06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 MUSTAFA KEMAL’İN YETİŞMESİNDE DERİN İZLERİ OLAN TEVFİK FİKRET’İ ANIYORUZ C inceleme İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER AĞUSTOS CUMA Doksan bir yıl sonra İnsan melek olsaydı cihan cennet olurdu ...... Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer ...... Hak bellediğin yola yalnız gideceksin ...... Varsın bulunmasın bilecek nâm ve şânını ...... Dâimâ önde, dâimâ yukarı ...... Düşmek, etrafı görmemektendir ...... Sen yoruldukça yol uzar, artar Çalı dişler, taş ağrıtır, yırtar ...... Evet sabah olacaktır. Sabah olur geceler ...... ‘Aydınlanma’... işte asrımızın emellerinin ruhu ...... Zafer biraz da hasar ister ...... Sen zanneder misin ki ‘benim’ hep elemlerim Heyhat! Ben günlerin dertlerini inlerim ...... Zulmün topu var, güllesi var, kalesi varsa Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır ...... Bütün âlem kuvvetin esiridir du. Sakalı tıraşlı, gözleri kapalıydı. Başının altındaki yastığın kılıfı ve göğsüne kadar çekilen örtü gibi Boğaziçi’ni seyrettiği pencerenin perdeleri de bembeyazdı. Etrafı, bahçesinde yetiştirdiği çiçeklerle bezenmişti. Kısa kollu geceliğinden taşan kolları, ölüm döşeğindeki bitik bir adamınkinden çok hâlâ güreş tutabilecek bir eski ve güçlü pehlivanınkileri düşündürüyordu. Sanki ölmemişti de sıcak bir ağustos gününün esintisinde öğle uykusuna yatmış gibiydi. ‘Vicdanla inandığı’, ‘ulvi ve münezzeh’, ‘kudsî ve muallâ’ ‘kudreti külliyesine’ kavuşmuş olmanın mutluluğu okunuyordu huzurlu yüzünde... Bu kadar canlı, rahat ve güzel bir ölü yüzü daha önce belki de hiç görülmemişti...’’ Gelmiş geçmiş en başarılı öğrencisi ve müdürü olarak, külleri üzerinde adetâ yeniden yarattığı Galatasaray’ın Mezunlar Derneği ile Türkiye Yazarlar Sendikası eşzamanlı bir tören düzenlemişti, Fikret’i doksanıncı ölüm yılında anmak için. Dış ve iç güçlerin elbirliği ile ülkemizi yeniden ortaçağ karanlığına sürüklemek istediği günümüzde yüzlerce insan, sözbirliği etmişçesine çevresinde toplanmıştı. O yağmurlu ve biraz kasvetli günde Fikret’in ışığı aydınlatıyordu sanki ortalığı. Herkes, birbirine, Cumhurbaşkanı Sayın Sezer’in yayımladığı Fikret’le ilgili o güzel, çarpıcı ve uyarıcı mesajı görüp görmediğini soruyordu. Tarihimizin en karanlık ve umutsuz döneminde bir Tevfik Fikret ışığı parlamamış olsaydı, belki bir Mustafa Kemal’imiz de olmazdı. ‘‘Ben inkılap ruhunu Fikret’ten aldım...’’ diyen gencecik Mustafa Kemal Paşa, yurdu kurtarmak için Anadolu’ya çıkma kararını bile, anısını bir kez daha yaşamak için 19 Ağustos 1918 günü Âşiyan’a giden yokuşu tırmanırken açıklamıştır. FİKRİ HÜR, İRFANI HÜR BİR ŞAİR Tarihimizin en karanlık ve umutsuz döneminde bir Tevfik Fikret ışığı parlamamış olsaydı, belki bir Mustafa Kemal’imiz de olmazdı. Fikret, ‘‘Kimseden fayda ummam, dilenmem kol kanat’’ mı demişti, işte O da ‘‘Bağımsızlık benim karakterimdir...’’ diyordu. Fikret, ‘‘Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim’’ diye mi haykırmıştı, işte Mustafa Kemal de daha 1924’te öğretmenlere hitaben ‘‘... Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki Cumhuriyet sizden, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmenizi ister...’’ diyor ve ekliyordu: ‘‘... Fikret’in Tarihi Kadim’i yok mu, işte o dünyada yapılması gereken bütün devrimlerin kaynağıdır...’’ İlginç bir rastlantı: Mustafa Kemal’in yetişmesinde derin izleri ve etkisi olan Tevfik Fikret de ‘‘Ölümün artık yaklaştığını hissediyorum...’’ dediği son günlerinde Mustafa Kemal’i ‘keşfetmişti’. O’nun Çanakkale savaşlarındaki başarı haberlerini heyecanla izliyor ve ‘‘Ah... Gelibolu’daki şu miralayı bir görebilsem!.. Tanıyabilsem!..’’ diye hayıflanıyordu. Ağabey kardeş yaşlarında idiler. Birbirlerini hiç görmediler ama aralarında sanki gizemli bir bağ; bir aydınlık, çağdaşlık, yurtseverlik ve uygarlık köprüsü vardı. Ülkemizin bilinçsiz, bilgisiz, birikimsiz ve aydınlıktan yoksun ellerde yeniden karanlıklara sürüklenmek istendiği günümüzde, Atatürk’ü ve O’nun esin kaynağı Tevfik Fikret’i anlamaya, yaşatmaya ve fikirlerine sımsıkı sarılmaya her zamankinden fazla gereksinme duyuyoruz. Korkunun Ecele deneyimli, birikimli insanların sözü dönüp dolaştırıp siyasetin din istismarlığına, eğitimdeki gidişe, duydukları kaygıya getirmeleri üzerine düşünür dururdum. Bunca yılın birikimine, emeğe, devrimlerin önemine karşın tehdit bu kadar büyük olabilir miydi? 1980’ler sonrası gelişmelerde, hele de AKP iktidarından sonra ben de kendimi çok kaygı duyanlar arasında buldum. 2. cumhuriyetçi aydınlar, hele de tuzu kuru liberaller kaygı duyanlarla alay etme eğilimindeydiler. Türbanı siyasal İslamcıların modernleşme, özgürleşme aracı olarak görüyor, imam hetiplerin patlamasını doğal karşılıyorlardı. İşi, ‘‘Canım sen de çocuğunu kolejde okutursun, şeriat gelirse AB’ye kaçarım’’ züppeliklerine vardıranlar bile oldu.. Kimileri 100 Temel Eser’in Milli Eğitim Bakanlığı aracılığında dinci terminoloji ile çevrilmesinden biraz şaşırmış gibiler. Hâlâ bakanlığın bilinçli işin içinde olduğuna inanmak istemeseler de çocuklar üzerindeki etkisinden kaygılanmışlar, bizim paranoyamızın kendilerine de geçmiş olabileceği sorgulamasındalar. İki gece önce bir dostla taksiye binmek zorunda kaldım. Sanırım iki kadın olarak bunaltıcı sıcakta giydiklerimizi fazla açık saçık bulmuş olacak, tepki vermek, bizi imana getirmek üzere radyosundan çok yüksek sesle bir kanal açtı. Cehenneme gideceklerin başlarına gelecekler, cehennem tasvirleri ile anlatılıyor, araya Kuran ayetleri giriyordu. Sürekli dikiz aynasından tepkimizi ölçüyor, belki de kavga etmemizi istiyordu. Önce düşünmedim de değil. Ama sonra karşımdakini bilemekten öte bir işe yaramayacağını, artık aynı dili konuşamaz noktalarda olduğumuzun acı acı ayrımında olarak sustum. Sokağa bakarak dikkatinden uzaklaşmayı seçmişken Fatih Caddesi’nde, türbanlı, çarşaflı, cüppeli dolaşanların çok büyük çoğunluğa ulaşmış olduklarını bir kez daha gözlemledim.. Telvizyonlar, medya, haber ağırlığında on binleri geçmeyen televole dünyası ile kitleler daha ne kadar aldatılacak? İstanbul’da bile gün gün içki yasağı gelen mekânların sayısı artıyor. Kadın ve erkeklerin ayrıldığı oteller, haşemalarla denize girilen kıyılarda bu yıl patlama var. ABD, AB’nin çıkarlarına baştan gebe, Türkiye’ye biçtikleri ılımlı İslam iktidarını, birlikte, barış içinde yaşam şansı olarak görmek isteyenler, gerçeklerden kaçmaya çalışanlar için kaçacak delik kalmadı... E ORHAN KARAVELİ airliğinin, yazarlığının ve ressamlığının yanı sıra bir amatör mimar da olan Tevfik Fikret’in planlarını çizip neredeyse elleriyle yaptığı ve ‘kuş yuvası’ anlamına ‘Âşiyan’ adını verdiği evinin çevresi, Rumelihisarı’nın, Boğaziçi’nin bu güzel köşesi, zamanla ‘Âşiyan’ diye anılır olmuş. Yamaçlara uzanan, yakınlardaki biraz bakımsız mezarlık bile ‘Âşiyan’ diye bilinmiş. Şair Nigâr Hanım’lardan ‘Medine müdafii’ ünlü Fahrettin Paşa’lara kadar kimler yatmıyor ki burada?.. İşte, Fikret’in çok sevdiği Âşiyan’ına tırmanan dik yokuşla sayısız taş basamağın sessizliği, geçen yılın 19 Ağustos günü, sabah saatlerinden başlayarak alışılmamış bir canlılık ve hareket yaşadı. Birbirlerine destek olarak ya da bastonlarına dayanarak yürüyen yaşlılar, gencecik çiftler ve coşkuyla merdivenlerde koşuşturan çocuklar... Ş mura aldırış etmeden. Âşiyan’ın önündeki, Fikret’in elleriyle düzenlediği bahçeye ulaşanların sayısı çok geçmeden üç yüz kişiyi, belki daha da fazlasını bulmuştu. Batı müziği yapan bir ‘dörtlü’ karşılıyordu onları. Yanı başındaki Boğaziçi Üniversitesi’nin (eski Robert Kolej) bahçedeki banklara oturup irili ufaklı tekneleri seyreden öğrencileri, o sabahki kalabalığa bir anlam vermeye çalışıyor olmalıydılar. Belki farkında değillerdi ama takvimler o gün 19 Ağustos tarihini gösteriyordu. ‘ARTIK YIKILIYORUM’ ‘Türk Aydınlanması’nın büyük ismi ve öncüsü; Mustafa Kemal’in, İlhan Selçuk’a göre ‘çok şey borçlu olduğu’ esin kaynağı; ‘karanlıklarda bir ışık gören ve o nura doğru yurttaşlarını götürmeye çalışan...’ Tevfik Fikret, doksan yıl önce o sabahın erken saatlerinde ölmüştü: ‘... Artık yıkılıyorum... yavrum... yavrum...’ diyerek ve cam fanuslu saat 02.20’yi gösterirken, Âşiyan’ın deniz manzaralı bir odasında. ‘‘... Sırtüstü yatıyor ve hiç de ölmüşe benzemiyor YAĞMURA KARŞIN Üstelik, ‘ahmak ıslatan’ türünden aralıksız bir yağ vet sayın bayanlar, baylar.. haberleri dinlemeyerek, rahatsız olduğunuz ortamlardan uzaklaşarak, yaşam çevrenizi daraltarak, korktuğunuz, yüz yüze gelmek istemediğiniz gerçeklerden nereye kadar kaçabilirsiniz? Büyükçekmece’de pazar sabahı.. Balkonun içindeymiş gibi silah sesi patlıyor. Ürküntü ile arkasından çığlık seslerinin gelmesini bekliyorum. Gelmeyince rahat bir nefes almış olarak babama, ‘‘Neyse ki ölü, yaralı yok’’ diye yorum yapıyorum. Sonra olaya tanıklık eden kız kardeşimden gerçeği öğreniyorum. Üst kat komşuları genç askerden dönmüş, sağ salim döndüğü için bütün komşular sevinmiş. Geleli daha bir saat olmadan balkondan silah sesi gelince bu kez korku, öfke ile sokağa fırlamışlar. Delikanlı havaya ateş ediyormuş. Durmasını isteyen komşularını, ‘‘Korkmayın, kurusıkı, biz askerde bunların hakikisini kullanıyorduk’’ diye susturuyormuş. Delikanlının ruhsal durumu parlak değilmiş... Zaten otogara oldukça yakın sayılan Vatan Caddesi’ndeki kendi evimde, her gece ilerleyen saatlerde askere gönderme alayları ile yüreğim hep ağzımda. Kimi zaman deli gibi kullanılan araçlardan sarkanların düşmelerinden, kimi zaman atılan patlayıcıların arasında gerçeklerinin olmasından tedirgin bekliyorum. Cumartesi akşamı biraz geç bir saatte eve geliyordum ki korktuğum yaşanmış. Emlak bloklarının önünde tümden yanmış bir taksi iskeleti. Yanında ona çarpmış, asker uğurlayan bir konvoydan kopmuş gençlerin kamyoneti. Hâlâ ayılamamış gençlerin taşkınlıkları arasında zabıt tutmaya çalışan polisler.. PKK terörü ne zaman tırmansa bu türden görmek istemediğimiz sahneler artıyor. En çok da cenazelerdeki mitinge dönüşen kalabalıklarda, öfkeyi, toplumsal çaresizliği, bilenmeyi ürkerek izliyoruz.. Üç büyük kulübün amigolarının stadyumlardaki gösterileri için vardıkları anlaşmayı haberlerden öğrendiğimde, bir sonraki aşamanın ne olabileceğine ilişkin ürktüm. Sonra hiç beklenmedik yerlerden bu öfke hangi biçimlerde patlak verecek dersiniz? Erdoğan hükümeti işte bu tabloda İsrail’in güvenliği adına ABD talimatı ile Lübnan’a asker göndermeye kalkışıyor... ??? Gençliğimde kendime örnek almak istediğim insanlar arasında en ön sıralarda sayacağım Velidedeoğlu Hoca ya da Nadir Nadi gibi Fikret Akif kavgası T evfik Fikret’in din ve inanç konularındaki farklı yaklaşım ve felsefesi ile bir Amerikan eğitim kurumunda, üstelik Türk edebiyatı üzerine dersler vermesini doğru bulmayan Mehmet Akif (Ersoy), kendisi hakkında bilinen tek eleştirisi bile olmamış çağdaşı Tevfik Fikret’e alışılmadık ağırlıkta bir dille sataşmaktan ve ‘hükümeti’ ona karşı sessiz kalmakla suçlamaktan çekinmemiştir: Robert Kolej’deki sanat dâhisinin kalemi Vurur bu darbeyi isterse. Çünkü haddine mi Hükümet’in ona kalkıp da itiraz etmek? Herifte bandıralar çifte, tek de olsa direk! ...... Dehâların çoğu ekzantrik ya hani, Bu ‘personaj’da var bir deli kılıklı mani! ...... Şimdi Allah’a söver, sonra biraz bol para ver, Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder! Akif’in, edebî düzeyden ne yazık ki yoksun bu sataşmasına Fikret’in 2 yıl bekledikten sonra, 1914 Kasımı’nda ‘Tarihi Kadim’e Zeyl’le (Eski Çağlar Tarihine Ek) verdiği yanıt, onun yüksek insan niteliklerini, açık kalpliliğini, eksilmez coşkusunu ve ne denli ‘fikri hür, irfanı, vicdanı hür bir şair’ olduğunu gözler önüne serecek özellikler taşımaktadır: Ben ki, üç beş pulu tercihinden Protestanlara zangoçluk eden Şairim... Kesin bilgi kürsüsünün ziyneti, İslam dininin yorumcu şairi ‘Molla Sırat’ hazretlerine edebî Saygılarımı sunarak Tereddütsüz diyorum ki: Zangoçluk Sıfatına lâyık bulunduk; ...... Bana anlatma o güzel dini, Bilirim ben de senin bildiğini; ...... Bilmeden, görmeden inan ettim, Nefsimi dinime kurban ettim; ...... Anladım çünkü hakikat başka, Başka yoldan varılırmış Hakka. ...... Şimdi cennete cehenneme aldırmadan Süzerim evreni hayran hayran! ...... Müminim: Varlığa imanım var, Her kanat bir meleği açıklar Peygamberlere göstermem ilgi, Bir örümcek götürür Hakka beni... Kitabım tabiatın kitabı. Bendedir iyinin de kötünün de sebebi... ...... Taşırım coşkun yüreğimde İnsanın aşkını da elemini de... ...... Dini Hakk bence bugün dini Hayat. Sen ne dersin buna, Ey ‘Molla Sırat’? Tevfik Fikret Aşiyan’daki müzesinde anıldı Kültür Servisi Yazar, düşünür Tevfik Fikret’in 91. ölüm yıldönümü olan 19 Ağustos günü, Aşiyan’da ‘Tevfik Fikret Müzesi’nde onu anmak isteyenler bir araya geldi. 19 Ağustos günü sabah saatlerinde Galatasaray Lisesi Mezunlar Derneği Başkanı Reha Bilge ve beraberindekiler, saygı duruşu ve çelenk bırakmalarının ardından, Tevfik Fikret’in yaşamı ve gerçekleştirdikleri üzerine konuşma yaptılar. Tevfik Fikret’in ölüm yıldönümünde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi de müzeye bir çelenk gönderdi. Orhan Karaveli, ‘‘Ölümünden 91 yıl sonra aydınlanmanın büyük şairi ve Mustafa Kemal’in esin kaynağı Tevfik Fikret’i coşkuyla anıyoruz. Geçen zaman içinde Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehlikeli durum daha iyi anlaşıldıkça Tevfik Fikret’in bir aydınlanma savaşçısı olarak kişiliğini de daha iyi algılayabiliyoruz. Aydınlanmacı, hümanist ve yurtsever bir şair olarak Türkiye’nin geleceği için kendini adeta harcamış ve kalemini silah gibi kullanarak Atatürk’e ışık tutmuştu’’ diyen Karaveli, bugün Fikret’in anlaşılmasının daha da anlamlı olduğunu söylüyor. Tevfik Fikret Müzesi Müdürü Ata Yersu, 1945’te açılışı yapılan Türkiye’nin bu ilk edebiyat müzesinde, Tanzimat Dönemi’nden Edebiyatı Cedide’ye çok önemli isimleri daha iyi tanımanın mümkün olduğunu, son birkaç yıldır da müzeye daha çok ziyaretçinin geldiğini söyledi. Yersu, Türkiye için çok önemli kişilerin ve Tevfik Fikret’in öneminin son yıllarda daha da iyi anlaşılmaya başlandığını belirtti. Kavgalı babaların talihsiz çocukları 1959’da Vatan gazetesi adına Amerika’da iken Haluk’un izini bulmaya çalışmış fakat başarılı olamamıştım. Geçen yıl Fikret üzerine çalışırken ziraat mühendisi Fikret ve seksen beşindeki eğitimci eşi Ali Kaygı çifti ile tanıştım. Kazandıkları bursla ve çocuklarıyla birlikte Amerika’ya giden Kaygı’lar, Haluk Fikret’le yakın ve sıcak bir dostluk kurmuşlar ve çok satışlı bir gazetenin 1962 yılında ve birinci sayfadan ‘Papaz Haluk’ tanımlamasıyla okuyucularına adeta teşhir ettiği Haluk Fikret’in ne denli saygın, sevilen ve bilge bir insan olduğunu görmüşlerdi. Türkçesi fena değildi. Babasının kimi şiirleri hâlâ ezberindeydi. Türklüğünü unutmamış ve uzun süre Türkiye’ye dönmek ve burada bir iş bulup eşiyle birlikte yerleşmek için her yolu denemişti. Ne ki bazı yakınları yazdıkları mektuplarla onu bu kararından caydırmışlardı? ‘‘... Sakın gelme!’’ demişlerdi, ‘‘Oralarda din değiştirmişsin. Gelirsen burada seni tükürükle boğarlar!..’’ Aydın bir çift olan Kaygı’lar, ellerindeki bütün kayıt, belge ve fotoğrafları bana verdiler. Bu sayede, ‘Haluk’un Bayramı’nın, ‘Vedası’nın, ‘Amentüsü’nün, ‘Defteri’nin yanında Haluk’u nihayet ve gerçek kişiliğiyle tanımış olduk. 1893 İstanbul doğumlu Haluk, 72’nci yaş gününe beş gün kala Florida’nın Orlando kentinde öldü. Amerikan gazeteleri ölüm haberini ‘‘... başını defne yapraklı bir tacın süslediği büyük Türk şairi Tevfik Fikret’in oğlunu kaybettik’’ diye verdiler. Yüksek mühendis, üniversite hocası, işadamı ve başrahip olarak ‘Türk’ adını onurla taşımıştı. Seçkin ve saygın bir iyi niyet elçisiydi Türkiye’nin, ama Türkiye’nin bundan haberi olmamıştı. Fikret’in ‘papaz oğlu’ idi, o kadar. Oysa yaşadığı yerde olay oldu ölümü. Cenazesine altı yüz kişi katıldı. Mezarı başında üç rahip onun seçkin ve saygın kişiliğini anlatan konuşmalar yaptı. Onun ölüm haberini yorumsuz duyuran Türk gazetelerinden biri, Milliyet, bir başka Türk şairinin oğluna ait ölüm haberini ise şöyle veriyordu:‘‘... Şair Mehmet Akif Ersoy’un oğlu Mehmet Emin Ersoy dün, İstanbul Tophane’de bir kamyon kasası içinde ölü bulunmuştur. Devamlı alkol alan ve bir kalp krizi sonucunda öldüğü anlaşılan Mehmet Emin Ersoy’un cenazesini kaldıracak bir makam bulunmadığından ceset uzun süre sokakta kalmıştır. Üç yıl önce eşi ölen Ersoy, kendini uyuşturucu maddeye vermişti ve uzun süredir Tophane’nin arka sokaklarında yaşıyordu...’’ Atatürk’ün esin kaynağı ‘‘İnsan aklının ve bilimsel düşüncenin yüceliğini benimseyen ve yazın tarihimizde unutulmaz yeri olan Tevfik Fikret, onurlu yaşamı ve seçkin yapıtlarıyla Ulu Önder Atatürk’e esin kaynağı olmuştur. Fikret’in, çağdaşlığın gerisinde kalan düşünce ve yaşam biçimlerinin yanı sıra, siyasal ve toplumsal kurumlara yönelik eleştirel tutumu Türk ulusunun, daha güzel günlere kavuşmak için verdiği savaşımda yol gösterici olmalıdır.’’ Sayın Sezer’in bu çok anlamlı mesajı 20 Ağustos’ta çoğu gazetede hiç yer bulmazken bazı yayın organlarının da tepkisine yol açmıştı. Bunlardan Vakit gezetesi ‘Sezer’in övdüğü adama bak’ manşetiyle Cumhurbaşkanı’na saldırıyor ve onu ‘kendisi ateist, oğlu da papaz olan’ Tevfik Fikret için övgü dolu ifadeler kullanırken Mehmet Akif’i ‘hatırlamamakla’ suçluyordu. T ek çocuğu ve oğlu Haluk’un yükseköğrenim için gittiği Amerika’da din değiştirmesini ve sonunda bir presbitaryen kilisesinin başrahibi olmasını da Tevfik Fikret’e fatura etmekten çekinmemişlerdir. Kimi kalemler, şair öldükten yıllar sonra din değiştiren Haluk’u babasının Hıristiyanlığa ittiği yalanını bile öne sürmüşlerdir. Bunlar arasında, edebiyat tarihçisi geçinip, yüksek makine mühendisi ve üniversitede profesör Hüseyin Haluk Fikret’in Hıristiyanlığı seçmekle yetinmeyip iki oğlunu da ‘kendisi gibi papaz yaptığı’(!) yalanını ortaya atanlar bile vardı. Oysa Gill ve Haluk Fikret çiftinin çocukları olmamıştı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle