06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AĞUSTOS P E CUMA R V A S I Z P E R kitap T A V S I Z Enis BATUR Barthes’in dersleri R oland Barthes’ın yapıtıyla 1971’te, kendisiyle 1974’te tanıştım; güçlü, kalıcı bir etkisi oldu üzerimde borcumu, elimden geldiğince ödemeye çalıştım. Söz konusu etkiyi en iyi özetleyen satırlar, "Blanchot için küçük Dikilitaş" başlıklı bir başka selâmlama yazısında yer alıyor (Okuma Lâmbası, s. 9899). Dileyen okur, Yazı Nedir? başlıklı Barthes seçkisi için yazdığım CabinetPortrait başta olmak üzere (1985, in Yazının Ucu), çeşitli yazılarıma ( özellikle E/Babil Yazıları’na) göz atabilir. CabinetPortrait’den tam yirmi yıl sonra, 2003 yılı sonunda gün ışığına çıkan, 19781980 dönemi ders ve seminerlerini bir araya getiren Romanın Hazırlanması III’yi okumaya yönelirken, bu dersleri izleme şansı bulmuş olanlardan çeyrek yüzyıllık bir kaymayla ayrılıyor oluşuma bir yandan hayıflanmadan edemedim; bir yandan da, geçen dönem içinde, koşut bir soruşturmayı, sorgulamayı kendi cephemde sürdürmüş olduğumu şaşkınlık ve kıvançla saptadım. “BUGÜNÜN FRANSASI” Barthes’ın ölümünden yabana atılamayacak bir süre geçtikten sonra yayımlanan Collège de France dersleri gibi, Yazı Üzerine Çeşitlemeler’i de, yapıtının tazeliğini bütünüyle koruduğunu kanıtlayan bütünlükler. Kimi örnekler bir yana, kuram ve çözümleme alanında yaşanan gerileme, sonuç olarak, son otuz yılın toplumsal ortamına egemen olan büyük çözülmenin bir ürünü. Barthes, Collège de France dersleri için hazırladığı çerçeveyle doğrudan bir bağlantısı bulunmamasına karşın, bu çözülmenin ana organlarına dikkat çekmiş, kaldı ki: Küçük burjuvazinin ideolojik yükselişi ve erki eline geçirerek medyalara hükmetmesi; antientelektüalizmin (ve yanı başında ırkçı, faşist bakışın) tırmanışı; Dil’e, "auteur" sinemasına yüklenmeler; sanatçıya (yaratıcıya) sahip çıkılma yolunun seçilmesi zorunluluğu. Barthes "bugünün Fransa’sı"nı böyle çerçeveler. 1980 sonrası Türkiye’siyle kıyaslandığında, çakışmanın dudak uçuklatıcı boyutlarda gerçekleştiği gözden kaçmayacaktır: Semra Hanım televizyonundan aydın düşmanlığına (küçümseme, hor görme, alay), giderek "onlar seyircisiz filimlere ödül verirler" yaklaşımına binlerce ucu sıralamak eldedir. 1978’de, iki seçenek üzerinde duruyor Barthes, bu pisliğe katılmak istemeyecek kişiler için. Ya sessiz, uzak, "dışında" kalınacak, şu haiku’daki gibi: "Dingince oturulmak hiçbir şey yapmadan, ilkyaz gelip kendiliğinden, ot boy atar". Ya da, Barthes’ın yeğlediği gibi, "karşıda" yer alınmalı, ki burada da, daha önce değindiğim, La Fontaine’ın can alıcı bir öyküsüne gönderme yapar yazar: "İhtiyar ve Üç Delikanlı" (S. Eyüboğlu çevirisi için, bkz. Cem Yayınları, 1991 basımı, s. 468469). Seksenlik bir ihtiyarın ağaç diktiğini gören üç delikanlı onu sarakaya almaya kalkışırlar: "Ev yapsa neyse, ağaç dikiyor bu yaşta". La Fontaine, önce yaşlı adamın oturaklı gerekçelerini ("torunlarımın torunları, ne mutlu bana, bu ağacın gölgesinde otururlarsa") aktarır, ardından da Yazgı’nın oyununu yardıma çağırır: Kaza belâ derken, üç delikanlı yaşlı adamdan önce göçerler dünyadan. “SÖZ UÇAR, YAZI KALIR” Barthes, ağaç dikmeyi öneriyor Collège de France derslerinin girişinde. Ders hazırlama, ders verme konusunda hem ikircikli, hem de ikilemde aslında. "Söz uçar, yazı kalır" gerçeği bir yanda, "bâki"nin karşı kutbunda "fâni"ye yaşama hakkı tanınmasının gerekirliğine inanması bir başka yanda, ders’i "ne yazı, ne söz" sayılabilecek bir ara "formül" gibi görür: Ne olursa olsun, son derece düzgün bir hazırlık yapar, son derece düzgün konuştuğu için de, Romanın Hazırlanması III bugün elimizin altındadır. Gene de, Barthes’ın kaygısını anlıyorum: Yazar’ın tasasıyla Hoca’nın tasası her yerde örtüşmüyor. Yalnızca özgün bir düşünce değil karşımızdaki, bir o kadar da özgün bir üslup getiriyordu yazar, ondan biraz uzaklaşıyoruz ister istemez, burada. Sel Yayıncılık, önümüzdeki yıl yayımlamaya başlayacak Barthes’ın derslerini. Peki "bizimkiler"in dersleri ne olacak? Hiç mi yayımlanmaya değer olanları yok? Yoksa, öğrenciler mi savsaklamışlar işi? KULE CANBAZI SUNAY AKIN C Buz Gibi Karpuuuz ‘TEKNE KAZINTISI’... 15 Ü Berduş eşiği B erduşeşiği diye tanımladığım bir yaşama biçimi var: Yalnız, yapayalnız kalmış, belki bir başına kalmayı yeğlemiş, belki kimsenin yaşama üslubunu paylaşmaya yanaşmadığı nsanlar bunlar. Birkaçını tanıdım, bir ikisini uzaktan tanıdım; kimilerini duydum, okudum: Aktedron Fikret, Hayalet Oğuz, Fikret Ürgüp gibi. Ortak yaşamaya gelmiyor onlar. Başlıca engelleri karakter özellikleri, ‘yapı’ları, bünyeleri, huyları suları artık nasıl adlandırılırsa, pis olanları vardır, ama ille pis değiller: Daha çok pasaklı, dağınık, yarı yarıya bakımsızlar. Kendilerine bakmayı bilmiyorlar, uzun boylu bir tasaları olduğu da gözlemlenmiyor o konuda. Kesinkes geçimsizler. Püskürtüyor huysuzlukları. Her şeye karşın, yakınlarında onları kollayan birileri oluyor. Berduşeşiği, diyorsam iyikötü barındıkları düzenli bir yer, alışılagelene benzemese bile bir devridaimleri olduğu için. Her şey yarı yarıyadır bu hayatlarda, başta sefâlet olmak üzere. Müzmin bekârlar, müzmin dullar çoğunluktadır. Kadınlarda, genellikle aşırı hayvan sevgisi baş gösterir, kısa sürede mahalleli tanır onları o yönleriyle. Erkeklerde gazeteler, dergiler yığılır orta yerde. Erkek ya da kadın fark etmez ayrıca: Atamazlar, biriktirmedikleri halde biriktirirler. Çoğunun arkasında, uzun ya da kısa sürmüş, düş kırıklığını kalıcı kılmış, ara sıra da kronik mutsuzluğa yol açmış bir çift ilişkisinin cesedi bekler. HER ŞEY GEÇİCİDİR ÇARKLARINDA Bir daha denemeye pek yanaşmaz, onları bu koşullardan çekip çıkarabilecek adaylarda ne yapıp edip pürüzler bulur, olmazsa yaratırlar. Berduşeşiğinin bana kalırsa geri dönüşü yoktur. Berduşeşiği durumu, sınıfsal yelpazedeki kategorilerin yabanıl bir türevi. Benzetmek gerekirse, üyelerinin, yıkılmış yapılarda, taşların arasından fırlayan serseri tohumlu otlara, bitkileri anıştırdığını söyleyebilirim çok eski yapı yıkıntılarında bazen ağaçlara rastlandığı da olur. Küçük burjuvadaki güvence, sigorta duyguları yer etmemiştir bunlarda. Yatırım yap mazlar hiç: Pek az gelir, o da hemen gider; çoğu kez de, birikmiş borçlar hafifletilir. Önemli bir bölümü birinin yanına sığınmıştır. Anasının, eski eşinin, hallice durumdaki bir arkadaşının evinde, yedek evinde barınırlar. Her şey geçicidir çarklarında. Eşyaları taşına taşına azalmıştır. Karabatak üslubu ağır basıyor çoğunda. İrili ufaklı süreler için ufkunuzdan kayboluveriyorlar. Tanıyanlarına sorarsınız: Hayır, bir sorun yoktur, size ara vermişlerdir, zamanla bunu öğrenir, bunun böyle olduğunu ve başka türlü olamayacağını anlarsınız. Sonra, kısa ya da uzun bir zaman dilimi girmiştir araya, yeniden görünürler. Uğrayabileceklerini kestirdikleri bir noktada bir süreliğine sabitleşmişseniz, uğramaya başlarlar. Sizin için bir şeyler vardır yanlarında: Bir fotokopi, bir kupür, eski bir dergi sayısı. Berduşeşiğindeki kişiler kimseye biat etmezler. Toplumun en özgür, bağımsız, çıkar duygusundan uzak bireyleridirler. İşe, eşe, ilişkiye, düzene, çekidüzene bağlanmaya gelemezler. lkelerinin özgürlüğü için savaşan bir grup Meksikalı, çatışma sırasında yemek molası verir... Silahların sustuğu bu anda, bir bayraklarının olmadığından yakınırlar... Herkes nasıl bir bayrak istediğini anlatır, ama bir karara varamazlar... Sonunda aralarından biri yemiş oldukları karpuz kabuklarını göstererek şunları söyler: ‘‘Biz bu topraklar için savaşıyoruz. Ona emek veriyoruz. O da bize karpuz veriyor. Bayrağımız rengini karpuzdan alsın!..’’ Böylelikle kırmızı, beyaz ve yeşilden oluşan Meksika bayrağı doğmuş olur!.. Bir karpuzu kestiğimizde ortaya çıkan renklerin bir ülkenin bayrağı olduğunu çok azımız biliriz. Karpuz konusunda bilmediğimiz bununla kalmaz. Ne diyor Orhan Veli: Hanginiz bilir benim kadar karpuzdan fener yapmasını Sedefli hançerle üstüne Gülcemal resmi çizmesini’’.. Orhan Veli elbette karpuzdan fener yapmasını çok iyi bilirdi, çünkü çocukluğu Beykoz’da geçmiştir... Beykoz, İstanbul’un karpuz tarlalarıyla ünlü bir köyüydü o zamanlar... Unutmadan söyleyelim: Gülcemal de o yılların ünlü bir vapurunun adıdır. Karpuz dünyada yaygın bir meyve olduğundan birçok şiirde ona rastlayabiliriz. Örneğin Şilili şair Pablo Neruda bir şiirinde şu dizelere yer verir: ‘‘Neden güler bir karpuz ansızın Bağrına saplanınca bir bıçak’’... Yazın bir dilim sıcak kahkahadır karpuz... Sıcak yaz günlerinde onunla serinleriz... Onun için yazılmış en güzel dizeler Bedri Rahmi Eyuboğlu’nda çıkar karşımıza... Şöyle seslenir Bedros: Bu karpuz çok kırmızı Bölüşmek şart... Ama karpuz her zaman yenmek için değildir... İnsanımızın yaratıcı zekâsıyla çok farklı bir şekilde de kullanılmıştır!.. Ben buna tanığım. Nasıl mı?.. Anlatayım efendim: Sıcak bir yaz gününde, camları sonuna kadar açık arabamın içinde Boğaz Köprüsü’ne doğru ağır ağır ilerlerken, yolun solunda arızalanan bir araç görmüştüm. Arabanın sahibi ceza kesmekte olan polise bir şeyler anlatmak için çırpınıyordu. Yanlarından geçerken duymuştum, yalvarırcasına şunları söylüyordu: ‘‘Abi, idare et n’olur... O da kırmızı, bu da kırmızı...’’ İstanbul trafiğinde yaşanılan gündelik komedi sahnelerinin en yaratıcılarından biri olan manzara şuydu: Arızalanan arabanın sahibi, bagajında taşıdığı karpuzu ortasından kesmiş, reflektör yerine kullanmıştı!.. Zeynepkâmil Hastanesi’nin karşısındaki karpuz sergisinde yazlık sinemaların dağılmasını beklerdik... Evlerine dönmekte olan insanlar arasında karpuz alan çok olurdu... Sonra, Göztepe’de açtığımız manav dükkânında da karpuzları tezgâha dizmekten çok mutlu olurdum. Ağabeyim de, ben de hem çalışıyor hem de okuyorduk, bir koltukta iki karpuz taşıyorduk yani... Eee, lafı öyle ya da böyle sonuna getirdik. Ey okur, bil ki yukarıdaki tüm lakırdılar birazdan okuyacağın şiir içindir. Eh, bizim dolgumuz da kalemimize yakışır şekilde olmalı ama, değil mi?.. Gelgelelim şiire... Karpuz için yazılmış en güzel şiirdir, sizlere sunduğum. Adı: ‘Tekne Kazıntısı’... Şairi ise bir güzel insan: Cevat Çapan... Buyurun, şiiri dilimliyoruz: Babam iki tek atınca Hadi seni karpuzlara götüreyim, derdi Karpuzlar Gebze’de oturan kızlardı Annem kızarır, kızar Bey çocuk daha küçük, der Mutfağa gider ağlardı Babam karpuzdan anlardı!.. İngiliz Flüt Kongresi’nde ilk Türk Kültür Servisi İngiliz Flütçüler Birliği (The British Flute Society) tarafından her yıl düzenlenmekte olan İngiliz Uluslararası Flüt Kongresi’ne bu yıl ilk kez Türkiye’den flüt sanatçısı Bülent Evcil davet edildi. Manchester kentinde Royal Northern Collage of Music binasında verdiği resitalde Evcil, Türk yapıtlarını da seslendirdi ve büyük alkış aldı. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası 1. Flütçüsü Bülent Evcil, son derece üst düzey flüt sanatçılarının yer aldığı bu çok seçkin etkinliğe bugüne kadar davet edilen ilk Türk.1720 Ağustos tarihleri arasında düzenlenen kongrede Evcil, Ekrem Zeki Ün’ün Yunus Emre için bestelediği ‘Yunus’un Türbesinde’ ve Hasan Tura’nın ‘Bir Türk Halk Müziği Üzerine’ adlı çeşitlemelerini seslendirdi. Sanatçı ayrıca Ginlio Briccialdi’nin ‘Venedik Karnavalı’, Eldin Burton’ın ‘Sonatina’ ve Sergei Prokofiev’in Sonat’ını seslendirdi. Sanatçıya resitalde ünlü piyanist Lior Kretzer eşlik etti. Bülent Evcil, 13 Haziran’da İstanbul Uluslararası Müzik Festivali’nde de piyanist Lior Kretzer ile birlikte Darphanei Amire’de unutulmaz bir resital vermişti. Geçen Mayıs ayında İtalya’da düzenlenen Uluslararası Falaut Festivali’ne de davet edilen ve çok başarılı bir resital veren sanatçımız, ülkemizi uluslararası arenada başarıyla temsil ediyor. (www.bulentevcil.com) Brecht: Küreselleşen dünyaya karşın GÜNER YÜREKLİK Berlin Ünlü Alman oyun yazarı ve şair Bertholt Brecht, ölümünün 50. yıldönümü nedeniyle, 1949’da eşi Helene Weigel ile birlikte kurduğu Berliner Ensemble tiyatrosunda üç hafta sürecek etkinliklerle anılıyor. Diyalektik düşünce yöntemini oyunlarında ilk uygulayan yazar olan ve böylece Epik Tiyatronun doğmasına yol açan Brecht, 14 Ağustos 1956 günü 58 yaşındayken, Doğu Berlin’de kalp krizinden yaşama veda etmiş, geriye 48 oyun ile 2 binden fazla şiir bırakmıştı. Ömrünün 15 yılını Hitler faşizminden kaçarak sürgünde geçen Brecht, savaştan sonra ancak yeni kurulan Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne, Doğu Berlin’e yerleşebilmiş, yaşamını burada tamamlamıştı. Kapitalist rejimi temsil eden Batı Almanya ise Brecht’i uzun yıllar tanımak istememiş, oyunlarına sansür getirmeye çalışmıştı. Komünist blok ise elinden geldiği kadar Brecht’i dizginlemeye çalışmış, örneğin kendisine Stalin Ödülü verilmesine karşın Sovyetler Birliği’nde Brecht’in sadece bir tek oyunu, ‘‘Üç Kuruşluk Opera’’sı sahnelenmişti. Yine de oyunları Shakespeare’den sonra en çok sahnelenen yazarlar arasında yer alan Brecht, savaş sonrasında sermaye dünyasının sürdürdüğü bütün karalama, dışlama, yoketme çabalarına karşın, kapitalizme, sömürüye ve savaşa karşı tavrıyla bugün de güncelliğini bütün tazeliği ile koruyor. Nitekim Brecht etkinliklerine gösterilen olağanüstü ilgi de bunu gösteriyor. Claus Peymann yönetimindeki Berliner Ensemble’da düzenlenen etkinliklerde Brecht’in ilk epik oyunu ‘‘Cesaret Ana ve Çocukları’’, faşizme karşı bir Hitler taşlaması olan ‘‘Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi’’, Gorki’nin romanından sahneye uyarladığı ‘‘Ana’’ ile ‘‘Küçük Burjuva Düğünü’’, ‘‘Sofokles’in Antigone’u’’, ‘‘Mezbahaların Aziz Johannası’’, ‘‘Adam Adamdır’’, ve ‘‘Galilei’nin Yaşamı’’ gibi önde gelen oyunları sahneleniyor, özel gecelerde oyunlarından seçme şarkılar seslendiriliyor. YOĞUN İLGİ... Yazarın gerek sınıf tavrı, gerekse kadınlara yaklaşımı açısından oldukça tartışmalı olan yaşamının ve oyunlarının irdelendiği açık oturumlar da büyük bir ilgiyle izleniyor. ‘‘Brecht Fest’’ (Brecht Şenliği) adıyla düzenlenen etkinliklere Japonya, Macaristan, İspanya, İtalya, Fransa gibi ülkelerden tiyatrolar da sahneledikleri Brecht oyunlarıyla katılıyorlar. Her gün kapalı gişe oynanan oyunlar ve tiyatro binasının önündeki Brecht Parkı’nda düzenlenen etkinliklere gösterilen olağanüstü yoğun ilgi, Almanya’da 1953, 1956 ve 1961 yıllarında üç kez boykot edilen, uzun yıllar okul kitaplarına alınmayan, didaktik olmakla suçlanan, ‘‘modası geçti’’ denilen yazarın modasının hiç de geçmediğini, aksine özellikle tiyatro oyunlarının, bugün hala güncelliğini koruduğunu, hatta savaşa ve kapitalizme karşı tavrıyla, küreselleşen dünyada bugünkü öneminin dünden daha da fazla olduğunu gösteriyor. O nedenle bugün Brecht’e ‘‘Küreselleşen dünyanın tiyatro yazarı’’ denmesi boşuna değil... Brecht Şenliği’nin son oyunları önümüzdeki hafta içinde oynanacak ve saat 19.30’da, 25 Ağustos günü ‘‘Mezbahaların Aziz Johannası’’, 28 Ağustos ile 1 Eylül günleri de ‘‘Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi’’ sahnelenecek. 30 Ağustos günü saat 20.00’de ‘‘Sophoklesin Antigone’u’’, 31 Ağustos günü saat 20.00’de Brecht’in ‘‘Lehrstück’’ ismini verdiği didaktik oyunları ve deneme sahnesinde de saat 19.30’da ‘‘Adam Adamdır sunulacak. 1 Eylül günü saat 19.30’da ‘‘Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi’’ ve 2 Eylül günü saat 20.00’de ‘‘Cesaret Ana ve Cocukları’’, 3 Eylül günü saat 17.00’de ‘‘Evet diyen, Hayır diyen’’, saat 19.00’da da deneme sahnesinde ‘‘Bay Puntila ve Uşağı Matti’’ sahnelendikten sonra üç hafta süren Brecht Festivali saat 20.30 başlayacak bir ‘‘Brecht Serenade’’ ile sona erecek. Brecht ile müzisyen Paul Dessau, ‘Cesaret Ana ile Çocukları’ oyununun müziklerini hazırlarken. İngiliz Uluslararası Flüt Kongresi’ne ilk kez bu yıl Türkiye’den flüt sanatçısı Bülent Evcil davet edildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle