis) olarak bilinen, birlik sistemine bağlı haklar, yükümlülükler ve kurumsal çerçevenin kabul edildiği anlamına gelir. Türkiye’nin bu kurallar bütününü katılım anındaki haliyle uygulamaya geçirmesi gerekmektedir. Bunun da ötesinde katılım, mevzuat uyumuna ek olarak, müktesebatın zamanında ve etkin şekilde uygulanması anlamına gelmektedir” denilen 10. maddede sıralanan konu başlıkları AKP’nin anayasal ve yasal düzenlemelerde, AİHM kararlarını ve kararların gerekçelerini dikkate almasını zorunlu kılıyor. Bu konu başlıkları arasında “Birliğin dayalı olduğu anlaşmaların içeriği, ilkeleri ve siyasi hedefleri; bu anlaşmalara göre kabul edilen mevzuat ve kararlar ile Avrupa Adalet Divanı’nın içtihadı; Adalet ve İçişleri Politikası çerçevesinde belirlenen ortak eylemler, ortak tutumlar, imzalanan sözleşmeler, beyanlar ve diğer tasarruflar” yer alıyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve bu sözleşme bağlamında kurulmuş olan AİHM de bu başlıklar için C Mahalle Baskısı, Mahalle İslamı normal bir grup baskısı, normal bir etkileşim değildir. Din ile toplum ve birey arasındaki olağan bir ilişkiden, gerçek İslamdan söz etmiyor Mardin. Mardin ’in “Ham sofu” ve “Fondamantalist” kavramlarıyla eşdeğer tuttuğu bu baskı “radikal”, “köktendinci”, “bağnaz”, “cahil”, “ilkel”, “acımasız”, “siyasetle bütünleşmiş”, “gerçek İslamdan uzak”, çağdaşlığa, insan haklarına, demokrasiye aykırı özel bir baskı. Zaten tehlikesi de burada. ??? Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Türkiye Malezya olmaz”, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kadınlar korkmasın” diyerek topluma güvence vermeye ve korkuları, kaygıları yatıştırmaya çalışmaları, bu tehlikenin büyüklüğünü ve yakınlığını belirtmiyor mu? Mardin, bir şeyi daha vurguluyor: “…Mahalle havası dediğimiz şeyin bu İslami altçevrelerle yeni bir şekil almış olduğuna inanıyorum. Bu yeni şekil AKP’yi döver. Demek istiyorum ki eğer böyle bir hava gelişirse AKP ona biat etmek zorunda kalabilir…” Bu uyarısı, “Mahalle İslamı” karşısında, iktidarın da güçsüz ve çaresiz kalabileceğini belirtiyor. ??? Tarihin ve siyasal olayların bize öğrettiği bir genel ilkeyi herkese anımsatmak istiyorum: “Terör ya da din gibi araçları siyasette kullanan iktidarlar, sonunda bu her iki aracın da denetimini ellerinden kaçırıp onlara teslim olur.” Tarih, bu sürecin sayısız örneğiyle ve bu nedenle yaşanmış pek çok kanlı felaketle doludur. 5 AKP hükümeti, yasal ve anayasal düzenlemeler yaparken AİHM’nin karar gerekçelerini dikkate almak zorunda. de bulunuyor. 1982 Anayasası’nın 90. maddesi ve yeni anayasa taslağının 67. maddesi ise söz konusu uluslararası sözleşmeleri “üst hukuk” olarak kabul ediyor. Milletlerarası anlaşmalar ile yasanın çelişmesi durumunda ise milletlerarası anlaşmayı geçerli sayıyor. Eğer AKP, RP’nin kapatılması davasında AİHM’nin gerekçeli kararında ortaya koyduğu laiklik yaklaşımı ve bu yaklaşım bağlamındaki kapatılma gerekçeleriyle Leyla Şahin davasındaki AİHS’nin “din ve vicdan hürriyeti” maddelerine ilişkin gerekçelerine aykırı bir düzenlemeye giderse, Müzakere Çerçeve Belgesi’nde koşulları ihlal etmiş olacak. Bu da AB içinde yapılacak değerlendirmelerin sonucuna bağlı olarak “insan hakları ve temel özgürlükler” bağlamında değerlendirilirse, müzakerelerin tamamen askıya alınmasına kadar giden sürecin önünü açabilecek. AİHM’nin Şahin davasındaki kararında türban yasağının “din ve vicdan” hürriyetiyle doğrudan bağı olmadığı vurgulanmıştı. AİHM’nin RP’ye ilişkin gerekçeli kararında “Mahkemenin vardığı kanaate göre; siyasi partilerin kapatılması, demokrasinin ayrılmaz bir parçası olan fikirlerin ve siyasi partilerin çoğulluğu konusunda devletlerin takdir payı sınırlı olmakla birlikte ilgili devlet, Avrupa sözleşmesi normlarıyla çelişen bir siyasi parti projesini, ülkenin demokratik rejim ve iç barışını tehlikeye atma riski taşıyan somut eylemlerle hayata geçirmesinden önce engelleme hakkına sahiptir” denilmişti. rof. Şerif Mardin ’in “Mahalle Baskısı” deyimiyle ifade ettiği kavram gündemde birinci sıraya oturdu. Bunun iki nedeni var: Birincisi, Mardin , bugüne kadar yaptığı araştırmalarda, yazdığı kitaplarda, Saidi Nursi ve Nurculuk olayını “İslamın modernleştirilmesi” bağlamında ele almış ve tarikatları, devletle halk arasındaki ilişki boşluğunu dolduran, sivil toplum kuruluşu benzeri işlev sahibi cemaatler olarak tanımlamıştı. Üniversitelerdeki türban yasağına kesinlikle karşıdır. Tabii bu yaklaşımıyla Mardin, her türlü “Din karşıtlığı”, “İslama karşı olumsuz önyargılı olma” suçlamalarının dışında kalıyor; bu konudaki nesnelliği, objektifliği hakkında kuşku duyulması için neden bulunamıyor. İkinci neden, AKP iktidarının seçimleri kazanır kazanmaz, sanki Türkiye’nin başka ivedi sorunu yokmuş gibi, yeni bir anayasa taslağını devreye sokması ve üstelik de bu taslakla, demokratik ve laik düzenin altını iyice oyarak, sistemi Dinci Oligarşi’ye dönüştürmek istediği kuşkularını güçlendirecek önerilerde bulunması. Yani Mardin’in söyledikleri, hem bugüne kadarki yaklaşımından ve kimliğinden, hem de gündemi tam yakalamış olmasından dolayı önem kazandı. ??? Çok satışlı gazetelerin haklı olarak önem verdiği Mardin’in bu yaklaşımında gözden kaçırılan bir nokta var: Mardin, “Mahalle baskısı” ile “Mahalle İslamı” deyimlerini eşanlamlı kullanıyor ve bunları Ebulula Mardin’in “Ham sofu” ve Batı’nın “Fondamantalist” kavramlarıyla açıklıyor. Yani söz konusu olan baskı, P AKP’nin yaptığı demokrasi yutturmacası Berivan TAPAN İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Semih Gemalmaz, Türkiye’de son 2 aydır yürütülen türban odaklı anayasa tartışmalarının “ipe sapa gelir yanı olmayan bir tuzak” olduğunu dile getirerek “Bu baştan özürlü bir anayasa doğacağına işarettir” dedi. Anayasa konusunda toplumun her kesiminin görüş açıklaması gerektiğine işaret eden Prof. Gemalmaz, “Anayasa ne bir siyasi partinin ne de bir grubun işi değil, tüm toplumun işidir. Ancak 5 kişiye hazırlatıp, 15 kişiye revize ettirip, sonra da buna ‘demokratik katılım’ demek baştan aşağı antidemokratiktir. Topluma anayasanın ‘tartışılıyor’ gibi yutturulması da büyük bir rezalettir. Başbakan Erdoğan’ın ‘Anayasa konusunda herkes görüş açıklasın’ sözleri ise safsata ve yutturmacadır” diye konuştu. ekongar?cumhuriyet.com.tr; www.kongar.org Prof. Dr. Semih Gemalmaz, din ve vicdan hürriyeti gibi önemli bir konunun türban üzerinden tartışılmasının bir tuzak olduğunu, AKP’nin anayasa hazırlama sürecinin baştan aşağı antidemokratik olduğunu belirtti. Türkiye’de gelinen süreci, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesindeki haklarının ihlal edildiği şikâyetiyle AİHM’ye başvuran ve “Leyla Şahin davası” olarak bilinen dava ile ilişkilendirerek değerlendiren Gemalmaz, “Davanın ret ile sonuçlanmasının ardından ‘davalı’ devletin normalde zil takıp oynaması gerekirken ‘davalı’ devletin Dışişleri Bakanı’nın, Başbakan’ın ‘AİHM’in bu kararı yanlıştır’ diye demeçler vermesi irrasyoneldir. AİHM’nin Şahin’in iddialarına ret kararı vermesi, devletin bu konuda yeni bir düzenlemeye gitmesine de gerek olmadığı anlamına gelmesine karşın son seçimlerin ardından anayasa değişikliği tartışmalarının içine türban konusu girdi” tespitinde bulundu. Gemalmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Anayasa konusunda toplumun her kesimi görüş açıklamalıdır. Çünkü anayasa ne bir siyasi partinin ne de bir grubun işidir. Tüm toplumun işidir. Toplum, örgütleri aracılığıyla konuşur. Bu örgütler, kendi tabanının menfaatlerını koruyan bir taslak hazırlar. Hükümet de bu anayasa taslaklarını bir merkezde toplar ve bu öneriler bütününü sistematize edecek mekanizmayı kurar. Ancak Türkiye’deki durum trajikomik. 5 kişiye hazırlatıp, 15 kişiye revize ettireceksin, sonra da buna ‘demokratik katılım’ diyeceksin. Bu baştan aşağı antidemokratiktir. Bunu topluma demokratik gibi yutturmak ise büyük bir rezalettir. Bu tartışmalar Türkiye’nin aklıselimini esir aldı. Bu kumpasa teslim olunmamalı.” Anayasanın, türbanla tüketilecek, bu parametre içinde eritilecek bir konu olmadığının altını çizen Gemalmaz, “Eğer siz anayasayı böyle bir konu ile sınırlandırırsanız anayasaya ilişkin temel tartışmaların hiçbirini yapamazsınız. Bu da baştan özürlü bir anayasa doğuracağınızı gösterir” dedi. Din ve vicdan hürriyeti gibi birçok boyutu içinde barındıran bir konunun “türbana kilitlenmesinin” bir “tuzak” olduğu konusunda uyaran Gemalmaz, şunları söyledi: “Din ve vicdan hürriyeti konusunu türban noktasında mı halledeceğiz? Bu konuyla ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın durumu, taslak ile çözüldüğü söylenen zorunlu din dersleri sorunu, vakıfların mallarına el konulması ne olacak? Din ve vicdan hürriyeti gibi önemli bir konunun türban üzerinden tartışılması ayıptır. Türban odaklı anayasa tartışmaları bu tuzağa düşüldüğünün kanıtıdır.” ‘Amaç laikliği kazımak’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı Başkan Yardımcısı Emel Sungur, AKP’nin anayasa taslağının laikliği tamamen “kazıma” amacıyla hazırlandığını, türbanlı eğitim hakkının ise medrese eğitim düzenine geri dönmek olacağını söyledi. Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı, AKP’nin anayasa taslağına ilişkin Alevilerin kaygılarını ve taleplerini içeren bir dilekçe hazırlayarak TBMM Dilekçe Komisyonu’na teslim etti. Meclis önünde bir açıklama yapan vakfın başkan yardımcısı Sungur dilekçede dile getirdikleri konular hakkında bilgi verdi. Sungur, “Bugünün hükümet yetkilileri, çoğulculuktan ‘dinci çoğunluğu’, laiklikten ‘türbanlı üniversite öğrenim hakkını’, demokrasiden de ‘şeriat devleti önündeki yasal engellerin kaldırılması mücadelesinin serbest olmasını’ anlamaktadır. Yeni anayasa denilerek laikliği tamamen kazıma çabalarının tek amacı, mevcut yasal engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Düzeltilmesi gereken, anayasanın laiklikle ilgili bölümleri değil, işte bu zihniyettir” dedi. Türbanlı üniversite eğitim hakkının, medrese eğitimi düzenine geri dönmek olduğunu vurgulayan Sungur, şunları kaydetti: “Hükümetin bu çağdışıbölücü tasarımı, sadece laikliğin, demokrasinin ve bir arada yaşama istemimizin tasfiyesi değil, aynı dersliklerde eğitim görme güvencesinin de tasfiyesi amacıyla hazırlanan bir tasarıdır. Aslında kin ve nefret edilen ve bu yüzden tasfiye edilmek istenen düşünce, büyük Atatürk’ün muasır medeniyet tasarımıdır. Yani bir rövanş iddiasıdır.” Sungur, Alevilerin içten içe kanayan ve giderek büyüyen sorunları olduğunu vurgularken, bu sorunların yasaları değiştirmekle değil cehaleti yenmek ve zihniyeti değiştirmekle çözümleneceğini kaydetti. “Bu yüzden sorunumuzu ‘cemaat esaslı azınlığın basit sorunları’ olarak görmek ve bu çerçevede bir çözüm aramak, arzu ettiğimiz bir yaklaşım değildir” dedi. u dünyada mı yaşıyorsunuz, yoksa fizikte bazı bilimcilerin evrende varlığını ileri sürdüğü “paralel evren”lerden birinde mi? Soru yanlış aslında, “paralel evren”lerin olup olmadığını bilmediğimiz için, orada yaşayamazsınız. Yanlış anlaşılmasın, bir insan elbette “başka bir dünyanın” varlığına inanabilir. Nitekim tektanrılı dinler cennetcehennem ikilemiyle “öbür dünya”nın varlığını sunar. Bizim ise paralel evren ile kastettiğimiz, bilimselfiziksel olarak, bilmediğimiz evrenlerin var olabileceği savıdır. Şimdi siz, kalkıp “Ben paralel evrende yaşıyorum” diyebilir misiniz, eğer psikiyatrik bir rahatsızlığınız yoksa! Okurlarımı uyarıyorum, dikkat edin, bu aslında bir anayasa tartışması yazısıdır! Bu konuyu neden açtım? Çünkü bazıları, “Tek bilim yoktur, farklı sayıda bilim vardır” diyerek, bilinmedik başka doğa yasalarının bu dünyada da geçerli olduğunu ileri sürmüş oluyor! Yani, bu teze göre, yaşadığımız dünyaevrende birbirine ters, birbiriyle çelişir, farklı doğa yasaları var. Yani, “bilim tek değildir, farklı bilim anlayışları” (dolayısıyla yasaları vb.) vardır! ??? Kim söylüyor bunları? Prof. Dr. Levent Köker! O kim? Gazi Üniversitesi öğretim üyesi, ve aynı zamanda Fethullahçı Zaman gazetesi yazarı. Son zamanlarda namı diğer, anayasa taslağı hazırlayıcısı. Nerede yazmış? Dünkü Zaman’da. Neden yazmış? Altan Öy B CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Kaç Bilim Var? mokrasi ve laiklik esasları da zaten bunu gerektirir. Bunlara itiraz yoksa 24. maddedeki hürriyetçi düzenleme ile 45. maddeler arasında çelişki yok, tam bir uyum vardır” diyor! Demek ki, ne kadar farklı dini ve felsefi anlayış ve bu anlayışlardan dünyaya bakış ve dünya yorumu varsa, o kadar da çok çeşitli bilim var! Yurttaşlar, sahip oldukları çeşitli inançları doğrultusunda çocuğunun eğitilmesini talep etme hakkına sahiptir! Çağdaş bilim, demokrasi ve çoğulculuğun gereği de budur!!? ??? Öymen’i bilmem, ama itiraz var! Tam da bu ana konuda, yani bilimin ne olduğunda! Köker, bilimin, esas olarak, doğa, evren ve toplum yasalarının ana mekanizmalarını anlama, kavrama, bu çerçevede metodolojik olarak doğru bilgiye ulaşma, “hakikati keşfetme” macerası olduğunu inkâr ediyor! Bu keşif öyküsünde farklı yöntemler, düşünceler olabilir, ama ulaşmak istenilen bilgi, bu dünya üzerindeki varlığın, varoluşun, nesnel bilgisidir! Hakikatın bilgisidir! men’e yanıt verirken. Altan Öymen, anayasa taslağında 24. maddede din ve inanç hürriyeti ile ilgili düzenlemeyi eleştiriyor. Bu ünlü madde, ana babanın, kendi felsefi ve dini inançlarına göre, devletten çocuğunun eğitilmesini isteme hakkı öngörüyor. Öymen ise bu maddenin, 45. maddede dile getirilen “çağdaş, demokratik, laik bilim ve eğitim” esasları ile çeliştiğini dile getiriyor. Köker de, Öymen’i yakalamış, ona diyor ki, ooooo bayım, sen 19. yüzyılın bilim dünyasında yaşıyorsun hâlâ! “Bilimin tekliği inancı, temel kabulleri bakımından büyük ölçüde çürütülmüş ve terk edilmiş bulunan 19. yy, hatta erken 20. yy pozitivizminin yerini çoktan almıştır.” Yazısından anlıyoruz ki, artık din ve felsefi inançlar da “birer bilim” olarak, bilimin yanında eşit olarak yer almışlardır! Dolayısıyla “bilim çeşitlenmiş”, “tekliğini kaybetmiş”tir. Yazar, “dini ve felsefi inanç alanları, tek bir bilimsel görüşün hâkimiyeti alanına alınamayacak kadar çok boyutludur, bunlar çoğulculuk ilkesine göre ve hür bir zeminde gelişmelidir. Çağdaş bilim, eğitim, de Felsefi ve dini inançların alanları ise doğrudan bilimin konusu değildir, bunlar “bilimselleşebildikleri” ölçüde bilimin alanına girebilirler. Köker’in bunları bilim olarak nitelendirmesi, çok çeşitli bilimlerin olduğunu ileri sürmesi, son yıllarda bilimin çerçevesi içine sokulmaya çalışılan, yaratılışçılık, zeki tasarım vb. gibi, Fethullahçı, Evangelist, dinsel motifli saldırıların bir parçasıdır. Bu gruplar, dinsel inançlarıyla “farklı bilim” sistemleri oluşturmanın ve gerçek bilimsel düşünceyi yıkmanın peşindeler. Köker, pozitivizme saldırarak, esas bilimin çoktan çürütüldüğü zırvalığını yayıyor. Şimdi size, bu cuma günü Bilim ve Teknoloji dergimizde yayımlanacak, Köker gibilerin “bilimsel” anlayışlarından ve arayışlarından bir örnek vereyim: “İnanç Temelinde Usa Vurma Evangelical Merkezi’ndeki ‘bilim insanları’, uzun süredir inanılan ‘çekim yasası’nın yanlış olduğunu vurguluyor ve bu yasaya karşı Zeki Düşüş (Intelligent Falling) kuramını ileri sürüyorlar... Gabriel Burdett, ‘Cisimler üzerlerine çekim kuvveti etki ettiği için düşmüyorlar, üst düzey zeki bir varlık, buna ‘Tanrı’ diyebilirsiniz, onları aşağı doğru itiyor’ saptamasında bulunuyor.” Nasıl, anladınız mı, Köker gibilerin, gerçek bilimi çağdışı ilan ederek, yerine geçirmeye veya yanına koymaya çalıştıkları “farklı bilimlerin” niteliğini?! Köker’ler, hangi “paralel dünyanın” yasalarına tabi?! İLHAN SELÇUK’UN YAZISI Erdoğan’ın açtığı davaya ret ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “İrticanın Dibi Yoktur’’ başlıklı köşe yazısında “kişilik haklarına saldırıda bulunduğu’’ iddiasıyla gazetemiz İmtiyaz Sahibi ve Yayın Kurulu Başkanı İlhan Selçuk aleyhine açtığı 20 bin YTL’lik manevi tazminat davası reddedildi. Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki davanın duruşmasına, Erdoğan’ın avukatı Fatih Şahin ile gazetemiz ve İlhan Selçuk’un avukatı Doğa Kavak katıldı. Yargıç Ahmet Metin Tözün, davanın reddine karar verdi. Erdoğan’ın avukatları Fatih Şahin ve Muammer Cemaloğlu tarafından açılan davanın dilekçesinde, İlhan Selçuk’un, gazetemizde 6 Mayıs 2007’de yayımlanan “İrticanın Dibi Yoktur’’ başlıklı köşe yazısında, “Erdoğan’ın, manevi şahsiyetine yönelik, kişilik haklarına tecavüz niteliğinde, tahkir ve tezyif edici, haksız ve hukuka aykırı beyan ve isnatlarda bulunulduğu’’ iddia edilmişti. Dilekçede, söz konusu köşe yazısında, “Amerika bir yandan Irak’ı işgal ederken öte yandan Türkiye için ne düşünüyordu? ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli..’ Diyorlarmış ki: Ilımlı İslam Modeli macerası hem Türkiye’ye uymadı hem Amerika’ya zarar verdi.. İşin en kötü yanı, yüce Allah, Hazreti Peygamber, Kuranıkerim adına konuşan mürteci sürüsünün devlet düzeninde iktidarı ele geçirdikten sonra azmasıdır..’’ değerlendirmesinin yer aldığı aktarılmıştı. Dilekçede, gazetemiz ve İlhan Selçuk’tan yasal faiziyle birlikte 20 bin YTL manevi tazminat istenmişti. obursali?cumhuriyet.com.tr