04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 MART 2007 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Seyfi Yerlikaya bir yandan yapım şirketini yönetirken kendi albümlerini de ihmal etmiyor C 7 ‘Sahipsiz Öyküler’in şarkıları Hatice TUNCER Son yıllarda gelişerek Türkiye’nin önde gelen müzik yapım firmalarından biri haline gelen Seyhan Müzik’in Genel Koordinatörü Seyfi Yerlikaya, üçüncü albümü “Sahipsiz Öyküler”i yayımlayarak müzisyenliğini bırakmayacağını gösterdi. Seyfi Yerlikaya, geleneksel çalgılarla Batı sazlarını bir arada kullandığı albümünde anonim türkülerin yanı sıra duygu dolu, hüzünlü, özgün şarkıları söylüyor. Tunceli’nin Ovacık ilçesinde doğup büyüyen Seyfi Yerlikaya, ilkokul yıllarında müziğe aşırı bir ilgi duymaya başlamış. Ortaokul yıllarında arabesk ve pop müzik dinlemeyi tercih ederken Zülfü Livaneli’nin albümlerini dinledikçe farklı çalışından etkilenip, ailesine bağlama almaları için ısrar etmeye başlamış. Sonunda babası ısrarlarına dayanamayıp bağlama alınca, Seyfi Yerlikaya, Ovacık’ın tanınan bağlama ustalarının yanına koşmuş. Elazığ’daki Sağlık Koleji’nde eğitimini sürdüren Yerlikaya, okul yıllarında da bağlamasını elinden bırakmamış. Koleji tamamladıktan sonra İstanbul’da bir yıl sağlık sektöründe çalışan Yerlikaya, türkü barlarda sahne almaya başlar. Bu dönemde müzik çevresini genişleten Yerlikaya, stüdyolara girip çıkmaya, kayıt, düzenleme gibi konularda kendisini yetiştirmeye çalışır, gitar ve klavye öğrenir. Bütün parasını çeşitli enstrümanlara yatırır. Demokratik ‘Nimetler’ ‘Elimiz taşın altında’ Y erlikaya’nın ilk albümü, dağıtım firması olan Seyhan Müzik’in ilk yapımlarından biriydi. Yerlikaya, albümünün hazırlıkları sırasında Seyhan Müzik’in sahibi ve kurucusu Bülent Seyhan’la gelişen ilişkileri sonucu 2000 yılında şirkette genel koordinatör olarak çalışmaya başladı: “Ben geldiğimde, Seyhan Müzik’in tek yapımı rahmetli Kazım Koyuncu’nun da bulunduğu Grup Dinmeyen’in Sisler Bulvarı albümüydü. Bülent Seyhan bu albüme ‘Benim ilk çocuğum’ der. Bu yıl CD’ye aktarıp yeniden yayımlamak için epeyce uğraştık. Yapımcılığı başladıktan sonra halk müziği, özgün müzik ağırlıklı albümler çıkarmaya başladık. Bülent Seyhan işlerinin yoğunluğu nedeniyle hem de müzisyen olduğum için yapım işlerini bana devretti. Albümlerin repertuvarlarından stüdyo aşamalarına, kliplerine kadar ilgileniyorum. Zamanla Seyhan Müzik, pop, rock, arabesk müziğin her dalına doğru çalışmalarını genişletti. Bana günde 3040 çalışma geliyor. Dinliyoruz.. inandığımız, nitelikli iş olduğu zaman biz de elimizi taşın altına koyuyoruz. Sektörün özellikle can çekiştiği noktada gerçekten hâlâ böyle yatırımlar yapıp hâlâ sektörü döndürmeye çalışan, çarkı çevirmeye çalışan bir firmayız.” ‘Müzik şekil değiştiriyor’ S Stüdyolar evi gibi Bir yandan başka sanatçıların albümlerinin yapımıyla uğraşırken bir yandan kendi müziğini yapmak yorucu olsa da müziğin her aşamasında bulunmaktan keyif alıyor: “Stüdyolar benim evim gibidir, en çok mutlu olduğum yerlerdir. Stüdyoda o kadar çok duruyorum ki bazen arkadaşlarım nasıl dayandığıma şaşıyorlar. Müzikle olmak beni mutlu ediyor, stüdyoda bambaşka birine dönüşüyorum.” eyfi Yerlikaya, müzik sektörünün “can çekişme” nedenlerini, sektör dışından “astronomik” rakamlarla yapım maliyetlerinin şişirilmesine bağlıyor: “Herkes ‘müzik işi bitti’ diyor. Hayır, müzik bitemez, insan nesli tükeninceye kadar da var olacak. Sadece müziğin sunumu şekil değiştiriyor. İnternet ortamının, yapımcıları zor durumda bıraktığı doğru ama bu yeni şekle ayak uydurmak zorundayız. İnsanlar artık iki tuşla istediği şarkıyı internetten indirebiliyorlar.. ama yıllar önce böyle olacağı biliniyordu ve yasal düzenlemesini zamanında başlatmak gerekliydi. Yasal ortamı sağlandığında kazanç da getirecek. İnsanlar bir şarkı için CD almak yerine tek şarkının ücreti neyse verecek. Avrupa’da bunun yasal düzenlemeleri yapıldı ama.. Türkiye’de hâlâ sorun yaşıyoruz.” ‘Telif ücretinden kaçıyorlar’ erlikaya, telif haklarına ilişkin yasanın uygulanmamasının, müzik kullananların telif ücretini ödemekten kaçınmalarının sektörü zorlayan nedenlerinden biri olduğunu söylüyor: “Telifin altyapıları hazırlanmaması sorunlara kaynaklık ediyor. Yapımcı maliyeti yükselince bu perakende satışa yansıyor. Bir CD’nin firmaya ‘BAĞRINDA VURULAYDIM’ Annesi için yazdığı şarkının adını taşıyan “Bağrında Vurulaydım” albümü 2000 yılında Seyhan Müzik tarafından çıkarılan Seyfi Yerlikaya, “Sendendir” adlı ikinci albümünün yönetmenliğini ve aranjörlüğünü kendisi üstlendi. 2004’te yayımlanan “Sendendir” albümünde geleneksel sazlara daha çok yer veren Yerlikaya “Söyle Doktor” ve Abdürrahim Karakoç’un “Seni Düşünürüm” şarkılarıyla ismini duyurdu. Y ‘SAHİPSİZ ÖYKÜLER’ Yerlikaya’ın son albümü “Sahipsiz Öyküler”in hazırlık aşaması oldukça uzun sürmüş. 14 şarkı ve türküden oluşan albümde 5 şarkının düzenlemelerini kendisi, diğerlerini İsmail İlknur ve Ayhan Orhuntaş’la tamamlamışlar: “Servet Kocakaya ‘Diyarbakır Surları’ eserini verdi. Yavuz Bingöl hem bestesini verdi hem de vokal yaptı. Gülay, Hilmi Yarayıcı, Betül Demir vokalleriyle çok değerli katkılarda bulundular. Ahmet Koç, bağlamaları çaldı. Benden çok arkadaşlarımın albümü oldu.” Yerlikaya, Pir Sultan Abdal’ın “Kanlı Zalim” deyişinde Yavuz Bingöl’le düet yapıyor: “Bu deyişi ilk kez Hasret Gültekin’den dinlemiştim. Bağlama böyle de mi çalınıyor diye hayran olduğumuz bir insandı.. Yavuz Bingöl de albümünde okumak istiyormuş. Ben vazgeçmek istedim ama ‘beraber okuyalım’ dedi.” maliyeti 4.5 milyona geliyor. Ara dağıtıcıya 5 milyondan gidince katlanarak devam ediyor ve tükeciye 10 milyon ve daha fazladan ulaşıyor. Ama dediğim gibi sektör dışından şişirme bütçeler olmasa, yapımlara bu kadar yüklenilmese dinleyiciye daha ucuza ulaşır. Şu anda sektör pop ağırlıklı. ‘Kaset yapayım, benim etiketim olsun, akşama kadar medyada hoplayayım, zıplayayım..’ mantık bu. Albümü, klibi bir basamak, bir vitrin olarak görüyorlar. ‘Ekstralara gideriz, şurada burada çıkarız’ diye düşünüyorlar. Yıllardır kalitesinden ödün vermeyen büyük sanatçılarımızın albümleri çıktığı zaman ne olursa olsun dinleyiciye mutlaka ulaşıyor. Onları ayrı tutuyorum.” lmanya’da ilginç bir siyaset kavgası var. Bir zamanlar dünyanın en güçlü sosyal demokrat partisi olan SPD’nin solunda ve ondan çok daha güçlü bir sol hareketin “sahne alması” engellenmeye çalışılıyor. Olur mu? Lafontaine’li bu Sol Parti’nin gelişmesi nasıl durdurulabilir? Solun yayılması, gerçi saklamaya çalışıyorlar ama, üst katlarda panik denebilecek ölçülerde tepkiyle karşılanıyor. Oysa bu, kaçınılmaz bir süreç. İnsanlar yoksullaşıyor, ama sosyal güvenliği tasfiye ettiği için devletin gelirleri artıyor, özel şirketlerin, bankaların ve her çeşit finans kurumunun kârları patlıyor. “Manager” tayfasına milyonlar yağıyor, uluslararası arenada dönen rüşvetin hesabı, eğer Amerikan şirketleri haksız rekabet inancıyla büyük Alman şirketleri hakkındaki bilgileri basına sızdırmazsa, zaten tutulmuyor. Emekleriyle hayata tutunmaya çalışan insanların durumu sürekli “kötülüyor”. Buradan çatışma çıkmaz da ne çıkar? Buradan itiraz çıkmazsa başka hiçbir şey çıkmaz. ??? İyi ve bunun, bizim gibileri özellikle ilgilendiren bir yanı var. Solculuk tutkusundan falan değil. Bu ülkede, geçmişinde başka bir dil, coğrafya ve tarih olan insanların sayısı 7 milyonu fersah fersah geride bırakmış durumda. Çünkü bu rakam sadece yabancı bir pasaport taşıyanları içeriyor. Bunların tümüne, sevimsiz bir sözcükle ve adeta dışlamak için, inatla, “göçmen” deniyor. Bu bakış açısından hareketle, biraz da abartılırsa, nüfusun yüzde 10’a yakın bir bölümünün bu ülkenin bire bir ürünü olmadığının resmen kabul edildiği söylenebilir. Fakat, eğer damarlarında Alman kanı taşıdıkları iddiasıyla bu ülkeye geçiş yapan milyonlarla “yeni vatandaşları” da sayımlarımıza ilave edersek, bu oranı çok daha yukarı çekmemiz gerekecektir. En önemlisi de doğu eyaletlerindeki insanların köklerinin en azından 40 yıllık bir süre farklı bir rejim, hatta dil ve tarih içinde oluştuğunu düşünürsek, işler iyice karışır. Neyse... Bunların fazla önemli olduğunu yine de iddia edemeyiz. Önemli olan, siyaset sahnesinin karışmaya başladığıdır. ??? Dünyanın en zengin ülkelerinden birinde, Almanya’da, 82 milyon insan yaşıyor. Bu insanların yüzde 20’lik bir bölümü sözcüğün en geniş anlamında “dibe vurmuş” durumdadır. Dibe vurmuş ve bir daha da içinde bulundukları karanlık çerçeveden kurtulamayacaklarını bilen insanların içinde, Türkçe konuşanların sayısı ciddi boyutlardadır. 2.8 milyon Türkçe konuşabilen bu Almanyalıların, ülkedeki “en kadersiz grubun” içinde çırpındığını söyleyebiliriz. Peki, böyle bir iddiada bulunur A sak hata mı ederiz? Ağır bir şey mi söylemiş oluruz? Üçbeş oyunbaz üçbeş paralı mevkiye bir biçimde yerleşti diye, toplumun karakteristiği mi değişmiş olacak yani? Türkiye kökenli bir topluluk, bu ülkedeki acıların tamamını sırtlamış durumda. Her milliyetten kader arkadaşlarıyla birlikte. İstisnalar kaideyi bozmuyor. Sınıf atlama pratikleri yer yer ve tek tek bazı sıçramalara işaret ediyor belki, ama toplum yine de o toplumdur: Yoksul, şaşkın ve istese de istemese de bir dışlanmayı yaşayan. Dışlandığı için de dışlayan. Kendine güvensiz. Çaresiz. ??? İnsanlarımızın, kendilerine siyasal yelpazede nasıl bir yer bulacağı önemli bir sorudur. Hem geleneksel (İslami değerlere bağlı, Türkçü veya Kürtçü) değerlere yaslanıp hem de Hıristiyan demokrat falan mı olacaklar?.. Kolay değil. Kolay değil, ama muhtemel. Böyle bir kişilik bölünmesinin işaretlerine uzunca bir süredir sık sık rastlayabiliyoruz. “Yırtabilenler” arasında görüyoruz... Almanya’daki siyaset sınıfı ve egemen katmanlar, SPD’nin solunda ciddi bir alternatifin oluşmasından çok rahatsızlar. Buradan Türkiye’yle bağlantılı toplumu da içeren bir sıçrama çıkması muhtemel. Korkuyorlar. Baksanıza diğer (“yıllanmış”) AlmanTürk siyasetçileri bir kenarda beklerken, dini temel almayan bir partinin Türk ve kadın milletvekili, Sevim Dağdelen, İslami heyecan ve hezeyanlarla paralarını Türk İslamcılara “isteyerek kaptıran” insanların haklarını aramaya çalışıyor ve bu rezalette Alman makamlarının ihmali veya suçu olup olmadığını sorguluyor. Sevim Dağdelen’den önce, “Alman meclisine kapağı atabilmiş” hangi Türk veya Kürt büyüğü, patron, siyasetçi vs, bu işe cesaret edebildi? Aldatılmış insanlarımızın hakkını savunmak, o halkın içinden çıkmış bir solcu genç kadına düştü. Diğerleri yatıyor. Resmen yatıyorlar ve ense yapmayı ilerilik diye sunabiliyorlar. Halkı sevmek, ondan intikam almak değildir. Alman makamları başka şeylerin yanında, Türk toplumunun ciddi bir biçimde sola yönelmesinden endişelidir. Orada Türkiye kökenli milyonlar ile Almanyalı on milyonlar buluşabilecektir çünkü ve bu, emekleriyle geçinen milyonların “mutlu azınlığın” tahtını sarsması anlamına gelmektedir. Tarih en alttakilerin, hiç de öyle hep en altta kalmadığına da tanık oldu çünkü, malum. Tekrar başa dönersek, asıl soru şudur: Oy oranı yüzde 20’lerin de altına doğru hareketlenen bir SPD’nin solunda ondan daha büyük ve emekçi milyonların haklarını savunan solcu bir parti “sahne alırsa”, bu ülkenin dinamikleri bundan nasıl etkilenir? Bunun yanıtı şimdilik yok. Korkusu var. [email protected] Kanada’da Türk ezgileri Sinem DÖNMEZ on yıllarda dünyada oldukça ilgi görüyor Balkanlar ve Türk ezgileri. Pek çok müzisyen albümlerinde Türk ezgilerini ve enstrümanlarını kullanıyor. Bu samimi müzikten en çok etkilenenlerden biri de Brenna Maccrimmon. Fatih Akın’ın Köprüyü Geçmek filmini izleyenler bu ismi rahatlıkla anımsar. Aksanlı ve yanık sesiyle Brenna Maccrimmon, Kanada’dan Selim Sesler ve Babazula gibi müzisyenlerle çalışmaları için gelip gidiyor Türkiye’ye. Brenna Maccrimmon’ın Rumeli ve Balkan müzikleriyle tanışması Kanada’da bulunan bir kütüphanenin longplay müzik koleksiyonunu karıştırmasıyla başlamış. Daha sonra kendi deyimiyle uçurumdan yuvarlanan bir kartopu nasıl büyürse ilgisi de öyle büyümüş. O sıralar antropoloji okuyormuş ve bir ödev için Toronto’da bir Türk halk dans topluluğuyla çalışmış, bağlama çalmayı öğrenmiş, türküler dinlemiş onlarla birlikte. Daha sonra bu kültürün kaynağını görmek için de Türkiye’ye gelmiş. Bir yıl kaldıktan sonra Kanada’ya geri dönse de müzik onu tekrar buraya sürüklemiş. 1995 ve 2000 yılları arasında Türkiye’de kalan Maccrimmon, 96’da o sıralar Andon’da çalmakta olan Baba Zula’yla tanışmış, tesadüfen aynı yerin üst katında çalan Selim Sesler’le de bu şekilde tanışmış ve Türkiye’deki müzik macerası başlamış. Kendisi bu konuda “Baktım ki bu kültür yok olmak, unutulmak üzere ben de her şey bitmeden göreyim diye tekrar geldim ama hiç bu kadar çok kalacağım ve kaset çıkaracağım aklıma gelmezdi” diyor . 97’den beri Baba Zula’nın bütün albüm S ‘MAYIN’ Yerlikaya albümde Kirvem adlı Yavuz Bingöl ve Serkan Turan’ın ortak eserini de seslendiriyor. Ülkü Tamer’in şiirinden Zülfü Livaneli’nin bestelediği ve çoğunlukla anonim zannedilen “Mayın” şarkısı için izin istediğinde, Livaneli’nin “Gençler benim şarkılarımı okuduğunda çok mutlu oluyorum” sözleriyle karşılaması Yerlikaya’yı da çok sevindirmiş. Bir Elazığ türküsü olan Ahçik’in düzenlemelerini yapan Okan Murat Öztürk, bağlamaları da çalmış. “Almanya İslamileşmez” lerinde bir ya da iki parça söylemiş ve daha sonra Karşılama adında bir albüm çıkarmış. Bu albümde de Selim Sesler’le birlikte çalışan Maccrimmon Kanada’da da pekçok müzik festivaline Rumeli ve Türk ezgileriyle katılıyor. Türkiye’ye kendisini çeken şeyin sadece müzik olduğunu vurgularken, “Kültür olarak İstanbul yüzyıllardır Avrupalıları çekiyor. Mistik bir yönü var buranın. Kendine has özel bir havası var. Türkiye’de istediğim kadar dolaşamadım. Sadece Toroslar, Ege köyleri, Ege kıyısı İzmir, Çanakkale’ye kadar gördüm, Karadeniz’i görmek istiyorum çünkü çok methediyorlar” diyor. Kanada’da da müzikten kopmamış, Amerikalı ve Kanadalı arkadaşlarıyla ‘Orkestra Keyif’ adıyla bir müzik grubu kurmuşlar ve ağırlıklı olarak Rumeli türkülerinden oluşan bir albüm yapma hazırlığındalarmış. Her birinin farklı enstrümanlar çaldığı ve 15 türküden oluşan bir albüm yapmayı planlıyorlar. “Gerçi çok da bahsetmek istemiyorum, nazar değiyor, olmuyor, utanıyoruz sonra” diyor ve tahtaya vuruyor. ESSEN (Cumhuriyet) – Son zamanlarda kamuoyunu huzursuzlaştıracak sıklıkta ileri sürülen “Almanya’nın İslamileştiği” yolundaki ifadelerin gerçekle bağlantısı olmadığını belirten Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı (TAM) Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen, “sekülerleşmiş bir dinsel anlayışa sahip Türk Müslümanların yaşadığı bu ülkenin İslamileştiğinden söz edilemez” dedi. “Almanya’nın İslamileştiği” iddialarını ciddi bulmayan TAM Direktörü, “Almanya’da yaşayan 3.5 milyon Müslüman’ın 2.7 milyonunu Türkler teşkil ediyor. Bu kitleye dair yaptığımız araştırmalar Türk Müslümanların köken ülkedekine benzer biçimde din ve devlet ayrımı esas alan bir dini anlayışa sahip olduğunu gösteriyor” dedi. Prof. Şen, TAM araştırmalarının, Almanya’da yaşayan Müslüman Türklerin yüzde 71’inin din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını istediğini gösterdiğine dikkat çekerek, sadece yüzde 21’lik bir kesimin aksi yönde görüş bildirdiğini hatırlattı. Alman kamuoyunun gündemine İslam’ın sürekli bir korku olarak girdiğini vurgulayan Faruk Şen, bir süre önce Frankfurt Mahkemesi’nin, Fas kökenli bir Alman kadına sözde İslam hukukuna dayanarak boşanma hakkı vermemesiyle ilgili tartışmalara atıfta bulunarak, şöyle konuştu: “Kadına karşı şiddet bugünün İslam dünyasında cezai yaptırıma tabi bir davranışken ve kadınlar boşanma hakkına sahip olabilirken, bir Alman hakimin İslam’ın en geri yorumundan hareketle böylesi bir karar almaya gitmesi dahi, kat edilmesi gereken mesafenin ne derece uzun ve zorlu olduğunu gösteriyor. Avrupa’da yerleşikleşmesi son 50 yılda gerçekleşen İslam’ın tanınması ve anlaşılması gerekiyor. Bunun için İslami örgütler kadar, yerleşik toplumun üyelerine de büyük görev düşüyor.” SEKTÖR DIŞI Yerlikaya’ya göre müzik sektörüne dışarıdan para girmesi, kalitesiz yapımları da beraberinde getiriyor: “Diyelim birinin tekstilci, petrolcü zengin tanıdığı var. Kaset yapıyor, klip çektiriyor, televizyonlara çıkartıyor. Sektörün dışında paranın gücüyle çevrilen işler gizli bir kirlenmeye neden oluyor. Müzik kanallarına abartılı paralar verilip klip döndürülmesi yapımın maliyetlerini astronomik rakamlara çıkarıyor. İsim yapmış bir besteci ‘15 bin dolar isterim’ diyor. Şarkıyı dinliyorsunuz, sıradan.. ama bestecinin adı var. Oysa bestecinin adı olduğu için albüm satmaz, güzelse satar. Hilmi Yarayıcı’nın ‘Sevdadan Yana’ albümüne dünya çapında besteci Mikis Theodorakis’in eserini Türkçe sözlerle koymak istemiştik. Yazıştık, ‘Çalışmayı merak ediyorum, gönderin’ dedi. Beğendi ve hiçbir şey talep etmeden izin verdi.’’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle