Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Büyükanıt’tan ilk ziyaret Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile baş başa ilk görüşmesini yapan Genelkurmay Başkanı’nın Köşk’e çantasıyla çıkması dikkat çekti ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından ilk kez Çankaya Köşkü’ne çıktı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt başbaşa ilk görüşmelerini yaptılar. Büyükanıt’ın, Köşk’e çantasıyla çıkması dikkat çekti. Basın mensuplarının yoğun ilgi gösterdiği kabulde habercilerin salonda yer alma telaşı zaman zaman Abdullah Gül’ü güldürdü. Cumhurbaşkanı basın mensuplarını uyararak “Avizelere dikkat edin” dedi. Büyükanıt’ı Köşk’teki makam odasında kabul eden Gül, tokalaşma esnasında basın mensuplarını işaret ederek “Paşam hepsi sizin için geldi” dedi. Gül ve Büyükanıt basın mensuplarının salondan ayrılmasını beklemeden sohbete başladı. Görüşme, daha sonra basına kapalı olarak devam etti. Orgeneral Büyükanıt ve komutanlar, Cumhurbaşkanı Gül’ün TBMM’deki yemin törenine katılmamışlardı. GATA’daki mezuniyet töreninde de Cumhurbaşkanı ile komutanlar arasındaki mesafeli duruş gözlenmiş, yapılan konuşmalarda “Sayın Cumhurbaşkanım” yerine “Sayın Cumhurbaşkanı” hitabı dikkat çekmişti. Cumhurbaşkanı Gül ile komutanlar arasındaki soğuk hava Zafer Bayramı kutlamalarında ısınmış, samimi sohbete dönüşmüştü.. Abdullah Gül, Erdoğan’a iade ziyaretinde bulundu. Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül’ü Başbakanlık binasının merdivenlerinde karşıladı. Gül ve Erdoğan daha sonra gazetecilere görüntü verdi. Cumhurbaşkanı Gül, Başbakanlık binasına gelmeden önce Cumhurbaşkanlığı Forsu göndere çekildi. Yaklaşık 1 saat süren görüşmenin ardından Başbakan, Gül’ü aracına kadar uğurladı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı Köşk’teki makam odasında kabul eden Cumhurbaşkanı Gül, tokalaşma esnasında basın mensuplarını işaret ederek “Paşam hepsi sizin için geldi” dedi. (Fotoğraf: AA) C haberler DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT 14 EYLÜL 2007 CUMA Egemen Bey’in Egemenlik Anlayışı “TBMM dışında seçmenin hükümeti denetleme yetkisi verdiği bir başka organ” olmadığından da söz ediyor. Ya dernekler, vakıflar, sendikalar... Yani günün deyişiyle sivil toplum örgütleri? Egemen Bey’in “egemenlik” anlayışında, o da siyasal iktidarın “demokratik olgunluk çerçevesinde” sadece dinlemekle yetineceği kuruluşlardır. İktidar partisinin “iki” numaralı adamlarından birisi olan Bağış, anayasanın, yasama yürütme yargı üçlemesi dışında kişi, kurum ya da kuruluşlara siyasi denetim yetkisi vermediğini söylerken adına “yurttaş, vatandaş” ya da sadece “halk” dediğimiz oluşumun ülke sorunları üstündeki görevlerini, sadece seçimlerden seçimlere kullanılabilecek olan “oy” ile sınırlamak istediğini unutuyor. İçinde bulunduğumuz çağın demokrasi anlayışı, ülkelerin vatandaşlarına ya da halklarına sadece belirli dönemler için kendi temsilcilerini, yerel ya da genel yönetime göndermek amacıyla oy kullanmakla yetinmesini söylemiyor ki. Referandum kurumunu bir yana bırakalım. Yurttaşın önceden bildirmek ve silahsız, saldırısız olmak koşulu ile toplu yürüyüş yapma, alanları doldurma hakkı nedir Bay Bağış? Çalışanların, politik sözlüğünüzde hiç yeri olmadığı anlaşılan grev, iş bırakma gibi yasal ve demokratik direnme hakları nedir? 2007 yılında oluşan AKP’nin yeni iktidarının, Türkiye’yi gerçekten çağdaş uygarlık düzeyinin ötesine taşıyacak bir yol haritası izleyeceğine inanan, o inançları doğrultusunda 22 Temmuz’da sandık başlarına giden yurttaşlar, Egemen Bağış’ın Arzuhan Yalçındağ’ın konuşmasında Cumhurbaşkanımız için “Sayın Gül” diye hitabından dolayı niçin kızdığını anlamakta zorluk çekebilirler. Ben, o zorluğu gidermeye çalışayım: Bu Cumhuriyetin kurucusuna “Atatürk” diye seslenmiş olan büyük –küçük yüzlerce yurttaşın örnekleri ile doludur Çankaya arşivi. Aynı şekilde “Sayın İnönü” ya da “Muhterem Bayar” demenin hiç de protokol kurallarına aykırı olmadığını bilerek kullanmış olanların da sayıları az değildir. Krallar ya da padişahlar için “majesteleri” veya “efendimiz” denilen dönem, yurttaşın seçilmişler ile aynı hak ve yetkileri paylaştığı gerçek demokrasiler öncesinde kalmamış mıydı? Yoksa “sivil anayasa” aslında “buyurgan efendimiz”i geri getirmek için mi hazırlanıyor? obirgit@ekolay.net Hem DTP’ye hem de PKK’ye restini çeken bölücübaşı, ‘Ben kurtarıcı değilim’ diye isyan etti Abdullah Öcalan geri çekiliyor yor. Öcalan’ın avukatlarıyla çarşamba günü yaptığı görüşmeyle ilgili bilgiler, aralarında ANF’nin de bulunduğu PKK’nin yayın organlarına sızıyor. Kendisine uygulanan 20 günlük hücre cezasının sekizinci gününe girdiğini belirten Öcalan, önce operasyonlarda ölen PKK’lilerin cenazelerinin ailelerine verilmediğinden yakınarak “Suç duyurusunda bulunabilirler. Bu konuda gerekli girişimlerde bulunsunlar” diye talimat veriyor. Öcalan daha sonra DTP’li belediye başkanlarının görevden alınabileceğini ifade ederken “Bundan sonra bizi de muhatap almamaya çalışacaklardır. Ağar’ı bile tasfiye ettiklerine göre, beni muhatap almalarını beklemek saflık olur” diyerek tuhaf bir cümle kuruyor. maya hazırlandığını duyuruyor. Daha önce birçok kez avukatları aracılığıyla PKK’nin eylem konsepti, yapılanması, politik çabalarıyla ilgili öneri ve talimatlar veren Öcalan’ın ilk kez örgütün lideri olmadığını açıklaması ise şaşırtıyor. Öcalan’ın şu sözleri dikkat çekiyor: “Buradan pratik önderlik yapamam. Benim buradan pratik önderlik yapamayacağım anlaşılmalıdır. PKK’liler de bunu anlamak zorundadırlar. Bunu herkes bilmeli. Ben burada sanki bir tabuttayım. Tabutta olan birisi dışarıya seslenemez. Pratik önderlik günlük en az kırk talimat gerektirir. Ben bunu bu koşullarda nasıl yapabilirim?” disiplin cezası verdi. Devletin ceza vermesinde, benim bu duruma gelmemde PKK’nin de sorumluluğu vardır. PKK beni pratik önder olarak görüp ona göre davranıyor, devlet de bunu görüyor ve ciddiye alıyor. DTP de beni pratik önder olarak görüyor. Benim gelip onları kurtarmamı bekliyor. Ben Tanrı değilim, bir kahraman da değilim. Bu şartlarda kimseyi kurtaramam!” ÖCALAN SOYUTLANIYOR Diyarbakır Cezaevi’nde açlık grevinde ölen Kemal Pir gibi direniş yerine yaşamayı uygun gördüğünü ifade eden Öcalan’ın son açıklamaları PKK ve DTP’nin rahat çalışması uğruna bir takıyye değilse, iki örgüte de ciddi bir uyarı niteliği taşıyor. Örgütü dağıtmama amacıyla İmralı’daki mahkumu manevi liderlikten çok lokomotif olarak görmeye devam eden PKK’nin, bu uyarıların ardından siyasal ya da eylemsel faaliyetlerinden Öcalan’ı yavaş yavaş soyutlaması bekleniyor. Aslında yeniden yargılama ve af beklentisinden artık umudunu kesmeye başlayan Öcalan’ın son açıklamaları DTP ve PKK kaynaklı gerilimlerle birlikte önemli oranda yılgınlık, karamsarlık ve umutsuzluk da içeriyor. Bu durumun DTP ve PKK’ye yansımalarını dikkatle izlemek gerekiyor. ‘BEN TANRI DEĞİLİM!’ Tutuklu olduğu ortamda pratik önderlik yapmasının haksızlık olacağını, ahlaki olmayacağını belirten Öcalan, “Devlet müsaade etse bile ben yapmam” sözleriyle hem şaşırtıyor hem de PKK hareketinin legal ve illegal unsurlarına, “Benden medet ummayın” diye rest çekiyor. Konuyu daha sonra kamuoyunda ciddi tepkiler alan PKK ile ilişkisine getiren Öcalan, 9 yıl aradan sonra kendisini örgütten soyutlama ve geri çekilme sinyali vermesinin nedenini şöyle itiraf ediyor: “Geçen ay yaptığım konuşmada belki biriki konuda aşırıya varan beyanlarda bulunmuşum, kendimi tutamamışım. Devlet de bundan dolayı Mehmet FARAÇ İmralı’dan PKK’yi yönettiği iddiaları nedeniyle 4. kez hücre cezasına çarptırılan Abdullah Öcalan, AKP DTP gerilimi ile örgüte yönelik operasyonların sürdüğü bir dönemde söylemini dikkat çekici biçimde değiştiriyor. PKK yüzünden hücre cezası aldığına dikkat çeken Öcalan, “Beni önder olarak görüyorlar, devlet de ciddiye alıp ceza veriyor” diye yakınıyor. DTP’nin de kendisini önder olarak gördüğünü ifade eden Öcalan iki örgüte de “Ben Tanrı değilim, bir kahraman da değilim. Bu şartlarda kimseyi kurtaramam” diye isyan edi ‘ÖNDERLIK YAPAMAM...’ Öcalan’ın avukat görüşmelerindeki açıklamaları kamuoyundan tepki alıyor. İmralı’dan örgütü yönetmekle suçlanan Öcalan’a bu yüzden sık sık hücre cezaları veriliyor. Öcalan devam eden son hücre cezasının verdiği sıkıntıdan olsa gerek bundan böyle daha dikkatli konuşacağının sinyallerini veriyor. “Bizi muhatap almayacaklar” sözleri, AKP ile DTP arasındaki gerginlik ve PKK’ye yönelik operasyonların da etkisiyle Öcalan iki örgütle arasına mesafe koy ÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ’ın, Hatay’da yapılan “İş Dünyasında Kadın” konulu toplantının açılış konuşmasında İkinci Erdoğan Hükümetine yönelik eleştirilerinin, AKP iktidarının hışmını çektiği anlaşılıyor. Ne demişti TÜSİAD Başkanı? Seçim bildirgesinde ve kampanya sırasında yürüttüğü propaganda söyleminde, bir merkez sağ parti olarak iktidar olacağı izlenimini veren AKP’nin, hem yeni hükümetin oluşumunda hem de programında bu söylediklerinin gerisinde kaldığı izlenimi verdiğinden söz etmişti. Yeni anayasa hazırlığı çalışmalarına da değinmiş, 84 yıllık cumhuriyet kazanımlarının ve değerlerinin bu yeni tasarıda eksiksiz yansıtılmasını istemişti. Anayasa için yapılan hazırlık çalışmalarının şeffaf olmasını, parça parça kamuoyuna sızdırılarak tepki ölçmeyi amaçlamanın sağlıklı bir yöntem olmadığını belirtmişti. Bir de, kadrolaşma zihniyetinin aşılabilmesini isteyerek, kadrolaşmada izlenen dolambaçlı yolların rahatsızlık vericiliğini öne çıkartmış; “Diyanet İşleri’nin bürokrasiye transit geçiş merkezi olarak kullanılmasının” önlenmesini istemişti. TÜSİAD, ülkenin büyük bir sivil toplum örgütü. Öyle bir sivil toplum örgütü ki; 1980 öncesinde rahmetli Bülent Ecevit’in başbakanlığında kurulmuş olan CHP hükümetini, gazetelerde tam sayfa ilanlar yayımlayarak düşürme kampanyasını demokratik bir hak olarak kullanmış işadamlarının örgütlü sesi. O tarihte, iş dünyasının enerji sıkıntısı nedeni ile bir siyasi iktidara karşı yürüttüğü “istemezük kampanyası” nerede? Hatay’da Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu’nun “İş Dünyasında Kadın” konulu toplantısında bir açılış konuşmasının içine serpiştirilmiş, soft birkaç paragrafın içindeki “görüş açıklaması” nerede?.. TÜSİAD’dan ya da bir başka sivil toplum kuruluşundan gelen eleştirileri yanıtlamak elbette hükümetin de onu oluşturan siyasal gücün de en doğal hakkı olmalı. Ama, bu hakkı doğrudan kullanmak isteyen AKP Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış’ın yanıtını oturtmak istediği “zemin” şaşırtıcıdır. Sayın Bağış, yanıtında bir yandan “demokrasilerin çoğulcu uzlaşmaların rejimi” olduğunu söylerken; öte yandan o “uzlaşmaların sağlanacağı ve siyasi tercihlerin eşit oyla sonuca bağlanacağı zemin”in TBMM olduğunu söylemekle yetinmiyor. T NEW YORK TIMES GAZETESİ Almanya Türk azınlığı sorguluyor Dış Haberler Servisi Almanya’da terör saldırısı planladıkları iddiasıyla biri Türk 3 kişinin tutuklanmasının ardından dikkatler bu ülkede yaşayan Türk toplumuna çevrildi. Amerikan New York Times gazetesinde yer alan haberde, Türk kökenli 2.7 milyon kişinin yaşadığı ve “aşırılığın” bu kişiler arasında kök salmaya başladığı savunuldu. Aşırılığın sadece Türklerin toplandığı mahallelerde değil, son saldırı olayı nedeniyle tutuklanan 28 yaşındaki Adem Yılmaz’ın yaşadığı ve gençliğini geçirdiği Frankfurt dışındaki Langen’de de kök saldığı kaydedildi. Haberde, Almanların, önlenen bir terörist saldırısına ilişkin haberlerle yüz yüze kaldıkları ve Türk azınlığın bu konudaki düşüncelerini sorguladıkları belirtildi. Olaya karışan daha fazla Türk’ün bulunabileceği yönündeki haberleri hatırlatan gazete, “Geçen yaz polis, bir konsere bombalı saldırı yapacakları iddiasıyla birkaç Türk’ü gözaltına almıştı. Bu olayın İstanbul ve Pakistan arasında uzanan tamamen değişik bir şebeke yapısını içerdiği söyleniyor” bilgisini verdi. am 27 yıl olmuş. Artık bir tarih 12 Eylül 1980 darbesi. Bir yönüyle tarih ama bir başka açıdan baktığımızda ise 12 Eylül “yaşıyor ve savaşıyor”. Çünkü 12 Eylül bütün kurumlarıyla ayakta. 12 Eylül darbecileri hâlâ itibarlı insanlar olarak aramızda dolaşıyor, saygı görüyorlar… 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmesi de bugüne kadar mümkün olmadı. O da bütün haşmetiyle üzerimizdeki egemenliğini sürdürüyor. ??? 12 Eylül’le hesaplaşmalıyız. Bu hesaplaşmanın değişik boyutları ve değişik tarafları bulunuyor. Önce kişisel olarak hesaplaşmalıyız. Siyasi olarak hesaplaşmalıyız. En önemlisi de Avrupa Birliği’ne yönelmiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hesaplaşması. Kişisel hesaplaşma şöyle ifade edilebilir: 12 Eylül birçok insanımızın hayatında derin yaralar açtı, derin acılar bıraktı. Meclis’i kapatan, siyasi partileri kapatan, yürürlükteki anayasayı ortadan kaldıran bu askeri darbeyle gerçek bir kişisel hesaplaşma, yürürlükteki anayasada “Darbeciler yargılanamaz” hükmünün ortadan kaldırılması mücadelesini sonuca ulaştırmaktır. Bundan sonra darbe mağdurlarının darbecilerden kanun önünde hesap sormalarının yolunun açılmasıdır. Kişisel hesaplaşmanın ikinci boyutu ise T SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR 12 Eylül’le Hesaplaşmak… gellerin kaldırılması. İkinci önemli adım ise askeri darbe mağdurlarından, haksız yere idam edilen, cezaevlerinde, işkence merkezlerinde öldürülen, sakat kalan, acı çeken insanların ailelerinden özür dilenmesidir. Bunun da ötesinde; bir daha askeri darbe yapılamayacağını sağlayacak demokratik reformlara hız verilmesidir. Örneğin askerlerin iç hizmet talimatnamesinden darbe yapmayı meşru kılacak hükümlerin temizlenmesidir. Türkiye’nin 12 Eylül’le hesaplaşması, Türkiye’nin gerçek demokratik bir ülke haline gelmesi mücadelesinin, çabasının en önemli itici unsurudur. 12 Eylül yalnızca anayasayla sınırlı bir kurumlaşma yaratmadı, aynı zamanda üniversitenin, medya dünyasının otoriter baskıcı bir anlayışla yönetilmesinin de kapısını açtı. Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu gibi kanunlarla da siyasi hayatın demokratikleşmesinin önüne engeller çıkardı. “12 Eylül’de bize, şunları şunları yap askeri darbeyle kökten bütün bağların koparılmasıdır. 12 Eylül döneminde öğrendik ki, en kötü demokratik rejim, en iyi askeri darbeden daha kabul edilebilir bir rejimdir. Ben bu konuda askeri darbe mağdurlarının en azından bir kesiminin köklü bir hesaplaşma yaptığından emin değilim. Demokratik rejim konusunda yaşanan tereddütler, topluma inançsızlık, bazı insanlarda “darbenin iyisi de olabilir” şeklinde bir sakat anlayışın gizliden gizliye varlığını sürdürmesine neden oluyor. Böyle bir yaklaşımla 12 Eylül’le yapıldığı sanılan hesaplaşma gerçekçi bir temele oturamaz. Türkiye askeri darbelerden çok zarar gördü. Bu konuda tereddütsüz bir tutum almadan 12 Eylül’le hesaplaşılma düşüncesi pek inandırıcı kabul edilemez. ??? Tabii asıl hesaplaşmayı devletin yapması gerekiyor. Bunun ilk şartı darbecilerin yargılanmasının önündeki en mışlardı. Bu rejim felaket bir rejimdi” demek haklıdır. 12 Eylülcülerden hesap sorulması isteği yerinde ve meşru bir istektir. Bundan da önemlisi; askeri darbelerle kökten bir ideolojik ve siyasi hesaplaşma içine girmektir. “Benim darbem iyidir, seninkisi kötüdür” dedikçe gerçek bir darbe hesaplaşması yaşanamaz. Çok anlattığım bir örneği burada bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Bir Atina gezisi sırasında büyükelçiliğimizin onur masasında Kenan Evren’in imzalı fotoğrafını görmüştüm. Bu büyükelçi daha sonra Dışişleri Müsteşarlığı da yaptı. Biz Atina’yı ziyaret ettiğimizde Yunan cuntacılarının iki liderinden birisi hapishanede ölmüştü. Diğeri ise 27 senedir tek kişilik bir hücrede hapiste yatıyordu. Yunanistan’la aramızdaki fark buydu. Artık Yunanistan’da askeri darbe, düşünülmeyen bir kötülük olarak görülüyordu. Bizde ise darbeciler hâlâ el üstünde tutuluyordu ve askeri darbe ihtimali, bir ihtimal olarak konuşulabiliyordu. ??? 12 Eylül’le hesaplaşmak darbecilikle ve darbelerle de bir hesaplaşma haline dönüştürülmedikçe gerçek içeriğine kavuşamaz. Gelin 12 Eylül’le derinlemesine hesaplaşalım… oralcalislar?cumhuriyet.com.tr Hollandalı polisler Kapadokya’da NEVŞEHİR (Cumhuriyet) Hollanda’nın Groningen kentinin emniyet merkezinin üst düzey yöneticileri ile eşleri Kapadokya’da bağbozumuna katıldı. Türkiye’nin sosyal ve kültürel değerlerini yaşayarak öğrenme amacıyla geziye katılan Hollandalı polis şefleri ve eşleri topladıkları üzümleri kurumaya bıraktı. Hollandalı misafirler iki saat süren mesaileri boyunca yöresel kıyafetleri giydiler.