Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 EYLÜL 2007 CUMA kitap V A S I Z P E R T A V S I Z P E R KULE CANBAZI SUNAY AKIN C 15 Enis BATUR e çok “metakitap”, üstmetin okuduk gençliğimizde! Bunu, Üniversite'ye, kılavuzöğretmen eksikliğine bağlıyorum bugün. Spinoza'yı ya da Bergson'u Deleuze'e sığınarak anlamaya; Hegel'i Hyppolite'in içinden görmeye; Presokratikleri Beaufret'nin düşürdüğü ışığı işleyerek keşfetmeye çalışırdık. Nietzsche yorumları kafamızı karıştırırdı: En yakın acaba hangisiydi? Bir noktada tövbe edenlerdenim ben: Anlayabileceğim kadarını kendim anlama çabası veririm diyerek ana metinlerle baş başa kalmaya karar verdiğimde 30'umu bulmuştum. Gene de, her vakit tutmamıştır tövbe! İyi ki de öyle olmamıştır ayrıca: Bazı yorumlar tadına doyulmaz türdendir, hani düşünürün dönüp okuyacak olanağı olsa, “vay canına” diyebileceğini getirir akla. Son, Rüdiger Safranski'nin Nietzsche, Bir Düşüncenin Yaşamöyküsü'nü okudum bu çerçevede; hızıyla, Schopenhauer üzerine kurduğu ilk kitabını da edinmeye karar verdim. Niyet, amaç, hedef kitabın başlığında açığa vurulmuş: Bir yaşamın değil, bir düşüncenin öyküsünü kaleme almak. Bir yaşamı doğurduğu yapıttan ayırmak, koparmak ne kadar eldeyse, bir yapıtı içinden çıkıp geldiği yaşamdan o Bir Düşüncenin YaşamöyküsüNietzsche’ye sıkı bir giriş N kadar soyutlamak eldedir. Safranski belgelerden, özellikle Nietzsche'nin yazışmalarından uzaklaşmıyor, bir bakıma birinci elden kaynağa bel bağlamakla yetiniyor, güzergâhı izlerken güven duygusu aşılayan bir yaklaşım modeli bu. Kaldı ki, o damarı öne çıkarmıyor kitap, onu ısrarlı, kesintisiz bir alt ses olarak döşüyor metnin zeminine. Üstüne, geniş çapta kronolojiyi, yapıtın (burada yazı'nın demek daha doğru olur, bir noktadan sonra paramparça, tamamlanmamış bir gövde oluştuğuna göre) zaman dizinini esas alan bir kule çıkmayı deniyor. Böyle de olsa, Nietzsche'nin bütün bütüne geri dönüşsüz ilerleyen bir düşünsel örgüyle karşımızda durmuyor oluşu, Safranski'nin yeri geldikçe ilerigeri hareket etmesine yol açıyor. En sonunda varacağı kimi eşikler ilk tohumlara bağlanıyor sık sık Nietzsche'de. Çağdaşlarının, Jacob Burckhardt'ın bile özüne sağır kaldığı bir düşüncedil alaşımı bugün dönüp baktığımız. Hiç mi borçlu değiliz yorumlarına? Tam tersine, yapıtın kendisini seçemez hale gelecek ölçüde aşırı bir borçlanma, gerekliliği tartışılır bir payanda sistemiyle mi yüz yüzeyiz? Bu soruları tartmak için, kitabın sonuna bir bölüm eklemiş Safranski: Yeni bir yüzyılın ilk aylarında ölen Nietzsche'yi, sonraki kuşakların büyük temsilcilerinin nasıl değerlendirdiğini orada kuşbakışı tarıyor; Thomas Mann'dan Heidegger'e, Jaspers'ten Foucault'ya ilerleyerek. Marx'ı ayırırsak, Nietzsche'nin doğurduğu yankılar başka düşünsel çıkışlarla kıyaslanmayacak orandadır, bilinen gerçek bu. Düşüncesini başlıca evrelerine bölüyor Safranski: Metafiziğin köklü eleştirisinden değerlerin egemenliğini tersyüz etmeyi üstlenen yepyeni bir ahlak felsefesine, Üstinsandan Bengi Dönüşe, oradan Güç İstemine yönelen bir çekiçle düşünce dersini adım adım söken bir okuma denemesine girişiyor. Aklın bir yakasında, ötekine geçmekten çekinmeyen adımlarıyla ürpertici bir dansın arkasındaki koreografı görmemizi sağlıyor. Oyuncakların Diliyle Türkiye Neden yanlış anlaşılmaya, saptırılmaya enikonu yatkın bir düşünsel gizilgüç olduğunu da. Efsane pışpışçısı değil Rüdinger Safranski. Ucuz bir totem kırıcılığa yüz sürmüyor öte yandan. Olabildiğince nesnel bir duruşa oturtmuş bakışını, her okura kendi çıkarımlarını geliştirebileceği bir dizi aralık pencere bırakmayı savsaklamadığı için ayrıca kutlanılmayı gerektiren bir çalışma koymuş ortaya. İthaki'nin Nietzsche'nin “Bütün Eserleri”ni, hem de ColliMontinari yayını üzerinden üstlenmesi ve sürdürmesi çok önemli bir atılım oldu. Dağınık biçimde yayımlandığında bütünlüğü zedelenecek yapıtlardan Nietzsche'ninki: Baştan uca devanası bir monolog bu, bir iki kitabının yaratacağı okuma sarhoşluğuna teslim edilmemeli. Safranski'nin kitabına gelince: Hem başlarken, hem bitirirken ustalıkla toplayan özelliğiyle, gecikmeksizin dilimize konuk edilmeli. Nietzsche stanbul Oyuncak Müzesi ilk yurtdışı sergisini Almanya’da gerçekleştirdi. Serginin adı, “Oyuncakların Diliyle Türkiye”… Ülkemizin değişik coğrafi bölgelerinden oyuncakların yer aldığı sergiyi Bad Nauheim kentinde hazırlarken hâlâ bir rüyanın içindeyim sanıyordum. Yaklaşık bir yıl önce, bu kentte yaşayan Dr. Erdoğan Karatay’a, Avrupa’da ülkemizi, kültürümüzü oyuncaklarla tanıtacak bir sergi hayal ettiğimi söylediğimde, bunun çok güzel bir düşünce olduğunu, elinden gelen yardımı yapacağını söylemişti… Doktor Erdoğan, yaklaşık beş ay öncesinde serginin yeri, katkıda bulunacak firmalar ve tarihi konusunda bilgi vermek için bir telefon trafiği başlatmış olsa da son anda bir sorun çıkacak şüphesi hiç eksik olmadı yüreğimden… Sergiyi oluşturmak için Almanya’ya uçarken bile, sanki uçak geri dönecek, düşüm gerçekleşmeyecek telaşını taşıyordum! Oyuncakların Diliyle Türkiye sergisinin Almanya’da gerçekleşmesindeki en önemli mimarlardan biri de Erol Türkmen’dir. Bad Nauheim Belediyesi’nde meclis üyesi olan Sayın Türkmen, Almanya’da sevilen ve saygı duyulan bir insan… Karatay ve Türkmen’in teklifini coşkuyla karşılayan, kültüre ve sanata son derece ilgili, duyarlı bir belediye başkanı var, Bad Nauheim’ın… Türk Hava Yolları, DHL, Denizbank, Ziraat Bankası, Ayyıldız, Oyak Bank, Çınar Yayınları, Milliyet ve Toplum gazetelerinin desteğiyle, işçilerimizden kırk yıl sonra oyuncakları da arkalarından gitme olanağını buldular. Bir Alman, her gün bir müzeyi ziyaret ederse, ömrünün on altı yılını ülkesinin müzelerinde geçirir!.. Bilgi toplumu olmak ancak ve ancak müzelerle olasıdır. Demokrasi, hoşgörü ve bir arada yaşama kültürünün beslendiği yegâne ırmak müzelerdir. Bir toplum müzeleri oranında uygar ve çağından payına düşeni alıyor demektir. Bunca yıldır, şairlerin, yazarların, ressamların, müzisyenlerin ve daha nice sanatçımızın, aydınımızın dikkatleri bu konuya çekme konusunda İ yetersiz kalmalarının insan erozyonunun hızlanmasında önemli bir etken olduğunu söyleyerek özeleştirimizi de yapalım ve de konuyu Gül’e getirelim!.. Hayır!.. Bu Gül, Sayın Cumhurbaşkanımız değil!.. Sözünü ettiğim, Bad Nauheim’daki Gül Müzesi!.. 1868 yılından beri Bad Nauheim’ın Wetter beldesinde gül yetiştiriliyor. Belediye Başkanı Sayın Bernd Witzel’in daveti üzerine, oyuncak sergisinin açılışından sonra Gül Müzesi’ndeydik… Müzede, gül yetiştiriciliğinin tarihinden, sanatta, gündelik eşyalarda gülün kullanıldığı ya da resmedildiği pek çok esere kadar gülün öyküsü anlatılıyor… İtalyan ressam Bellini’nin, II. Mehmet’i elinde gülle resmettiği tablo mu?.. Olmaz olur mu?.. Gül Müzesi’nin bir köşesinde bu ünlü tablonun öyküsü de var. Sayın Witzel, müzenin kafeteryasında içilen gül çayı ve yenilen gül pastasının ardından, ürettiği şaraplardan ikram etmek için bizleri evine davet etti… Serginin açılışına katılarak bizleri yalnız bırakmayan, onurlandıran Başkonsolos Salih Boğaç Güldere’yle birlikte başkanın evine gittiğimizde bir müzeyle karşı karşıya olduğumuz konusunda hemfikirdik!.. Bernd Witzel’in evinin bahçesinde tarihi bir ev daha vardı ve en az üç yüz yıllık olan bu binadaki eşyaların hepsi de Alman kültürünü yansıtıyordu… Oyuncakların Diliyle Türkiye sergisinin açılışına Almanya’da yaşayan şair Ali Asker Barut da katılmıştı… Nebil Özgentürk de bu tarihi olaya tanık olmak için Bad Nauheim’daydı… Sergi, 23 Eylül gününe kadar “Altes RathausMarktplatz” adresinde 23 Eylül gününe kadar açık kalacak… Bu süre içerisinde okullar sergiyi ziyaret edecekler... Oyuncakların yanı sıra şair Akgün Akova’nın ülkemizin değişik yörelerinde çektiği çocuk konulu fotoğraflar da ziyaretçiler tarafından ilgiyle izlenmekte… Sergi, açıldığı ilk gün bir başka mekân için davet aldı… Oyuncakların, Avrupa’nın değişik kentlerinde sergilenmesi, dünyanın oyuncak kültürümüzü tanıması umarım uzun süreli olur!.. Rüdiger Safranski VENEDİK FİLM FESTİVALİ Che Guevara/ Mario Frattı/ Çeviren: Özcan Özer/ MitosBoyut Yay./ 138 s. Kitap, Che Guevara'nın devrim ateşinin ortasında, Bolivya dağlarındaki son günlerini sahneye taşıyor. Ünlü devrimcinin bütün yanlışlarını da apaçık gözler önüne seren “Che Guevara”, Che'nin romantik kişiliği, düşmanlarına karşı takındığı cömert tavrı ve bütün romantizmine rağmen ideallerinden vazgeçmeyen sert karakteri anlatılmaya ve oyunlaştırılmaya çalışılmış. Şeytan Tohumu/ Dean Koontz/ Çeviren: Nejat Ebcioğlu/ İnkılâp Yayınları/ 237 s. “Şeytan Tohumu”, baştan aşağı bilgisayarlarla yönetilen modern bir malikânenin duvarlarına gizlenmiş elektronik devreler; teknolojinin sağır dilsiz bir ürünü olmayı reddeden yapay bir zekâ: Alfred; telefon şirketlerinin bilgi bankalarına, Savunma Bakanlığı'nın bilgisayar ağına girmeyi başaran bilgisayar yazılımı; bir bedene sahip olmayı arzulayan ve tüyler ürpertici bir üreme programı için harekete geçmeye hazır bir iblis ve bilgisayar belleklerinden doğan yeni bir ırkı konu alıyor. İstanbul Entrikaları/ Barry Rubin/ Çeviren: Selim Atalay/ Doğan Kitap/ 284 s. İstanbul, İkinci Dünya Savaşı'nın casusluk merkeziydi. Müttefik ve Mihver devletlerinden on yedi istihbarat örgütü bu içeriyor. Bilgiler, kan bağına dayanan yakınlarından ve kurumlardan sağlanan karşılaştırmalı bilgi ve belgelere dayanıyor. Kitap, 1990 yılında TBMM'de kurulan Türk Parlamento Tarihi Araştırma Grubu'nun, 18761878 ve 19081920 arasındaki Osmanlı Meclisi Meb'usan ve Meclisi Âyan ile 23 Nisan 1920'den bu yana süregelen TBMM dönemlerinin her birinin tek tek ve başka başka araştırmacılarca incelenmesi sonunda yayımladığı 32 ciltlik bir dizinin içinde yer alıyor. Andy ve Merve/ Jürgen Todenhöfer/ Çev.: Firdevs Berzeş/ Erko Yayıncılık/ 176 s. Bağdat'ın fakir bir semtinden olan 12 yaşındaki Merve ile 17 yaşındaki Floridalı öğrenci Andy için 11 Eylül 2001'de Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan saldırılar, çok uzakta gelişen bir felâketti. Merve, doktor olup ailesini yaşadıkları fakir semtten kurtarmayı hayal ediyordu. Andy'nin de benzer hayalleri vardı. Deniz Kuvvetleri ile bağlantısı neredeyse tesadüfen gelişmişti. Bir sporcu olarak, Deniz Kuvvetleri'nin ilanlarına başvuran tüm adaylara verdiği halter eldivenlerinden bir tane elde etmek istiyordu. Ağır antrenmanların cazibesi ve biraz da para kazanmak istediğinden, derin bir iç huzurla yedek olarak müracaat etti. Irak savaşı başladığında, birliği beklenmedik bir şekilde savaşa çağrılarak en ön saflarda cepheye gönderildi. İkisinin de kader günü olan 7 Nisan'da, Andy'nin birliği Bağdat kapılarına dayandığında, Merve'den sadece birkaç kilometre uzaklıktaydılar. Yıkılacak fazla bir şey kalmadığından, Merve'nin yaşadığı semt uzun zamandan beri saldırılardan uzaktı. Andy'yi zırhlı arabasından savuran Irak misket bombası, Merve'nin bacaklarını parçalayan ve kız kardeşini öldüren Amerikan şarapnel parçaları her ikisinin de hayallerini aynı günde yerle bir etti... ‘Altın Aslan’ ikinci kez Lee’nin VENEDİK (AA) 64. Venedik Film Festivali’nde en iyi film dalında Altın Aslan ödülünü, Tayvanlı ünlü yönetmen Ang Lee’nin filmi “Lust, Caution” kazandı. Lee, bir yıl aradan sonra Venedik’te en iyi film ödülünü ikinci kez aldı. Lee, 2005’te de “Brokeback Dağı” filmiyle en iyi film ödülünü kazanmıştı. Festivalde en iyi yönetmen ödülünü, Irak hakkındaki filmi “Redacted” ile Brian de Palma kazanırken en iyi kadın oyuncu ödülünü Bob Dylan hakkındaki “I’m Not There” filmindeki oyunu ile Cate Blanchett, en iyi erkek oyuncu ödülünü ise “The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford” filminde Jesse James’i canlandıran Brad Pitt kazandı. kentte çalıştı. Yüzlerce kişi bu örgütlere bilgi vererek geçimini sağladı. İstanbul, birbirinin can düşmanı kişilerin şık restoranlarda yan yana masalara oturup Çigan müziği dinledikleri günlere şahitlik etti. Bir Alman ve bir Amerikan istihbarat ajanının güzel Macar şarkıcıya âşık olup, romantizmle ajanlıklarını birlikte sürdürdüklerine tanık oldu. Kent, Avrupa'nın her yanından kaçıp gelen, ölüm ve yıkımla yüz yüze gelmenin gerilimini yaşayan göçmenlerin doldurduğu bir yerdi. Yeni açıklanan arşivlere ve sayısız görüşmelere dayanan bu kitap, dönemin İstanbul'unu anlatıyor. İletişim EtiğiSorunlar ve Sorumluluklar/ Ruhdan Uzun/ Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını/ 318 s. İletişim etiği nedir? Etik, nitelikli bir medya içeriği oluşturmanın aracı olabilir mi? Kitle iletişim araçları giderek yitirdiği güvenilirliğini etiği ön plana çıkararak tekrar kazanabilir mi? Etiğin etkili olmasının koşulları nelerdir? Bu kitap bu sorulara açıklık getiriyor. İletişimcilerin karşılaştıkları sorunların ve işlerini yaparken duyacakları sorumlulukların üzerinde odaklanıyor. Kitap, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin 40. Yıl Kitaplığı adıyla yayımladığı kitaplar arasında yer alıyor. Fakülte aynı dizide, Muvaffak Uyanık'ın “Yeni Okulun Ders Vasıtalarından Gazete”, Esra Keloğluİşler'in “Halk la İlişkilerMitler ve Gerçekler”, Hülya Eraslan'ın “Agos: TürkçeErmenice Bir Gazetenin Tarihi” yapıtlarıyla birlikte Türkiye İş Kurumu'nun katkılarıyla düzenlenen “Medyada İstihdam: Olanaklar/ Sınırlılıklar” toplantısının konuşmalarını da aynı adla okuyucuya sundu. Küresel Isınma ve İklim Krizi/ Ömer Madra/ Söyleşi: Ümit Şahin/ Agora Kitaplığı/ 363 s. Küresel iklim krizi, yeryüzünün yüz yüze olduğu en önemli sorun. Çünkü diğer bütün sorunlardan farklı olarak, doğrudan var oluşa ilişkin bir kriz. “Küresel Isınma Ve İklim Krizi”; bütün karmaşık içerimleriyle küresel ısınmayla ilgili olarak nelerin anlaşılması gerektiğini ve nasıl olup da bir türlü anlaşılmadığını anlatmaya çalışıyor. Ümit Şahin'in, Ömer Madra'yla yaptığı uzun söyleşilerin ürünü olan bu yapıt, her şeye rağmen bir umut barındırıyor. Türk Parlamento Tarihi V. Cilt (TBMMVI. Dönem, 3 Nisan 193915 Ocak 1943)/ Ş. Şenal Günay/ TBMM Vakfı Yayınları/ 884 s. Bu kitap, 23 dönemdir çalışmalarını sürdüren TBMM'nin, 3 Nisan 1939 15 Ocak 1943 arasındaki VI. Devre'sinde görev alan milletvekillerinin özgeçmişlerini Mercury Ödülü verildi Kültür Servisi İngiltere’nin en saygın sanat ödülü olan “Mercury Ödülü” verildi. Amy Winehouse ve the Arctic Monkeys’i geride bırakarak geçen yılın en iyi albümü ödülünü alan rock topluluğu Klaxsons bu ödülü hak ettiklerini ve çok mutlu olduklarını söylediler. Seçici kurulun “bizi kendimizden geçiren müzikal bir maceraya götürdü” dediği topluluk aynı zamanda 20.000 sterlinin sahibi oldu. Eurostar rekor kırdı Çeviri Servisi Manş Tüneli’ni geçerek Londra’yı Paris’e bağlayan Eurostar treni, raylarda yapılan düzenlemelerin ardından, çıktığı ilk seferinde iki saat üç dakika 39 saniyeyle rekor kırdı. Özel konukları taşıyan tren, Paris’teki Kuzey Garı’ndan kalktı ve 300 kilometre yol kat ederek Londra’nın St. Pancras Garı’na geldi. Halka yönelik seferler 14 Kasım’da başlayacak ve iki başkent arası 2 saat 15 dakikada kat edilecek.