Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 GÜNCEL C Kervan! haberlerin devamı Komisyonun yeni madeni Avro’lar için hazırladığı ve Hazar Denizi’ne kadar uzanan harita Konsey’e takıldı 28 EYLÜL 2007 CUMA GÜNDEM MUSTAFA BALBAY CÜNEYT ARCAYÜREK AB Konseyi Türkiye’yi siliverdi Dış Haberler Servisi AB Konseyi, 2004’ten sonra yeni üyelerin katılımıyla değiştirilmesine karar verilen bir Avro’luk madeni paraların arkasındaki Avrupa haritasından Türkiye’yi sildi. İngiliz gazetesi Financial Times, haberi verirken “Keşke Türkiye’yi yok saymak da bu kadar kolay olsaydı. Üyelerinin çoğu, bu büyük Müslüman ülkeye çıkarılan davetten pişmanlık duyan AB, yeni Avro’daki haritadan Türkiye’yi siliverdi” ifadelerini kullandı. Gazetenin Brüksel muhabiri Andrew Boundsin’in imzasını taşıyan haberde, Rum Kesimi AB üyesi olan Kıbrıs’ın da yeni çizime uyacak şekilde, batıda Girit’in yakınlarına sıkıştırıldığı vurgulandı. Avrupa Komisyonu’nun madeni paraların arkasına Hazar Denizi’ne kadar uzanan, Türkiye’yi tamamen içine alan bir Avrupa haritası konma Melezya Olduk! ürkiye’nin Malezya olup olmayacağı tartışmalarını bir kenara koyalım, Türkiye çoktan melezya oldu... Her alandaki melezlik, sağ olsun AKP iktidarıyla birlikte daha da derinleşti. Dil kullanımı bakımından şöyle bir bölümleme yapsak yeridir: Türk insanı, Arapça dua eder... Farsça âşık olur... Türkçe tartışır, konuşur, kavga eder... İngilizce iş arar! Dünyanın hangi ülkesine gitseniz, o ülke insanlarının kutsal kitabı kendi dilindedir. Örneğin, Portekiz’de İncil Portekizcedir, İngiltere’de İngilizce, İtalya’da İtalyancadır... Biz Cumhuriyet devrimleriyle birlikte inancı Türkçeleştirdik, sonra Arapçaya döndük... Geçelim... Dünyanın dört bir yerinde yabancı dil deyince artık İngilizce anlaşılıyor. Bunu yadsımanın olanağı yok. Ama evrensel bir kural vardır: Bir kişi ancak anadilini çok iyi bilirse, yabancı dili gerçek anlamda öğrenebilir! Bugün Türkiye’de öyle ki, hani Türkçeyi yabancı dil olarak okutsak, daha çok ilgi görecek! Kimi devlet dairelerinde son yıllarda iç yazışmaların bile İngilizce yapılmakta olduğunu duyuyoruz! ??? Melezlik, Türkiye’nin toplum yapısının nereye döneceği tartışmalarına tam yanıt veriyor... 80’li yıllarda Türkiye’nin usul usul İranlaşmaya başladığı konuşuldu. Buna tepki olarak kimi eylemlerin ortak sloganı şu oldu: “Türkiye İran olmayacak!” İran tartışmalarını 90’lı yıllarda Cezayir izledi... Cezayir’de İslami Selamet Cephesi’nin toplumun içinde çoğalarak ve camileri kullanarak geliştirdiği hareketle Türkiye’nin durumu karşılaştırıldı. 2000’li yıllarda da Malezya öne çıktı. Malezya’nın farklı etnik ve dini gruplardan oluşan suni yapısının Müslüman kesim için şeriatla bütünleştirilmesi güncel bir tartışma konusu oldu. AKP hükümetinin gündeme getirdiği değişiklikleri dikkate alırsak şöyle bir tanımlama yapabiliriz: AB’ye girmeyi hedefleyerek her şeyi özgürlükler kapsamına alıp, Arap ülkelerine benzer bir yapıyı usul usul yerleştirmek... Arap coğrafyasının ekonomik ve sosyal yapısının Türkiye’ye tam uymayacağını hesaplayıp Malezya örneğini vitrine koymak... İşin eldiveni AB, merdiveni Malezya, çatısı ABD, içi ılımlı İslam adı altında daimi iktidar! ??? Türkiye’nin stratejik hedefleri konusunda da tam bir melezlik yaşıyoruz... Erdoğan kendisini Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eşbaşkanı ilan etti mi? Etti... Türkiye, NATO’nun her alandaki aktif üyelerinden biri mi? Evet... AKP, ABD’nin sık sık dile getirdiği gibi Ortadoğu’ya model olabilecek bir ılımlı İslam rejiminin rotasını benimsiyor mu? Evet... AKP, her adımını AB’ye tam üyelik hedefiyle atıyor mu? Atıyor... Bu melezlik ilk bakışta şöyle yorumlanabilir: İyi ya, Türkiye’nin dış politikasını tek hedefe dayalı yapmaması gerekir denmiyor muydu? İşte öyle olmuş! Yok işte, öyle olmamış... Bir örnek verelim; Türkiye, NATO üyesi olarak BOP’un uygulayıcılarından. Afganistan’da asker bulundurmasının bir nedeni bu. Aynı Türkiye, BOP’un hedef ülkelerinden biri olarak dönüştürülmesi gereken bir model ülke! Bu görünüm, bir anlamda hem ateş eden hem vurulan kişi olmak demek! Tam bir melez olmaya doğru gittiğimiz kesin de; ne melezi olacağı belli değil. Bu iktidarla Türkiye’nin nasıl şekilleneceğini beklemek; ayıyla tilkiyi çiftleştirip, ne doğacak tartışmasına girmek gibi bir şey... Bence inek doğar... Yok deve! anayasası açıklandığınAKP dan beri laiklik ve türban üzerinde başlayan, örneğin böyyük gazetelerdeki yoğun tartışmaları yansıtan yayınları izleyenlerin hayret ve şaşkınlıkla sordukları soru gayet kısa ve kuşkusuz gerçeği gösteriyor: “…Medya gaflet uykusundan uyandı mı?..” RTE ile “kardeşi” 11’incinin üstlendikleri görevin ilk aşaması 2002’de tek başına iktidara gelmeleriyle başladı, ikinci aşama 22 Temmuz’da ikinci kez tek başına iktidara gelmeleriyle sürdü. İlk aşamada “amaca” hizmet edecek altyapıyı hazırlamayı başardılar. 22 Temmuz, altyapının üzerine “hedefe” varmayı sağlayacak yapıları inşa etmeye girişeceklerdi ve: RTE, ikinci iktidarının ilk günü hedefe temel oluşturacak harcı koydu: AKP’nin amaçlarına hizmet edecek AKP anayasasını tartışmaya açtı. ??? Günlerdir yazılı medyada İran’da mollaların iktidara gelişi ile Malezya’da katı İslam kurallarına geçişin öyküleri anlatılıyor. İran ve Malezya’da yaşanan gerçeklerin Türkiye’deki ilk işaretlerine dikkat çekiliyor. Medyada izlenen bu manzara perşembenin gelişini çarşambadan göremeyenlere özgü çaresizlik diye yorumlanabilir mi? Yoksa: Tam dört yıl el bebek gül bebek gibi korumaya yönelik yayınları, yorumlarıyla, tatlı su muhalefeti yapar görünen medyanın tutumu AKP’nin amacına ve sonra asıl hedefe ulaşmasına yol açtığına mı bağlanmalı? ??? Oysa, lider düzeyindeki RTE ile Gül ve diğerlerinin geçmişte ve iktidardaki yaptırımlarından yola çıkarak hemen her gün, her vesile ile laik rejimin, hatta üniter devletin sonunun hazırlandığını yazanlara saldırıldığı bir süreçten geçerek geldik bugünlere… AKP’yi eleştirmek halk iradesine saygısızlık... AKP’nin laikliğin içini boşalttığını, daha sonraki süreçte laiklik ilkesinin kâğıt üzerinde kalacağını, teslimiyetçi dış politikalarla ulusal yararlarımızın zarar gördüğünü yazmak… Bu gidişe mutlaka karşı çıkılmasını, her ne olursa olsun çağdaşlığın kapısını açan Atatürk devrimlerini savunmanın, her ne olursa olsun demokratik ama laik rejimi korumanın artık kaçınılmaz olduğunu sürekli vurgulamak… Darbeci… cuntacı… statükocu… gerici… demokrasi düşmanı… damgasını alnınızın ortasına vurmaları için yeterli sayıldı... Ne yazık ki, sözü edilen yayın organları din budalası gazeteler değil, çoook tirajlı, çook paralı, çoook uzak ve fakat burnunun ucundaki gerçekleri görmeye yanaşmayan yazılı ve görsel medya… Bu organlarda geniş maddi olanaklarla yazan, çizen, yöneten kimileri holding yararları uğruna suspus.. kimileri Avrupa şaşkını.. kimileri içlerindeki kini kâğıda dökerek solculuktan dönen demokrasi havarisi… “içimizden birileri”… ??? Bizim dışımızdakiler: Ilımlı İslamın İslam devletine geçişi sağlayacak köprü olduğunu, AKP’nin (RTE) elinde laik Cumhuriyetin İslam cumhuriyetine dönüşmesini sağlayacak bütün olanakları hazırlamakla adeta görevli olduğunu hemen her gün haberiyle, yorumlarıyla yazan, halka duyurmaya çalışan Cumhuriyet dışında tek bir gazete gösteremezler. TSK yıllardır laiklik, üniter devlet, ulusal yararların mutlaka korunmasını gerektiren açıklamalar yapıyor. Cumhuriyet’in bu yönde kurulduğu günden beri yıllardır izlenen haber ve yorumlarına “malum yazarlar malum gazeteler” sıkılmadan askerci diye damgalamayı marifet saydılar. ??? Dört, beş yıla yakındır AKP’yi okşayan, RTE’yi kızdırmamak, gücendirmemek için elden gelen her türlü yayın çabasını gösteren medyada birden ateş bacayı sardı. Maskenin altındaki yüzün görünmesini AKP anayasası sağladı. Askere saldırmayı vesile yaparak sütunlarını TSK’nin laikliği savunmasına karşı yazılara açanlar… Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Kara Harp Okulu’nun öğretim yılı açılış konuşmasındaki vurgulamalarını daha bir özenle manşetlerine ve ekranlara taşıdılar. Asker yineliyor; “Anayasadaki laiklik ilkesine ilişkin işlevsel tanımlar tartışma konuları içerisine çekilmemelidir…” diyor… Nihayet tehlikeyi gören, tabii AKP anayasasına karşı yayınlarına destek arayan medya, laiklik üzerine titreyen asker adına konuşan Org. Başbuğ’un son açıklamalarını büyüttü. TSK’nin “…bu niteliğin korunmasında her zaman taraf olduğunu ve olmaya devam edeceğini…” bir kez daha vurgulayan cümlelerini ise… satır aralarında adeta sakladı. Medyadaki geç kalmış çabalar, her şeye karşın yine de umut verici. Ama ne yazık ki, medyada da siyasal alanda da itler kervanı yürüyor. Financial Times, AB Konseyi’nin “sömürgeci” bir mantıkla çizdiği yeni haritaya uyacak şekilde Kıbrıs’ın da yerinin değiştirilerek yüzlerce kilometre batıya, Girit’in yanına taşındığını kaydetti. AP’nin liberal grubunun 2 İtalyan üyesi Türkiye’nin haritadan dışlanmasına sert tepki gösterdi. sını önerdiği aktarılan habere göre ulusal hükümetlerin temsil edildiği Avrupa Konseyi’nin özel bir toplantısında, Türkiye’nin haritadan çıkarılmasına karar verildi. Kıbrıs’ın Türkiye’nin aşağısındaki asıl yerinden yüzlerce kilometre daha batıya, Girit yanına iliştirilerek haritaya sıkıştırıldığı ifade edilen yazıda, Konsey’in, haritayı “sömürgeci bir tarzda” yeniden çizdiği kaydedildi. Konseye tepki gösteren AP’nin İtalyan üyeleri Marco Cappato ve Marco Pannella “Konsey, gizlice ve kasten Türkiye’yi Avro’dan sildi” ifadesini kullandı. Haritanın değiştirilmesini isteyen Cappato ve Pannella, “Üyelik müzakerelerinin sürdürüldüğü demokratik bir ülke Türkiye” haritadan dışlanırken “Belarus gibi diktatörlükler”e yer verilmesini kınadı. Konsey konuyla ilgili yorum yapmazken AB Komisyonu Üyesi Joaquin Almunia’nın sözcüsü Amelia Torres, günlük olağan basın toplantısında, ekonomi ve maliye bakanlarının 7 Haziran 2005 tarihli toplantısında, Avro Bölgesi’ne dahil olacak yeni ülkelerde piyasaya sürülecek madeni Avrolarda, AB’ye dahil olan yeni ülkelerin de temsil edilmesine karar verildiğini hatırlatarak bu kapsamda 2007 yılı başında Avro kullanmaya başlayan Slovenya’yla önümüzdeki yıl başında Avro Bölgesi’ne dahil olacak Rum Kesimi ve Slovenya için yeni tasarıma gerek duyulduğunu bildirdi. “Temel fikir madeni para üzerinde tüm Avrupa’nın temsil edilmesi değil” diyen Torres, yeni madeni paralar için komisyonun üye devletlere sunduğu dizayn önerisinin değiştirildiğini kabul etti. Torres haritadan Türkiye’nin çıkarılması için Kıbrıs adasının yerinin değiştirilmesi konusunda “yorum yapamayacağını’’ belirtti. T Bitmeyen bir süreç o l a r a k g ö ç Belkıs ÖNAL PİŞMİŞLER BOCHUM – Almanya’nın en büyük eyaleti Kuzey Ren Vestfalya’nın önemli göçmen kurumlarından biri olan “Bochum IFAK”, kuruluşunun 33’üncü yılını bir aya yayılan etkinliklerle kutladı. Çalışmalarına, 1974 yılında göçmen işçi çocuklarına ev ödevlerinde yardım amacıyla şimdi hayatta olmayan öğretmen Herbert Siebold’un önderliğindeki küçük bir grupla başlayan girişim, 33 yılın ardından etkin bir kurum niteliği kazandı. Dernek iki dilli çocuk yuvaları, semt merkezleri, aile, emeklilik danışma, gençlik, çevre, mülteci, çocuk ve kadın çalışmalarını çokkültürlü bir yaklaşımla yaşama geçirmede sosyopedagojik açılımlarıyla önemli bir birikimi taşıyor. Birlikte yaşamanın sürdürülebilirliğine yönelik öngörüler ve Almanya’daki yaşam alanlarını göçmen kökenlilere açmaya yönelik projeleriyle dinamik bir merkez olarak kabul edilen derneğin kurumsallaşmasına son 15 yılda yönetici olarak katkıda bulunan Ercüment Toker, “Çokkültürlü bir model olarak toplumsal talepleri öncelikle IFAK içinde yaşama geçirdiklerini” belirtiyor. Bugün artık göçmenlerden çok göçmen kökenli kimliklerden söz edildiğine dikkat çeken Toker’e göre, göç biten bir olay değil. IFAK yöneticisi, göçün gelişen bir sürece dayandığını, onu yeniden kavrayan tanım ve yaklaşımların gündemde olduğunu, yabancılar yasalarındaki sürekli değişiklik ve düzenlemelerin de buna bağlı olarak şekillendiğini dile getiriyor. Ercüment Toker, şöyle konuşuyor: “Kısa süre öncesine kadar bir göçmen kuruluşuna destek vermek insani bir anlam taşıyordu. Şimdilerde ise bir rekabet yaşanıyor. Engellemelerle de karşılaşıyoruz. Göçmenlik çalışmaları, sosyal ve politik düzeyde de vurgulanması gereken bir ifadeye sahip.” KUŞAKTAN KUŞAĞA İFAK Öte yandan, Eyalet Uyum Bakanı Armin Laschet ile yerel yöneticilerin katıldığı kutlamaların yanı sıra, bir aylık süre boyunca çeşitli seminer, eğlence, semt merkezlerinde birlikte yemek, çocuklara yönelik programlar dahilinde gerçekleşen etkinliklerden biri de derneğin çalışma alanlarından Stahlhausen semtindeki fotoğraf sergisi oldu. Mahalledeki çalışmayı yürüten Elif Usta Yıldız, “konuşan fotoğraflar” adını verdiği sergiyle ilgili olarak, şu açıklamalarda bulundu: “IFAK’a ev ödevleri için gelen çocuklar, onların anneleri, şimdilerdeyse torunları hep bu kurumun çalışmalarında yer almışlar ve yaşamlarında bir nok tada ille burasıyla bir kesişme olmuş. Bunu somutlamak istedim. Asmaları, fasulyeleri, bahçede birlikte çay içmeleri, birbirlerini ağırlamaları, geçmiş yaşamlardan buraya aktarılan bir hayat anlayışının ifadesi olarak sürerken bunun diğer kuşaklara yansımaları da oluyor. Mahalledeki ninelerin dedelerin yani o büyük ailenin her birinin de harekete geçirilmesiyle yaşamın zorunlu değişiklikleri yeni bir öze ulaşabilir.” Kurumun çocuk yuvasına giden torunlar, kadın çalışmalarına katılan anneler, o anneyi veya babayı ev ödevlerine yardım edildiği için IFAK’a göndermiş nineler, 33’üncü yıl kutlamalarının sevimli yüzlerini oluşturdular. IFAK, bu kutlamalarda, bir arada yaşamanın karşılıklı olanak ve sorumluluklarını öne çıkaran afişlerin yanı sıra, biri derneğe katkı sağlamış çalışanların yazılarından, diğeri ise 33 yılın göç hikayesini politik tarihsel arka planıyla anlatan iki de broşür hazırladı. ‘Teneke’ La Scala’da tam not aldı Zeynep ORAL MİLANO La Scala Operası’nın kat kat yükselen altın sarısı balkonları, locaları, kırmızı kadife koltukları ağzına dek doluydu... Millet akın akın gelmişti “Teneke” operasının prömiyerine... Şeref locasında Yaşar Kemal, heyecanını gizlemeye çalışan kocaman bir çocuk... Hemen yanında neredeyse ev sahibi rolünde Leyla Gencer... Kristal avizelerin ışığı sönerken La Scala Orkestrası çoktan yerini almıştı. Alkışlar arasında Şef Roberto Abbado göründü, yerini aldı, bagetini kaldırdı... Sessizlik... Soluğumuzu tuttuk... Ve müzik... Fabio Vacchi’nin müziğiyle birlikte dev perde kalktı. Sahnede... Sakın şaşırmayın: Sahnede Anadolu bozkırı, Anadolu toprağı, Anadolu’nun sarı sıcak renkleri, Anadolu soluğu... Soluğumuzu bir kez daha tuttuk... Ve daha ilk anda Resul Efendi’yi hemen tanıdık... Sonra kasabanın tüm ileri gelenlerini, sonra köylüleri, sonra hepsini, herkesi tanıdık... Zeyno kadını, Memet Ai’yi, kaymakamı, doktoru... köy çocuklarını... kadınları... Hepsi benim insanlarımdı, bizim insanlarımız... Sonra... Sonra... İki buçuk saat sonra perde son kez kapandığında La Scala alkıştan inliyordu. “Brava, Braviiii” sesleri dinmek bilmiyordu... Solistler yeniden yeniden izleyiciyi selamladıktan sonra, tüm yaratıcı kadro sahnede yerini aldı. Aralarında Yaşar Kemal... Alkışlar dinmiyordu... Koca Yaşar, hemen yanında duran, çağımızın büyük heykeltıraşı Pomodoro’yu kucaklayıverdi. Sen misin Anadolu’yu sahneye taşıyan, işte Anadolu kucaklaşması der gibiydi... Eseri sahneye koyan sinemanın efsane ismi Ermanno Olmi, alkışlardan en çok nasibini alandı. (Dikkatinizi çekerim, hem Olmi hem Pomodoro 80’in üzerinde devler!) Onların yanında besteci Fabio Vacchi gençliğinin ve başarısının zaferini kutlar gibiydi... Ve alkışlar inmiyordu... Teneke izleyiciden tam not almıştı! Yaşar Kemal La Scala’da alkışlarla karşılandı. (Fotoğraf: AA) şamını doğrudan etkilerken... Sahnede bütün bunlar olurken ben bir kez daha sanatın gerçekleri göstermekteki yaratıcı gücüyle sarsılıyordum. Bakmayın başlarken Anadolu toprağı, kokusu dediğime... Temsilden sonra konuştuğum tüm İtalyanlar (ki bunlar arasında İtalyan müzik ve tiyatro eleştirmenleri ağırlıktaydı) hepsi sahnede İtalya’nın kırsal alanlardaki gerçeklerini, dünyanın gerçeklerini görmüşlerdi. Bir de insanoğlunun başka insanlar ve doğa önündeki evrensel meselelerini... Ve hepsi sanki söz birliği etmişçesine şu iki sözcükle alkışlıyordu eseri: Çok güçlü ve etkileyici bir sahne olayı! Daha size ne mükemmel seslere sahip solistlerden, ne dramaturjiden ne de sahne üzerindeki o zengin ayrıntılardan söz edebildim... (Onlar bir başka yazıya kaldı.) Bu yalnızca, La Scala’da “Teneke” nin tam not aldığını belirten bir yazı... Gecenin sonunda alkışlar dinmek bilmezken, ben bir kez daha sanatın yaratıcı gücüne ve evrenselliğine şükrediyor, iyi ki buradayım, iyi ki yaşıyorum, diyordum. Ve elbet, Yaşar Kemal gibi bir ustaya sahip olmaktan kıvanç duyuyor, ona teşekkür ediyordum... ankcum?cumhuriyet.com.tr GÜÇLÜ VE ETKİLEYİCİ Hemen belirteyim, kolay bir müzik değildi. Operanın bitiminde kulağınıza, dilinize takılan aryalar, melodiler yoktu. Tek çizgi üzerinde ilerleyen değil, kutuplaşmalar arasında gidip gelen patlamalarla taçlanan, şiddet ve gerilim içeren bir müzikti. İkinci bölümde aşk düeti, hemen öncesindeki ve sonrasındaki viyolonsel soloları dinleyiciyi çok duygulandırsa, rahatlatsa da, genelde insanı her an sahnedeki gerilimin içine çeken bir müzikti. Yine hemen eklemeliyim, sahneye konuş, bu gerilimi olağanüstü bir biçimde bütünlüyordu. Daha da ileri giderek, yoğunlaştırıyordu diyebilirim. Sahnenin yorumlanışında öyle müthiş ayrıntılı, incelikli ve özenli bir çalışma vardı ki akıllara durgunluk veriyordu. Sahnedeki her devinim, her duruş, her bakış, anlamları çoğaltıyordu. Hele kalabalık koronun, sahne tasarımının (heykeli anımsatan soyut bir doğa) içinde kâh kaybolması, kâh belirmesi sonsuz etkileyiciydi. Çok başarılı ışık oyunlarıyla, gözümüzün önünde o doğayı, köyleri suların basması, suların çekilmesi, toprağın verimliliği ve kuraklığı anbean yer değiştirirken... İnsanoğlunun hoyratlığı ve çıkarcılığı için doğaya müdahalesi, başka insanların ya Yoğunlaşan Huzursuzluk! Baştarafı 1. Sayfada ve bekasında anlaşmaları gerekiyor. Bu anlaşmada ilk adım ve ilk görev iktidar partisine düşüyor. Yoksa gün geçtikçe yoğunlaşan huzursuzluğun, şaşkınlığın ve bilinçsizliğin ne sonuçlar vereceği Osmanlı tarihinin son sayfalarında satır satır yazılıdır. C