28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler AĞUSTOS CUMA Adım Adım Din Devletine Gidiş mi? G azetelerde bildirildiğine göre Diyanet İşleri Başkanlığı bir süredir altı ilimizde kadınlarımıza aile danışmanlık hizmeti vermekte imiş. Böylece kadınlarımızın gelinkaynana kavgaları, töre ve namus meselesi gibi sorunları din açısından ele alınıp değerlendirilmekte imiş. İlk pilot çalışmanın ‘‘başarılı bulunması’’ nedeniyle Diyanet İşleri bu hizmeti 20 ilimize yayma konusunda kararlı imiş. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı İzzet Er, ‘‘Muhafazakâr bir toplumda halka ulaşabilmenin en önemli yollarından biri din adamlarıdır’’ demiş. Kadınların yaşadıklarının din açısından değerlendirilmesi ne demektir? Buna biraz açıklık getirelim. Kadınlarımız, günlük yaşamda hadis ve peygamber sözleri doğrultusunda eğitilecekler demektir. Ve sorunlarının çözümünü hadis ve peygamber sözlerinde arayacaklar demektir. Kadının evi dışında bir işte çalışması ya da erkeğe eşitlik kavramları desteklenmeyecek, aksine ‘‘Kadının yeri evidir’’ düşüncesi yavaş yavaş toplumun belleğine kazınacak demektir. İyi kadın evinde oturan, eşine itaat eden, kapanan kadın demektir. Doğal olarak da iyi anne çocuklarını dinsel prensiplere göre yetiştirecek olan annedir. Kadın bu yönde eğitilecek, çocuğunun sorduğu sorulara din adamlarının, hadislerin görüşü açısından ezbere cevaplar verecektir. Kaderci görüş temelinde çocuğun davranışlarına öncelikle günah ve sevap kavramları PENCERE İnsan Haklarına Aykırıdır Türban OKTAY AKBAL PROF. DR. AYSEL EKŞİ Çocuk mu Aldatıyorsunuz? srail, silahını bırakmayacak! Her an tetikte bekleyecek! İlk fırsatta tanklarıyla, füzeleriyle, askerleriyle Beyrut’a, Şam’a, Gazze’ye, canının istediği yere saldıracak.. Arkasını ABD’ye dayadığı, dolayısıyla Birleşmiş Milletler örgütünü de etkisiz bırakma gücüne sahip olduğu için, rahatlıkla istediğini, uygun gördüğü zaman gerçekleştirilebilecek... Şimdi, yanına BM’nin barış gücünü de alabileceğine göre.. Fransız, Türk, İtalyan vb. ulusların askerleriyle bir barış gücü İsrail’e yardımcı olsun diye mi kuruluyor? Hizbullahçı Lübnanlılar tam anlamıyla teslim olsun, ama İsrail, nükleer silahıyla, tüm donanımlı ordusuyla yeni bir saldırma fırsatını beklesin diye mi?.. Çocuk mu aldatıyorsunuz? Bir barış gücü kurulacaksa her şeyden önce yansız olmalıdır. Lübnan’a da İsrail’e de eşit davranmalıdır. Hizbullah adlı siyasal gücün kökünü kazımakta İsrail’e yardımcı olacak bir barış gücü ne yeni kanlı çarpışmaları önler ne de İsrail’in yolunu keser!.. Türkiye de barış gücüne üç bin asker verecekmiş!.. AKP kafası, işin içinde özel çıkar görünce, ABD’nin istediği ödünü verir mi, verebilir mi? Herkes biliyor, İsrail, ABD’nin öncü gücüdür.. ABD’nin gerçekleştirmek istediği Ortadoğu projesinin baş destekçisidir. Türkiye’ye sınır dışına adım attırmıyorlar!.. Her gün şehit şehit üstüne, cenaze cenaze üstüne!.. Millet kan ağlıyor. Elimiz tutulmuş... ‘‘İsrail’in çıkarlarına yarayacak bir barış gücüne asker verin’’ çağrısına koşacak mı Türkiye? Bir hükümet bu gerçekleri görmezlikten gelir de, binlerce Türk askerini, hiçbir etkisi olmayan, hiçbir alanda sözü geçmeyen, İsrail saldırısı karşısında şaşkına dönmüş Birleşmiş Milletler adlı bir hayaletin buyruğuna sunarsa, halkına ihanet etmiş bir duruma düşmez mi? Kendi sıkıntısını, kendi derdini çözemeyen, ille de ABD’nin keyfine göre davranmak zorunluluğunu duyan bir yönetim, nasıl olur da Lübnan’a barış askeri gönderebilir? Mehmetçik her şeyden önce kendi yurdunu, ulusunu korumakla görevlidir. Sınırın içinde ve dışında tam bir güçle, güvenle.. Ama saldırgan İsrail’in çıkarlarına hizmet etmeye gelen bir uydurma güce katılmak, gerçek bir onursuzluk, bir yurt sevgisinden kopukluktur... İ adınların yaşadıklarının din açısından değerlendirilmesi ne demektir? Buna biraz açıklık getirelim. Kadınlarımız, günlük yaşamda hadis ve peygamber sözleri doğrultusunda eğitilecekler demektir. Ve sorunlarının çözümünü hadis ve peygamber sözlerinde arayacaklar demektir. yön verecektir. Hurafelerin ne kadar ağırlık kazanacağından burada hiç söz etmiyoruz. Oysa çocuklara ve annelere sorgulamayı ve özgür düşünmeyi öğretmek için yıllardır çaba harcıyor cumhuriyet öğretmenleri ve eğiticiler. DİN ADINA OYNANAN OYUNLAR Her gelişmiş ülkede eğiticinin ve eğitilen annenin temel görevi çocuğunun dogmalara saplanmasını değil, özgür düşünmesini ve yaratıcılığını desteklemektir; her şeyin bir nedeni ve sonucu olduğunu vurgulamak ve nedensonuç ilişkisini sorgulayacak uygun ortamı yaratmaktır. Ne yazık ki İslam ülkelerinde din adına oynanmakta olan oyunları hep biliyoruz. Ülkeyi İslam dininin kurallarıyla yönetmeye kalkışan ülkelerde yöneticilerin ilk göz diktikleri, etkilemeye ve değiştirmeye çabaladıkları kişilerin kadınlar olduğunu da biliyoruz. Çünkü gelecek kuşaklara şekil verecek onlardır. Ülkemizde kadınların sorunlarına çözüm arayan çok deneyimli binlerce yetişmiş güvenilir uzman vardır. Türkiye’nin hemen her ilinde bulunan üniversitelerin psikolojik ve psikiyatrik merkezleri yanı sıra, çok sayıda Psikolojik Danışma Merkezleri, Rehberlik Araştırma Merkezleri, Anne Çocuk Eğitim Vakfı, Bizim Ülke Derneği, AŞAM, YÖRET, Kadın Araştırmaları Merkezi, İstanbul Kadın Kuruluşları gibi sayısız gönüllü kuruluşlar veya özel kurumlar, kadınların ve çocukların sorunlarıyla uğraşmaktadır. Buralarda özel yetiştirilmiş elemanlar bulunur. Bu kadar sayıda uzman dururken İlahiyat Fakültesi mezunlarının bu alanda işi nedir? Yetişmiş uzmanlardan yararlanma yoluna neden gidilmediği ve aile içi eğitimin din adamlarının insafına bırakıldığı, öyle görülüyor ki tamamen planlı, programlı, ideolojik ve çok tehlikeli bir tercihtir. K İ Ortadoğu Oyunları Dışişleri Bakanı, Ortadoğu’ya ABD iner inmez, ‘‘Ortadoğu’nun haritasının yeniden çizilmesinin zamanı geldi’’ diye bir beyanatta bulundu. Tüm ABD’nin niyeti, tahmin edildiği gibi, ortaya apaçık çıktı. Zaten emekli bir albayın eline verip yayımlattıkları yazı ve ekindeki harita, ABD’nin niyeti idi. Rice bu niyeti doğruladı. Karacaoğlan’ın çok güzel bir şiiri vardır. Hep âşık gezen âşık doğmuş olan Karacaoğlan, ‘‘Ala gözlerini sevdiğim dilber/ Göster cemalini görmeğe geldim..’’ diye başlayan şiirinde, ne için geldiğini ne istediğini, yazıyor, söylüyor ama esas ne istediğini mahcubiyetinden bir türlü söyleyemiyor. Nihayet esas istemini şiirinin son kıtasında apaçık ifade ediyor: ‘‘Karacaoğlan der ki, işin doğrusu, Gökte melek, yerde hüma yavrusu, Söyleyeyim ben sana sözün doğrusu, Soyunup koynuna girmeğe geldim’’ ABD daha ne desin?.. 1950’lerden sonra ülkemizin dış politikası ne acıdır ki yabancıların, özellikle ABD’nin güdümüne girdi. Bu tartışmasız böyle.Kimse ABD’ye düşman olalım, demiyor... Onurumuzu, gururumuzu, ağırlığımızı bilelim, yeter, diyor. Ekonomisini, dış politikasını, iç politikasını, hukukunu, hatta ve hatta hemen her kurumundaki tayin ve terfilerdeki yaklaşımını Batı’nın emrine teslim etmiş bir ülkede tam bağımsızlıktan bahsetmek mümkün mü?.. Biz esir mi olduk yoksa?.. Esir olduk da haberimiz mi yok? Sınırlarımız esir kampı sınırları mı yoksa? Uluslararası hukukun MEHMET SELİM OKÇAY ABD Türkiye için kendisine göre bir tanım getirmiş ki, herkesin kabul edeceğini zannediyor: ‘Laik ılımlı İslam devleti’’... AKP zaten bunu istiyor. Bu besbelli. Tüm kadrolarıyla bunu arzuluyor. Zaten iktidar olmalarının hedefi de bu. Devleti düşünen kim?.. bize verdiği yetkiyi, yani güvenliğimizi tehdit eden düşman unsurlarını bertaraf etme hakkımız olduğu halde kullandırtmıyorlar. İsrail kullanıyor, biz kullanamıyoruz... Olamaz böyle bir şey. İlla ki, sınır ötesi harekât yapılsın diyen yok. Ama sonuç alacak gerekli harekât yapılsın; ne çekiniyorsunuz?.. Basına öyle yansıdı ki, bir yandan Barzani ‘‘girersen, karışmam ha..’’ diyor, bir yandan da ABD, ‘‘otur oturduğun yerde’’ diyor. Ülkeyi çaresiz duruma düşürürseniz, elbette yerden yere vurulursunuz. BOP ve vizyon belgeleri ile öyle anlaşılıyor ki, önce TC’nin eli kolu sımsıkı bağlandı. Arkasından, malum Ortadoğu haritası ortaya kondu. Bu belgeler daha imzalanmadan harita yayımlandı. Üstüne üstlük ülkemizin Doğu bölgesini de bölme cesareti gösteriyorlar. Bu belgelerle Ortadoğu haritasında rol almamız isteniyor. Hani bölünmemiş bir Irak, vazgeçilmez kırmızı çizgimizdi? Ne oldu?.. Kürdistan’ı kendi ellerimizle mi kuracağız?.. ABD işi sıkı tutuyor ve kısa bir süre içerisinde bunu gerçekleştirmek istiyor. Çünkü AKP’nin sonunu görüyor, ‘‘bunlar iktidarda iken bir an evvel bu işi bitirelim’’ diyor. ABD Türkiye için kendisine göre bir tanım getirmiş ki, herkesin kabul edeceğini zannediyor: ‘Laik ılımlı İslam devleti’’... AKP zaten bunu istiyor. Bu besbelli. Tüm kadrolarıyla bunu arzuluyor. Zaten iktidar olmalarının hedefi de bu. Devleti düşünen kim?.. Şunu kafalarına koymalılar ki, hiçbir güç Türkiye Cumhuriyeti’ni geriye götüremez. Laiklik, bu devletin temelidir. Laiklikte İslamiyet, devletin seviyesine yükseltilemez. İslamiyet bir inanış biçimidir, kişi ile Tanrısı arasındaki bir inanç meselesidir. Laiklikle, din ile devlet ayrılmıştır; Türkiye Cumhuriyeti bunu sağlamıştır. Dini, devlet kademelerine taşırsanız kan akar; akmıştır, akmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin, Atatürk’le ulaştığı bu seviyeden geriye dönülemez. Buna kimsenin gücü yetmez. İran’a Yeni Komplolar K omşumuz İran’ı dünyanın gözünde düşürmek için iç içe geçmiş bir dizi komplo geçen haftalarda kotarıldı. Amerikan ve Kanada basınının çok okunan kimi günlük gazetelerine göre, İran Meclisi’nden geçen yeni bir yasa, bu ülkenin Yahudi kökenli yurttaşlarının bundan böyle üstlerinde onları başkalarından ayıracak sarı bir belirti taşımalarını öngörüyordu. Böyle bir haber, sözü edilen renk ayrıntısına varıncaya değin, 193040’lı yıllarda Nazi Almanyası’ndaki uygulamayı hemen anımsatıyor. Yazının başında altını çizerek eklemeliyim ki, İran’da böyle bir yasa ve uygulama yok. Ama sanki varmış gibi bir haber, önce Kanada’da ‘‘National Post’’ adlı gazetede yayımlandı, bu safsatayı oradan ‘‘New York Post’’ ve haber ajansları alarak birçok iletişim organı yoluyla milyonlarca okuyucuya taşıdılar. Ardından yalanlandı ama düzeltmeye ancak birkaçı yer verdi. İLGİNÇ GERÇEKLER... Bilinçli yıkım yapılmış, İran, Nazi Almanyası’yla aynı düzeyde gösterilmiş, çok sayıda okuyucunun usunda böylesine bir görüntü yer etmişti. Bu haberin kimlerce hazırlandığı, öne sürüldüğü ve böylesine düzmecelikte kimlerin başka hangi İran hedeflerine saldırdıkları ilginç gerçeklerdir. Son Osmanlı yüzyılında, Ulusal Kurtuluş Savaşımız sırasında, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ve bugün de özellikle kimi Balkan halkları ve Ermeni yurttaşlarımızla ilişkilerimiz konusunda, gerçeğe uymayan haberler Batı yayınlarının ön sayfalarına oturmuş, düzeltilmeden yayılmış, yabancıları bize karşı onarılmaz biçimde zehirlemiştir. İran’a ilişkin olarak da bu yalan haberin altına konan ve TÜRKKAYA ATAÖV kollarında sarı taban üstüne siyah renkte altı köşeli yıldız bantlı Yahudi fotoğrafları da İran’dan değil, yetmiş yıl öncesinin Nazi dönemindendi. Bu adımlar, kanımca, dünya kamuoyunu İran’a karşı savaşa hazırlamak içindir. Tıpkı Irak’a müdahaleden önce Saddam rejiminin kitle imha silahları yaptığı düzmecesinin yayılması gibi. Yanlış haberin ilk basıldığı Kanada gazetesini kuran Conrad Black, savaş yanlısı ünlü ‘‘şahin’’lerdendir. ‘BENADOR VE ORTAKLARI’ Şimdiki sahibi Asper ailesi de şahinlikte ondan geri kalmaz. Kotarılmış yalanı yayan şirket de bu türlü yaymacaların ustası ‘‘Benador ve Ortakları’’dır. Eleana Benador’un başkanlığındaki bu kuruluşun yazarları arasında Richard Perle gibi ABD yönetiminin başını çeken kişiler ve bir de Amir Taheri diye İranlı bir gazeteci de var. Kim bu İranlı gazeteci? 1988’de ‘‘Casuslar Ağı’’ başlıklı ve İran’da Şah’ın devrilmesi üstüne bir kitap bastırmış, iyi karşılanmış, ancak eski Princeton profesörü, sonra George Mason Üniversitesi tarih öğretim üyesi ve Pers çalışmalarının büyük ustası Shaul Bakhash ‘‘The New Republic’’ dergisinde yayımladığı eleştirisinde, Taheri’nin gönderme yaptığı kaynakların ya toptan uydurma olduklarını, ya verdiği sayfalarda bu bilgilerin bulunmadığını ya da varsa böyle yorumlanamayacağını ve bu kandırma yöntemini sürekli kullandığını kanıtlamıştır. Taheri, hatta kendi eski bir yazısına da gönderme yapmış, ama onda bile savunduğu görüşün yer almadığı ortaya çıkmıştır. Bu eleştiriye yanıt vermeyen ve telefonlara da çıkmayan Taheri, yayın dünyasında bir süre sonra gene boy göstermiştir. Geçen yıl gene ‘‘The New York Post’’a bir yazı yazarak, İran’ın Birleşmiş Milletler nezdindeki baştemsilcisi Büyükelçi Dr. Javad Zarif’in 1979’da Tahran’da ABD Büyükelçiliği’ni basıp oradakileri rehine alanlar arasında bulunduğunu yazmıştır. San Francisco Devlet Üniversitesi Profesörü Dwight Simpson gazeteye bir açıklama yollayarak Zarif’in o tarihte, özellikle elçiliğe müdahalenin yapıldığı 4 Kasım 1979’da, Amerika’da bu üniversitede öğrenci olduğunu ve kendinin yardımcısı görevinde bulunarak üniversiteden hiç ayrılmadığını nazik bir mektupla belirtmiş, ancak bu mektubu gazetede yayımlanmamıştır. Prof. Simpson’un İranlı öğrencilerinden Kaveh Afrasiabi’nin girişimleri de fayda etmemiştir. Bunda da amaç, benim New York’ta mükemmel bir diplomat, başarılı bir temsilci ve iyi bir araştırmacı olarak tanıdığım Dr. Zarif’i gözden düşürmek, ülkesinin adını lekelemek ve kendinin geri çağrılmasını sağlamaktı. Taheri bu yöntemlerle Amerikan yayın ve yönetim dünyasında gözden düşmemekte, tam karşıtı yükselmektedir. İran Yahudilerine ilişkin aldatmaca haberi de kendi imzasıyla sunmuş olan Taheri, Başkan Bush tarafından Beyaz Saray’a ‘‘İran uzmanı’’ olarak çağrılan ve danışılan kişidir. Onun da Washington’ın savaştan sonra Irak’ın başına getirilmek istenen Ahmed el Çelebi gibi muamele gördüğü anlaşılıyor. Bu türlü karanlık komplolara gereken tanıları koymak ve gerçekleri görmek zorundayız. nsanlığın giyimkuşam davası öncelikle İslam coğrafyasında süregeliyor... Batı bu işi büyük çapta çözdü... Nasıl?.. Kadınerkek eşitliğini giyimkuşamda da sağlayarak... ? İslam dünyası ise bu yolda çok geri... Kadınerkek eşitliği hem giyimkuşamda, hem yaşamın her girdi çıktısında uzak bir düş gibi... Bizde erkek Batılı gibi giyinip kuşanıyor, Erbakan’dan RTE’ye dek bizimkilerin rengârenk kravatlarına diyecek yok!.. İran’da kravat tu kaka!.. Suudi Arabistan’dan tut, Kuveyt’e kadar giyimkuşam olayında erkek de bir tür dinci modaya bağlı... Ya kadın?.. Kadın bu coğrafyada günahın ta kendisi!.. Atatürk Cumhuriyeti’nin Hükümetinde, Başbakan başta, çoğu bakan eşinin başını açması günah ve yasak sayılıyor... ? Gazetelerde okudum, bu yıl Hacıbektaş Şenliği’nde konuşurken demişim ki: ‘‘ Türban insan hakları ihlalidir...’’ Demişsem, iyi söylemişim... Neden?.. Çünkü türban, çarşaf, peçe, vesaireyle kadına tesettürü öngören kafa, erkekkadın eşitliğini dışlayarak ‘İnsan Hakları Bildirisi’ne aykırı bir tutumu benimsemiş demektir... Kadında tesettürü savunmak, insan haklarına aykırı bir davanın avukatlığını yapmakla birdir... ? Ama, bu işin püf noktası nerede?.. Çocukluğundan beri kadının başını ya da yüzünü açmasını günah sayan bir eğitimle şartlanmış kafa; türban takmak, peçe kullanmak, çarşaf giymek ister... ‘‘Yapma, etme, kadını ikinci sınıf insan sayıyorsun, erkekten aşağı görüyorsun’’ dedin mi dikilir: Bu, benim özgürlüğüm!.. İçerikte değil, biçimde doğru gibi görünen bu aldatmacaya insanlık tarihinde çok rastlanmıştır. CermenAvusturyaMacaristan tarihinde İmparator İkinci Joseph bir ‘Aydınlanmacı’ idi; serfliği toprak köleliğini kaldırdığı zaman senyörlerin kışkırttığı köylüler ayaklandılar... Bugün Türkiye’de erkek egemenliği kültüründe yetişmiş bazı kadınların tesettürü savunmasına şaşmak tarihsel bilinçten yoksunluğu vurgular... Özgürlük insana ve topluma kolayca aşılanamıyor... Kimi zaman özgürlüğü özgürlükten yararlanacak kişi reddedebilir!.. Özgürlüğü reddetmenin özgürlük olduğunu sananlar da ortaya çıkabilir... ? Dinci gazeteler türbanın Kuranıkerim’den kaynaklanan ödev ve görev olduğunu sürekli yazarlar... Yok öyle şey... Türban ve benzerleri kıskançlıktan çarpılmış erkek egemenliği mantığının giyimkuşama yansımış yasağından türetilmiştir... Hem Kuranıkerim’in açık seçik yasakları ve kuralları varken bizim dinciler neden yalnız tesettürü yeğliyorlar?.. Eğer mübarek dinimizin ve Kuranıkerim’in kurallarını yerine getirmek istiyorsak; hırsızların eli kesilmeli, kız çocuğu erkeğe göre mirasın yarısını almalı, koca ‘boş ol!’ dediği zaman evlilik son bulmalı... Bunlar gibi nice konuda gıkı çıkmayan dinciler, neden türban üzerinde duruyorlar?.. Çünkü onlar vicdan Müslümanı değil, cüzdan İslamcısı olarak icrayı faaliyet etmektedirler... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle