Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28 EYLÜL 2007 CUMA haberler İĞNELİ FIÇI ZAFER TEMOÇİN DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA C 3 ‘Seçimle Gelen Krallar’ ki haftalık dinlenceye eklenen zorunlu sağlık denetimleriyle birlikte öngörülenden daha fazla uzamış olan izin döneminden sonra yine birlikteyiz. Hızlı dönen çemberin devinimi dışında kaldıktan, ülkeden bir süreliğine uzaklaştıktan sonra, yeniden hareketli ortama ayak uydurmak pek kolay olmuyor. İki haftadan biraz fazla ayrı kaldığım ülkemi giderken nasıl bıraktıysam öyle buldum. Tek fark tehlikeyi bütün açıklığıyla ortada olduğu sırada görmeyen, görmemekte direnenlerin de artık onun varlığını anlamaya başlamalarıydı. 22 Temmuz seçimlerinden yüzde 46 oy alarak çıkan AKP, Türkiye’de rejimi din devleti temeline oturtmak için girişimlerini yoğunlaştırıyor. Yeni anayasa çalışmaları, bu girişimlerin odağını oluşturuyor. Laik düzeni kuşatmış olanlar şimdi Çankaya tepesini de ele geçirdikten sonra, yeni anayasayla kendi özlemlerinin yöntemine kılıf hazırlamakla meşguller. Yeni anayasa girişimlerinin ilk bakışta pek haklı ve özgürlükçü gibi görünen bir de gerekçesi var: Sivil anayasa hazırlamak. Sivil ve demokratik çözümlere zemin hazırlamayan, tam tersine kişi hak ve özgürlüklerini kısıtlayan ya da bu gibi tehlikeler karşısında gerekli güvenceleri sağlayacak kurumları getirmeyen anayasaların, siviller tarafından da yapılmış olması onlara gerçekten sivil bir nitelik kazandırmıyor. ??? Diktalara, kişi hak ve özgürlüklerini kısıtlamaya, demokrasinin kurumlarını, ilkelerini zedelemeye yönelik yönetimler toplumda önce gerginliklere, sonra da karmaşaya yol açmaya mahkumdur. Bir gerçeği görmemiz gerek. Diktalar illa askeri olmaz, sivil diktalar da, askeri olanlar kadar kötüdür. Tarihin en kanlı müstebitlerinden biri olan Hitler’in rejimi sivil bir diktaydı. Adolf Hitler, bir yandan paramiliter örgütlerine dayanarak iktidara gelirken, askerlerin desteğini almamıştı, yalnızca onların olayı hareketsiz izlemelerinden yararlandı. Onlardan başka bir şey de istemiyordu. Devletin erkini kullanarak, diktasını kurduğunda ise tek beklentisi ve isteği, “herkesin kendi işine bakması” idi. “Herkes kendi işine baktığı” sürece o isteklerini hiçbir engelle karşılaşmadan yaşama geçiriyordu. Hitler ilk kez 1933 yılında, yüzde 33.5 oyla iktidara geldi. O, seçimlerde en fazla oyu aldığı için artık Alman ulusu adına her şeyi yapmak hakkına sahip olduğunu düşünüyordu. Kimse ona karşı çıkmamalı, kimse yoluna engel dikmeye kalkmamalıydı. Hitler kendini seçimle gelmiş bir kral (deyim Fransız anayasa ve siyasal bilimler uzmanı Prof. Maurice Duverger’nindir) gibi görüyordu. Seçimle gelen krallarla demokrasi olmayacağı belliydi ve Weimar Anayasası’nın yarattığı boşluktan yararlanan Hitler, Almanya’ya ve dünyaya çok pahalıya ödeteceği, rejimiyle tarihin en büyük yıkımına yol açtı. ??? Tayyip Erdoğan da kendini seçimle gelmiş bir kral olarak gördüğünü belli eden davranışlar sergiliyor, sözler söylüyor. Üniversite rektörlerinin demokrasiyi zedeleyecek girişimler karşısındaki tavırlarına kızıyor, görüşlerini açıklamalarına tahammül edemiyor ve “Herkes kendi işine baksın!” diyor. Aynı görüşü, birçok konuda kendisinden desteğini esirgememiş olan sivil toplum kuruluşu TÜSİAD’a karşı da dile getiriyor. Oysa demokrasi, hele hele rejimin temel ilkeleri ve kurumları konusunda ana toplumsal uzlaşı metni söz konusu olduğunda, “Herkes kendi işine baksın!” diyerek sözün yalnızca siyasal iktidara bırakılmasını öngören bir yönetim biçimi değildir. Toplumun bütün kurumlarının katılımıyla, demokrasinin ince dengelerini gözeterek ve tüm kurallarına uyarak hazırlanmamış, toplumun büyük bölümünün benimsemediği, temel özgürlüklere saygı göstermeyen metinler, kimler tarafından hangi yöntemle hazırlanmış olurlarsa olsunlar, sivil anayasa niteliğine sahip olamazlar. Rektörler konuşacak, üniversite görüşlerini açıklayacak, basın tartışacak, sivil toplum kuruluşları düşüncelerini, kaygılarını çekincelerini dile getirecekler, her maddenin demokrasiye uygun olup olmadığı tartışılacak, sapmalara karşı güvence oluşturacak olan kurumların birbirleriyle dengeleri iyi saptanacak ve ondan sonra temel mutabakat metni kaleme alınacaktır. Yoksa seçimle gelen kralın iradesinin eseri olarak ortaya çıkan metin bir sivil anayasa olarak kabul edilemez ve seçimle gelen kral da salt bu niteliği yüzünden yerinde fazla kalamaz. Mimoza’da Elli Gram... niz? Ya o kimsesiz parklar, bahçeler, meyhaneler! Bir başlarına ya da benzerleriyle bir arada bulunmak, aynı yazgıyı paylaşmak, sıkıntılı yaşamlarına çözümler aramak!.. Bazen bir kıyı kasabasında, bazen büyük bir kentte yalnız kadınları ve erkekleri görürüm... Kuyusuna düşmüş bir gölgenin olanca acısını yüreklerinde hissedenler, ezilmiş duyguların içinde hayali gerçek yapmaya çalışırlar... Cemil Kavukçu’nun Can Yayınları’ndan çıkan “Mimoza’da Elli Gram” adlı öykü kitabını okurken düşündüm ve şu soruyu sordum kendi kendime: “Yaşamın kıyısındaki insanlar niçin birbirlerine benzerler?” Cemil Kavukçu bir dil varsılı... Turgay Fişekçi dostumun yazdığı gibi yirminci yüzyıl ülkemiz şair ve yazarları için bir dil varsıllığıydı... Sait Faik, Orhan Kemal, Oktay Akbal, Tarık Dursun Kakınç, Nâzım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar ve pek çok edebiyatçı, toplumsal belleğimizde silinmez izler bıraktı... Hiç kuşkusuz Cemil Kavukçu da bunlardan birisi... Mimoza’da geçen on öykü kapalı mekânlarda geçiyor, gündelik yaşamdan kesitler aktarıyor... Usta bir öykücü ve romancıdır Cemil Kavukçu... Renkli ve canlı bir anlatım... Hüznün, sevincin, yalnızlığın bir tür masalı... Havada yağmur sıkıntısı var... Oturup siyaset yazacaktım. Malezya’da neler olup bittiğini, varsılların yaz aylarında seçtikleri Bodrum’u, Çeşme’yi, Alaçatı’yı, Gökova’yı anlatacaktım... Belki de yaşanan kimi aşk öykülerini... Tarikatçı kuşatmayı!.. Koyların, büklerin Arap şeyhlerine nasıl peşkeş çekildiğini; Kaz Dağları’nı işgal eden altın avcılarını... Çeşme’de varsıllar geceleri “Laiklik elden gidiyor” derken, Fethullahçıların yine Çeşme’de iki öğrenci yurdu açtıklarını anlatacaktım, vazgeçtim... ??? Cemil Kavukçu’nun Mimoza’sını okurken Paul Eluard’ın insanı yaşatan kelimelerini anımsıyorum... Yağmur iyice hızlanıyor... Üsküdar’ın üzerinden siyah bir bulut Sarayburnu’na sarkıyor... Hava serin!.. İnsanı yaşatan o kelimeler, yunmuş arınmış sözler, sıcaklık mı verir yaşama karşı, yoksa güven mi? Mesela aşk, özgürlük kelimesi!.. Sımsıcak bir dokunma!.. Çocuk kelimesi, insanlık kelimesi!.. Bazı çiçeklerin, ülkelerin ismi!.. Mesela yiğitlik, kardeşlik, arkadaşlık, sevgi, hüzün!.. Paul Eluard’ın o dizelerine ne dersiniz: “İnsanlarda tek zorlu kanun, tekmil harplere, sefaletlere rağmen kendilerini ayakta tutmaları, ölüme rağmen yaşamalarıdır.” İnsanoğlu düşleriyle yaşar... Yaşama sevinci önce düşlerle başlar... Bursa’da Mimoza adlı küçük bir meyhane... Küçük insanların dünyasından yola çıkan Cemil Kavukçu, Turgay Fişekçi’nin belirttiği gibi “Kimsesiz Adamlar Sığınağı”na taşıyor okuru... “Huysuz Kadın Terbiyecisi”nde Tufan Abi’nin kadınlarının çok sağlam olduğunu öğreniyorum. Tufan Abi de sağlam adam yani... Kadınlar onu terk edince kendi kendine sorarmış: “Hata mı yaptım, onu üzdüm mü yoksa. Neden durup dururken yok oldu?” Yaşamın kıyısındaki insanlar... Onlar hep yaşadıklarını sanırlar!.. Onlar bir balıkçı köyünde “yasak aşklar”a doğru yelken açarlarken, siyaset denizinde yüzmeye çalışırlarken, sevginin ve aşkın ne olduğunu pek anlamazlar... ??? 60’ından sonra balıkçı köylerini mesken tutan hortumcular, kara para aklayıcılarının tuzağına düşen genç kadınlar, aşk sandıkları masallarla avunurlarken erkekler bir başka kente çoktan gitmişlerdir bile... Tufan Abi, onlardan daha dürüst ve sağlamdır... Bakın çevrenize, Tufan Abi’ler göreceksiniz... Ama genç kadın peşinden koşan hortumcular o denli çoktur ki saymakla bitmez... Ali Abi’ler, Kamil Abi’ler, Ceyhan Abi’ler... Abi’ler, abi’ler, abi’ler... hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 İ N asıldır yaşamın kıyısında olmak? Nedendir yalnızlık, can sıkıntısı ve hüzün adlı o de İki Türk vatandaşının açtığı dava sonucu ATAD’ın aldığı karar emsal oluşturuyor Vizesiz girişin yolu açıldı Gürsu KUNT ANTALYA Avrupa Toplulukları Adalet Divanı’nın (ATAD) aldığı bir kararla işveren, serbest meslek sahibi, öğretim üyesi gibi hizmet sektöründe çalışan Türklerin İşveren, serbest meslek sahibi, öğretim üyesi gibi hizmet sektöründe çalışan Türklerin Avrupa Birliği üyesi 25 ülkeye vizesiz girmesinin yolu açıldı. Doç. Dr. Harun Gümrükçü, “Konuyu kamuoyunun gündemine getirmek istemeyenler, vizeden kâr sağlayan kurumlar var” diye konuştu. Avrupa Birliği üyesi 25 ülkeye vizesiz girmesinin yolu açıldı. Akdeniz Üniversitesi (AÜ) ile Hamburg Üniversitesi’nin ortak yürüttüğü “Avrupa Çalışmaları Ortak Master Programı” Direktörü Doç. Dr. Harun Gümrükçü, bugüne kadar bu konuyla ilgili Türkiye lehine 3 karar çıktığını anımsatarak “Ancak bu konuyu kamuoyunun gündemine getirmek istemeyenler, vizelerden kâr sağlayan kurumlar var” dedi. Veli Tum ve Mehmer Dari adlı Türk vatandaşları, Birleşik Krallık’ın Avrupa Topluluğu ile Türkiye arasında yapılan 1963 tarihli Tam Üyeliğe Dönük Ön Üyelik Antlaşması’ndan ve Aralık 1972’de taraflarca imzalanan Katma Protokol’den doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini iddia ederek Londra’da dava açtı. ATAD da davacıları haklı gördü. 20 Eylül’de alınan bu kararla birlikte işadamı, esnaf, öğrenci, sporcu, gazeteci, avukat, doktor, şoför gibi hizmet sektöründe çalışan Türkle rin, AB üyesi 25 ülkeye vizesiz girme hakkı doğdu. Doç. Dr. Gümrükçü, bu kararın Türk vatandaşlarının yüzde 4548’ini kapsadığını belirterek ticaret odaları ile esnaf ve sanatkârlar odalarının bürolar oluşturarak, kararın uygulanabilirliği için çaba göstermelerini istedi. Türk vatandaşlarından 27 yıldır alınan vize ücretlerinin de hukuki olmadığının altını çizen Gümrükçü, “Sadece geçen yıl alınan vize ücreti tutarı 12 milyon Avro’nun üstünde olmuştur. Bu paralar iade edilmelidir” dedi. Gümrükçü, dava açılması durumunda sadece 4 yıl için geriye dönük zararın telafisinin istenebileceğini ifade ederek “Bu da haksız vize uygulayan AB üyesi ülkelerden 45 milyon Avro’luk tazminat alınabileceği anlamına geliyor” diye konuştu. Mahkeme kararının işlevsel liğinin önem taşıdığını, ancak Türkiye’de belli sektörlerin vize işinden kâr sağladığını anlatan Gümrükçü, şöyle devam etti: “Bu yüzden ülkemizde vizenin kalkmasını istemeyenler var. Devlet kurumlarına da kâr sağlıyor. Ayrıca aracı kurumlar var. Bugüne kadar konuyla ilgili Türkiye lehine 3 mahkeme kararı çıktı. Ancak konunun kamuoyu gündemine getirilip tartışılmasını istemeyenler varsa, bunun nedenini sormak gerekiyor.” Gümrükçü, özellikle Anadolu kentlerinde ticaretle uğraşan, ancak vize alamadığı için işlerini yapamayanların söz konusu çalışmalarını büyük holdinglere kaptırdığını anımsatarak “Türkiye’de son mahkeme kararı konuya ilişkin kurumsallaşma için kullanılabilir. Çünkü mağdurları savunacak bir kurum yok” diye konuştu. Türkiye’de kuraklık tehdidi Konya bölgesinde kuraklık sebebiyle azalan suyun yarattığı sorunlara dikkat çeken İngiliz The Independent gazetesi,“Bir çevre felaketi Türkiye’nin ortasını tehdit ediyor” ifadesini kullandı. LONDRA (ANKA) İngiliz The Independent gazetesi, Konya bölgesinde yaşanan kuraklığa dikkat çekerek “Bir çevre felaketi Türkiye’nin ortasını tehdit ediyor” ifadesini kullandı. The Independent, “Azalan su, Türkiye için felaket tehdidi” başlıklı haberinde Konya bölgesinde kuraklığa bağlı azalan suyun yarattığı sorunlara dikkat çekti. Bölgede çok sayıda gölün yok olduğuna işaret eden gazete, azalan suyun Konya ovasının en büyük sorununu oluşturduğunu kaydetti. su düzeylerindeki düşüş, felaket sonuçlarına yol açtı. Düzinelerce göl, yabani kuşları ile birlikte yok oldu. Diğerleri ise, ovanın ortasında bulunan Tuz Gölü’nün büyük bir bölümü dahil olmak üzere, hızlı bir biçimde küçülüyor” denildi. Gazeteye konuşan Jeoloji Mühendisleri Odası Konya Şubesi Başkanı Tahir Nalbantçılar da, “Eğer işler böyle giderse, bütün ova 30 yıl içerisinde çöl olacak” uyarısını yaptı. Gazete, BM tarafından yayımlanan bir raporda Konya bölgesinin küresel ısınmaya “çok hassas” olarak tanımlandığına dikkat çekerken de suyun azalmasının “reel nedeni”nin bölgenin pancar ve mısır üretimine yönelmesinin olduğunu yazdı. renkli ilan ‘SU DÜZEYİNDE DÜŞÜŞ VAR’ Jeoloji uzmanları ve çiftçilerin görüşlerine yer verilen haberde, “Tüm ovada son 25 yıldır ortalama olarak 27 metre olan asirmen?cumhuriyet.com.tr