28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 ALINAN YENİLGİNİN ARDINDAN AMERİKA GEREK KENDİ HALKINI GEREKSE DÜNYAYI ‘DOMİNO KURAMI’YLA KANDIRMAYA ÇALIŞTI C dizi AĞUSTOS CUMA Vietnam’dan sonra ABD politikası ynı kavramlar bir de şimdi uluorta konuşuluyor. ABD bu noktaya, hızlı geçen birkaç aşamada geldi. Ülkeyi bir ara duraklatan 1975’teki Vietnam yenilgisiydi. İki milyon Vietnamlıyı öldürmesine karşın, yirmi yıllık bu silahlı çatışmayı kazanamadı. Amerikan halkını ve dünyayı o zaman da ‘‘Domino Kuramı’’yla, yani ‘‘Batı demokrasisi burada direnmezse öteki ülkelerin de domino oyunundaki tuşlar gibi teker teker komünizmin kuçağına düşecekleri’’ düzmecesiyle kandırdılarsa da, güneydeki kukla yönetimin başındakiler, HalifeSultan Vahdettin’in yükte hafif pahada ağır bavullarıyla İngiliz zırhlısına sığınması gibi, son uçaklara doluşup soluğu Amerikan toprağında alıp geçimi orada ‘‘süpermarket’’ açmada buldular. Kuşku yok ki, bu uzun boğuşma gerçekte emperyalist bir savaştı. Yenilgi yılında Amerikan ekonomisinde ve sermayeci dünyada büyüme yavaşlamış, düzende durgunluk gene baş göstermişti. Dolaraltın ölçünü 1971’de son buldu. Batı’nın 1973 savaşında İsrail’e arka çıkmasına tepki olarak Arapların petrol fiatlarını yükseltmesiyle başlayan enerji bunalımı Amerika’nın zayıf yanını gösterdi. Amerikan ekonomisi inişe geçmişti. Uzun süren Vietnam Savaşı, yenilgi ve halkın denizaşırı maceralara ilişkin duyarlılığı Amerika’nın üçüncü dünya ülkelerine askeri müdahalelerine ara verdi. Emperyalist zincir, bu nedenle, ama şimdi anlaşıldığına göre geçici olarak, birkaç yerden koptu. Portekiz, Afrika’daki Angola, Mozambik ve Guinea Bissau sömürgelerinin bağımsızlığını tanıdı, önce Etiyopya’da ve sonra da İran, Nikaragua, Grenada ve Zimbabve’de ABD’nin onaylamayacağı yönetimler başa geçti. Bu değişimin içinde en önemlisi İran’da ABDBritanya emperyalizminin yetiştirmesi tek adam Şah yönetiminin devrilmesi, onun yerine İslami bir cumhuriyetin gelmesidir. Bu olay Washington’u, o zamanki (1980) Başkan Jimmy Carter’ın adından üretilen Carter Kuramı’nı açıklamaya itmiştir. Buna göre, ‘‘Herhangi dış bir gücün Pers Körfezi bölgesini denetimi altına alma girişimi ABD’nin yaşamsal çıkarlarına bir saldırı kabul edilecek ve böyle bir saldırı, askeri güç dahil olmak üzere, tüm olanaklarla geri püskürtülecektir.’’ Bu açıklama, savunmayı ilgili yerel devletin kendine bırakan daha önceki Nixon Kuramı’ndan temelden ayrılıyordu. Vietnam yenilgisinden beş yıl sonra, bu kez Demokrat Parti’den başkan olan Carter zamanında ABD Pers Körfezi’nde tek başına bir askeri denetim istiyordu. Afganistan Savaşı ve orada Sovyetler’in gerilemesi bölgeye ABD’yi de, onun desteklediği dindar Mücahitleri de daha fazla soktu. Bu savaşın ve Irak’a 1991 ABD askeri müdahale A Uzun süren Vietnam Savaşı, yenilgi ve halkın denizaşırı maceralara ilişkin duyarlılığı Amerika’nın üçüncü dünya ülkelerine askeri müdahalelerine ara vermesine neden oldu. Emperyalist zincir, bu nedenle, ama şimdi anlaşıldığına göre geçici olarak, birkaç yerden koptu. Portekiz, Angola, Mozambik ve Gine Bissau sömürgelerinin bağımsızlığını tanıdı, önce Etiyopya’da ve sonra da İran, Nikaragua, Grenada ve Zimbabve’de ABD’nin onaylamayacağı yönetimler başa geçti. ABD, emperyalist zincirden 197480 arası kopmaları içine sindirememiştir. SÜPER GÜÇLE SAVAŞ Seçeneğin adı: Sosyalizm S Nixon. Clinton. Carter. G. W. Bush. öz konusu devletin yıkım araçları üstünde tekele yakın bir üstünlüğü vardır. Başkalarının nükleer silah yapmasına karşıysa da, kendindeki yığımlara ek olarak, yenilerini ve daha gelişmişlerini üretmektedir. Bu durumda, dünya ekonomisi üstünde küresel bir yönetim kurma peşindedir. Tasarladığı; yeryüzünün bir ya da iki bölgesinde değil, tümünde ekonomik ve askeri bir süper güç olarak egemenlik kurmaktır. Yarattığı koşullar öyle ki, kimi başka ülkelerin kendilerini korumak için nükleer silaha sahip olmak istemeleri de gündeme geliyor. Amerikan yönetiminin bir tepki olarak sık kullandığı ‘‘her türlü silah da dahil olmak üzere’’ sözcükleri ileride anlık ama çok yıkıcı çatışma olasılığını usa getiriyor. Bu açıdan bakıldığında, nükleer bomba taşıyan füzelerin ateşlenmesi olasılığı Soğuk Savaş yıllarından daha az değildir. Üstelik, Vietnam Savaşı döneminin Savunma Bakanı Robert McNamara’nın ‘‘bu silahı önce biz kullanmayacağız diye bir siyaset izlemiyoruz’’ biçimindeki, yani Amerika’nin kendi girişimiyle bir nükleer savaş başlatabileceği, açıklaması anımsanmalıdır. Oğul Bush yönetimi de, nükleer silahların geliştirilmesine sınırlar getiren Kapsamlı Test Yasağı Anlaşması’nı da, çevrenin yıpranmasını engelleyecek Kyoto Protokolü’nü de imzalamayı reddetmiştir. Yeryüzü toprağının dayanmayacağı söylenen bu çapta bir ateşlemeye dur demede baş sorumluluk nükleer silah birikimi en fazla olan Amerika’dadır. sinin etkileri 11 Eylül 2001’i yaratacaktı. ABD, emperyalist zincirden 197480 arası kopmaları içine sindirememiştir. Saldırılar biçiminde ilk tepkileri, Cumhuriyetçi Ronald Reagan’ın başkanlığına (1980) rastlar. Afganistan’da baş kaldıranları gizlice destekledi, İran’a ‘Neoliberal küreselleşme’ merikan askeri o tarihte A Irak’ta kalabilir miydi? Doğu Bloku toptan inişe geçmişti, ama Sovyetler’in dağılması için daha birkaç ay beklemek gerekiyordu. Ayrıca, çevredeki Arap yönetimlerinin kimden yana çıkacakları henüz belli değildi. Baba Bush attığı bu adımı daha ileriye götürmedi. Bu ülke petrollerine el koymak için daha on yıl kadar beklemek gerekiyordu. Demokrat Bill Clinton Beyaz Saray’da aynı dış siyaseti sürdürdü. ABD, uluslararası ilişkiler sahnesinde en üstün güç olarak kalmıştı. Tekelci kapitalist kuralları başkalarına zorla kabul ettirmek isteyen Dünya Bankası ile IMF’ye Dünya Ticaret Örgütü de eklendi. Artık ekonomik yaşam her yerde en varlıklı ülkelerin, en başta Amerika’nın yararına işleyecekti. Kimi Asya ülkeleri bu yüzden 199798 yıllarında parasal bunalımlar içine yuvarlanırlarken, ‘‘neoliberal küreselleşme’’nin ardında sömürgen bir ekonomik emperyalizmin çirkin yüzü de görünüyordu. Besbelli ki, ekonomik emperyalizmin faturası yoksul ülke yurttaşlarına çıkıyordu. Amerika başkalarının boynuna geçmiş ekonomik boyunduruğunda en ufak bir gevşemeyi silaha başvurmakla atlatma yanlısıydı. Clinton yönetiminde ABD, askeri müdahalelerden geri kalmadı. Haiti’ye, Afrika’nın ‘‘Hörgüç’’ denen bölgesine, Ortadoğu’ya ve Balkanlar’a müdahalelerde bulundu. En önemlisi Yugoslavya’yı 1999’da görünürde Kosova nedeniyle, ama içindeki ağırlıklı yeri herkesçe bilinen NATO yaftası altında on bir hafta bombalayarak etki alanını oraya değin uzattı. ‘‘Serbest pazar’’ ekonomisinde düzeni sözde ‘‘görünmeyen bir el’’ sağlıyordu. Bu, varlığı bile duyulmayan yumuşak bir el değil, saklı ama demirden bir yumruktu. Her yerde ‘‘blue jean’’ pantolon giyilecek, ‘‘Coca Cola’’ içilecek ve kontağı çevirince otomobil çalışacaksa, altmıştan fazla ülkedeki Amerikan üslerinde F16 uçaklarıyla deniz piyadeleri eyleme hazır bulunmalıydı. Türkiye esenliği için ne yapmalı? B u çerçevede Türkiye’nin de hem kendi güvenliği, hem dünyanın esenliği için yapacakları olacak. Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” yönergesi bugün için de “Misakı Milli” sınırları içinde bağımsızlık temelinde ve kişilikli bir dış siyasa ekseninde etkin bir konum, giderek önderlik demektir. İnönü’nün Lozan’da birkaç kez söyleyip kabul ettirdiği gibi, biz olağanüstü kazanımların sahibi halkımızın gerçek bilincinde günümüzde de, Mondros’ta simgelenen yenilginin değil, Mudanya’da onaylanan utkunun Türkiyesiyiz. Bunu bizden alabilecek güç yoktur. Ülkenin “gerçek sahibi” diye tanımladığı yaratıcı halkımız önünde bizi saygıyla eğilmeye çağıran büyük Mustafa Kemal, başarısını bu halka olan inancına borçludur. Eşsiz önderliğinin gizi o inancın ayrılmaz parçasıdır. Sınırlarımıza ve onun içinde yüzyıllardır yaşamışların şimdiki kuşaklarına, bizim amaçlarımıza uymayan biçimde yaklaşanlar, o halk duvarına çarpar. Hangi devletin emperyalizmi olursa olsun, halkların gücü karşısında, özellikle bizim halkımız karşısında bir başarı olanağı yoktur. Bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü erkleri uğruna bilinçlenmiş halka karşın tutunabilmek hiçbir gücün harcı değildir. Mustafa Kemal’in örgütlediği ve önderlik ettiği yüce varlık odur. Öte yandan, ABD’nin kurucu babalarından Alexander Hamilton, halkı “koca bir hayvan” gibi görüyordu. General Washington’un ta yanında ve sonra anayasayı hazırlayan bir avuç kişinin en önünde yer alan Hamilton’un şu sözlerine bakın: “Tüm toplumlar kendini azınlık ve çoğunluk diye ikiye bölerler. İlkler zengindirler ve varlıklı doğmuşlardır, geri kalanı halk yığınıdır... Halk oynak ve değişkendir, genelde doğru karar veremez. Böylece, yönetimde seçkin ve sürekli payı bu birinci sınıfa vermek gerekir... Demokrasinin saygısızlığını, ancak böylesine sürekli bir küme önleyebilir...” Hamilton, Amerikan başkanının da, Senato üyelerinin de yaşamları boyunca bu görevlerinde kalmalarını önermişti. Kurucuların öncülerinden James Madison da benzer görüşlerdeydi. Hatta, demokrasinin babalarından sayılan Thomas Jefferson da gerçekte olduğu gibi bilinmez. Bunlar ya Virginia’da köle sahibi ya da New York’ta para babalarıydı. ABD Anayasası bu iki ufak çıkar kümesinin uyuşmasının ürünüdür. Oysa, Osmanlı başkentinin işgalinde bile İstanbul Boğazı’nda sıralanıp yatan yengin devletler zırhlıları için “Geldikleri gibi giderler!” diyen Mustafa Kemal kendi istencini halkın gizilgücünden alıyordu. Onun halkçılığında herkes için demokrasi dersleri vardır. Samsun’a ayak bastıktan sonra o gücün kaynağına gitti. Osmanlı paşalığını bir yana koyduğunda, o güçle bütünleşmenin eşiğindeydi. İzmir’e doğru ve Lozan’da o güce önderlik etti. Bu yoldan gerçekleşen sınırlarımız tartışmaya, pazarlığa açık değildir. Onların nasıl korunduğu yeterince kanıtlanmıştır. Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılında Hindistan’da yayımlanan bir düşün dergisine “Mustafa Kemal: Bir Ulusal Önderden de Öte” başlıklı uzunca bir yazı yazmıştım. Yalnız bizi kurtuluşa ulaştırmakla kalmadı. Önder ve örnek bir akım da başlattı. Bizim için tam zamanında, ama Asya ve Afrika için belki erkendi. Geri kalanlar onun kurtuluş çizgisine İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ama ondan esinlenerek yetişebildiler. Ayrıca, Lozan’ı izleyen dış siyasasıyla da Balkanlar’da ve Ortadoğu’daki komşularımıza asıl büyük devletlere dikkat etmemiz gereken dersler verdi ve bağlantılarımızı öyle kurdu. Avrupa yakasında Romanya, Yunanistan ve Yugoslavya ile Balkan Antantı’nı ve Asya’da yakın komşularımız İran, Irak ve Afganistan’la Saadabad Paktı’nı bu amaçla oluşturduk. Bulgaristan’la Arnavutluk çağrılarımıza karşı direnerek dışta kalmasalardı, faşizmin darbelerini yemeyebilirlerdi. Balkan Antantı’na hazırlık olarak İstanbul’da yer alan toplantıda Atatürk’ün güzel Fransızcasıyla yaptığı konuşma bugün de ibretle okunabilir. Günümüzdeki durum gene kimi güçlü büyük devletlere ve onların hizmetindekilere karşı benzer bir yaklaşımı gerektiriyor. Türkiye’nin Ortadoğu’da ve Avrasya’da etkin yeri yalnız kendi hakları için değil, Batı’nın ve tüm dünyanın çıkarları için de yararlıdır. Böyle bir ereğin gene ayrılmaz parçası ona uygun bir iç yapıdır. Ulusal birliği güçlendirecek yol da bu dayanaklardan geçer. Bağımsızlığımızın ve sınırlarımızın bilinçlenen halkımızın güvencesiyle korunması, dışta kişilikli tavırla bize yaraşır bir konum ve ulusal haklarıyla çıkarlarını koruma azminde olanlarla birliktelik. Atatürk’ten miras ve bugün de yapabileceğimiz budur, bu olmalıdır. Artan gücümüz ve etkimiz karşısında, Avrupa Birliği’ni bize saygılı davranmaya ve ABD’yi de Lozan düzenini tüm sonuçlarıyla tanımaya itecek olan yol da budur. G.Bush. karşı savaşta önce Saddam Hüseyin’e sonra da Humeyni’ye silah sattı, Nikaragua’nın komşuları Guatemala ve El Salvador’u Sandinista yönetimine karşı örgütledi ve ufak Grenada Adası’na saldırdı. Yardımcısı George H. W. Bush başkan olun Rakip tanımayan strateji aba Bush zamanında B (1992) hazırlanan ‘‘Savunma Tasarısı Rehberi’’ni daha çok Paul Wolfowitz kaleme almıştı. Ana düşüncesi şuydu: ‘‘ABD, herhangi bir devletin küre çapında rakip olmasını engellemelidir.’’ Aynı kişi Donald Rumsfeld’le birlikte ‘‘Yeni Amerikan Yüzyılı İçin Tasarı’’ya imza attılar. Dick Cheney’nin isteğiyle hazırlanan ‘‘Amerika’nın Savunmasını Yeniden Kurma’’ başlıklı yazanak ise 11 Eylül olayından sonra ‘‘ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’’ başlığıyla resmi siyaset konumuna yerleşti. Bunun açıklanmasıyla Irak’a son müdahale eşzamanlıdır. Bu belgeler kürenin, önemli hammadde kaynakları başta olmak üzere, nasıl ele geçirileceğinin anahtarlarını veriyor. Bu gelişimin nedeni diye Amerikan yönetimini Cheney, Rumsfeld ve Wolfowitz gibi ‘‘şahinler’’in ele geçirmesini göstermek artık bir alışkanlık olmuştur. Bunların ve yandaşlarının, karar verme ve uygulama iskemlelerinde oturmadıkları zaman bile ilerisi için hazırlık yaptıkları doğrudur. Oraları daha sonra ele geçirdikleri ise bir gerçektir. Ama bundan daha büyük bir gerçek şu ki, Amerikan imparatorluğunun genişlemesi, Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerin öncülüğüyle, bu kişilerden bağımsız olarak da aşama aşama sağlanmıştır. Değişimde Cunhuriyetçi Reagan, Baba Bush ve Oğul Bush büyük rol oynamışlarsa da, Balkanlar’da savaşan, Orta Asya’da Amerikan askeri üsleri kurma sürecini başlatan ve Irak’ı 1991 mavaşından çok sonra neredeyse her gün bombalayan Demokrat Parti’den Clinton’du. Oğul Bush’a karşı Demokrat aday John Kerry ötekilerden ancak ayrıntıda kalan önemsiz derece farklarıyla ayrılır. Endüstri ve militarizmin ortak egemenliğinin Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler biçimindeki bu iki kanadı da kendini çıplak emperyalizme alıştırmıştır. Reagan. ca o da Panama’yı işgal etti. Ama asıl Doğu Bloku ile Sovyetler’in çökmesi küreyi neredeyse sonuna dek Amerikan etkisine açtı. Baba Bush bu ortamda 1991’de Irak’a askerini sokmuş, ardından da ‘‘Vietnam korkusunu artık yendik’’ diyebilmiştir. ‘KÜRESEL YABANILLIK’ Geleneksel silah yığınağı en fazla olan devlet nükleer silahlar ve onlarla bağlantılı füzelerde de en ileridedir. Küresel ısınmaya yol açan karbondioksiti en çok üreten de odur. Hem küresel çevre kirliliğinin baş sorumlusu odur, hem de bunu engelleyecek anlaşmaya karşıdır. Dünya çapında gitgide yayılan bunalımın da tetikçisidir. Ekonomik durgunluk, varlıklı ve yoksul kişi, toplum ve uluslararasındaki uçurum, artan nükleer tehlike ve yayılan çevre sorunlarının baş sorumlusudur. Bunun sonu, resmi Amerikan ağızlarının savunduğu özgürlük ve demokrasi değil, küresel yabanıllıktır. Sonuç gerçekten barbarlık çağından daha kötü olabilir. Ancak, dünya için başka bir seçenek daha var. Kimi Avrupa ülkeleriyle Çin gibi büyüyen güç mekezlerinin rekabeti ve Hugo Chavez yönetiminde Venezüella örneği üçüncü dünya devletlerinin karşı koymaları, yeryüzünü ahtapot gibi saran ABD’nin bu gidişini durdurabilir. İnsancıl, eşitçi ve demokratik bir düzen düşüncesi bir seçenek olarak varlığını bugün de koruyor. Bu seçeneğin adına yerleşik deyimiyle ‘‘sosyalizm’’ denegelmiştir. Amerikan yayılmacılığının unutturmak istediği, insan onurunun altını çizen bu yol, süper güç hegemonyasına karşı savaşımı başlatmak ve sürdürmek zorundadır. İlk adım ‘‘çırılçıplak Amerikan emperyalizmi’’ karşısında birleşmektir. ABD 20. yüzyılda başlattığı emperyalist savaşını 21. yüzyılda da sürdürüyor. Artık açık açık dile gelen ‘emperyalizm’ düşüncesi dünya coğrafyasında can almaya devam ediyor. B İ T T İ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle