26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 HAZİRAN 2007 CUMA kitap A S I Z P E R T A V S I Z P E R V KULE CANBAZI SUNAY AKIN C 15 Keçiler yine bir arada!.. Enis BATUR Edebiyat ve destek oğaziçi Üniversitesi’nin evsahipliği yaptığı, Çeviribilim bölümüyle Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Müdürlüğü’nün ortaklaşa düzenledikleri sempozyum, Türkçenin, Türk edebiyatının üzerinde çalışan çevirmenlerin, akademisyenlerin, yayın dünyasından sorumluların bir araya getirildiği önemli bir etkinlik oldu. İlk oturumdaki konuşmacıların arasında yer alıyordum; duydum ki konuşmamı karamsar bulanlar olmuş, oysa, topu topu gerçekçiydi söylediklerim: 'Genel tablo'nun rengini bizler saptamıyoruz ne yazık ki, Sistem'in elinde duruyor fırça ve boya kutuları. Konuşmamda yeterince açamadığımı sandığım biriki nokta var, bugün onlara değinmek istiyorum. Devletin yayıncılık yapmasına soğuk bakıyorum, öteden beri. Buna karşılık, Devlet kuruluşlarının da, özerk ve özel kurumların da “destek politikaları” geliştirip somutlaştırmasını önemsiyorum; TEDA projesi bunlardan biri. Türk edebiyatının yabancı dillere açılmasını beklemekle yetinilmemeli, özellikle destek gerektirdiğini egemen diller bağlamından da bildiğimiz alanlara yatırım yapılmasını ummalı, alkışlamalıyız. Burada, şüphe yok ki, ölçülendirme ve nesnel davranma, işin başında geliyor. Bir sonraki aşamada, “bakıma muhtaç” durumda olduğu gözlemlenen yazın türlerine ağırlık verme sorunu öne çıkarılmalı bana kalırsa. Asâf Hâlet Çelebi, Necatigil ya da Gülten Akın'ın şiir kitaplarının; Salâh Birsel, Nermi Uygur ya da Hikmet Birand'ın deneme kitaplarının; Nuri Pakdil'in ya da Cahit Zarifoğlu'nun günlüklerinin yayımlanması için ilk bakışta tecimsel gerekçe görmeyecektir yabancı yayıncılar. Gelgelelim, çeviri desteği ya da kâğıt giderinin karşılanması, pek çok ülkede neredeyse oturmuş bir düzen, bu yaygın uygulamaya katıldığımızda kapıların daha kolay aralanabileceğini tahmin ediyorum. Yayıncılık, öte yandan, edebiyat tarihinin güzergâhını, kıdem ve barem esasını göz önünde tutan bir alan değildir. Dolayısıyla, Arjantinli ya da Norveçliyi bir yayınevine Yahya Kemal'den, Ahmet Mithat Efendi'den çok Sami Baydar'ın, Ali Teoman'ın çekici görünmesini doğal karşılamamız, dayatmalardan kaçınmamız gerekir. Bir de, sempozyumda da üzerinde durdum, ötekilerin kapılarını çalarken, kendi kapılarımıza kilit vurup vurmadığımıza dönüp bir bakmalıyız, diye düşünüyorum. Komşu ülkelerin edebiyatlarını niye pek izlemiyoruz acaba? Gürcü, Rus, Ermeni, Acem, Arap, Bulgar, Yunan yazarlarına mesafeli değil miyiz? Türkiye'de, özel sektör kuruluşlarının, kültür alanına doğrudan katkıda bulunan temsilcilerinin dışında, bir de “sponsor”luk bağlamında ciddi harcamalarda bulunanlar olduğunu gözlemliyoruz son yıllarda. Dışarıdan ve B içeriden ayrı gözlüklerle de bakılsa görünüm değişmiyor: Çoğu, tanımlanmış ve doğru konumlanmış bir destek politikası geliştiremiyor, harcadıkları bütçenin önemlice bir bölüğünü çatı katından boşluğa savuruyorlar. Neden? Çünkü, Türkiye'nin ne kültür haritasını tanıyorlar ne de alanın gereksinmelerini. Genellikle, “geridönüş” ölçümü bile yapamadıkları biliniyor. Gösteri ve gösterişe yönden yatırımlar, üstüne üstlük geri tepiyor bazan. Onun için de, bir etkinlik düzenliyorlar, rakip kuruluşa malediliyor. Galeri açıyorlar, sinek avlama sahasına dönüşüyor. Kitap basıyorlar, bedava dağıtım sonrası kalanlar bir depoda çürümeye terk ediliyor. Bizim burada, bir biçimde, parçası olmak için can attığımız “uygar dünya”daki uygulamaları göz önünde tutarak, destek siyasetleri çerçevesinde toplam mekanizmayı gözden geçirmemiz gerektiği ortada. Büyük dönemeçler bekliyor, yakın gelecekte. Yapılacak yanlışları şimdiden kestirmekten, eleştirel bakışımızı sivriltmekten öte yapacaklarımız olmalı. Bir iki adım atılırsa, zurnanın son deliği sayılan edebiyat ya da felsefe bile biraz daha canlı bir atmosfer içinde yaşamını sürdürebilir. irdenbire elektrikler kesilmesin mi!?. (Karanlıkta yalnız kalmak korkusundan olsa gerek, bu durumda hep çoğul kullanırız elektriği!..) Ölüdeniz Kültür ve Sanat Festivali’nde sahnedeyken gecenin siyah pelerini üstüme düştü aniden!.. Ne beyazperdede görüntü vardı, ne de beni aydınlatan ışıklar... İzleyicilerin şaşkınlık ve üzüntü belirten koro halindeki seslenişinden sonra doğaçlama bir şeyler anlatmaya başlamıştım ama yıldızların ışığı ve izleyiciler arasındaki tek tük sigara ateşleri yetmiyordu sahneyi aydınlatmaya… İşte o an, izleyicilerin arasına bir araba daldı!.. Her ne kadar “daldı” sözcüğü hız belirtiyor ve kötü bir görüntü oluşturuyorsa da, korkulacak bir şey olmadığını belirtelim... Ama, düpedüz bir araba bana doğru geliyordu. İzleyiciler sandalyelerini alarak kenara çekiliyor, arabaya yol açıyorlardı… Sahnenin on metre önüne kadar gelen araba durunca kapısı açıldı ve sürücü dışarı çıktı… Farların ışığı sürücüyü görmemi engelliyordu… Derken, gür bir ses yükseldi: ”Devam et Sunay, işte sana sahne ışığı!..’’ Bu sesi çok iyi tanıyordum; Mümtaz Sevinç Ağabeyimdi beni ışığa boğan!.. Karanlığa gömülmemi içine sindirememiş ve zekâsıyla sahneyi aydınlatmayı başarmıştı… B Türkan Saylan seçildi!.. Rıfat Ilgaz geldi aklıma şu an… Sütü yetmeyince, annesi, keçi sütüyle beslemiş ünlü şairi… Bu yüzden inatçı çıkmış koca çınar… Hapishaneler, hastaneler yıldıramamış Rıfat Ilgaz’ı… İnadına sağ çıkmış hepsinden. ‘IŞIK, BİRAZ DAHA IŞIK’ Derya Köroğlu’nun birbirinden güzel şarkılarını Akdeniz’in kıyısında dinlemek hayatın sunduğu bir ödül değil de, nedir!?. Keramettin Yılmaz her yıl biraz daha güzelleştiriyor Ölüdeniz’i. Hele bu yıl, daha da takdir ettim Sayın Yılmaz’ı… Karayoluyla Ölüdeniz’e gelirken Muğla’ya uğramamak olmaz!.. Muğla’da mutlaka durmak, o güzel kentin sokaklarında yürümek gerekir. Belediyeciliğin nasıl olması gerektiğini, bir kentin tarihiyle, doğasıyla, insanıyla nasıl korunacağını öğrenmek isteyenler Muğla Belediye Başkanı Osman Gürün’ü örnek alsınlar... Muğla’dan sonrası ise Ölüdeniz’e kadar tam bir felaket!.. Yol çalışmaları gecenin karanlığında birer ölüm tuzağına dönüşmüş; Karayolları, sorumluluk alanındaki yol çalışmalarının gece yolculuğu yapanlar için ne büyük bir tehlike oluşturduğunu ne yazık ki önemsemiyor. Kilometreler boyunca yol bakımının olduğu yerlerde hiçbir aydınlatma, ciddi bir önlem göremedik. Yollarımız sahipsiz, daha doğrusu bir sahibi var: Azrail!.. Her yıl yüzlerce insanımız can veriyor yollarda… Bu “kara” lekenin yollarımızdan kalkması için önerim Goethe’nin ölmeden önce söylediği son sözü olsun: ”Işık, biraz daha ışık…” FESTİVALİN 4. YILI Ölüdeniz Kültür ve Sanat Festivali’nin 4’üncüsü yapılıyor bu yıl… Sevgili Mümtaz Sevinç aramızda olmasa da ışığı hep üzerimizde… Festival komitesi başkanı Ümit Yılmaz ile Mümtaz Sevinç’i konuşuyoruz: Yılın keçisini seçmeyi önermiş Mümtaz Ağabey, bir sonraki festival için Hayyam’dan şiirler okumayı kararlaştırmışlar… Tüm bunlar konuşulurken, gecenin karanlığında parlayan bir bıçağı hesap edemezdi elbette o güzel insan! Keramettin Yılmaz’ın belediye başkanlığına seçildiği 2004 yılında başlattığı festival, Akdeniz’e uzanan tüm patikaların sıcaklığını, güzelliğini içinde barındırıyor. İlk festivalde İlhan Selçuk, Nuri Kurtcebe, Deniz Som, Ümit Zileli, Ataol Behramoğlu, Haluk Çetin ve Erkin Koray sanatseverlerle buluştular… İkinci festival Fikret Otyam, Ahmet Yeşil, Genco Erkal, Tolga Çandar, Cezmi Ersöz, Edip Akbayram ve Mümtaz Sevinç’in katılımıyla gerçekleşti… Bir yıl sonra Volkan Konak, İrfan Sayar, Ferhan Şensoy, Şükrü Erbaş ve Selda Bağcan ile Ölüdenizliler ve tatil yeri olarak bu doğa harikası kumsalı seçenler sanatla iç içe birbirinden güzel günler yaşadılar… Ve bu yıl Yılmaz Odabaşı, Demirtaş Ceyhun, Ahmet Ümit, Metin Uca, Okay Temiz, Barış Akarsu, Cezmi Ersöz, Ziya Humar, Onur Akın, Yeni Türkü’den oluşuyor festival… Yılın keçisi ise bu yıl, 1923 devriminin kazanımlarını inadına savunan VE ÖLÜDENİZ... Fethiye’nin bir türlü bitmek bilmeyen köstebek yuvasına dönen yollarını da sağ salim atlattıktan sonra cennete, yani Ölüdeniz’e kavuştuk. Siz adına aldanmayın, Keramettin Yılmaz hayat veriyor bu beldeye… Ölüdeniz, yüzük şeklinde bir kumsal, kelebek vadisi, dağ keçisi ve biraz da şair Coşkun Karabulut demektir. Karabulut’tan hayku tadında bir şiir: gök, bir dikili ağacı bile yok bir de nazarlık takmış; masmavi!.. 4. Ölüdeniz Kültür ve Sanat Festivali programında bir müze açılışı da var!.. Heykeltıraş Tülay Aktaş’ın hazırladığı minyatür bebeklerle Yörük kültürünün canlandırıldığı müze, “Sunay Akın Kütüphanesi”nin yerinde açıldı!.. “Sunay Akın Kütüphanesi” ne mi oldu?.. Başka bir yere taşındı. Kendi adını taşıyan bir mekânın müzeye dönüşmesinden hiç gocunmayacak, tam tersi bundan onur duyacak, bu değişikliği kendine sunulan bir ödül kabul edecek biri herhalde yalnızca ben olsam gerek!.. Müze… İlle de müze!.. Bu konuda keçilikten asla vazgeçmeyeceğim. Olaylar, Anılar ve Gerçekler/ Necati Zincirkıran/ Epsilon Yayınları/ 432 s. “Genel Yayın Müdürlüğü, gazetecilikte en önemli yerdir ve zirvedir. Buraya ulaşmak elbette kolay değildir. Geçmişte çok iyi bir muhabirlik süreci yaşamayan, büyük olayların içinde pişmemiş bir gazeteci, zirveye çıktığında ne yapılması gerektiğini bilmez hatta şaşırıp kalır. Necati Zincirkıran, gazetecilik mesleğine bir Beyoğlu muhabiri olarak adım attı. Ortadoğu muhabirliği yaptı, büyük olayları izledi... Hürriyet ve Günaydın gazeteleri, en parlak devrini O’nun zamanında yaşadı. Bu kitap, böyle bir Genel Yayın Müdürü’nün kitabıdır...” diyor Kemal Kınacı. Evsiz Ülke Hikâyeleri/ Ahmet Tulgar/ Everest Yayınları/ 88 s. “Onları 80’li yılların ortasında, koğuş sessizleştiğinde, herkes ranzasına, çekildiğinde, koğuşun ‘oturma odası’nda küçücük harflerle yazıyor, sonra bu dosya kâğıtlarını katlayıp saklıyordum. Ama her defasında, her operasyonda askerler yatağın altında, temiz çamaşırların arasında, olmadık yerlerde buluyor ve incelemek üzere götürüyorlardı. Asla geri gelmeyeceklerini, çoktan yırtılıp atılmış olduklarını bildiğim için bu kâğıtların, hafızamda geri çağırıyor bu yazdıklarımı ve yeniden kâğıda döküyordum. Elbette her defasında da biraz değişmiş oluyorlardı. Ancak sivil cezaevine nakledildiğimde son şekillerini aldılar. Birer kopyasını Murat Bel ge’ye yolladım, övgü dolu bir cevap alınca da cesaretim arttı. Tahliye olduktan bir buçuk yıl sonra kitap olarak çıktı hikâyelerim. 1989 Şubatı’nda. 18 yıl olmuş.” Bu kitap, Ahmet Tulgar’ın öykülerinden oluşan ilk kitabının yeniden basımı. Everest Yayınları, Tulgar’ın denemelerinden oluşan “Ben Onlardan Biriyim” adlı kitabını da okura sundu. Ankara’da Irak Savaşları/ Fikret Bilâ/ Güncel Yay./ 336 s. Kitapta, ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz’in başkanlığındaki bir heyetle, Başbakanlık Müsteşarlığı arasında yapılan gizli görüşmelerin tam metni yer alıyor. MİT kaynaklı belgede dönemin İngiltere Büyükelçisiyle AB’den Michael Leigh, Türkiye’nin konumunu değerlendiriyor. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Büyükanıt’la Dışişleri Bakanı İsmail Cem arasındaki “gizli” ibareli toplantı belgesi, Irak işgali sonrası ortaya çıkabilecek sonuçları içeren değişik senaryoları kapsıyor. 26 Eylül 2002 tarihli “gizli” belgede MGK’da Başbakanlık ve Dışişlerinin görüşleri tartışılıyor. 15 Ekim 2002 tarihinde ABD, TC Genelkurmay Başkanlığı’na taleplerini iletiyor ve Genelkurmay alacağı stratejik kararları bildiriyor ve ABD ile Türkiye, Irak konusunda “gizli” nitelikteki anlaşmaya imza atıyorlar. Bir ABD Projesi Olarak AKP/ Merdan Yanardağ/ Siyah Beyaz Yayınları/ 156 s. Gücünü kendini iktidara taşıyan iç dinamiklerden çok, Batı’dan, ABD’den, daha kapsayıcı bir kavramla ifade edersek eğer, emperyalizmden alan AKP’yi inceleyen bu kitap, aslında 2000’ler Türkiye’sinin de bir öyküsü. Batı’ya yaslanarak iktidar alanını genişletme stratejisi izleyen AKP’yi ortaya çıkaran ekonomik, tarihsel, toplumsal ve uluslararası koşullar; bu partinin ideolojikpolitik kaynakları; örgütsel yapılanması; entelektüel ortamda yaşanan liberal kirlenme; TürkiyeAvrupa Birliği ilişkileri; AKP, AB ve küreselleşme karşısında aydınların ve solun tutumu; toplumsal ve entelektüel planda yaşanan akıl tutulması; aydın ihaneti; türban tartışması üzerinden yürütülen kuşatma; GOP, ılımlı İslam, ABD ve yeni muhafazakâr (neocon’lar) ile AKP arasındaki derin bağlar, bu kitabın belli başlı temaları arasında yer alıyor. Paragone/ Leonardo da Vinci/ Kemal Atakay/ Notos Kitap/ 114 s. Leonardo da Vinci’nin ölümünden sonra öğrencisi Francesco Melzi’nin onun notlarından derlediği “Resim Ki tabı”nın ilk bölümü, “Paragone delle Arti” (Sanatların Karşılaştırılması) ya da kısaca “Paragone” (Karşılaştırma) adıyla bilinir. Leonardo da Vinci, “Paragone”de bir yandan resmi temel alarak onu özellikle heykel, şiir ve müzikle karşılaştırır, öte yandan resmin bilim ve felsefeyle ilişkilerine değinir. “Paragone”, resmi hak ettiği saygınlığa kavuşturmayı ve resim sanatının benzersiz niteliklerini belirlemeyi amaçlamakla birlikte, karşılaştırma yoluyla öteki sanatların temsil biçimleri ve araçları üstüne de önemli gözlemler içeriyor. Türk Toplumunun Kültürel Dinamikleri/ Prof. Dr. Orhan Türkdoğan/ Kum Saati Yayınları/ 724 s. Bu kitap, Türkiye’nin jeopolitik yapısına yönelik iç ve dış odaklı güncel olayların tehdit edici boyutlarını belirlemek amacıyla hazırlanmış. Bu dinamikler nereden kaynaklanıyor, hedefleri ne? Türk toplumu, ne tür savunma mekanizmalarını kullanarak ayakta kalmaya çalışmalı? Tüm bu sorunlar akılcı ve bilimsel yaklaşımlarla çözümlenmeye çalışılmış. Nerdeydin, Robert/ Hans Magnus Enzensberger/ Evrim Yayınları/ 264 s. Robert zaman içinde yedi kez geçmişe yolculuk yapıyor. Rusya ve Avustralya’yı otuzlu yıllardaki Almanya izliyor. Barok bir şatoda âşık oluyor ve “Otuz Yıl Savaşları” sırasında bir haydut çetesine katılıyor. Her yolculuğunda tarihte biraz daha geriye kayıyor. Ama bir soru hep karşılıksız kalıyor: Kendi zamanına nasıl geri dönecek? Dünyada ilk kez Türkiye’de gerçekleştirilecek filmin çekimlerine 1 Temmuz’da başlanacağı açıklandı. Tutuklular yazıp oynayacak İstanbul Haber Servisi Dünyada ilk kez, senaryosunu tutukluların yazdığı, müziğini yaptığı ve oynadığı bir film Türkiye’de çekilecek. Senaryo Yazarları Derneği’nin Bayrampaşa ve Paşakapısı Cezaevleri’nde kurduğu Hayal Kurmak Serbest Film Öyküsü Atölyesi’nde senaryosu yazılan “Ben Fazla Kalmayacağım” isimli filmin çekimlerine 1 Temmuz’da başlanacak. Atölye çalışmaları Sinema ve Televizyon Senaryo Yazarları (SENDER) ve Senaryo İstanbul Atölyesi (SENARİST) eğitmenleri tarafından gerçekleştirilen ve dünyada ilk defa tutukluların yazdığı, oynadığı, müziğini yaptığı ve çekimleri cezaevinde gerçekleştirilecek olan “Ben Fazla Kalmayacağım” adlı film ile ilgili Bayrampaşa Cezaevi’nde bir tanıtım toplantısı düzenlendi. Digiturk’ün sponsorluğunu üstlendiği filmin yapımcılığını ve süpervizörlüğünü üstlenen Birol Güven, toplantıda yaptığı konuşmada, 8 ay önce senaryo çalışmalara başladıklarını belirtti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle