23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AĞUSTOS CUMA inceleme PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM Fransa Hâlâ Katolik mi? C 9 Ağustos günü, Fran15 sa’nın önemli dini bayramlarından, yortularından biridir. Dünyanın Hırıstiyan yorumlarından birçoğunun, özellikle de Katolik mezhebine göre Hz. İsa’nın annesi Meryem Ana’nın göğe yükseldiğine inanılan gün olan ‘‘Assomption Yortusu’’, Noel veya Paskalya kadar medyatik bir dini gün değilse de, dini vecibelerini disiplin ve sadakatle yerine getiren Katolikler için vazgeçilmez bir randevudur. Biz de bu fırsattan istifade yüzyıllar boyu ‘‘Katolik Kilisesi’nin kızı’’ unvanıyla anılan Fransa’da dini inançlar acaba ne noktada sorusunu bir durum tespiti, anlık yazılı bir gazetecilik ‘‘fotoğrafı’’yla cevaplamayı denedik. D’Alembert, Diderot, Montesquieu, Rousseau ve Voltaire’in açtığı yolda yaşanmış yaklaşık 300 yıllık ‘‘Aydınlanma’’ mücadeleleri ve ‘‘Jakobenlik’’ serüvenlerinden sonra. Fransa hâlâ Katolik mi?... ??? Son yarım yüzyıllık araştırmalara, son 10 yılda düzenli yayınlanan kamuoyu yoklamalarına bakılırsa, Fransızların bir çoğu hala Fransa’nın Katolik bir ülke, hatta kendilerinin de ‘‘Elhamdüllilah, Hıristiyan Katolik’’ olduklarını söylüyorlar. Ama yine Fransızlara has, güzel bir ‘‘stil’’le ifade etmek gerekirse, ‘‘Katolik var, Katolik var!’’... Bireyin inancını insanın iç dünyasıyla baş başa bırakan, laiklik aracılığıyla onu kurumuş dini ve sosyal kabuklarından uygarca arındıran sekülerleşme veya çağdaşlaşma sürecinin 2006 basamağında Fransızların yüzde 65’i ‘‘Ben Katolik’im’’, diyor. Fakat bu yüzdenin içinde 4.5 puanlık bir azınlık, ibadet dahil, ‘‘dini vecibeler’’i yerine getirdiğini belirtiyor. Bu yüzde 4.5’in yüzde 43’ü de 65 yaşın üstündeki dilimden oluşuyor. Bu toplum, fazla değil, 50 sene önce, yüzde 27’si günü gününe dini vecibelerini yerine getiren yüzde 81’lik çoğunluk bir kitleyi içeriyormuş. Dindarları düşündürmesi gereken ve Katolik La Croix gazetesi için IFOP Kamuoyu Araştırma Enstitüsü’nün hazırladığı bu çalışmanın sonuçlarına inanıp inanmamakta serbestsiniz. ‘‘Üçüncü Dünya’ sözcüğü komünist blok yıkıldığından beri, ‘’azgelişmişlik‘‘ terimi de, ikiyüzlü bir siyasi ahlakçılık egemenliği nedeniyle artık kullanılamadığından, dünyanın ‘’kalkınma yolundaki toplumları’’nda yükselen ‘‘dincilikmilliyetçilik’’ gibi gericilik dalgalarının tersine, ‘‘gelişkin toplumlar’’da klasik anlamda ‘‘din’’in (‘‘milliyetçilik’’ ayrı bir konu) sönümlenmesinin analizini din sosyologları, siyaset bilimciler ve sosyal iktisatçılara bırakalım. Nereden nereye gelinmiş? ??? Fransa, 13091377 tarihleri Berin ve Nadir Nadi çifti bir yolculuğa uğurlanırken. Nadir Nadi dostlarıyla birlikte. NADİR NADİ’Yİ ÖLÜMÜNÜN YILINDA ANIYORUZ Öncelik hep Cumhuriyet’ti Bir Anı ve Ötesi Y ıl 1919. İşgal kuvvetleri komutanlığının buyruğu ile Damat Ferit Hükümeti, ileri gelen ittihatçıları tutuklamaya karar vermişti. Yakalanması olasılığına karşı babam Nişantaşı’nda oturduğumuz apartmana seyrek uğruyor, daha çok yakın dostlarının evinde geceliyordu. Bir sabah ansızın kapı çalındı. Biri sivil üç polis memuru babamı sordular. Aksi gibi babam o geceyi evde geçirmişti. Annem yürekli, genç bir kadındı. Duraksamaksızın Yunus Nadi Bey’in evde olmadığını söyledi. Sivil giyimli güvenlik memurunun ‘‘arayacağız’’ demesi üzerine başını örtmek bahanesiyle bir iki dakika izin istedi ve içeri giderek babamı bir yere gizledikten sonra dış kapıyı açtı, adamları buyur etti. Aramaya yazı odasından başlandı. Sonra salona, oradan yemek odasına, yatak odalarına geçildi. Görevlilerin çok titiz, belki gereğinden de daha titiz davrandıkları görülüyordu. Sivil giysili polis her yeri didik didik ediyor, masa altlarına, kanepe arkalarına, perde aralarına dek köşe bucak her yanı yokluyordu. Babama sevgi ile karışık sonsuz bir saygım, hayranlığım vardı. Onu bir hırsız, bir asker kaçağı gibi bir yerden çekip çıkarmaları beni perişan edecekti. Yüreğim küt küt çarpıyor, bulacaklar diye ödüm kopuyordu. Nihayet sıra sandık odasına geldi. Bu odada kocaman bir sandıktan başka bir yatak, bir sürü bavul, üst üste yığılmış şilteler vardı. Sinirleri son kertesine dek bozulmuş olan annem, renk vermemeye çalışarak kocaman sandığın üstüne oturdu. Onun halinden ben babamın o sandığın içinde saklı olduğunu sezmiştim. ‘‘Eyvah, şimdi annemi kaldıracak, sandığı açacak’’ diyordum. Ama hayret, bütün evi kitap raflarına, çanak çömlek dolaplarına varıncaya dek arayan sivil memur sandığa dokunmadı. Yatağın altına bakmakla, bir iki bavulu açıp üst üste yığılı şilteleri yoklamakla yetindi. Sonra da biraz somurtkan, ağırbaşlı bir sesle, ‘‘Affedersiniz hanımefendi, yoklarmış, biz gidelim’’ diyerek iki üniformalı polisin saygılı bakışları arasında koridora geçerek apartmanın çıkış kapısına yöneldi. Korkum birden kıvanca dönüşmüştü. Ama hiçbir şey anlamıyordum. Olacak şey miydi bu? Bir kedinin ancak sığabileceği dolaplara kadar evin her yerini karıştırıyordu da iki kişiyi rahat alabilecek koca sandığa bakmıyordu bile. Pekiyi, üniformalı polisler onu neden uyarmamışlardı? Budala mıydı bu adamlar? Adamların hiç de budala olmadıklarını birazdan hemen oracıkta anlayacaktım. Sivil giysili memur önde, ötekiler arkada merdivenlerden inerken, geri kalan üniformalı polislerden biri anneme döndü, hiçbir şey söylemedi, yalnız iki elini yanlarına doğru açarak bir jest yaptı. İşte bu jest bize her şeyi açık seçik anlatıyordu. Adamlar babamı tutuklamak istemiyorlardı. Buyruk almışlar, aramaya gelmişlerdi. Gidecekler, üstlerine bulamadıklarını söyleyeceklerdi. Annemden özür diliyorlardı. ? Mütareke döneminin o karanlık günlerinde İngilizlere körü körüne teslim olan Damat Ferit Hükümeti, başında bulunduğu devlet aygıtına egemen değildi. Buyruğundaki görevlilerin önemli bir bölümü yürekten Anadolu’ya bağlı yurtseverlerden oluşuyordu. Bu nedenledir ki Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katkıda bulunacak askersivil birçok kimse Atatürk’ün yanına gitmek, Meclis’te olsun, orduda olsun gerektiği yerde görev almak olanağını bulmuş, ulusal direncin örgütlenmesini sağlamıştır. ? Bugün ise söylemesi insana acı geliyor ama tersine bir durumla karşı karşıyayız. İş başında ulusal istenci (iradeyi) temsil eden, hiçbir yabancıya teslim olmamış, başarısız cephe hükümetlerinin bıraktığı yıkıntıyı onarmaya var gücü ile çalışan meşru bir hükümet var. Ve ne hazindir, içerden dışarıdan bu hükümeti başarısız kılmak uğruna çaba harcayanlar arasında devlet aygıtına sızmış ya da sızdırılmış kimseler de bulunmaktadır. Alınan kararları uygulamak, verilen buyrukları ters yöne saptırmak, bir kelime ile hükümeti paralize etmek için bunlar el altından gizli oyunlar çevirmekte bir sakınca görmemektedirler. Böylece içeriden baltalanan devlet aygıtı ile ülke sorunlarına çözüm bulunamayacağı açıktır. Devlet mekanizmasını doğru dürüst işler hale getirmenin yasal yolları mutlaka bulunmalı, vakit yitirmeksizin uygulanmalıdır. Yoksa ülkemizi bunalımdan kurtarmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. NADİR NADİ Cumhuriyet, 16 Temmuz 1978 İstanbul Haber Servisi Yunus Nadi’nin ölümüyle Cumhuriyet gazetesini yönetmeye başlayan ve kurumsallaştıran Nadir Nadi, gazetenin ‘‘yayın kimliğini’’ ve ‘‘fikir yapısını oluşturan yazarlarını’’, Cumhuriyet’i içerden yıkmak isteyenlerin yanı sıra demokrasinin kesintiye uğradığı yılların antidemokratik yöneticilerine karşı yaşamı boyunca ayakta tutmanın mücadelesini verdi. Gazetesinden iki kez ‘‘tasfiye’’ edilen Nadi, tirajların düşmesi nedeniyle her defasında geri çağrılarak gazetenin başına geçti. Milletvekilliği ve senatörlük de yapan Nadi için, öncelik her zaman gazetesi ‘‘Cumhuriyet’’ oldu. 1946’da kuruluşunun ardından hızlı bir yükselişe geçen ve CHP’nin erken seçim oyunuyla engellenmek istenen DP, 21 Temmuz erken seçimlerinde Meclis’e 66 milletvekili sokar. O yıllarda ülkeyi saran ‘‘demokrasi rüzgârı’’yla yelkenlerini dolduran DP, seçmen karşısına güçlü bir liste ile çıkmak için toplumun önde gelenlerini partiye kazandırma arayışı içindedir. Nadi de 1950 seçimlerinde, DP listesinden Muğla bağımsız milletvekili olarak parlamentoya girer. DP, seçimlerden umulmadık bir zaferle çıkmış, Meclis’teki 487 sandalyenin 434’ünü kazanmıştır. Ancak, Meclis’te temsilini güçlendiren DP, CHP’nin başlattığı devrim atağından verdiği ‘‘küçük tavizleri’’, ‘‘büyüteceğinin’’ sinyalini de çok geçmeden vermiştir. Hükümet programının okunmasından birkaç gün sonra Menderes, yaptığı bir konuşmada devrimleri ‘‘milletçe benimsenmiş olanlar ve benimsenmeyenler’’ diye ikiye ayırarak devrimleri savunanları ‘‘inkılap softaları’’ olarak tanımlar. Nadi, Menderes’in bu tutumuna köşesinde ‘‘On beş yıl boyunca Atatürk’ün partisinde kuzu gibi oturan Menderes, şimdi ‘milletçe benimsenen ve benimsenmeyen’ formülü ile devrim düzenini oy avcılarına peşkeş çekerken açıkça söylememekle beraber, şüphesiz laiklik ilkesinin de kuşa benzetilebileceğini ima ediyordu’’ diyerek eleştirmişti. NADİ SESSİZ KALMADI Nadi’nin, DP iktidarı öncesinde, ‘‘Atatürk devrimlerine en az İnönü kadar sahip çıkar’’ diye umutlandığı Celal Bayar, devrimlere yapılan saldırılar karşısında sessiz kalmayı yeğlemiş, ezanın yeniden Arapça okunması girişimi karşısında da sessizliğini bozmamıştı. Türkçeleştirilen ezanın yeniden Arapça okunması kararını alan DP’ye karşı 7 Haziran günü ‘‘Ezan’’ başlıklı yazısında Nadi, iktidarı yine eleştiri yağmuruna tutmuştu. Nadi, yazısında şöyle diyordu: ‘‘Din işlerini dünya işlerinden fiilen ayırmadıkça cemiyetimizi zaman zaman rahatsız eden sürçmeleri önlemekte güçlük çekeceğiz. Yok, eğer sahiden laik bir cemiyet seviyesine ulaştığımızdan şüphemiz varsa, Atatürk yasalarından bir tekine olsun dokunmayı kendimizde hak görmemeliyiz. Çünkü ancak o yasalar sayesindedir ki gerçek vicdan hürriyeti bu memlekette kök salacaktır.’’ 1954 yılından sonra Menderes’le Cumhuriyet’in arası iyice açılır. Nadi’nin, yazılarında genellikle ılımlı bir dil kullanarak iktidarı eleştirmesine karşın Menderes bu ılımlı yazılara bile tahammül edemez hale gelmişti. Menderes, Nadi’nin eleştirilerine kızdığı zaman, bir gazete için yaşamsal önem taşıyan kâğıt ve mürekkep temininde yasal engeller çıkarmaya başlamıştı. ‘‘Siyaset oyunlarına alışamadım’’ diyen Nadi, 1957 seçimlerinde aday olmaz ve milletvekilliği sona erer. 1960’ta Tahkikat Komisyonu’nun kurulması, bardağı taşıran son damla olur. 30 Nisan 1960 tarihli Cumhuriyet’te Ali Ulvi’nin bir karikatürü nedeniyle gazetenin o günkü sayısı toplatılır ve Nadi, Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından çağrılır. Öğleden sonra ise gazetenin on gün süreyle kapatıldığını bildiren Sıkıyönetim Komutanlığı tezkeresi Nadi’nin eline verilir. Ulvi de gözaltına alınıp Topkapı Maltepe Kışlası’na götürülür. Çok geçmeden 27 Mayıs ihtilali gerçekleşir. NADİ’YE İLK TASFİYE 1964 yılının 29 Şubat’ında 3. Ağır Ceza Mahkemesi ‘‘Türkiye’nin Tek Kurtuluş Yolu Sosyalizmdir’’ yazısı nedeniyle yargılanan Şadi Alkılıç’ın beraatına karar verir. Ancak karar Yargıtay tarafından bozulur ve 5 yılı aşan uzun yargı sürecinin ardından 1967 yılında Alkılıç tahliye edilir. Bu süre içinde gerici basın tarafından Cumhuriyet’e yönelik saldırılar da artarak sürer. Bir zamanlar Nazi hayranlığı ile suçlanan Nadi ve gazetesi, bu kez de komünist ve Moskova yanlısı olmakla itham edilmektedir. Aynı çevreler dışarıdan gazeteyi çökertemeyince bu kez içerden çökertme yollarını denerler. Genel Yayın Yönetmeni Cevat Fehmi’nin istifa etmesinin ardından genel yayın yönetmeliğine Ankara Temsilcisi Ecvet Güresin getirilir. Güresin, aldığı direktif üzerine, adı solcuya çıkmış yazarların gazeteyle ilişkilerini hemen keser. Nadi ve arkadaşlarının gazeteden ayrılmasına kadar uzanan olayları Nadi şöyle anlatıyor: ‘‘Bizi çekemeyenler, yazılı saldırılarla emellerine ulaşamayacaklarını anlayınca gazeteyi içeriden çökertmeyi denediler, kardeşim Doğan’a kadar sokularak yönetici ve yazar kadrosunu değiştirmeye kalkıştılar. Bir ölçüde başarılı da oldular. Alkılıç davası sürüp gittiği ve Cumhuriyet’in komünistlikle suçlandığı sıralarda, kardeşim Doğan’la Cevat Fehmi’nin arası açılmış. Sanırım onu da komünisttir diye Doğan’a gammazlamışlar. Ortaklarım her şeyi ondan biliyor, giderse rahata kavuşulacağını sanıyorlardı. Cevat Fehmi’ye güvenimi bildiklerinden açıkça bana ‘Çıkar şu adamı’ diyemiyorlar... Cevat Fehmi’yi bırakmayacaktım. Sabrı tükenmiş olacak, bir gün elinde istifa mektubu ile geldi. Aman ne yapıyorsun, sakın yönetim kuruluna gönderme!.. Gönderdim bile... Eyvah, olan olmuş, Cumhuriyet’i içerden çökertmek isteyenler ilk meydan savaşını kazanmışlardı. Çok canım sıkıldı, Cevat’a söylemediğimi bırakmadım. Ortaklarımın beklediği de zaten buydu. Ne sanıyordu, istifa edince ‘Hayır kabul etmiyoruz, ne olur geri al’ diye yalvaracaklar mıydı? Dediğim çıktı. Genel yayın müdürümüzün ‘Ya etmezse’ diye heyecanla beklenen istifası yönetim kurulunda derhal onaylandı. Nasıl bir yol tutmalıydım? Başlangıçtan beri yönetim kurulunda görev almamıştım. Gazetenin genel politikasını babamdan miras kalan manevi gücümle yürütüyordum. Oysa ortaklarım beni günlük yazılarımla baş başa bırakıp kendi politikalarını uygulamak istiyorlardı. Bu politikanın geriye dönük, ılımlı bir yol olacağını tahmin ediyordum. Cumhuriyet’in dinamizmi ne ölçüde gevşeyecekti? İmzasız kısa bir yazı yazdım, rahatsızlığımı ileri sürerek (bir şeyim yoktu, turp gibiydim) bir süre dinleneceğimi ve bu süre içinde gazetenin yönetimiyle hiçbir şekilde ilgilen meyeceğimi okurlara duyurdum.’’ Gazete yönetiminden uzaklaşan Nadi, 1964 kısmi senato seçimlerinden önce, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in kontenjan senatörü olma teklifini kabul eder. Bu arada dünyada başlayan ve 68 kuşağı ile doruğa ulaşan sol rüzgârlar Türkiye’de de esmeye başlamış, Cumhuriyet gazetesi de toplumun beklentilerine yanıt veren yayın çizgisiyle 1962’de 89 bin olan tirajını 1966’da 149 bine çıkarmayı başarmıştı. Nadi, senatörlük süresi dolmadan 3 Nisan 1970’te görevinden ayrılarak yine gazetesine döner. ‘BAHANE BULUP KAPATTILAR’ 1970’li yıllara gelindiğinde öğrencilerin reform istekleriyle başlayan antiemperyalist hareketin karşısına, ‘‘komünizmle mücadele’’ adına, kamplarda yetiştirilmiş ülkücü komandolar çıkarılmış, reform isteyen gençler siyasal kavgaların içine itilmişti. Ülke arasında, Roma’daki iç savaştan ötürü Avignon’a sığınan ‘‘Papalık’’ın bir kolu sayesinde 9 papa ağırlamış. Dile kolay, ortaçağda 9 papaya ev sahipliği yapmak... Bu kadar fedakarlığı da olsa olsa ‘‘kız evlat’’ (!) üstlenir. Ve Fransa, olmuş size Katolik kilisenin ‘‘vefalı’’ kızı. Artı mucizeler, artı kutsal emanetler, artı misyonerler, artı lejyonerler vs. vs... Avrupa’nın en mutlakiyetçi krallığı Fransa’nın ortaçağ karanlıklarına en şiddetli tepkiler yine içerden gelmiş. Feodal başkaldırılar, köylü ayaklanmaları, Nantes senedi, Aydınlanma filozofları, Fransız burjuva devrimi, Paris komünleri, laiklik, eğitim ve örgütlenme yasaları, Halk Cephesi, Ortak Sol programları, direnişler, direnişler vs vs... İkinci Dünya Savaşı sonrasının en güçlü ve büyük kitle partisi Fransız Komünist Partisi’ne karşın 1950’lerde yüzde 10’a varmayan açık ‘‘dinsizler’’in oranı, 2006’da yüzde 27’ye yükselmiş. Protestanlar 50 yılda yüzde 1’den 2’ye geçerken, diğer dinler ve Müslümanların toplamı yüzde 3’ten 6’ya çıkmış. Peki, ülkeye gerçek rengini veren yüzde 64’lik Katolikler dinlerini nasıl yaşıyor? Vecibeleri en titizlikle yerine getirme ölçütü, ‘‘Her pazar sabahı kilisede ayine gitmek’’ şeklinde. Katolik La Croix gazetesinin sonuçlarını duyurduğu araştırmanın bulguları, ülkedeki önyargılar ve bilgilere şaşırtıcı biçimde ‘‘cuk’’ oturuyor. Kendini ‘‘Katolik’’ addedenlerin yüzde 70’i sağ seçmen. Dini vecibelerini düzenli yerine getirdiklerini söyleyenlerin yüzde 60’ı kadın, yüzde 44.2’si tutucu, aşırı sağcı ve milliyetçi kesimlerden geliyor. Evet, Fransa hâlâ Katolik. İcabında üstsüz ibadetçileri, alkolik muhafazakarlarıyla... Çürümüş ahlak derecesini ‘‘bikinili/tesettürlü kadın’’ veya kokuşmuş siyaset mertebesini ‘‘içki içen/sünnetli sakalbıyıklı erkek’’ vs oranlarıyla ölçenlere ‘‘hodri meydan!’’ Kim daha erdemli, kim daha namussuz; kim daha adil, kim daha sabıkalı?.. Dökün bakalım ortaya namus cinayetleriyle, hırsızlık, özgürlük, yolsuzluk, faili meçhul davalarını... ??? Fransa ya da Avrupa’nın Müslümanlar tarafından işgal edildiği, edileceği veya Fransa ya da Avrupa’yı günün birinde İslam’ın fethedeceğine inanan düz beyinli ‘‘içtenlikli müminlere’’ (!) Voltaire’den bir hatırlatma: ‘‘Kör fanatik ve samimi (Hıristiyan) mümin, çoğu zaman aynı karakteri taşırlar. Aynı cesarete ve aynı tutkulara sahiptirler. Halbuki ‘cinayet’in kahramanları, ‘hata’nın da şehitleri vardır.’’ (La Henriade, 5. Bölüm) ugur.hukum?gmail.com Başyazarımızı andık yeniden bir kargaşa içine sürüklenmişti. Sol görüşlü alt kademeli subayların bildirileri nedeniyle ordudan tasfiyelerinin ardından hükümete de muhtıra verilmiş ve Başbakan Süleyman Demirel gitmek zorunda kalmıştı. Ancak muhtıraya karşın öğrenci ve işçi tepkileri artarak sürüyordu. İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Elrom’un kaçırılması ve öldürülmesi hükümeti güç durumda bırakmış, 26 Nisan’da hükümet İstanbul’u da kapsayan 11 ilde sıkıyönetim ilan etmişti. O günkü gazetede İlhan Selçuk’un ‘‘Hoş Geldin Tanzimat Kafası’’ başlıklı yazısını gerekçe gösteren Sıkıyönetim Komutanlığı, Cumhuriyet gazetesini 10 gün süreyle kapattı. Aynı gün Selçuk ile yazıişleri müdürü Oktay Kurtböke tutuklandı. Gazetenin kapatılmasının sıkıyönetim ilanından çok önce alınmış bir karar olduğuna inanan Nadi, olayla ilgili olarak şu yorumu yapıyordu: ‘‘Eğer İlhan o gün yazı yazmasaydı, başka bir bahane bulup Cumhuriyet’i kuşkusuz yine kapatacaklardı.’’ İstanbul Haber Servisi Gazetemizin başyazarı, Atatürk devrimlerinin ödünsüz savunucusu Nadir Nadi, ölümünün 15. yılında Edirnekapı Şehitliği’ndeki mezarı başında düzenlenen törenle anıldı. Törende, laik Cumhuriyet’in, Atatürk ilke ve devrimlerinin Cumhuriyet gazetesi ile sonsuza kadar yaşatılacağı vurgulandı. Nadi’yi anma törenine Cumhuriyet Vakfı Başkan Yardımcısı Alev Coşkun, Sorumlu Yazıişleri Müdürümüz Güray Öz, gazetemiz yazarlarından Hikmet Çetinkaya, Şükran Soner, idare müdürü Hüseyin Gürer ve gazetemiz çalışanları hazır bulundu. Törende bir konuşma yapan Alev Coşkun, gazetemizin Yunus Nadi tarafından kurulduğunu ve Atatürkçü düşünce temellerine Nadir Nadi tarafından oturtulduğunu anımsatarak ‘‘Atatürkçü düşünce temelleri, laik Cumhuriyet’in ilkeleridir. Atatürk’ün aydınlanma devrimlerine bağlılık ve onları sevmektir. Antiemperyalist ve ulusalcı duruştur. Demokrasiye inanmaktır. Misakı Milli andıyla, sınırları çizilmiş olan ülkemizin birlik ve bütünlüğünü korumaktır’’ dedi. Coşkun, Cumhuriyet gazetesinin, Atatürk’ün isteği ve kararı ile kurulduğunu, ulusal bağımsızlık savaşı sırasında, Yunus Nadi’nin, birinci TBMM’nin üyesi ve bu hareketi destekleyen Yenigün gazetesinin yayımcısı olduğunu anlatarak ‘‘Nadir Nadi’nin çocuk denilecek yaşlarında Kuvayı Milliyeciler arasında bulunduğunu’’ söyledi. Coşkun, gazetemizin Cumhuriyet devrimlerine her zaman sahip çıkacağını belirterek ‘‘Şartlar ne olursa olsun, laiklik ilkesi ne derece tehlikede olursa olsun, Cumhuriyet gazetesi Atatürkçü yolunda yayın ve yaşamını vakfımızın Başkanı İlhan Selçuk’un liderliğinde sürdürecektir. Kuvayı Milliyeciler tükenmez, Atatürkçüler ölmez’’ diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle