03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 Britanyalı uzmanlar uzun süren araştırmalarında Türkleri suçlayacak tek bir belge bulamadılar C dizi 30 MART 2007 CUMA İddiayı kanıtlayamadılar 003’te İngiltere’de yayımlanan (“Birinci Dünya Savaşı Sözlüğü” başlıklı) önemli bir kaynak kitapta (s. 3435) daha “Türkler seferberlik ve Sarıkamış’a doğru yürüme hazırlıkları içindeyken Ermenilerin 120.000 ve 1917’den sonra da 50.000 daha insan öldürdüklerini” yazıyor. “Van’da Nisan 1915’te 2.500 silahlıyla başkaldırıp orada geçici bir hükümet kurduklarını” da ekliyor. Yer değiştirme bu nedenle başladı. Tasarı bu gerçeklerin bir satırla bile sözünü etmiyor. İstanbul’dan verilen buyrukların yalnız yer değiştirmeyle ilgili olduklarını ve hukuk dışı eylem sahiplerinin 1915 ve 1916’da, idamlar dahil, yönetimce sert biçimde cezalandırıldıklarını da. Savaş sonrası İstanbul yargılamalarıysa ayrı bir olaydır. O yargılamalar işgal başkentinde İngiliz süngülerinin gölgesinde oldu. Suçlayan bir avuç Türk’ün başını da İttihat ve ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK AB..C… vrupa Birliği’nin temeli olan Roma Anlaşması 50 yıl önce imzalanmıştı. Anlaşma, insanlığın yaşadığı Avrupa kaynaklı savaş yıkımlarından kurtulma bilincinin bir sonucuydu. AB altı ülke tarafından, 1957’de bir “gümrük birliği” olarak kuruldu. İzleyen yıllarda sürekli olarak niteliksel evrim geçirdi, 1970’lerde ekonomik birlik, 1980’lerde siyasal birlik, 1999’dan sonra parasal birlik oluşturuldu. Kapitalizmin doğum yeri İngiltere, üye olmak için başvurusundan sonra 12 yıl beklemek zorunda kaldı; İspanya ve Portekiz faşist diktatörlüklerden kurtulduktan, Yunanistan ise darbe yapan askerlerini yargılayıp demokrasiye geçtikten sonra AB’ye üye olabildiler. AB kurumsal yapısını güçlendirmek ve siyasal birliğini tamamlamak amacıyla 2005’te hazırlanan anayasal anlaşmanın Fransa ve Danimarka’da halkoyu ile reddedilmesinden sonra, şimdilerde bir “kimlik bunalımı” yaşıyor. AB olgusunun Türkiye açısından değerlendirilmesi gerekiyor. Türkiye AB’ye kuruluşundan iki yıl sonra 1959’da başvurdu. Bu başvuru doğaldı. Çünkü o yıllarda Türkiye’nin Avrupalı kimliği yadsınmıyordu; örneğin Avrupa Konseyi’nin “kurucu” üyesiydi. Türkiye’nin belli bir süre sonra, üç aşamalı bir programın uygulanmasıyla AB’nin tam üyesi olacağı, daha 1963 Ankara Anlaşması’yla saptanmıştı. Bugün ise ABTürkiye ilişkileri tam bir belirsizlik içindedir. Bunun nedeni, geçen on yıllarda iki tarafın yaşadığı gelişmelerdir. Türkiye, iki önemli alanda çağı yakalayamadı; ekonomisini iyi yönetemedi ve demokrasisini güçlendiremedi. O yıllarda kişi başına geliri Türkiye’nin kişi başına gelirine eşit, hatta altında olan pek çok ülke, özellikle Güney Avrupa ülkeleri, bu açıdan ülkemizi üçedörde katlıyor. Demokraside de büyük dalgalanmalar yaşandı. Ankara Anlaşması’ndan sonra Türkiye, 12 Mart (1971) ve özellikle de 12 Eylül (1980) sonrasında, 1960’larda sahip olduğu “demokrasi ortamından ve demokratikleşme sürecinden” hızla uzaklaştı. Düşünce ve anlatım özgürlüğü, üniversite özerkliği, sendikal ve sosyal haklar ve siyasi parti yapıları gibi konularda da demokratik süreçlerin ülkemizde tüm boyutlarıyla işlediği söylenemez. Bir toplumu ayakta tutan birincil değer bağımsız yargıdır. Bugün ülkemizde yargı bağımsızlığından söz edilemiyor. Toplumda adaletin egemen kılınması, hak ve özgürlüklerin tanınması ve güvence altına alınması, bu ülke insanının en doğal hakkıdır. Bunu sağlayacak olan, ülkeyi yöneten siyasetçilerdir. Türkiye’nin bu “demokrasi açığı”, aslında, ülkeye, ekonomideki “cari açıktan” çok daha fazla zarar veriyor. Ancak son yılllardaki demokratikleşme istemlerinin AB kaynaklı olması ya da öyle algılanması, toplumsal yanılgılara da yol açıyor. Demokratikleşmenin, kimi toplum kesimlerinde “ülkenin bölünmesine”, kimi kesimlerde de “şeriat düzenine” yol açacağı “korkularını” yarattığı görülüyor. Türkiye’nin üstesinden gelmesi gereken temel ikilem budur. Bu iki korkudan kurtulmuş bir demokratikleşme sürecinin önünün açılması gerekiyor. Türkiye siyaseti, bu açmazı çözecek yapısal dönüşüm öncülüğünü bir türlü oluşturamıyor; tersine, tutuculuğun tutsağı oluyor. Geçen genel seçimler sırasında, AKP’nin Türkiye’yi AB üyeliğine taşıyacağı kanısı yayıldı. Ancak AKP’nin kendisini “ılımlı İslamcı” olarak tanımlaması, AB bağlamında önemli bir çelişki yaratıyor. AKP, niteliği gereği, “laikliği esas alan” bir demokratikleşmenin öncülüğünü yapamaz, yapamıyor. ??? Özellikle parasal birliği sağladıktan sonra AB’nin dağılması söz konusu değildir. Berlin Bildirgesi, büyük bir olasılıkla, küresel ısınmadan enerji güvenliğine, demokratik yönetimden dünya barışını sağlayacak dengelere dek pek çok konuda geleceğin yolunu çizecektir. Türkiye, öncelikle kendi insanı için demokratikleşmesini ve demokratik kurumlarını oluşturmasını çok daha ileri noktalara taşımalıdır. Bu, Türkiye sağcılarının işi değildir. Bunu üstlenmesi gereken, bu ülkenin ilericileri, demokratları ve solcularıdır. Avrupa’da da yalnızca “Sosyal Avrupa” için uğraş veren kesimler, Türkiye’yi Avrupa’ya “eşit olarak” görmek istiyor. Her iki tarafın yaşadığı bugünkü kısırlıklar, güncel ve geçicidir. Gelecek, her iki tarafta da, özgürlüğün, eşitliğin, adaletin ve barışın olacaktır. İşin abc’si böyle bir oluşuma katkı yapmaktır 2 Terakki’nin rakibi Hürriyet ve İtilaf Fırkası çekiyordu. HÜRRİYET VE İTİLAF FIRKASI Kuvayı Milliye akımını, İngiliz desteğiyle bastırmak amacıyla iç ayaklanmaları kışkırtan, Damat Ferit Paşa hükümetine katılıp Sèvres Antlaşması’na omuz veren ve Ulusal Kurtuluş akımına karşı cephe alan da bu partiydi. Ona bağlı kimilerinin açıklamaları ve suçlamaları bugün sanki yansız yargıçlarmış gibi sözde saygınlık kazanıyor. Oysa bunların önemli bir bölümü Türkiye’de barınamayarak kaçmışlardır. Kimi Ermenilerin ve bu tasarının Türklerden de “suçu” zaten eski tarihlerde kabullenmiş gibi söz etmeleri ya bilgisizliğe dayalı bir yüzeysellik ya da saptırma amaçlı bir kurnazlıktır. Tasarı öylesine tekyanlı ve önemli gerçekleri o denli gizleme çabasındadır ki, Enver, Talat ve Cemal Paşalar için idam cezası verilmiş olmasına karşın, bunların uygulanmadığını ekleyerek konuyu kapatmakta, ama ne onların yurtdışına çıkmış olduklarını ve ne de her birinin Ermenilerce öldürüldüklerini açıklamaktadır. ASARI ERMENİ TERÖRÜNÜ GÖRMEZDEN GELİYOR Tasarı uzun Osmanlı döneminde ve 1975’ten sonraki Ermeni terorizminin sözünü hiçbir biçimde etmemeyi yeğliyor. Oysa Ermeni kökenli Amerikalı Prof. Louise Nalbandian doktora tezinde, K.S. Papazian’ın yukarıda adı geçen kitabında ve daha birçok kaynak, Ermeni terorizmini olumsuz yönleriyle açıkça incelemektedirler. T Tasarı birkaç Batı devletinin adını geçirerek bunların resmî belgeliklerinde soykırımı kanıtlayan çok sayıda belge bulunduğu savındadır. Oysa savaşsonrası antlaşmalarına göre, yenik devletler belgeliklerini yenginlerin uzmanlarına açacaklardı. Açtılar da. Eski sadrazamdan başlayarak toplam 144 Osmanlı ileri gelenini 1919’da Malta Taç Kolonisi’ne götürüp suçlular evine koyan Britanyalılar, uzmanlarını her Osmanlı köşesine sokup yoğun araştırmalarını 1921 ortalarına değin sürdürdüler. Bir yargıda işlerine yarayacak tek bir belgeyi bile ele geçiremeyince, ABD yönetimine resmen başvurdular, onların elinde de yargı sürecinde yararlı olacak belge bulunmadığı yanıtını aldılar. Türkler uzun tutukluluktan sonra salıverildiler. Tasarı bu önemli gelişmeye ve ABD’nin 1921’deki resmi yanıtına hiçbir gönderme yapmıyor. A YAHUDİ SOYKIRIMININ ETKİSİ Batı’nın suçluluk duygusundan kurtulma çabası K onu kimi Ermeni ya da Türk ailelerinin başına gelenler değildir. Her ikisinde de yakınlarını yitirmiş ve acı çekmiş olanlar var. Ancak soykırımda devletin tasarlaması ve uygulaması gerekir. Bunu kanıtlayan bir tek belge yok. Ayrıca Türkler savaşı yenik bitirdiklerinden, çağdaş Britanya yayınının bile Ermenilerin öldürdükleri kişiler olarak saptadığı toplam 170.000 kişinin katillerinden tek biri bile yargılanmamıştır. Tasarı bu gerçeklerin hiçbirine değinmeyerek hem kimi gerçekleri gizliyor hem de yalın yalan söylüyor. Tasarıyı imzalayanlar Washington’daki Britanya Büyükelçisi’nin Bakan Lord Curzon’a 13 Temmuz 1921’de yazdığı ve Türklere karşı “yeterli suç yükleyici somut gerçeklerin bulunmadığına” ilişkin resmî iletisini kolayca bulabilirler. ABD’NİN YARDIMI ENGELLENMEDİ 191316 yıllarında İstanbul’da ABD Büyükelçiliği yapmış Henry Morgenthau’un güvenilir bir kaynak olamayacağını Prof. Heath Lowry yeterince kanıtlamıştır. Yaptığı yayın ve her türlü eyleminde elçilik danışmanları ve çevirmenleri H.S.Andonian ile A.K. Şmavonyan’ın, ayrıca Bakan R. Lansing’in ve Türkiye’ye adımını bile atmamış “hayalet yazar” B. Hendrick’in etkileri, müdahaleleri, eklemeleri, çıkarmaları, hatta doğrudan kaleme almaları vardır. ABD ile Osmanlılar savaşmış olmasalar da iki ayrı devletler kümesinde yer almalarına karşın, Talat Paşa “Ermeni kıyımı” yaygın sözcükleriyle toplanan paralarla Başkan W. Wilson önderliğindeki o yılların Amerika’sının suçlanma konusu Ermenilere yardım için Anadolu’ya gelip onlara (ve yalnız onlara) yardım etmelerine izin vermiştir. Tarihte bunun başka örneği var mı? Batı’nın da desteğini alan Ermeniler, düzenli ordu kurdular, ağır silahlarla donatıldılar. Demokratların tarihi sınavı K ongre’nin iki altmeclisinde de çoğunluğu ele geçirmiş olan Demokratları gerçek sınavlar bekliyor. Bunun başında, Virginia’dan Senatör Jim Webb’in altını açıkça çizdiği “sınıfsal uçurum” geliyor. Amerikan toplumu geçmişinde kişilerin gelirleri açısından bu denli geniş oranda bölünmemişti. Seçilen Demokratların özellikle bu konuda verdikleri sözleri yerine getirmeleri gerek. Örneğin, asgari ücret yukarı çekilmeli, büyük petrol tekellerine yüksek vergiler konmalı, özel ortaklıkların başındakilerle sıradan çalışanların gelirleri arasındaki büyük fark kısılmalı, sağlık hizmetlerini yaymak için adımlar atılmalı ve eğitim olanaklarını geniş kitleye açacak önlemler alınmalı. İZMİR’İ ERMENİLER YAKTI Tasarı Wilson’un Yakın Doğu’ya Yardım örgütüne destek vermesinin de sözünü ediyor. Ancak onun temsilcisi M. Prentiss’nun İzmir’i 1922’de asıl Ermenilerin (Yunanlıların katılımıyla) yaktıklarına ilişkin raporunun sözünü etmiyor. Bu raporun aslı da Washington’dadır ve 165 imza sahibine Amiral Bristol belgeleri arasından on dakika gibi kısa sürede sağlanabilir. Bir kopyası bende var. Hitler’e bağlanan bir tümce de altmış yıldır bu amaçla kullanılıyor. Bu tümce Washington’daki Yahudi Holokostu Müzesi’ndeki duvara altı metre boyunda bir panoyla konmuştur. Tasarı buna da gönderme yapıyor. Ne var ki, altında daha küçük harflerle şu ekleme de zorunlu olarak var: “AP Ajansı’ndan Louis Lochner’e göre…” Bir gazetecinin sözüyle bir ulus suçlanıyor. Oysa Amerika dahil, Batılıların üç anakarada yaptıklarının ve yapmayı sürdürdüklerinin milyonlarca görgü tanığı var. AKINTIYA KARŞI KÜREK ÇEKMEZSE... Yeni seçilenler ve onların partileri bu konuda dişe dokunur bir şey henüz yapmadılar. Büyük olasılıkla yapmayacaklar da. Ancak Amerikan halkının gerçekte beklediği ise budur. Onlar üstünde sanki hakkı, hukuku gözetiyorlarmış gibi bir kanı uyandırmak için doksan küsur yıl öncesine gidip Türkleri hedef alan ama Ermeni baskı örgütünün ellerine tutuşturdukları metni imzalamak ne onları temize çıkarır ne de Amerikan toplumundaki çelişkiyi ufaltır. Ermeni yasa tasarısı gibi ilkel bir belgenin ardına sığınıp “kahramanlık” taslamak başka, onlara oy verenlerin haklı isteklerini yansıtacak yeni yasalar geçirip egemen güçlerle çatışmayı göze almak başkadır. ABD Kongresi akıntıya karşı kürek çekmeye yanaşmazsa, ancak ilkel bir kurul olduğunu kanıtlar. ‘Ermeni savlarını BM kabul etti’ yalanı asarı “Ermeni soykırımı”nı Birleşmiş Milletler’in de kabul ettiğini yazıyor. Bu sav da düpe düz yalandır. Benim elimdeki ve B.M. Genel Sekreteri’nin işyerinden gelen belge diyor ki: “Birleşmiş Milletler Ermeni deneyimini bir ‘soykırım’ olarak tanımlayan bir yazanağı hiçbir zaman ne onaylamış ne de desteklemiştir.” “Ermeni soykırımı”nı tüm dünyanın kabul ettiği savı da gerçekle bağdaşmıyor. Afrika’nın 54 bağımsız ülkesi bu konuda onların istediği tek bir karar bile almamıştır. Asya ülkeleri de. Pek güvendikleri Britanya’nın da resmi görüşü şudur: “Birleşik Krallık Hükümeti’nin tavrı bu olayların 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Antlaşması’nda tanımlanan biçimde bir soykırım olarak sınıflandırılmasını gerekli kılacak yeter kanıtın bulunmadığı merkezindedir.” Britanya Dışişleri Bakanlığı’nın resmi kâğıdına basılı ve altında sorumlu görevlinin imzası bulunan bu belge bende vardır. YAHUDİ DÜŞMANLIĞI Hele Nazilerin Yahudi soykırımı için sahneyi Türklerin hazırlamış olduklarına ilişkin anlatım, bu tasarıyı bir kez daha utanmazlığın doruğuna çıkarıyor. Yahudi düşmanlığı, Batı’nın ve Hıristiyanlığın, kökü İsa’nın çarmıha gerilişine değin uzanan bir hastalığıdır. Neredeyse tüm Batı ülkelerinin önceki ve yakın tarihlerinde bunun çok sayıda örneği var. O denli ki bugün bile Yahudilerin artık oturmadıkları yerlerde mezarları parçalanıyor. 165 imzacı, uzman ruhbilimcilere danışırlarsa, bunu gerçekte kendilerinde olan bir hastalığı başkasının omuzlarına atıp suç duygusundan kurtulma çabası olarak niteleyebilirler. ABD Kongresi’nin “24 Nisan” yerine Yeni Dünya yerlilerine karşı devletçe giriştiği kıyım günlerinin en uygununu seçmeleri çok yerinde olur. T KAPKAÇ TASARISI Özet olarak, tasarı en uçta yer alan bir avuç Ermeninin hazırladığı metnin milletvekillerine ulaştırıldığı ve olayın bir kapkaç girişimi olduğu kanısını uyandırıyor. İmzacı 165 kişi madalyonun öbür yüzünü apaçık gösteren gerçekleri görmedikleri için mi bu denli bilgisizler, yoksa gördüler de gizledikleri için mi aktöreden bu ölçüde yoksunlar? İki yol da herhalde fırsatçılık, hak tanımazlık ve belki de serüven yoluna açılıyor. Bu serüven bir zorlamayı da içeriyorsa, Türk ulusunun gereken tepkiyi göstermeye hazır olacağından kuşku duyulmasın. B İ T T İ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle