Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AĞUSTOS CUMA bilim/vaziyet Yağmur Ekim KLONLAR KUSURSUZ BİR KOPYA DEĞİL C Dönüm Özbek, kitabının sonuç bölümünde şöyle diyor: ‘‘AKP ile birlikte sistemin yetiştirdikleri artık devletin köşe başlarını tutmuş ve devleti kuşatmıştır. Bu kuşatma ortadan kaldırılmadıkça, iktidarın tüm yalanlarına karşın tehlike bitmeyecek, Danıştay yargıçlarını katletmeye kalkışan canilerin benzerleri hiçbir zaman eksik olmayacaktır. Cumhuriyetimizin son 60 yılının hemen her döneminde, adeta yarış haline getirilen kontrolsüz ve sahipsiz Kuran kursları ile imam hatip liselerini açma girişimleri, İslam dinini medeniyetler ve çıkarlar çatışmasının bir aracı haline getirirken, ülkemizin genç beyinleri aklın ve bilimin egemen olduğu bir eğitim ortamı yerine çağdışı karanlık bir ideolojinin acımasız Medya şahinleşiyor. Keskin sirke “kupür”e zarar! 17 Dolly’den alınan ders REYHAN OKSAY Amerikalılar Bush’a isyan etmiş. Haklılar, onlar da kuşatma altında! B undan 10 yıl önce sıcak bir temmuz gecesi Edinburgh’un birkaç kilometre güneyinde küçük bir barakada doğan küçük kuzu, bilim dünyasında ne büyük bir sansasyon yarattığından habersiz, meraklı gözlerle çevresini izliyordu. Kuzuya dışarıdan bakıldığında her yaz çevre çiftliklerde doğan binlerce yavrudan hiçbir farkı yoktu. Ancak Dolly adı verilen kuzu, aslında normal bir kuzudan çok farklıydı. Yetişkin bir dişi koyunun memesinden alınan tek bir hücreden klonlanan Dolly, böyle bir şeyin biyolojik olarak imkansız olduğunu savunan bilimsel nın çeşitli dereceleri olduğu ortaya çıktı. Sözgelimi kedilerini klonlamak için binlerce dolar ödeyen insanlar, yeni doğan kedi yavrusunun, yitirdikleri sevgili kedileriyle gerek dış görünüş, gerekse huy olarak bir ilgisinin olmadığını görünce çok büyük bir düş kırıklığı yaşadılar. TIPATIP KOPYA DEĞİL Ve bunlar yalnızca dışarıdan görülebilen farklılıklardı. Klonlar asıllarından yalnızca zaman açısından ayrılmazlar –Dolly’nin durumunda 6 yıl ; bunlar aynı zamanda doğal olmayan bir moleküler mekanizmanın sounucudur. Ve bu mekanizmanın birbirinin tıpatıp benzeri kopyalar çıkartmak için iyi bir yöntem olmadığı da anlaşılıyor. Aslında bu işlemin klonların genomlarına küçük kusurlar yerleştirdiği de yeni yeni ortaya çıkıyor. Bilim adamları Dolly’nin yaratılmasını sağlayan sürecin ayrıntılarını öğrendikçe Dolly’nin o kadar yıl hayatta nasıl kaldığına şaşırdılar. Dolly’yi yaratan ekibin lideri embriyolog, Ian Wilmut, "Klonlamanın nasıl olduğuna hâlâ şaşırıyoruz" diye konuşuyor. 10 yıllık bir süreden ve 15 memeli türü üzerindeki araştırmalardan sonra bu işlemin Dolly’nin doğumundan bu yana dikkati çeken bir gelişme göstermediği belirtiliyor. Klon olarak başlayan yumurtaların yalnızca yüzde 2 veya 5’i canlı bir hayvan olma şansına erişiyor. Doğan her bir klona karşın yüzlerce diğer klon ilk bir iki günü aşmayı beceremiyor, çünkü gelişim aşamasında ortaya çıkan vahim hatalar bunların hayatta kalmasını engelliyor. KLONLAMA SÜRECİNDE KARŞILAŞILAN TEHLİKELER Klonlar, kültür kabındaki ilk günlerinden ana rahmindeki son anlarına kadar, klonlama sürecinin her anında her türlü tehlikeye açıktır. (Oysa tüp bebek yöntemiyle yaratılan embriyolar ana rahminde ilk aylarını tamamladıktan sonra tehlikelerden kurtulurlar). Dolly 277 klonlama girişiminin içinde hayatta kalma başarısını gösteren tek klondur. Kaldı ki klonları yaratan bilim adamları, klonların yaşamasının bir kural değil istisna olduğuna inanıyor. Böyle düşünmelerinin nedenini anlamak da çok zor değil. Memelilerde klonlama, üç hayvanın, yüzlerce yumurtanın, yüzlerce olgun hücrenin devrede olmasını gerektiren çok hassas bir işlemdir. Bu süreçte en kritik aşama yetişkin hücrenin gelişimini tersine çevirmektir. Gelişkin bir hücre, diğer hücreler gibi, DNA’sında organizmanın tüm izlerini taşır. Bilim adamları bir şekilde bu olgun, tümüyle gelişmiş hücreyi kandırarak, genetik saatini yeniden kurmak zorundadır. Burada amaç, hücrenin bir embriyo gibi yaşama yeniden başlamasını sağlamaktır. Bu aşamaya çekirdek transferi adı verilir. Başlangıçta yumurtanın çekirdeği çıkartılır ve yerine yetişkin hücreden alınan çekirdek yerleştirilir (Dolly’de dişi koyunun memesinden hücre alınmıştı). Bu iki unsurun kaynaşması elektrik akımı ile sağlanırken, hibrit hücrenin embriyo gibi bölünmesi kimyasal müdahale ile sağlanır. Doğal olarak bu kadar karmaşık bir işlem her zaman yolunda gitmez. "Ben bu süreci kumara benzetiyorum" diye konuşan Wilmut, "Bu yöntemi sürekli olarak kullansanız dahi, bazen çok anormal, bazen normale daha yakın klonlar elde edebiliyorsunuz" diyor. EN SIK RASTLANILAN KUSURLAR Bugüne dek klonlanan memelilerde en fazla görülen bozuklukların başında "büyük yavru sendromu" denilen olay gelir. Bu klonlar normalden büyük doğarlar ve ilk haftalarda soluk almakta zorlanırlar. Bunları doğuran "anneler" ise normalden uzun bir hamilelik dönemi geçirir ve doğum genellikle zorlu geçer. Bunun büyük bir olasılıkla nedeni, plasentalarının büyük olmasıdır. Wilmut’un klonlanmış kuzularından bazılarının vücutlarında karın bölgesindeki kas ve derinin iki ucu tam olarak kavuşmamış olabiliyordu. Diğer bilim adamları, kendi yarattıkları klonlarda beyin ve böbrek fonksiyonlarında bozukluklar tespit ettiklerini bildirdiler. Başka klonlarda ise kalbin tam olarak gelişmediği bildirildi. EMEKLİ Tümgeneral Osman Özbek, Ümit Yayıncılık’tan çıkan ‘‘Laik Cumhuriyete 11 Kurşun’’ kitabında Danıştay’a yönelik kanlı saldırıyı değerlendiriyor. Danıştay saldırısını kamuoyuna yansıyan bilgi ve belgelerden yola çıkarak yorumlayan Özbek, halkın önüne çok açık bir tablo koyuyor: Danıştay saldırısı Türkiye’nin içinde bulunduğu tehlikeyi göstermesi bakımından bir dönüm noktasıdır. Kitabın yayımından sonra Danıştay katili Alparslan Arslan’ın babası Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı ilköğretim müfettişlerinden İdris Arslan’ın ‘‘Laiklik adı altında bu ülkenin değerlerine düşmanlık ediyorlar. Milletin değerlerine hakaret edene bu millet gereken dersi verir, bunu herkes bilsin’’ şeklindeki meydan okuması Özbek’in ne denli doğru bir saptama yaptığını gösteriyor. tahribatına ve buyruklarına terk edilmiştir... İrticai ve bölücü tehdidi içinde taşıyıp destekleyenlerin bir nevi son koalisyonu olan AKP, iktidara geldikten sonra tüm bu gerçekleri yok kabul ederek, halkı AB masallarıyla uyutmanın ve oyalamanın yollarını bulabilmiştir. Çeşitli yalanlar ve pembe vaatlerle laik Türkiye Cumhuriyeti’nde iktidarlaşmayı başaran uygarlık dışı irticai ve bölücü güçler, AB ve ABD’nin yardımlarıyla 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı makamını ele geçirerek devletleşmeyi bekliyorlar. Eğer bu ülkenin demokrat, Atatürkçü, laik ve ulusalcı güçleri hâlâ uyanmazlarsa, sorumluluklarını anımsayıp görünen tehlikeye karşı birleşemezlerse, son pişmanlıkları ya da gecikmiş gayretleri hiçbir yarar sağlamayacaktır.’’ Daha ne demeli ki! Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Sporcular Akif Kökçe: ‘‘Bulgaristan’da yetişmiş soydaşlar, Almanya’da yetişmiş gurbetçi çocukları, Afrikalı ve Brezilyalı sporculara verilen vatandaşlıklarla Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü değil Turizm ve Spor Genel Müdürlüğü!’’ Toprak BABALAR gibi satmakla övünen, kendini ülkeyi pazarlamakla görevli sayan bir iktidar var. Siyaset değil sanki ticaret yapıyorlar ve fakat ürettikleri hiçbir şey yok. Eldekini avuçtakini satarak sürekli tüketiyorlar. Bülent Esinoğlu şöyle diyor: “Özelleştirmeler başlarken halkı ve sendikaları verimlilik, sermayenin tabana yayılması ve kalite gibi güzel laflarla kandırdılar. Özelleştirmeye karşı olanlar azınlıkta kaldı; sesini duyuramadı. Özelleştirmeden sonra neler olabileceğini Türk halkına anlatamadılar. En önemlisi de ekonomik güvenliğin dolayısı ile de iç güvenliğin kalmayacağını anlatamadılar. Halen Fransa’da ekonominin içinde devlet payının yüzde 56 olduğunu Türk halkı bilmez. Amerika güvenlik sebebi ile limanlarını Çin’e satmadı. Biz ise, Atina’da Yunan Bakanlar Kurulu’nu Amerikan Büyükelçiliği’ne bağlayıp hoparlör ile dinleten telefon şirketi Vodafone’a Telsim’i sattık. Telekom’u İngiliz haber alma teşkilatının adamlarının kurduğu şirkete sattık. Savaşta generallerimizin konuşmalarını Amerikan karargâhlarında hoparlör ile dinleyecekler! Çimento fabrikalarını satarken D olly’nin doğumunun üzerinden tam 10 yıl geçti. Bu süre içinde klonları ayrıntılı bir şekilde izleme fırsatı bulan bilim adamları, bunların kusursuz bir kopya olmadığını, orijinallerinden farklı bir yapıya sahip olduğunu ortaya çıkarttılar. dogmayı yerle bir etti. Dolly’nin doğumuyla, dünyanın dört bir yanındaki laboratuvarlarda bir klonlama yarışı başladı. Bu çalışmalarla birlikte uzak bir hayal olan insan klonlama konusu da yeniden gündeme taşındı. Aradan geçen 10 yıl içinde bilim adamları Dolly’nin aslında ne kadar farklı olduğunu anladılar. Bu ilk kuzunun ardından onlarca hayvan daha klonlanmıştı. Bunların arasında fareler, kediler, inekler, domuzlar, atlar ve son olarak köpekler de yer aldı. Zaman içinde klonlanan bütün hayvanların şöyle ya da böyle kusurlu olduğu da anlaşıldı. Klonların genel olarak, en ince ayrıntısına kadar aslının birebir kopyası olduğu düşünülür. Ancak genetik kopyalama Klonlamanın geleceği K lonlamanın geleceği söz konusu olduğunda olumlu bir gelişmeden söz edebiliriz. Bu da kusurların yalnızca klonlarla sınırlı olması ve bir sonraki nesle geçmemesidir. Klonlar sıradan, normal hayvanlarla çiftleştiği zaman bunların yavrusu, yumurta ve spermin doğal birleşmesi sonucu yaratılır. Bu da klondaki programlama hatalarını ortadan kaldırır. Bunun kanıtı Dolly’nin 5 adet sağlıklı kuzu doğurmasıdır. Klonlanmış inekler, domuzlar ve farelerin de normal yavrular doğurduğu bildiriliyor. Fakat klonlar diğer klonlarla çiftleştiği zaman sağlıklı yavru alma olasılığı çok azalıyor. Bu şekilde üretilen farelerde her nesilde bu kusurların giderek birikip arttığı görüldü. Bilim adamlarına göre yeniden programlama hatalarının pek çoğu DNA metilasyon adı verilen bir süreçten kaynaklanır. Normal gelişme sırasında metil grubu adı verilen moleküller hassas bir zamanlama düzeni içinde kendilerini DNA’ya bağlar. Bu düzende hangi genlerin kendini ne zaman ifade edeceği belirlenir. Oysa klonlama sırasında bu düzen normal zamanında olduğu gibi kurgulanamaz. Bu, bir romandaki tüm sözcükleri çekip çıkartıp, birbiriyle karıştırdıktan sonra orijinal kitabı yeniden yaratmaya benzer. Burada önemli olan bölümleri, sayfaları ve sözcükleri yerlerine doğru oturtmaktır. Böyle bir olasılık ne kadar az ise klonlamada da her şeyin yerli yerine oturma olasılığı da o kadar azdır. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden genetikçi Rudolf Jaenisch, klonlanan bir hayvanın genomundaki genlerin yüzde 4’ü veya 5’inin doğru ifade edilmediğine inanıyor. Bunun da büyük bir olasılıkla nedeni hatalı metilasyondur. "Yeniden programlama tüm genomu etkiler" diye konuşan Jaenisch, "Bugüne kadar yaptığımız deneylerden elde ettiğimiz bulgulara göre klonlanmış hayvanlar normal olamazlar. Normale yakındırlar, fakat normal değildirler" diyor. MEMELİLER HATA KALDIRABİLİRLER Bir memelinin vücudu şaşırtıcı derecede hata kaldırabilir ve küçük programlama hatalarını kendi içinde telâfi eder. İşte bu nedenle klonlardaki genetik değişiklikler, hayvanlarda ölçülebilir işlevsel etkilere yol açmayabilir. Dolly şanslı klonlardan biriydi. Gözlenen iki önemli hatası vardı. Biri erken yaşta gelişen artrit hastalığı, diğeri ise hücrelerindeki telomerlerin normalden kısa olmasıydı. Telomerler kromozomların ucunda bulunan DNA parçalarıdır ve hücrenin yaşına ilişkin bilgi veren biyolojik bir saat gibidir. Genel olarak bir telomer ne kadar kısaysa hücre o kadar yaşlıdır. 6 yaşındaki bir dişi koyunun klonu olan Dolly’nin telomer boyları, bir bebek kuzununkinden çok biyolojik annesininki kadar kısaydı. Dolly’nin kısa yaşamının kısalmış telomerlerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Wilmut ve ekibi 2003yılında, koyunlarda yaygın görülen bir viral enfeksiyona bağlı olarak akciğerinde kanser gelişen Dolly’yi uyutmaya karar vermişlerdi. Otopside kanserin dışında her şeyin normal olduğu görüldü. Klonların hasarlı olması –hasar ne kadar küçük olursa olsun yalnızca insan klonlanmasına karşı olan bilim adamlarının elini güçlendirdi. Jaenisch çalışmalarına dayanarak insan klonlamanın söz konusu edilemeyeceğini ileri sürüyor. "Güvenilir bir şekilde insan klonlanacağına inanmıyorum" diye konuşan Jaenisch, "Bu teknolojik bir konu değil. Bu biyolojik bir engel. Normal bir embriyonun metilasyon düzeni klonlamada uygun bir şekilde yeniden kurgulanamaz" diyor. HASTALIK TEDAVİSİNDE KLONLAMANIN ROLÜ Jaenisch ve Wilmut insanlarda görülen hastalıkların tedavisinde klonlamanın çok büyük yarar sağlayacağına inanıyor. Wilmut ve diğerleri halihazırda inek, koyun ve domuz hücresi yarattılar. Bu hücreler genetik olarak elden geçirilerek yararlı insan proteinleri üretmeleri sağlandı. Daha sonra bu hücreler klonlanarak canlı hayvanlar yaratıldı. Burada amaç, hayvanların ürettiği sütten hedef proteinleri elde etmekti. Bu yaklaşımın hastalar için güvenilir ve sürdürülebilir bir tedavi olanağı sağlaması için bir 10 yıla daha ihtiyaç duyabiliriz. Ayrıca bu yöntemin başarılı olacağına dair bir garanti de söz konusu değil. Ancak Wilmut’un işaret ettiği gibi kimse Dolly’nin 10 yıl önce sıcak bir temmuz gecesi tarih yazabileceğini tahmin etmiyordu. Kaynak: Time, 10 Temmuz 2006 çimento ucuzlayacak demişlerdi. Şimdilerde Türk halkına çimentonun tonunu 100 dolardan, dış ülkelere 40 dolardan satıyorlar. Özelleştirme demek Türkiye’nin içinin boşaltılması demekti. İçinin boşalması demek güvenliğinin de kalmaması demekti. Şimdi oraya geldik. Bugünlerde tek konuştuğumuz şey güvenlik. Türkiye için parçalanma haritaları Amerika’da çiziliyor. Kanla çizdiğimiz çizgiler Amerikan tükenmezi ile çiziliyor. Borçları borç ile ödemeye çalışan bu hükümet hiçbir, Cumhuriyet hükümetinin borçlanmadığı kadar borçlandı. Üreterek ödemek yerine borçlanarak ödemek yolunu seçti. Orduya yeterli lojman ödeneği vermedi. Doğu’da devlet lojmanının ne demek olduğunu İstanbul’da ahkâm kesen özelleştirme şampiyonları ve mandacı medya kuruluşları bilemez. Ama hatırlıyorum bu kuruluşlar nasıl da lojmanları özelleştirin diye çığlıklar atıyorlardı. PKK ile savaşan bir astsubayımız lojman olmadığı için kaldığı evde katledildi.Şimdi de İspanya’daki gibi toprak satacaklarmış. Demek istiyorlar ki bakın AB ülkesi de satıyor, biz de satarız. İspanya parçalandı. Satmaya devam etsinler, daha fazla parçalanırlar. Toprağını veren devletini de verir!” Boğmaca Anıl Öçal: ‘‘Yüzme bilmeyen iki imam boğulmuş. Bilmediği işi yapan imamlar da başka insanları boğuyor!’’ Geliştirim Erol İşisağ: ‘‘Kültür Bakanı Koç, 30 yıl önce kaymakamlık yaptığı Koyulhisar’da ‘Türkçe’nin özelliklerini burada öğrendim. Nasip bu ya, 30 küsur sene sonra tekrar gelmek nasip oldu’ demiş. 30 yıl içinde Türkçe’sini epey geliştirmiş!’’ Resim Sergisi ürk Sanayii Nefise Derneği, 8. sergisini Galatasaray Lisesi salonunda dün açtı. Saat tam üçte başlanan küşad (açılış) merasimine pek az kişi iştirak etmişti. Merasim saat üçte ressam Şevket Bey’in nutkuyla başladı. Şevket Bey nutkunda, başta Gazi Paşa hazretleri olduğu halde Cumhuriyet hükümetimizin sanayii nefise (güzel sanatlar) hakkında gösterdiği alâkaya teşekkür ettikten sonra, bu seneki sergi ile 8. sergilerini açan Türk Ressamlar Cemiyeti’nin, Maarif Vekaleti’nin emriyle daha sonra Türk Sanayii Nefise Derneği’ne inkılab ettiğini (dönüştüğünü), 8. sergiyi açmak şerefinin derneğe verildiğini beyan ederek resmi küşadda hazır bulunan zevata teşekkür etti... Ziyaretçiler, fırçalarının kudretine iman ettikleri üstatların heyecan verecek eserlerini bir an evvel görmek arzusuyla içeri girdiler. Maalesef herkes ümit ettiği tabloyu görememekten mütevellit bir ümit kırıklığına uğramıştı. Neden olduğunu bilmiyoruz. Ressamlarımız fırçalarından beklediğimiz eserleri bu sene bize veremediler. Bunu kendileri de itiraf etmektedirler. Hatta güzel tabloları, güzel portreleriyle fırçasının kudretini hakkıyla isbat eden Çallı İbrahim Bey diyordu ki; “Sergi hakkında fikrimi sormayınız. Belki çok müşkülpesendim de onun için. Bu sergi Türk ressamlarına yakışacak bir sergi değildir. Hükümet böyle dar bir zamanda 8 bin T İbrahim Çallı (18821960)... liralık resim almak suretiyle derneğe yardımda bulundu. Diğer taraftan Maarif Vekaleti derneğe 3 bin lira vermek suretiyle memlekette sanatkârların takdir edildiğini isbat etti. Bununla beraber ressamlar kendilerinden beklenen kudreti göstermediler. Bundan şöyle bir netice elde edilir ki, iyi eser meydana getirmek için para, hükümetin, halkın alâkası kafi değildir. İyi eser, iyi tablo para ile değil, ressamın fırçasının kudretiyle meydana gelir. Fakat görüyorsunuz ki, çalışmamışız, kudretimizi isbat edememişiz.” “Mehtap Âlemleri” gibi her vakit güzel eserlerinin önünde tabiatın lâyemut (ölümsüz) güzelliğini bütün kudretiyle heyecan duyarak seyrettiğimiz üstadın bu hazin itirafları karşısında yüreğimiz sızladı. Üstadla beraber tabloları tetkike başladık. Duvarda fakir çerçeveler içinde asılı duran resimlerden ba zıları Çallı İbrahim Bey’in bu mütevazı ve bedbinane (kötümser) itiraflarını hiç olmazsa bir dereceye kadar tekzib edebilecek kudreti haizdiler. Bununla beraber eski senelere kıyas edilemezdi. Her ziyaretçinin gözünü en fazla cezbeden eser, Fahiman Bey’in “Çıplak Kadın”ı idi. Nazmi Ziya Bey’in “Genç Kız” ve “Dalgın” portresi bir dereceye kadar nazarları cezbeden eserlerdendi. Celil Paşa’nın “Peyzajlar”ı, Sami Bey’in o meşhur “Kağnılar”ı, “Ankara Pazarı”, Hikmet Bey’in “Süleymaniye’den İstanbul’un Görünüşü”, Eşref Bey’in “Topkapı Sarayı’ndan Kütüphane”, Hamide Rıza Hanım’ın “Ortanca”, Sermed Bey’in “Cami Köşesi”, bunların hepsi bir dereceye kadar güzeldi. Fakat bütün resim sergisi işte bundan ibaret. 31 Temmuz 1926 Cumartesi