23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 BİRİNCİ DERECEDE TARIM TOPRAKLARI ÜZERİNE KURULU TRAKYA’DAKİ SANAYİ TOPRAĞI SUYU KENDİNİ TÜKETİYOR C dizi AĞUSTOS CUMA Trakya tehdit altında ? Trakya’da birinci derece tarım toprakları üzerine sanayi yerleşimi ile işlenen cinayet, tarım topraklarına el konulması, çevresinin kirletilmesiyle sınırlı zarar vermiyor. Dünyanın, zengin yeraltı ve yerüstü suları, toprağının niteliğiyle sayılı, çok değerli doğal bir tarım alanı tümüyle, bitkisi, hayvanı, insanına zarar veren ağır boyutlarda kirletilmiş bulunuyor. ? Trakya sanayii, ucuza geldiği için, büyük çoğunluğu kaçak kuyularla stratejik rezerv değeri olan temiz yeraltı sularını çekiyor. En çok su tüketen en kirli sanayi üretimlerinin artıkları, olduğu gibi yerüstü sularına akıtılıyor. Hiçbir canlının yaşamadığı her tür kimyasal, zehir atıklı dereler Ergene Nehri, oradan da Meriç’e karışıyor. Trakya topraklarını, bitkileri, insanları zehirliyor. örenin insanı, yılların yerel gazetecisi Erdal Özcan’ın rehberliğinde, uzun yıllar ara ile Trakya tarımında nereden nereye geldiğimizi taramak gibi bir amaçla yola çıkmıştık. Kafamın içinde Türkiye standartlarının çok üstünde verimli, çağdaş tarımın yapıldığı topraklarda, üreticilerin bugünkü sorunlarını saptamak vardı. Bir zamanlar ekilen hemen hemen her üründe, ülke tüketiminin üstünde olmanın stok sorunları yaşanırken, birçok üründe ithale bağımlı kalmanın nedenlerine bakacaktık. Tarım üreticisinin genel yoksullaşmasında, en çağdaş teknolojiyle üretim yapılan topraklarda yaşanan sorunlara bir göz atacaktık. Öncelikle AB’ye açılan kapıda, Erdoğan hükümetinin tarım politikalarıyla yaşanan sıcak gelişmeler üzerinde duracaktık.. Olmadı, olamadı.. Daha doğrusu Trakya’da toprak kalitesi, modern tarımı, Türkiye ortalamasının çok üstünde verimli üretimiyle öne çıkmış Trakya tarımının, çiftçisinin yaşamakta olduğu çok boyutlu, çok ağır, tarım konusunun kapsama alanına giren güncel sorunlar ayrıntı gibi kaldı. Trakya tarımını, Trakya’nın yaşamını, geleceğini, hatta kendisini de yok etme yolunda ilerleyen, hiçbir önlemin alınmadığı, kanser hücresi gibi yok edici niteliklerle büyüyen Trakya sanayiinin durumu, karabasan gibi her şeyin önüne geçti. Tabii ki çevrecilerin çabaları ağırlıklı eylemlerle öne çıkan, zaman zaman etkin yöre insanı, çiftçinin protesto eylemleriyle beslenen, kimi çarpıcı araştırmaların sonuçlarını da içeren, Trakya’da sanayinin tarım aleyhine gelişmesi hakkında hepimizin genel bir fikri var. Çok değerli tarım toprakları üzerinde olmaması gereken sanayileşmenin zararlı sonuçları kaçınılmaz. Ergene Nehri’nin hiçbir canlının yaşamadığı suyunun kirliliğini gösteren fotoğraflar ürkütücü. Yine de her tarafı ekili Trakya tarımının, 5 ŞÜKRAN SONER Y sanayi ile birlikte yürümeye çalıştığı, ekilmiş alanlarının güzel, bereketli görüntüleri ile beslenen bir imaj var. Sanki kör topal, ikisi birden yürüyormuş, yürüyecekmiş gibi.. Trakya’ya ayak basarken eski bir dostu, kırk yıllık gazeteci arkadaşımız Yalçın Bayer’in kayınbiraderi Özcan Tülümen’i dinlemenin iyi olacağını düşünmüştüm. Çorlu Ticaret Borsası Başkanı Tülümen, elinden gelen yardımı yapmak üzere, yörenin hatırı sayılır birkaç üreticisiyle birlikte Borsa binasında bekliyordu. Bildiklerini, düşündüklerini esirgemediler. Doğrusu çok da yararlı, iyi bir başlangıç oldu.. SANAYİNİN GETİRDİĞİ AĞIR SORUNLAR Trakya tarımının en verimli topraklarında, en ileri teknoloji ile üretim yapan büyük üreticilerin ağzından çıkan ilk bilgiler çok anlamlıydı... Üretim teknolojisinde, kullanılan araç, gereçte, tohum kalitesinde, gübrede AB standartlarını değil yakalamak, geçmiş olmanın onurunu taşıyanlardandılar. Bir de kuru tarım yapmak zorunda olmasalar, dekara verimde zaten yakaladıkları AB standartlarının çok ötesine geçebilecek konumdaydılar. Aralarında yakın günlerin dünya fuarlarından konuşuyorlardı. En yeni makineleri almak, en iyi tohum ve gübre teknolojilerinden yararlanmak yarışındaydılar. Tabii ki ülkenin tüm tarım üreticileri gibi, tarım politikalarının yanlışlarının ağır bedelinin sıkışıklıklarını yaşıyorlardı. Bu yıl zaten buğday rekoltesi düşüktü. Fiyat sabit kalmıştı. Zararına üretim belki bir ölçüde ayçiçeği fiyat değerlendirmesiyle giderilebilirdi. Benzin, elektrik, su, gübre, tohum.. akla gelebilecek tüm maliyetler yükseliyor, ürünün getirisi sabit kalıyordu. An Ergene’de canlı yaşamıyor İ stanbul’da Haliç’in temizlenmesi projesi, olumlu bir adım olarak sevinçle karşılanmıştı. Buradan taşınan sanayinin katlanarak Türkiye’nin en verimli tarım topraklarını işgal etmesi hesaplanmamıştı. Trakya’da sanayileşmenin, tümden kuralsız, birinci derecede tarıma elverişli topraklara rasgele dağılacağı, hele de en kirli, en çok su kullanan sanayinin denetimsiz, kanser hücresinin büyümesine benzer bir yapıda yerleşmesine izin verilebileceği beklenmezdi. Hükümet, yerel yönetimler yapılmış araştırmaları saklayarak, yalanlayarak, önlem almadan zaman kazanmayı kâr saymanın, sorumluluktan kurtulmanın peşindeler. Yıllardır Ergene Nehri’nin su değil, zehir akıtan özelliği, suyun kokusu, kirliliği, canlıların yaşayamaması ortadayken önlem alınmaması dikkat çekiyor. cak kendileri gibi çok büyük üreticiler, tarım sanayii de dahil tüm gelirleriyle ayakta durabilirlerdi. Küçük üretici göçmüştü. Bu işler böyle yürüyemezdi.. Ancak Trakya için tarımın bildik, Erdoğan hükümeti icraatları, AB politikaları bağlantılı sorunları ikinci planda sayılırdı. Trakya tarımı en çok Trakya’da kuralsız büyüyen sanayinin getirdiği ağır sorunların baskısı altındaydı. Ekilebilir topraklar, üstelik gelişigüzel olmak üzere yüzde onlara varan oranlarda sanayinin eline geçmişti. Öylesine plansız bir sanayileşme söz konusuydu ki.. Sanayiye açılan, zaten tarım için ziyan edilen topraklarda sanayi tutulmuyor, başka başka il ve ilçelerin, köylerin topraklarında keyfi, kayıtsız yeni sanayi alanları açılıp duruyordu. Her taraf ziyan ediliyordu. Trakya tarım toprağıydı, ancak bugünkü ağırlıklı göçmen nüfusu ile birlikte tarımdan geçinenlerin oranı yüzde 10’ları geçmiyordu. Sanayi başıboş, ucuz arsaların kapatılması, ucuz işçilik, su başta her tür sanayi maliyetinde ucuz ödemelerle baştan çok hızlı gelişmişti. Ancak tıkanmalar yaşıyordu. Bu nedenle de zengin bilinen Trakya kentleri, yerleşim merkezleri işsizle dolmuştu. Bir yandan yeni fabrikalar açılıyor, bir yandan kapanmalar peş peşe geliyordu.. Çok değil biriki kuşak, 1020 yıl öncelerinde yüzde 80’i tarımdan geçinen yöre insanı, göç yoluna girmişti. Tarım yerinde sayar olmuştu. Üstelik miras yoluyla topraklar bölünüyor, verim düşüyor, yörenin çok fazla olan tarım aletleri çok düşük kapasitelerle kullanılıyordu. Trakya tarım aletleri mezarlığına dönmüştü. Büyük çiftçiler yükselen maliyetler, düşen verim karşısında Bulgaristan başta, başka ülkelerde ekilecek toprak kiralama noktasına gelmişlerdi. AYAKTA KALMANIN KOŞULLARI Ancak bin dönümlerle çalışan, insan emeği yerine en modern araçları, en ileri teknolojileri kullanabilen üreticiler ayakta kalabilirlerdi. Ama onlar için de giderek baş etmeleri zorlaşan, sanayinin taşıdığı sorunlar vardı. Hâlâ sulu tarımı akıllarının ucundan geçiremiyorlardı. Suyu elde etmenin yüksek maliyetleri karşılarına çıkıyor, sulama tarımıyla elde edebilecekleri büyük üretim artışlarının hesaplarını imrenerek yapıyorlardı. Sınırlı ihtiyaçları için kullandıkları kuyularıyla zaten başları dertteydi. Kuyular kuruyordu. Trakya’nın yeraltı suları tükeniyordu. İnanılır gibi değildi, ama çok kısa aralarla giderek daha derinden su çekmek zorunda kalıyorlardı. Şimdilerde 300350 metrelerdeler. 500 metreye inmek zorunda kaldıklarında, bilimsel olarak tuzlu, zehir su ile karşılacaklarının bilincindeler. Acil olarak sanayinin yer altından su çekmesinin yasaklanması gerektiğini düşünüyorlar. Üstü akan sularla zengin, yeraltı suları beslenmeye elverişli Trakya topraklarında yeraltı suyu tüketimi öylesine beslenmenin üstünde bir hıza gelmişti ki.. İnanılmaz tehlikeli bir sona doğru gidiliyordu.. Edirne civarı ağırlıklı, sınırlı bölgelerinde sulu tarım yapılabilen, hâlâ bütün toprakları ekili, cennet görünümünde Trakya, gizli gizli yeraltında kuruyor, tükeniyordu. S Ü R E C E K Yıllardır Ergene Nehri’nin su değil, zehir akıtan özelliği, suyun kokusu, kirliliği, canlıların yaşayamaması ile ortadayken, önlem alınmadan kirliliğin zararlarının saklanması tek geçerli, resmi yerel yönetimler ve hükümet politikası olarak karşımıza çıkıyor. Sonunda Ergene’nin kirlilik boyutları TEMA’nın bir büyük araştırması ile tartışılamaz gerçeklik kazandı. 1999 yılından geçerli olmak üzere, ‘‘suyundan hiçbir şekilde yararlanılamaz’’ nitelikte olduğu kesinleştirildi. Sanayinin yarattığı kirliliğin deşarj yönetmenliğinin sınırlarını aşmadığı resmi savunması yapılamaz oldu da ne oldu? O günden bu güne alınmış hiçbir önlem yok. Kirlilik denetimsiz sanayileşmenin artışı ile katlanmış olarak devam ediyor. Aslını ararsak daha 199294 yılları arasında yapılmış, aşağıda sonuçları verilen sürekli araştırmalar da Ergene’nin ‘‘ölü akarsu’’ olduğunu kanıtlıyordu. Gözle görüleni tartışılmaz kılıyordu. Hâlâ alınmış tek bir önlem yok. E rgene böylesine ağır kirlenir de geldiği ülkelerde zaten fazlası ile kirlenmiş, Ergene’yi de içine alan Meriç, sulu tarım alanları temiz kalır mı? Yapılan tüm çalışmalar hem ürün verimini hem de insan sağlığını tehdit eden toprak, bitki kirliliğini ortaya koyuyor. İşte uluslararası belgelere girmiş bir araştırma sonucu. Bu çalışmada Meriç, Uzunköprü’nün 50 farklı pirinç (çeltik) bölgesinden, kirli su, payrak, pirinç taneleri, kök ve bazı tohum ve meyvelerin dış kabuklarından örnekler alınmış. Örneklerde, demir, çinko, kurşun, nikel, bakır, magnezyum içeriklerinin birbirleri ile de çeşitli ilişkileri belirlenmiş. araştırma yapılan her bitkide demir ve magnezyum konsantrasyonlarının zehir seviyesinde üst sınırda olduğu görülmüş. Bunlara ek olarak bakırda zehir konsantrasyonu kök ve tohumlarda, dış kabuklarında sınırda saptanmış. Ergene Nehri’nin kirli suyundan dolayı kirlenen bitkiler için genel tablo şöyle: En yoğun kirlenme köklerde. Sonra sırası ile yaprak, tane, en az olarak da tohumların dış kabuklarında görülmüştür. Pirinç tarlalarındaki ağır metal kirliliği arttıkça, bitkilerdeki kirlilik yoğunluğunun da artması kaçınılmaz olacaktır. Kirlilik bütün bitkilere yansıyor Tabii bu türden araştırma sonuçları panik yarattığından Erdoğan hükümetinin yaklaşımları, araştırma sonuçlarını reddetme, yalanlama üzerine oldu. Bu arada Trakya Tarımsal Araştırma Enstitüsü’ne verilen görevle yapılmış bir çalışma da var. Enstitü müdürü Necmi Başer, sadece ve sadece halkın tüketimine sunulan pirinç tanelerinin temizliği, güvenilirliği üzerine garanti veren araştırma sonucundan söz ediyor. Ne suyun, ne de toprak örtüsü, bitki köklerinin kirliliği üzerine, daha doğrusu temizliğinden söz edebileceğini vurguluyor. Henüz kirliliğin tüketilen pirinç tanelerine ulaşmadığını müjdelemeye çalışıyor. Halkın hâlâ korkmadan ülke üretiminde çok büyük ağırlığı olan Trakya pirincini yiyebileceğini söylüyor. Elbette gelecek için çok ciddi önlemler alınması gerektiğinin de altını çiziyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle