25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 HAZİRAN 2007 CUMA söyleşi SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU AİHM yargıcı Türmen’in görev süresi Rusya’nın atacağı imzayla uzayabilir C 11 AKP’nin planı bozulacak AKP’nin kasım ayında bitecek olan görev süresini uzatmak istemediği Rıza Türmen, bir yargıcın verdiği kararlar nedeniyle görevine son verilmesinin yargı bağımsızlığına sığmadığını vurguladı. İnsan Hakları Sözleşmesi’nde değişiklik yapacak protokolün Rusya’nın imzasını beklediğini söyleyen Türmen, “Protokolde ‘Süresi biten yargıçların görev süresi protokol yürürlüğe girdiğinde iki yıl uzar’ maddesi var” dedi. Leyla TAVŞANOĞLU AKP hükümetinin görev süresini uzatmadığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türk yargıcı Rıza Türmen, “Bir yargıcın verdiği karar nedeniyle görevine son verilmesi ne yargının bağımsızlığına ne de hukukun üstünlüğü anlayışına sığar” dedi. Hafta sonunda Yeditepe Üniversitesi’nde bir konferans vererek AİHM’nin işleyiş mekanizmalarını anlatan Türmen, daha sonra görev süresinin AKP hükümeti tarafından uzatılmamasıyla ilgili olarak ilk kez suskunluğunu bozdu ve benimle konuşmayı kabul etti. Türmen şunları söyledi: Sizin AİHM Türk yargıcı olarak görev süreniz kasım ayında sona eriyor. Aylar önce AKP hükümetinin sizin yerinize şeriatçılıktan şaibeli, hatta sabıkası bulunduğu söylenen bir kişi dahil olmak üzere kendi yandaşları oldukları iddia edilen üç isimlik bir listeyi mahkemeye gönderdiği öğrenilmişti. Sonraki süreç nasıl gelişti? TÜRMEN Benim gibi 20 yargıcın görev süresi bu kasımda bitiyor. İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki değişiklikler protokollerle yapılıyor. Sözleşmede değişiklik yapan 14 sayılı protokol var. Bu protokoldeki bir hüküm şöyle diyor: “Süresi biten yargıçların görev süresi bu protokol yürürlüğe girdiği tarihte iki yıl uzatılır.” Bu protokol sözleşmeye taraf bütün devletler (46 devlet) tarafından onaylandı. Bir istisnası var. O da Rusya Federasyonu. Rusya Federasyonu da onaylarsa protokol yürürlüğe girecek. O zaman da benim görev sürem otomatikman iki yıl uzayacak. Peki, diyelim ki Rusya Federasyonu onaylamadı ve protokol yürürlüğe girmedi. O zaman ne olur? O zaman eski sözleşme yürürlükte kalacak. Ve o sözleşme gereğince benim altı yıllığına yeniden seçilme hakkım var. Yani hükümet beni aday gösterirse altı yıl için yeniden seçilebilirim. Her devlet üç aday gösterir. O üç aday arasından en çok oy alan Avrupa Parlamenter Asamblesi seçer. Ama bu durumda sizin adınız listede yok… Ben yokum. Ben epeyce yıldır orada görev yapıyorum. Denebilir ki: “Tamam.. bu vatandaş orada yeteri kadar oturdu. Onun yerine başka biri gelsin.” Bu da son derece normal bir düşünce. Üstelik isimlerin şaibeli olduğu söyleniyor… O, hükümetin problemi. Ama esas olarak bir problem varsa o da galiba şuradan kaynaklanıyor: Hükümet önce oradaki delegasyona bir liste gönderdi. O ilk listede ben vardım. Demek ki hükümet içinde benim o göreve devam etmemi uygun gören birileri var. O liste verildikten sonra birtakım basında benim seçilmemem gerektiği yolunda yayınlar, haberler yapıldı. Bu yayınlara gerekçe olarak da bazı davalarda kullandığım oylar gösterildi. Türban davasında kullandığınız oy gibi mi? O gazeteler öyle yazdı. Onun üzerine hükümet o listeyi geri çekti. Ardından yeni bir üç isim verdi. Beni listeden çıkardı. Demek ki bu yayınlar dolayısıyla böyle oldu, diye düşündüm. Buradaki asıl problem şu: Benim devam edip etmemem sorun değil. Ama bir hâkimin verdiği oydan, karardan dolayı bu şekilde cezalandırılması doğrusu çok düşündürücü. Böyle bir davranış ne hukukun üstünlüğü ne de yargı bağımsızlığıyla bağdaşır. Başbakan ve hükümet sürekli olarak yargı bağımsızlığından hukukun üstünlüğünden söz ediyor. O zaman yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü kendi işlerine yaradığı noktaya kadar mı geçerli? Hukuku işinize geldiği zaman kullanılan işinize gelmediği zaman kullanılmayan bir araç olarak görüyorsanız bunlar tabii mümkündür. İşinize gelmediği zaman rafa koyarsınız, işinize geldiğinde raftan indirirsiniz. İşiniz bitince tekrar rafa koyarsınız. Hukuku böyle bir şey olarak görüyorsanız her şey mümkündür. Ama hukukta mümkün değildir. Çünkü hukuk çok daha farklıdır. Hukuk objektiftir, herkes için geçerlidir ve siyasi mülahazalara yer bırakmayan bir alandır. Mesele benim görevime devam edip etmemem ya da orada kalıp kalmamam değildir. Esas mesele budur. Ortada yargıç bağımsızlığıyla bağdaşmayan, hukuka uymayan bir davranış vardır. Bunca yıldır AİHM’de başarılı, bağımsız bir yargıç olarak tanınıyorsunuz. Böyle bir vefa dışı davranışı nasıl karşılıyorsunuz? O da o kadar önemli değil. Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Başka birileri gelir görev yapar. Ama başka birileri ne kadar iyi yapar? O da ayrı bir konu. İyi de.. tarikatçı, şeriatçı oldukları, haklarında dava dosyaları bulunduğu söylenen o isimlerden başka isimler bulamadılar mı? İsimler üzerinden konuşmak istemem. Ama tercihler hangi kriterlere göre yapılıyor? O isimlere bakarak çıkarabiliyorsunuz. Anlaşılan başka hukuk dışı kriterler var. Onlara göre davranılıyor, herhalde. Devekuşu Türkiye H ÜKÜMETİN YENİ PLANI Aborijinleri ‘çalınmış kuşak’ korkusu sardı Taylan BÜYÜKŞAHİN SYDNEY Avustralya’da hükümetin çocuk tacizini önleme gerekçesiyle Aborijinlere alkol ve pornografi yasağını da içeren bir önlemi içeren planı, Aborijinler arasında çocuklarının bir kez daha ellerinden alınacağı kaygısını doğurdu. Aborijinler hükümetin planının, çocuklarını yeniden “çalınmış kuşak” haline getireceği düşüncesinde. Avustralya’da 1960’ların sonuna kadar asimilasyon politikaları çerçevesinde Aborijin çocukları ailelerinden zorla alınıp, “Batı kültüründe büyüsünler” gerekçesiyle “beyaz ailelerin” yanlarına yerleştirilmişti. Avustralya Başbakanı John Howard, Aborijinlerin yaşadığı yerlerde yüksek alkol tüketimi ve çocuk tacizlerinin yaygın görülmesini içeren bir rapordan yola çıkarak bölgeye daha fazla polis yollanması ve Aborijin çocukların tıbbi kontrolden geçirilmesi dahil bir dizi planı yaşama geçirmeyi düşündüklerini açıklamıştı. Çocuklarının ellerinden alınacağından korkan bazı Aborijin aileleri evlerini terk ederek çalılık ve sahil bölgelerine doğru kaçtı. vrupa’da şunlar, şunlar... olurken Osmanlı İmparatorluğu iç karışıklıklar, kavgalar, kendi içişleriyle meşguldü. Olayları yakından takip edemediği için, gelişmelere hazırlıksız yakalandı!” Lise tarih derslerinden aklımda kalan kâbus bir cümledir bu. O zaman bile şaşardım: “Nasıl bir iş bu böyle?” diye. Bende hayret duygusu uyandıran şey sadece imparatorluğun burnunun dibinde olanlarla ilgilenmeme/ilgilenememe basiretsizliği değildi. Bu tespitin bize, iki kere iki dört doğallığında “içselleştirilmiş” bir tabii gerçek olarak sunulması ve anlatılmasıydı. Söylemdeki zımni eleştiri, yalnızca “iç karışıklıklar ve kavgalara” yönelikti. “Eşzamanlı olarak” kavgadan başkaldırıp dışarıya bakmamak ya da bakamamakta tuhaf ya da olağanüstü bulunan bir yan yoktu. “Kavgaya düşerseniz etrafınızda olanı biteni doğal olarak izleyemez, gözlemleyemezsiniz!” gibilerden bir yaklaşım..... Hem çiklet çiğneyip hem ayakkabınızı bağlayamazsınız.. misali. Aynı yaklaşım bugün de geçerli. Değişen bir şey yok. 2000’lerin küresel dünyasında Türkiye’nin “tek önceliği” kendi iç kavgaları ve de içişleri! Laik Cumhuriyet ve Cumhuriyet kurumlarıyla AKP’nin kavgası, seçim polemikleri, derin Hudson senaryolarının “kime yaradığı” tartışmalarının toz dumanında “dış dünyanın” haber değeri yok. O uğursuz cümleyi son günlerde çok sık hatırlıyorum: “Biz içişlerimizle meşgulken, gelişmelere hazırlıksız yakalandık!” İçişleriyle meşgul tek ülke Türkiye mi? Tamam. Doğru, “içişleri” böylesi bir “korku tüneline” dönüşen başka ülke örneği bulmak zor. Ama “dışişleri”, hele de bugünün global dünyasında, “içişlerinin” ayrılmaz parçası. Türkiye niye “dışişlerinden” son birkaç yılda (Kuzey Irak dışında ki o da zaten “içişleri” kontenjanından ele alınıyor ve ABD ile ilişkiler de neredeyse artık yalnız bu boyuta indirgeniyor) bu kadar koptu? AB tartışması neden sadece bürokratik bir soruya; “bir mi, üç mü... kaç müzakere başlığı açılacak”a indirgendi? Niye yanı başımızda şekillenmekte olan “yeni Avrupa”nın getirdiği paradigma değişikliklerine böylesine kayıtsızız? “Yeni Sarkozy Avrupası”nın genel hatlar itibarıyla ne anlama gel “A diği, niye Ankara’nın ilgi alanına girmiyor? Eski Kıta’da bildiğimiz, aşina olduğumuz tüm siyasi konseptler, siyaset iş dünyası medya ilişkileri, sağsol kavramları giderek yepyeni şekiller alıyor, “postmodern” bir içeriğe bürünüyorlar. “Oyunun kuralları”, yeni baştan tanımlanıyor. Yeni oyunda aktör olabilmek, “yeni kuralları” önden saptamak, tanımak ve deşifre etmekle mümkün. Türkiye, ne var ki Avrupa’da şekillenen hiçbir yeni oyunu eşzamanlı kavrayıp aktörlerinden birine dönüşemiyor. Zarlar yeniden atılırken “içişlerine gömülmeyi” yadırgamayan ülke, arkadan, sonra birdenbire büyük oldubittiler ve dayatmalarla karşılaşıyor. Şak diye önümüze yeni şartlar getiriliyor. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Sarkozy mührünü taşıyan yeni Avrupa ile ilişkiler de bu gidişle istisna oluşturmayacak. “Sarkozy sahiden acaba dediklerini yapar mı? Türkiye yanlısı Kouchner, Sarko’yu yumuşatır mı? Filan müzakere başlığı açılır mı?” gibi geyik muhabbetleriyle biz oyalanıp vakit kaybederken, Sarkozy’nin beş yıllık döneminde esasa dair bir açılım sağlanamayacak. Avrupa’ya ivme kazandırmak iddiasıyla göreve gelen Fransa Cumhurbaşkanı ise bu arada boş durmayacak. “Asla kabul etmeyiz!” dediğimiz “özel statü”nün artık “Akdeniz Birliği” mi olur, başka bir birlik mi… bilemem bir biçimde içini dolduracak. Türkiye “içişlerinden başını kaldırıp” ufkunu nihayet Brüksel’e çevirdiğinde, karşısında yepyeni bir yol haritası bulacak! Müzakerelere start veren 2004 şartları bile aşınmış ve geride kalmış olacak. Bunu o zaman da yazdım. “Bu şartlar üzerinde, günü gününe mücadele verilmez, AB çıpası diri tutulmazsa Türkiye karşıtı lobi ‘özel statü’ modelini geliştirmek fırsatını sonuna dek kullanır!” diye. Öyle de oldu... 2004 Brüksel zirvesi ardından Türkiye, baş döndürücü hızla “içişlerine gömülürken” “Türkiye karşıtı lobi” faaliyetlerini askıya almadı. Bu lobinin şimdi artık bir de Sarkozy gibi “Avrupa’nın en güçlü lideri” olarak tanımlananbir patronu var! Sarkozy fenomenine ciddi mesai harcamak durumundayız. Bu adama yolun başındaykenderhal, “anlayacağı dilden” nasıl bir tavır konulabilir? Hudson senaryolarından arda kalan zamanda biraz da bunu düşünmek zorundayız. ‘Sarkozy Türkiye’nin üyelik çabalarını raydan çıkardı’ lkenin turist çeken bazı Aborijin kasabalarında halkın hükümetin planını protesto etmek için turistlerin bölgeye girişini yasaklayabileceği belirtiliyor. Bazı Aborijinler hükümetin bu planının Ü arkasında yerli halka ait toprakların kontrolünün tamamıyla ele geçirilmesinin yattığını savunuyor. Aborijin liderleri Howard’a gönderdikleri açık mektupta, çocuk tacizine karşı hükümetin harekete geçmesini memnuniyetle karşıladıklarını, ancak kendileriyle de konuşulması gerektiğini söylediler. Yaklaşık 460 bin kişilik topluluğuyla Avustralya nüfusunun yaklaşık yüzde 2’sini oluşturan Aborijinler ülkenin en yoksul kesimi. Aborijinler, hükümeti ayrımcı politikalar uygulamakla suçluyor. (Fotoğraf: AFP) ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Almanya Dışişleri Bakanı FrankWalter Steinmeier, Türkiye’de tutuklu bulunan 17 yaşındaki Alman gencinin serbest bırakılması için Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü arayıp yardım istedi. Antalya’nın Manavgat ilçesinde 13 yaşındaki bir İngiliz kıza cinsel tacizde bulunduğu gerekçesiyle kızın ailesi tarafından şikâyet edilen 17 yaşındaki Alman genci Marco W, nisan ayından bu yana Antalya’da tutuklu bulunuyor. Edinilen bilgiye göre, Steinmeier, Gül’ü arayarak kendisinden bu konuda yardım ve aracılık talebinde bulundu. Kaynaklar, Gül’ün, Alman bakana cevaben, İn Almanya’nın tavrı Çiçek’i kızdırdı giliz ailenin şikâyeti geri çekmediği sürece hukuken yapabilecekleri bir şey olmadığını söylediğini bildirdiler. Alman makamlarının ve basın organlarının Alman gencin tutuklanmasına ilişkin eleştirileri ve serbest bırakılması taleplerine, eski Adalet Bakanı Cemil Çiçek tepki gös terdi. Çiçek, “Onlarınki bağımsız yargı da bizimki sömürge yargısı mı?” dedi. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun Almanya’dan alındığını anımsatan Çiçek, “AB normlarını lastik gibi çekmelerini ve yargıyı etkilemelerini doğru bulmuyoruz. Bizim istediğimiz teröristler söz konusu olduğunda akıl almaz hukuki engeller çıkarıyorlar. O zaman hukuk vs. bir tarafa itiliyor, şimdi kendileri söz konusu olunca hukukun dışına çıkıp talepte bulunuyorlar ya da yargı makamlarına baskı yapmaya çalışıyorlar” diye konuştu. Dış Haberler Servisi Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin, Ekonomi ve Para Politikası başlığında Türkiye’nin müzakerelere başlamasını engellemesi, uluslararası basında yankı buldu. Herald Tribune gazetesi, Sarkozy’nin anahtar önemdeki bir başlığın önüne geçtiğini ve Türkiye’nin AB’ye üyelik çabalarını raydan çıkardığını yazdı. Haberde, Sarkozy’nin bu adımının Türkiye’deki AB karşıtlığını ve milliyetçiliği güçlendireceği kaydedildi. New York Times gazetesi Fransız bir yetkilinin “Sarkozy coğrafi nedenlerle Türkiye’nin AB üyeliğine inanmıyor. Bunu açıkça ortaya koydu ve görüşünü değiştirmeyecek” şeklindeki sözlerine yer verildi. Gazete ayrıca, Almanya’nın AB Dönem Başkanlığı süresinin bu ay bitmesiyle Almanya lideri Angela Merkel’in de Türkiye’yi engelleme konusunda Sarkozy’ye destek verebileceğini belirtti. Fransız Le Monde gazetesi, “Fransa, Türkiye’nin Birliğe girme kabiliyetinin olmadığını ve bu nedenle bu ülkeyle para politikasını müzakere etmenin yersiz olduğunu düşünüyor” diye yazdı. İspanya’da yayımlanan El Pais gazetesi, “Sarkozy’nin muhalefeti TürkiyeAB müzakerelerini frenledi” dedi. DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) Diyarbakır’da 19921994 yılları arasında şeriatçı terör örgütü Hizbullah adına 24 adam öldürme, 21 yaralama ile birçok bombalama eylemini gerçekleştirdikleri gerekçesiyle 13 yıldır yargılanan 11 sanıktan 10’u müebbet hapisle cezalandırıldı. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada tutuklu sanıklar İhsan Baran, Naşit Tutar, Murat Salur, Asıf Güneş, Hasan Süsli, İdris Şimşek, Mehmet Çiğdem, Mesut Tunce, Hüsamettin Çiçek ve Mehmet Halil Taş hazır bulundu. Tutuksuz yargılanan sanık Metin Kılıç ise duruşmaya katılmadı. Savcı, bir önceki duruşmada verdiği mütalaasını yineleyerek sanıkların “Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut anayasal düzenini silah zo Hizbullah davasında 10 müebbet ru ile değiştirip yerine İslami esaslara dayalı bir şeriat devleti kurmak için Hizbullah adına eylemlere katıldıkları” gerekçesiyle ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarını istedi. “Hizbullah üyesi olmak” suçundan yargılanan sanık Metin Kılıç’ın delil yetersizliğinden beraatına karar veren Mahkeme heyeti, diğer sanıkların TCY’nin “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmek” suçunu kapsayan 309. maddesi hükümleri uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarını kararlaştırdı. Sanıkların yargılama sırasındaki iyi hallerini dikkate alan mahkeme, indirim yaparak cezayı müebbete dönüştürdü. Mahkeme heyeti ayrıca Topluma Kazandırma Yasası’ndan yararlanmak isteyen sanıklar Mehmet Halil Taş ve Hüsamettin Çiçek’in başvurusunu, örgütün dağılmasına veya meydana çıkartılmasına ya da örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olacak nitelikte bilgi ve belge vermedikleri gerekçesiyle reddetti. 1994 yılında başlayan yargılamada 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 11 sanıktan 8’i hakkında müebbet hapis cezası vermiş ancak Yargıtay, kararı “eksik soruşturma” gerekçesiyle bozmuştu. Haber Merkezi Yunanistan’da yayımlanan Pontiki dergisi “ABD, gelişen bir sanayi ve teknolojiye sahip süper güçlü Türk ordusunu yenemeyeceği” yorumunda bulundu. Yunanistan’da haftalık yayımlanan ve tirajı 20 bin civarında olan Pontiki dergisinde K. Irak’ta Türkiye ile ABD’nin çatışma olasılığına yer verilirken Türk ordusu övüldü ve şu ifadeler kullanıldı: ? Amerikalıların süper güçlü Türk ordusunu yenme olasılığı çok az. Amerikan ordusu artık Irak’ta daha fazla dayanamayacak ve güçlü Türk ordusuyla karşı karşıya gelemeyecek durumda. Türkiye ne Irak ne de Afganistan’dır. Dünyanın en çağdaş ve güçlü ordularından birisine sahiptir. ? Amerika, bütün askeri gücünü harekete geçirirse Türkiye’ye üstünlük kurabilir ancak çok büyük kayıplara da uğrar. Amerikan toplumu, ‘Amerikan ordusu TSK’yi yenemez’ çıkarları açısından belirsiz bir neden için bu kadar güçlü bir ülkeyle, geniş bir bölgede savaşa karışmasını zor kabul eder. ? Türkiye’nin her geçen gün daha da gelişen güçlü bir sanayi ve teknoloji temeli var ve muhtemel bir Amerikan ambargosu karşısında, bugün değilse de, önümüzdeki yıllarda Amerikan imalatı sistemlerini, örneğin F16 savaş uçaklarını desteklemek durumunda olacak. ? Aşırı da sayılsa, Türkiye’nin ABD ile çatışmadan korkmaması bir yana, sembolik düzeyde de olsa ABD ile bir çatışmayı istemesi olasılığını da düşünmeliyiz. Böylece “imparatorluk” ve bölgenin “doğal lideri” imajı iyice yerleşecektir. Böylesi bir gelişme, Kemalistlerle İslamcılar arasındaki sürtüşme nedeniyle tehlikede olan ulusal birliği sağlayacaktır ve ülke içindeki rekabette asker sınıfına kritik önem de verecektir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle