29 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 EYLÜL 2007 CUMA tarihçe PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Savaşın ideolojk atmosferi Erdoğan AYDIN Geçen hafta Cumartesi günü, Dünya Barış Günü’nü andık. 1 Eylül, II. Dünya Savaşı’nın, 1939’da Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başladığı günün yıldönümü. Ancak dünya bu tarihten önce olduğu gibi sonrasında da savaş illetinden kurtulamayacaktı. Tarihin böylesi temel bir sorunu olan savaşın ideolojik atmosferini, önceki haftalar ayrıntılarına girdiğim I. Dünya Savaşı özgülünde irdelemek istiyorum. Geleneksel dönemdeki savaşların ruhu dinsel ideolojilerce belirlenirken, modern savaşların ruhu milliyetçilikti. Bütün dünyanın ilk defa topyekün savaşa girdiği bu atmosferde bu gerçekliği çok daha çarpıcı olarak görecektik. Milliyetçi böbürlenme ve düşmanlıklar sayesinde dünyanın en gelişmiş halkları, savaşı meşru görmekle kalmayıp gözü kara bir şekilde birbirlerini boğazlamaya koşacaklardı. Milliyetçilik işte bu vicdani kirlenme ve ölümleri bir ‘ideale’, bir ‘kahramanlığa’ çevirerek savaşı meşrulaştıran faktör olacaktı. Kendileri kozmopolit, uluslarüstü kurumlar olan İmparatorluklar, savaşı, halklarına milliyetçilik aşılayıp yurtseverliği istismar ederek mümkün kılacaklardı. Savaşı belirleyen bu ideolojinin ‘milli çıkar’ ve ‘vatan sevgisi’ gibi yaldızlarını kazıma yeteneği gösterdiğimizde karşımıza çıkan gerçek, büyük emperyalist tekellerin ve temsilcilerinin birbirleri kadar kendi halklarına da düşman olan nitelikleriydi. Avrupa halkları, işte bu yeteneği gösterip savaşa itiraz edemedikleri oranda, kendi çocuklarını savaş meydanlarında kaybedip diğer halkların çocuklarını öldürmek gibi çok ağır bir fatura ödeyeceklerdi. C 13 CHP ‘Tartışmaları’ UYGARLIĞIN İNCE KABUĞU haline getirilmişti. Kralların bol madalyalı askeri kıyafetlerle resimleri yaygınlaştırılıyor, geçmiş, savaşçı imgeler ve düşmanlıklar temelinde güncelleştiriliyordu. Barıştan, en büyük hak ihlalinin ulusların egemenlerince yapıldığı gerçeğinden ve savaşa karşı uluslararası bir hakemlikten söz edenler ‘vatan haini’ ilan ediliyordu. Devletlerin eğitim ve propaganda aygıtları, bu gerilim sürecinde kendilerini ‘haklı’ ve ‘mazlum’ gösterirken, diğer yandan “kitleleri kahramanlık destanları okumaya, Almanya ve Fransa’da olduğu gibi yiğitlik türküleri söylemeye, Amerika’da olduğu gibi ulusal bayrak üzerine ayinler söylemeye, İngiltere’deki gibi ulusal geçmişi yüceltmeye” ve “şiddete olan yatkınlığı” arttırmaya çalışıyordu. Bu yönlendirmelerin kitlelerdeki olağanüstü etkisi ise, Ünlü ekonomist Keynes’in belirttiği gibi, “uygarlığın kabuğu(nun) çok ince” olduğunu gösteriyordu (I. Dünya Savaşı Ansiklopedisi, s.1617) “1914 yazında Avrupa’daki eğitimli ve akıllı ÜNDE 50 BİN SAVAŞ ŞİİRİ insanların çoğu, mevcut koşullarda savaşa girmenin son derece akla uygun olduğunu Avrupa halkları adeta aklını kaybetmiş, savaş düşünüyordu. Büyük bir heyecan, hatta coşku cinneti geçiriyordu. Kayıtlar, “Ağustos 1914’te 1,5 havası vardı. Sonunda savaş gelmişti ve tadı tam milyon –günde 50 bin savaş şiiri yazıldı(ğına)” olarak çıkarılacaktı. Freud (bile), otuz yıldır işaret ediyordu. (K. Robbins, age., s.28) kendisini ilk kez tam bir Avusturyalı hissettiğini OŞKUDAN TRAVMAYA Milliyetçiliğin bu etkinliği sonucunda, yabancı açıklayacaktı. Habsburg İmparatorluğuna bir şans düşmanlığına kapılmayan çevrelerin çoğunluğu bile daha vermeye ve İmparatorluğun duygulu savaşa teslim oluyordu. Nitekim 30 Temmuzda Avrupa’nın savrulduğu bu cinnet ortamında herkes tutkuların odağı olmasının yolunun açılmasına Bürüksel’de yapılan Avrupa barış dernekleri ötekinin karşı mutlak zafere inanıyor, üstelik bunun hazırdı”. Macar yazar Ignotus ise, savaşa dair toplantısı barış yerine barışçıların dağılmasıyla çok kısa zamanda gerçekleşeceği gibi aptalca görüşünü, “Onsuz Osmanlı gibi biteriz!” diye hayallere kapılıyordu. belirtecekti. (Keith Robbins, I. Dünya “Fransız askerleri, kendilerini cepheye Savaşı, s.13) götürecek olan trenlere binerken Her yerde ulusal marşlar çalınıyor vagonların üzerine ‘Berlin’e!’ yazıyorlar, ülkeler baştan sona sayısız İngilizler ‘bu iş yıl sonuna biter!’ bayrakla donatılıyordu. diyorlardı. Berlin’de Kayser ise, teftiş Öğrenciler ve askerlere sürekli ettiği birliklerine ‘sonbahar yaprakları ile törenler yaptırılıyor, sokaklarda Yüzyılın başı milliyetçiliğin altın çağı olacaktı. Kuşkusuz ezilen ulusların birlikte, zaferle Berlin’de olacaksınız!’ uygun adım ve marşlar eşliğinde hak mücadelesine de öncülük edecekti milliyetçilik; ancak bu kehanetinde bulunuyordu” (Oral Sander, dolaştırılıyordu. Bu koşullarda dönemdeki asıl etkisi yayılma, asimilasyon ve tabii savaş olacaktı. Bu Siyasal Tarih, s.260). “Sırbistan’dan İskoçya’ya kadar anlamda Dünya Savaş’ının gerçekleşmesi, bizzat milliyetçiliğin zaferi Öyle ki Fransız generaller, askerlerini yurtseverlik yükselen bir çığlık olacaktı. Öyle ki dönemin bilançosu olarak denilebilirki “milliyetçilikle Fransız bayrağının ‘şerefli renklerini’ oldu. Toulouse’da kafe emperyalizm, yapacaklarını yapmışlardır ortaklaşa.” (S. Tanilli, taşıyan üniforma ve başlıkla savaştırarak orkestraları, kalabalığın ‘Vive la Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, 5. Cilt, S. 568) yüzbinlerce gencin kolay hedef olmasına France!’ (Yaşasın Fransa!) diye Dünya Savaşına giden süreçte milliyetçilik, hem emperyalist savaşı neden olacaklardı. Albay Penelon kumaş bağırarak tepki verdiği (Fransız meşrulaştırmadaki başarısıyla hem de geç uluslaşan halkların kendilerine keplerin yerine miğfer kullanılmasını milli marşı) Marseillaise’i çalmak bir devlet kurma çabalarındaki rolüyle temel bir işlev görecekti. Bu önerdiğinde, general Joffre, “miğfer için programlarını kes(iyordu).” ikinci işleviyle kuşkusuz ‘ilerici’ bir rol oynuyordu. Ancak savaşa giden üretene kadar bekleyemeyiz, çünkü ben (K. Robbins, age., s.29) Kimse dünyada bu rol, gerçekte rakip emperyalistlerin birbirinin altını oymada, Almanları iki ayda mahvedeceğim” diye hangi Fransa, kimin Fransa’sı dolayısıyla altı oyulan imparatorlukların savaşa daha büyük bir kaygıyla karşı çıkacaktı.” (Nur Bilge Criss, Doğudiye sorma bilinci gösteremiyor, girmelerini sağlayan bir işlev görecekti. Nitekim Çarlık Rusyası, Batı, sayı 24, s.45) gerçek yurtseverliğin vatanını Avusturya ve Osmanlı gibi “halklar hapishanesi” (Lenin) devletlerin Ancak savaş uzadıkça uzayıp, savaşın savaştan korumak, adil bir ülke denetimindeki milliyetlerin meşru özlemleri ve bu özlemin rakip vahşet ve travmaları arttıkça, militarist kılmak olduğunu emperyalistlerce istismarı küresel bir istikrarsızlık ve savaşın nedeni propagandaların yarattığı hayal dünyası düşünemiyordu. olacaktı. gerçeklikle yer değiştirecek, coşku yerini Egemenler, barış yanlılarının Ezilen ulus milliyetçiliklerinin rakip emperyalistlerle girdiği ilişkiler ve savaşın travmasına bırakacaktı. Artık halkın çıkarlarına yaptıkları amaçlarını gerçekleştirme yolunda uyguladıkları insan hakları ihlalleri askerler kendi komutanlarınca infaz vurgunun savaş planlarını de, sürecin bütününde korkunç bir kirlenme yaratacaktı. Öyle ki ne edilmek korkusuyla savaşıyor, fırsat bozamaması için, süreğen bir AvusturyaMacaristan’daki Sırpların, ne Osmanlıdaki Ermenilerin meşru bulduklarında da kaçıyor, ama savaş milliyetçi aşılama yapıyorlardı. hak talepleri bu süreçte temiz kalamayacaktı. Tabii bu gerçeklik, onları uzadıkça uzuyordu. Gerçi bu savaş, Eğitim bu koşullandırmanın ne pahasına olursa olsun kendine tebaa tutmak isteyen imparatorlukların önceden yaşanan Otuzyıl, Yüzyıl başlıca aracıydı. Bu bağlamda izlediği kıyım ve sürgün politikalarını asla meşrulaştırmıyor. Üstelik savaşlarıyla kıyaslandığında ‘çok kısa’ geçmiş yüceltilip kahramanlık farklı halkları boyunduruklarında tutarak kendi çağdışı varlıklarını sürmüştü. Ama silah teknolojisindeki destanları üretiliyor, yiğitlik sürdürmeye çalışan imparatorluklar, kendi halklarına da, milliyetçilik (ve gelişim nedeniyler onlarla türküleri ve marşlar besteleniyor, dincilik) istismarıyla ölüme sürmekten başka bir şey vermeyeceklerdi. kıyaslanmayacak denli korkunç bir yıkım bayrak üzerine yemin ayinleri getirecekti. “En geç Noel’de” bitmek düzenleniyor, tarih yazımı bu üzere başlamış olan savaş, dünya savaş amaç doğrultusunda sistematik tarihinin, çok cephede ve 4 yıllık kesintisiz şekilde istismar ediliyordu. Basın sonuçlanıyordu. Bu toplantı Alman barışçılarının niteliğiyle o güne kadarki en korkunç savaşı sansasyonel bir tarz benimsemiş ve potansiyel “ülkelerinin özsavunma için savaştığına kesinlikle olacaktı. rakiplere karşı halkı kışkırtıyordu. Vatanseverlik, Savaş teknolojisinin muhteşem araçlarıyla emin olduklarını ortaya” çıkarıyordu. (age., s.32) vatandaşın hakları ve vatanın saldırıdan korunması silahlanmış toplam 66 milyon askerin birbirine Herkes yaklaşan savaşın ayrıntılarına kendi anlamından çıkarılarak, saldırı eksenli olarak saldırısı sonucunda toplam 24 milyon insan egemenlerinin gerekçeleriyle yaklaşıyor ve böyle istismar ediliyordu. Kamuoyunu, özellikle genç ölecekti. Bunların 9 milyonu asker, 15 milyonu da yaparak sadece barıştan değil, aynı zamanda nesilleri kışkırtmaya yönelik hayali savaş ve sivil olacaktı. Sivil kaybındaki bu korkunç oran, ülkesinin gerçek çıkarlarından da uzaklaşıyordu. kahramanlık kitapları üretiliyor ve kamuoyu hem savaş hukukunun ne denli ihlal edildiğinin Bu ortamda tahmin edileceği gibi, “Kilise yönlendirmeleriyle böylesi kitapların satış rekorları hem de ahlaki kirlenmenin ne denli büyük önderlerinin savaşı kutsama konusunda pek kırması sağlanıyordu. Böylece toplumlar eşitsizlik olduğunun çarpıcı bir göstergesi olacaktı. Bunlara sıkıntıları yoktu. İngiltere’de, ulusun Prusya ve adaletsizlik gerçeğine yabancılaştırılarak ek olarak 21 milyon da yaralı, sakat söz konusuydu. militarizmini sona erdirmek için ilahi olarak ‘düşmanlara’ karşı koşullandırılıyor, şiddet (Mahmut Boğuşlu, I. Cihan Harbi, s.22) Tecavüze görevlendirildiğine ilişkin” bir inanç oluşmuştu. meşrulaştırılıyordu. Bu ise silahlanma bütçelerinin uğrayan sayısız kadın, çocukların yaşadığı ağır Almanya kiliselerinden ise, “uygunsuzların ve askerlik süresinin arttırılmasını kolaylaştırıyor, travma, tahrip edilen ekonomik birikim ve doğa ise katledilmesinin hayır işi olduğuna” ilişkin dinsel halkın gerçek sorunları unutturuluyordu. vahşet tablosunun kayda geçmeyen ‘ayrıntıları’ açıklamalar yükseliyordu. Ağustos 1414’te Rus ‘Uygar uluslar’ tam bir cinnet atmosferince teslim olacaktı. Ortodoks Kilisesinin ilahisi ise, “En bağışlayıcı alınmışlar, militarizm ve milliyetçilik tek değer G Tanrı, düşmanı ayaklarımızın altında ez!” diye haykırıyordu. “AvusturyaMacaristan’da papazlar İmparatora sadakati vurgulamada örnek bir coşku sergiler(ken)”, Fransız Katolikleri de diğerlerinden geri kalmayarak, “Üçüncü Cumhuriyet için ölmeye, yaşamaktan daha büyük bir istek duyduklarını göstereceklerdi” (age., s.33) Bu cinnet günlerinde “sadece sosyalistler savaşın nedenini doğru teşhis edecek ve uluslararası düzeyde savaşı engelleyebilecek bir araca sahiptiler” ve 1912’de yapılan Basel Kongresinde, “kapitalistlerin kârı için proleterlerin birbirini vurmasını bir suç olarak gördüklerini” ilan edeceklerdi. (age., s.34) Ne ki Lenin ve Lüxemburg gibi sosyalist önderler emperyalist savaşın başlaması halinde onu iç savaşla devrime çevirmek konusunda kesin bir duruş sergilerken, işçi hareketinin emperyalist sömürüden pay alan kesimleri bu kararlılıktan hızla uzaklaşacaktı. Nitekim Kautsky ve Bernstein gibi önderleri üzerinden sosyalist çoğunluk savaş bütçelerine “evet” oyu verecek, Basel Kararını çiğneyerek, kendi egemenlerinin yükselttiği milliyetçiliğe teslim olacaktı. Böylece savaşı engelleyebilecek biricik uluslararası güç de böylece devre dışı kalınca, halklara ölüp öldürmekten başka seçenek kalmayacaktı. C MİLLİYETÇİLİĞİN ZAFERİ erak ediyorum: CHP’deki muhalefetin, bugün parti iktidarını elinde bulunduran Sayın Deniz Baykal ve çevresinin oluşturduğu merkezi yönetim kadrosundan farkı nedir? Bu bilinmeden sosyal demokrat kamuoyunda sürdürülen ‘tartışmalara’ katılmak da olanaksızdır. Tartışma sözcüğünü tırnak içine aldım, çünkü tanık olduklarımızı ‘tartışma’ olarak tanımlamak oldukça zordur. Bir siyasal kuruluş kendini ‘sol’ ya da ‘sosyal demokrat’ olarak nitelendirdiği sürece ondan beklenen ideolojik açıklıktır. Çünkü bu tür yapılanmalar güçlerini, dayandıkları belli ideolojik temellerden alırlar, üzerinde durdukları bu ideolojilerden beslenirler. Dünyadaki tüm sosyal demokrat partiler en sulandırılmışları da dahil olmak üzere program partileridir. Parti programları, onların ideolojik temellerini yansıtan ve tüm partililer için bağlayıcı olması gereken metinlerdir. Parti içi tartışmalar da program metni üzerinden yürütülür. Dolayısıyla bir sosyal demokrat partinin yönetici kadrolarının doğruları ve yanlışları geçerli programa ilintili olarak saptanır. ??? Bir sosyal demokrat örgüt olma savındaki Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1977 yılında kabul edilen ve yürürlükte olan programı, eleştirilecek yanları bulunsa da derli toplu bir metindir, fakat yaşı gereği tek kutuplu küreselleşme/neoemperyalizm olgularının insanlık ve toplumumuz üzerinde yol açtığı yıkımlara, yoksullaşmaya yanıt veremediği ölçüde güncelliğini yitirmiştir. Ne var ki tanık olduğumuz ‘tartışmalar’, daha doğrusu sürtüşmeler, itiş kakışlar çok farklı bir düzlemde sürdürülmektedir. Parti içi iktidar da, muhalefet de CHP’ye ideolojik/düşünsel bir canlılık kazandıracak bir program yenilenmesinin ne denli önemli olduğunun farkında değillerdir. Söz konusu ‘tartışmaların’ düzeyi de zaten bunu açıkça ortaya koymaktadır. Program neden önemlidir? Parti tüzüğü, parti ile üyeler arasındaki ilişkiler, parti organlarının oluşumu gibi teknik konuları içe M ren/belirleyen bağlayıcı bir metinken, program, parti üyeleri arasındaki ideolojik/düşünsel/siyasal ortaklığı oluşturur. Dolayısıyla parti programı, söz konusu partinin seçmenlerine ya da toplumun geneline yönelik olarak değil, üyelere yönelik olarak hazırlanır. Üyeler parti programını benimsemeli, içselleştirmelidirler. Bu ise parti üyelerinin tümünün programın oluşmasına doğrudan katkılarıyla olanaklıdır. Tepeden inme, yukarıdan dayatma programlar ölü doğarlar. Bu nedenle programın oluşumuna uzunca bir süre ayrılmalı, oluşum süreci aşağıdan yukarıya, tüm parti örgütleri seferber edilerek işletilmelidir. Üye, ancak böyle bir süreç sonunda ortaya çıkan programa ‘benim’ diyerek bakar ve ancak böyle bir program hayatta karşılığını bulur. ??? CHP’nin yönetiminde de, bu yönetime karşı örgütlenmeye çalışan muhalefette de yukarıda özetlemeye çalıştığımız kaygılardan ne yazık ki eser yoktur. Parti, iktidarı ve muhalefetiyle yıllardır süregelen ‘karizmatik lider’ saplantısından bir türlü kurtulamamaktadır. CHP, Türkiye’nin siyasal yaşamı için hiç kuşkusuz gereklidir. Ne var ki kendisi gerekliliğinin pek farkında değilmiş gibi bir izlenim vermektedir. 22 Temmuz seçimlerinde CHP, Sosyaldemokrat Halk Partisi ile Demokratik Sol Parti’nin katkıları ve laikcumhuriyetçi kesimlerin kararlılıklarıyla TBMM’ye ana muhalefet partisi olarak girmeyi başardı. TBMM’de grubu olan öbür partilere baktığımızda AKP’nin de, MHP’nin de, DTP’nin de belli ideolojilerin temsilcileri olduğunu görüyor, savundukları ideolojileri topluma yansıtmayı başarabilen bu partilerin oylarını artırdıklarını saptıyoruz. Seçmenlerin eğilimleri, ayrıca, Türkiye’de toplumun ‘ideolojiler bitti’ safsatasına da bir nokta koyduğunu gösteriyor. CHP’nin tüm bunlardan kendine dersler çıkartması gerekir, diye düşünüyorum. dkavukcuoglu?superonline.com) İzmir Efes antik kentinde, 138 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarında, şehir yüzeyinin bugüne kadar ancak yüzde 15’inin ele alınabildiği ifade ediliyor. Efes antik kenti 138 yıldır kazılıyor SELÇUK (AA) Dünyanın en önemli antik yerleşimleri arasında yer alan Efes antik kenti, 138 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarıyla Türkiye’nin en uzun süre devam eden arkeolojik kazısı olarak biliniyor. İzmir’in Selçuk ilçesinde bulunan antik kentte, British Museum adına İngiliz J.T. Wood’un Artemis Tapınağı’nı bulmak amacıyla 1869 yılında başlayan Efes kazıları, 1895 yılından itibaren de Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından sürdürülüyor. Efes antik kentinde 1954’ten bu yana Efes Arkeoloji Müzesi’nin de katıldığı kazılarda bugüne kadar çok önemli yapılar gün ışığına çıkarıldı ve yapılan restorasyon çalışmalarıyla aslına uygun olarak ayağa kaldırıldı. Seyfettin METE ÇORUM Anadolu’nun bilinen ilk medeniyetlerinden Hititlerin nasıl ortadan kaybolduğu, bilim insanları ve araştırmacılar tarafından henüz çözülemedi. Tahminlerde salgın hastalık, kuraklık ve kıtlık gibi nedenlere yer verildi. Hititlerle ilgili verilerin genellikle eski tarihlere ait olduğunu belirten Çorum Boğazkale Kazı Başkanı Doç. Dr. Andreas Schachner, bu büyük medeniye Hititlerin sırrı tin son dönemiyle ilgili yeterince bilgi bulamadıklarını söyledi. Çalışmaların yürütüldüğü bölgede Hititlerin erken dönemlerine ait kalıntılar olduğunu bildiren Schachner, ileride yapılacak kazıların bu konuda ipuçları verebileceğini vurguladı. Hititlerin bir anda ortadan kaybolmasıyla ilgili tah min ve teoriler ortaya atıldığını anlatan Schachner, “Hititlerin yaşamı bıçak sırtındaydı. Bozulan dengeler bu büyük medeniyetin yok oluşuna sebebiyet vermiş olabilir. Bunlar salgın hastalıklar, siyasi huzursuzluklar, birkaç yıl üst üste yaşanan kuraklık olabilir. Tüm bu nedenler Hitit İmparatorluğu’nu çökertmiş olabilir. Bu tahminlere karşın Büyükkaya mevkii kazılarından anladığımız kadarıyla Hititler ortadan kaybolsa da Hattuşa’da yaşam devam etmiş” dedi. Gürdap yaşamını yitirdi İstanbul Haber Servisi “Hababam Sınıfı’’ filminde “Tulum Hayri’’ karakterini canlandıran Cem Gürdap yaşamını yitirdi. Pendik’teki evinde ölen Gürdap’ın cenazesi Pendik Çarşı Camii’nde öğle vakti kılınan cenaze namazının ardından Yeni Şeyhli Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle