05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AĞUSTOS CUMA ekonomi PARİS’TEN BELÇİKA HOLLANDA VE ABD’DEN ALINACAK KREDİ YILI GERİ ÖDEMESİZ YILDA ÖDENECEK Arsası olana ucuz kredi OLCAY BÜYÜKTAŞ Paket Ev’in kurucusu Yaman Arkan ve Optimal Danışmanlık’ın kurucusu Nihat Bayar, ‘‘Finans Paket Sistemi’’ ile Türkiye’de yeni bir sisteme imza atmaya hazırlanıyor. Sistem, özellikle miras yoluyla arazi sahibi olanları yatırımcı yapmaya özendireceği gibi, işleri bozulan ekonomik işletmeleri iyileştirmeyi de amaçlıyor. Bayar, arazisi olan fakat finansman sıkıntısı olan yatırımcılar için yurtdışından kredi bulacak, Arkan da söz konusu arazide konut, otel, fabrika veya alışveriş merkezi olarak planlanan projenin inşaatını üstlenecek. Ayrıca sadece yeni projelere değil, yarım kalan veya yönetim hataları yüzünden sıkıntı çeken şirketler için de kredi alınabilecek. Belçika, Hollanda ve ABD’deki kuruluşlardan alınacak kredi 2 yılı geri ödemesiz, 7 yılda geri ödenecek. İki işadamının hedefi ilk yıl 250 milyon dolarlık projeyi finanse etmek ve bu projelerle yine bir yıl içinde 5 bin kişiye iş imkânı sağlamak. Nihat Bayar, Paket Ev’in Masif Yapı markası altında gerçekleştireceği sistem sayesinde yatırımcıların 5 kuruş ödeme yapmadan fabrika, otel, alışveriş merkezi sahibi olacağını söyledi. Bayar ‘‘İpotek karşılığı temin edeceğimiz krediler düşük maliyetli ve 2 yıl ödemesiz olmak üzere 7 yıla kadar vadeli olabiliyor’’ dedi. Amerikan tipi evleri Türkiye’ye getirerek Paket Ev’i kuran Yaman Arkan da, Finans Paket Sistemi’nin ülke ekonomisine katkı sağlayacak sosyal bir proje olduğunu açıkladı. Arkan, projenin öncelikli uygulanacağı bölgeleri ise Ege ve Akdeniz olarak gösterdi. Turizm’ler ( ) evi sırtında dolaşan ‘‘campingcar’’ ‘‘homecar’’ veya ‘‘homeƒ mobile’’ tabir edilen, hareketliliği yüksek, asgari yaşama konforunu içinde taşıyan arabalara artan olağanüstü rağbet. Fransızlar böylelikle turistik olanakları gelişkin ve nispeten ucuz altyapıları sayesinde göreli kolaylıkla deniz kıyıları veya göl, nehir boylarında, dağlarda tatil yaşayabiliyorlar. Deniz kıyısı deyince de akıllarına pahalılığı nedeniyle pek Akdeniz gelmiyor. Akdeniz, yurtdışında tatil geçirenlerin favori yöresi. Tatile çıkanların ancak yüzde 20’si Fransa dışına gidiyor. Yoksa hepsinin rüyası Karayip adalarında tatil geçirmek, hem de tercihan Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanlığı aday adayı Segolene Royal’la... (Bu dilek gerçekten de sol seçmenlerin yüzde 28’i için geçerli.) Fransızların en fazla tatile gittikleri 10 yabancı ülkenin 7’si, başta Tunus, Fas ve İspanya olmak üzere Akdeniz’de. Bu sınıflamada yüzde 6 oranıyla Türkiye’nin 5’inci sırada yer aldığını belirtelim. Dominik Cumhuriyeti, İngiltere ve ABD, favori 10’un son sıralarını paylaşıyorlar... ??? 2004 tatillerinde kişi başına ortalama 620 Avro harcayan Fransızlar B&P kuruluşunun yaptığı bir araştırmaya göre bu sene ortalama 680 Avro sarf edecekler. En bonkör turist Almanlar, tatil günlerinde adam başına ortalama 890 Avro harcayabilirken, Hollandalı 687, İspanyol 660, İtalyan 640, İngiliz ise ancak 628 Avro’yu gözden çıkarabiliyor. Seyahat acenteleri ve turizm uzmanları, Fransızların yüzde 70’inin artık tatillerini eskiden olduğu gibi önceden planlamadığını, özellikle mali gerekçelerle, ya internetten ya da turizm şirketleriyle pazarlık yaparak son anda kotarma tavrına girdiği görüşünde birleşiyor. İşte bütün bu veriler, madalyonun bir yüzü. Diğer ülkelerdeki durumu bilemeyiz, fakat bir de madalyonun öteki yüzü var. Fransa’da tatile çıkamayan yüzde 36, 1936 Halk Cephesi’nin üzerinden 70 yıl geçmiş olmasına ‘‘Tatil Hakkı’’ndan pek yararlanamamakta. Hadi diyelim ki, işsiz değil ama ücretli izni olsa bile evinde oturmak veya yakın arkadaş ve akrabalarıyla idare etmek zorunda olan bu 21 milyonluk nüfus için ‘‘Güneş ve Deniz, Kar ve Dağ’’ın tadı, kokusu aynı cazibeyi taşısa bile maalesef rüya olmaktan öteye geçemiyor. Protourisme isimli bir kuruluşun araştırmasına göre düşük gelir grubundaki Fransızlar yılda ortalama 10,7 gün tatil yapabilirken, yüksek gelir gruplarında yaşayanların ortalama 26,4 gün tatil yapabilmeleri, 70 yıl önce başlayan bir sürecin aslında daha ne kadar yol kat etmesi gerektiğini göstermesi açısından anlamlı. Halk Cephesi hükümetinin Spor ve Boş Zamanları Değerlendirme Bakan Yardımcısı Leo Lagrange’ın dediği gibi, ‘‘Amacımız herkes için insanlık onuruna yaraşır bir sevinç ve zevk kaynağı yaratmak. Herkesin eşit ve özgür demokrasi oyununa katılabilmesi için tüm yolları açmak, engelleri aşmak zorundayız.’’ Toprağın bol ola Leo, yol sandığımızdan çok uzuna benzer... [email protected] C 9 UĞUR HÜKÜM Pek çok şirket kurtardı Nihat Bayar, Optimal Danışmanlığı 2000’de kurduğunu hatırlatarak şirketlerin iyi yönetilmesi durumunda kurtulacağını fark ettiğini, operasyon yaptığı şirketlerin bugün Türkiye’de birer dev haline geldiğini dile getirdi. Bayar, operasyon yaptığı şirketlere Devraktaş, Lineadekor, Komsa ve Gemsan’ı örnek gösterdi. Bayar, amacın, verilecek yönetim desteğiyle işyerinin sürekliliğinin sağlanması olduğunun altını çizdi. T AROMSA YÖNETİM KURULU BAŞKANI MURAT YASA: Yerliyi korumuyor öldürüyoruz ‘ISO belgesini alan ilk Türk firmasıyız’ Gıda sektörüne yönelik üretim yapan kuruluşlar açısından gıda güvenliği son derece büyük önem taşıyor. Aromsa ise ISO 22000 uluslararası akredite belgesini almaya hak kazanan ilk Türk firması oldu. ‘‘Bu belgeyi almak, ne AB normları açısından ne de Türk Gıda Kodeksi açısından bir zorunluluk’’ diyen Yasa, bu girişimi son yılların moda terimleri ‘‘AB müktesebatına uygunluk’’, ‘‘Dünya firması olma’’ vb. gibi sözde büyük, gerçekte içi boş kavramlarla göz boyamak için yapmadıklarını belirtiyor. ‘‘Müşteriye duyduğumuz saygı ve onlara güven vermek istememiz işin bir boyutu, diğeri ise çalışanlarımız. Onların çalıştıkları şirketin insan haklarına saygı duyan, çağdaş bir şirket olduğunu hissetmelerini, şirketleri ile gurur duymalarını istiyoruz’’ diyen Yasa, ‘‘Geçen yıl ISO 22000: 2005 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi Belgesi’nin alınmasına karar verdik. Çalışmaya başladığımız kuruluşun bu akreditasyonu sağlaması 8 ayı buldu ve nihayet Temmuz 2006’da aldığımız bu belge ile o güne kadar, gıda güvenliğine uygun olarak çalıştığımız gerçeğini bir sisteme ve standarda bağlamış olduk. Bütün bunların şirkete maliyeti 6 milyon YTL’yi buldu’’ diye anlatıyor. ‘‘Sizin ana hammaddeleriniz Türkiye’ye yüzde 135 gümrükle girerken rakiplerinizin ithal ettiği ürünün içinde yüzde 0 gümrükle giriyor. ’’ ÖZLEM YÜZAK ‘‘Tarım ülkesi’’ olmaktan giderek uzaklaşan bir ülkede, hâlâ potansiyel vaat eden, ancak ithal hammadde bağımlılığından gıda güvenilirliğine kadar ciddi sorunlarla boğuşan gıda sektörü... Ve sektöre 25 yıldan beri tat ve koku yani aroma üreten bir firma: Aromsa. Geçen günlerde Aromsa, ISO 22000 uluslararası akredite belgesini almaya hak kazanan ilk Türk şirketi oldu. Ciddi biçimde ArGe yapan Aromsa’nın yeni hedefi geleneksel Türk tatlarının ön plana çıkarılması. Aromsa Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yasa, hedeflerini ve sektörün sorunlarını anlattı. ‘‘Türk gıda sektöründe faaliyet gösteren firmaların yabancı firmalar tarafından satın alınmaları, bu sektörde çalışan sanayicilerin mücadele güçlerini kaybettikleri izlenimini uyandırıyor. Ve bu olumsuz durum gerek basın gerekse de politik çevrelerde Türkiye’ye yabancı sermaye geliyor safsatası ile yansıtılıyor’’ diyen Murat Yasa, gerçekte Türkiye’ye yabancı sermayenin gelme diğini, el değiştiren firmaların çoğunun ya kapatıldığını ya da bu firmaların Türkiye’de ürettikleri ürünler artık Doğu Avrupa ülkelerinde üretilip Türkiye’ye ihraç edildiğini söylüyor. TÜRK SANAYİCİSİNİ YILDIRAN OLAYLAR Yasa’nın dikkat çekmeye çalıştığı önemli bir husus, Türkiye’de yapılan üretimde kullanılan hammaddelerin yüzde 90’ına yakınının ithal ediliyor olması. Yasa, bu durumu ‘‘Sizin ana hammaddelerinizden biri Türkiye’ye yüzde 135 gümrükle girerken sizin rakiplerinizin ithal ettiği ürünün içinde yüzde 0 gümrükle Türkiye’ye giriyor. Türkiye’de üretilen bir gazlı içeceğe, yabancı rakiplerinin kışkırtmaları sonucu 35 milyon YTL ceza kesilirken kışkırtmayı yapan yabancı firmanın kutusunun üzerinde içindekiler listesinde yer alan aldatıcı bilgi hiçbir ceza görmüyor. İşte belki de Türk sanayicisini yıldıran bu olayların tümü ve bu yüzdendir ki yıllarca cefa çekerek yaşattıkları fabrikalarını yok pahasına yabancılara satıyorlar’’ diye açıklıyor. erörizm, kriz, son 50 yılın en sıcak temmuzu, son 50 yılın en soğuk ağustosu... Hiçbir etken turistlerin Fransa’ya gelmesini engelleyemedi, Fransızların tatil alışkanlığını da Geçen hafta kısaca turizmin Fransız ekonomisine katkılarına eğilmiş, sektörün geleceğini sağlama almak için atılan adımlar veya önlemlerden örneklere değinmiştik. Bu kez de Fransızların nasıl turizm tükettiklerine bir göz atmak, başka bir deyişle ne kadar turist oldukları, turizmden ne anladıklarını aktarmak istiyoruz... ??? Fransızlar için turizm her şeyden önce tatille eşanlamlı bir kavram. Dolayısıyla bir lüks değil. ‘‘Tatil, dinlenmek ve sağlıklı yaşamla iç içe olduğuna göre vazgeçilmez bir ihtiyaç. En basit ve temel insani haklardan biri.’’ Ancak herkesin bu haktan aynı biçimde, aynı düzeyde yararlanamadığı da dünya kadar eski bir gerçek. ‘‘Sürekli dinlenmekten yorulanların çalışmaya teşvik edildiği (!), ölesiye çalışmaktan yorulanların da dinlenmeyi hak ettiği’’, 1936 Halk Cephesi hükümetinin Fransa’ya ve insanlığa armağan ettiği ‘‘tüm çalışanlara ücretli izin’’ kavramı, bu alandaki açığı, dengesizliği kapatmayı hedefleyen toplumsal bir kazanım Ulusal İstatistik Enstitüsü INSEE’nin birkaç gün önce yayınladığı 2004 sonu itibariyle gerçekleştirilmiş bir araştırmanın sonuçlarına göre, her üç Fransız’dan ikisi tatile çıkıyor. Hem de yaz ayrı, kış ayrı... Ağırlık şimdilik kesinlikle yazdan yana da olsa kışın tatile çıkanların oranı yüzde 32. Gittikçe artma eğilimi gösteren bu oran, fazla değil 1999’da yüzde 28’miş. Bu eğilimi açıklayan temel faktörlerin başında, bir yanda zorunlu çalışma süresinin azalması, öte yanda davranışyaşayış biçim ve normlarının değişmesi geliyor. Ortalama tatil süresi 5 yılda 15,7 günden 17,1 güne yükselmiş. Ancak yeri gelmişken bir noktayı aydınlatmakta yarar var. Söz konusu süreler ve tatil kavramı bireylerin kendi evleri dışında geçirdikleri zamanlara tekabül ediyor. Yoksa haftada resmen 35, yılda da 1575 saaatlik ortalama çalışmayla Fransızlar AB’nin en az çalışan halkı. Fakat Fransa’nın gerek AB içinde, gerek OCDE (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) üyeleri arasında yıllardır üretkenliği ve verimliliği en yüksek ilk üç ülke arasında olduğunu da hatırlatmadan geçmeyelim. (Kağıt üstünde en çok çalışan Yunanistan yılda 1808 saat gerçekte dünyanın en verimsiz toplumları arasında.) Ayrıca ortalama 25 ücretli izin ve 10 bayram günüyle Fransa resmi tatiller toplamında AB’de ortalarda bir yerde seyrediyor. (Bu sayılar örneğin İsveç için 33/11, İtalya için 28/12, Almanya için 29,ƒ 1/10,5 veya Yunanistan için 23/11)... ??? Fransızlar Avrupalı komşuları kadar gezgin değil. Tatile çıkanların çoğunluğu Fransa’da kalmayı yeğliyor. Hem daha yakın, hem de eş, dost, akraba olanaklarından yararlanabiliyorlar. Zira tatil tercihlerini belirleyen ölçüt öncelikle ‘‘ekonomik.’’ Üstelik son yıllarda belirginleşen bir başka eğilim, kamping ve kaplumbağalar gibi nkara’nın başkent oluşunu, başlangıçta, ‘‘iki dünya’’ bir türlü içine sindiremedi; bu dünyalardan biri Osmanlı’nın devamını isteyenlerdi, ikincisi de o yılların büyük sömürgeci ülkeleri. Aynı olgu, farklı nitelikte de olsa, günümüzde de devam ediyor. Hükümetin, TC Merkez Bankası’nın üst yönetimini İstanbul’a taşıyacağını açıklaması da bu yaklaşımın yeni bir göstergesidir. Başta ABD olmak üzere, dünya kapitalizminin önde gelen ülkeleri, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni önemsemiyorlardı. Sovyetler Birliği ve birkaç orta ve kuzey Avrupa ülkesinin dışında kalan büyük ülkeler, ta 1930’lara kadar büyükelçiliklerini Ankara’ya taşımamak için ellerinden geleni yaptılar. Ancak Mustafa Kemal’in bilinçli direncini kıramadılar. İstemeye istemeye de olsa Ankara’nın başkentliğini kabullenmek zorunda kaldılar. Geleneksel olarak, dinci dünyada İstanbul kutsaldır. Nedim’in ‘‘bir sengine’’ tüm İran’ı feda ettiği, Tevfik Fikret’in ‘‘bin kocadan arta kalan dul kız’’a benzettiği İstanbul, yine geleneksel olarak, ülkemizdeki şeriat ve hilafet yanlılarının başkentidir. Sağcı hükümetlerce desteklenen A ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Ankara’yı Taşımak na bırakılarak ‘‘milli’’ takımların maçları da esas olarak İstanbul’da yapılır oldu. Özel üniversitelerin dörtte üçü bu kentte toplandı; Kayseri, Adana, Ankara, Gaziantep vb. ‘‘doğumlu’’ en büyük holdinglerin üniversiteleri de kuruluş yeri olarak İstanbul’u seçti. Anadolu Güneşi artık ‘‘oradan doğuyor’’; Picasso ve Rodin de ancak ‘‘oraya kadar’’ geliyor. Kent nüfusu dört milyona yaklaşan Ankara’nın, bir günlük gazetesi bile yoktur; büyük gazetelerin Ankara ‘‘ekleri’’ bu işi görüyor! Kendisini Cumhuriyet’in çocuğu sayan İş Bankası da, geçen yıllarda Ankara’da tam da yeni ve görkemli bir genel müdürlük binası tamamlandığında İstanbul’un yolunu tuttu. Devlet işleri artık İstanbul’dan görülüyor; kamu kurumlarının asıl büyük birimleri bu kentte bulunuyor; yabancılarla yapılan önemli siyasal toplantılar orada yapılıyor. Ankara, uluslararası siyasal toplantılara ev sahipliği bu ısrarlı tutum, yıllar boyu, çoğu kez gizliden gizliye süregelir. ??? İstanbul, özellikle 1950’lerden başlayarak Anadolu’nun yalnızca sermayesini ve nitelikli işgücünü kendisine çekmekle kalmadı, taşınıtoprağını ‘‘altın’’ sanan niteliksiz kalabalıklarını da topladı. Kentin yalnız kültürel dokusu değil, tarihi de, doğası da, toprağı da yağmalandı. Bu toplumsal ve ekonomik patlama, Türkiye’nin her şeyinin ‘‘İstanbul’a göre’’ tanımlanması sonucunu verdi. İstanbul ve çevresinin çılgınca büyümesi sonucu, ülkede, dengeli bir bölgesel gelişme planı uygulanamadı. İstanbul, eşitsiz ve dengesiz gelişti. Büyüklü, küçüklü sanayi, İstanbul ve çevresine ‘‘yığıldı’’. Ne çevre kaldı ne de düzenli çalışan ulaşım. Kültür ve sanat da İstanbul’da yoğunlaştı, spor karşılaşmaları da. O kadar ki, tüm ‘‘milliyetçi’’ hükümet söylemleri bir ya yapamıyor. Devlet Bakanı Ali Babacan’ın, TC Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınacağını açıklaması, bu girişimin ekonomik nedenleri ne olursa olsun, aslında, Ankara’yı İstanbul’a taşımanın yeni bir aşamasıdır. Ziraat ve Halk bankalarının genel merkezlerinin, SPK ve BDDK’nin de İstanbul’a taşınmasıyla Ankara’da para ve banka işlerini yapan merkezlerin ‘‘tümü’’ İstanbul’a taşınmış olacaktır. Ankara ile birlikte Cumhuriyet de İstanbul’a taşınacak, sonra da Araplara pazarlanacaktır. Günümüzün hızlı iletişim koşullarında, uluslararası sermayenin ‘‘saniyeler’’ içinde dünyayı dolaştığı bir ortamda, hiçbir ön hazırlık yapılmadan; kurumun görüşü bile alınmadan yapılmak istenen bu taşıma işlemi yasalaşmadan önce tüm boyutlarıyla tartışılmalıdır. Çünkü bu uygulama sonucu yalnız Ankara biraz daha kaybetmeyecek, Türkiye’nin yaşadığı ‘‘İstanbul ve diğerleri’’ ayrışmasını ya da bunlar arasındaki uçurumu daha da derinleştirecektir. ??? İşçi sınıfının yılmaz savaşçısı Kemal Nebioğlu’nun anısı önünde saygıyla eğiliyor, ailesine, tüm sevenlerine ve emekçilere başsağlığı diliyorum. Petrol ‘ateşkesle’ düştü Ekonomi Servisi Birleşmiş Milletler’in (BM) Ortadoğu’da bir ateşkese aracılık etme girişimi ve BP’nin Alaska Prudhoe Körfezi’ndeki petrol sahasının yarısında üretime devam edebileceğini açıklamasının ardından petrol fiyatları düşüşe geçti. Lübnan ve İsrail tarafından onaylanan Birleşmiş Milletler’in ateşkes kararının dün sabahtan itibaren yürürlüğe girmesiyle fiyatlar Asya piyasalarında yüzde 1 oranında düşerken ABD ham petrolünün varil fiyatı 73.56 dolara indi. Londra Brent tipi petrol ise 63 sent kayıpla 75 dolara geriledi. Ortadoğu’daki ateşkesin petrol fiyatları için olumlu olduğuna işaret eden uzmanlar, savaşın diğer ülkelere yayılma ihtimaliyle önceki haftalarda 78.40 dolara kadar ulaşan fiyatlardaki düşüşün, Hizbullah ve İsrail arasındaki sürekli bir ateşkesin zor olduğu yönündeki kaygılar ve dünya petrolünün üçte birini pompalayan bölgedeki arz güvenliği nedeniyle sınırlı kalacağını belirtiyorlar. Ham petrol fiyatlarıyla birlikte altın fiyatları da gerilerken Avro, Avrupa ekonomilerinde açıklanan güçlü büyüme rakamlarıyla dolar karşısında değer kazandı. Üç yıldan bu yana ekonomik büyüme göstermeyen Avrupa ekonomileri yeniden toparlanmaya başlarken Fransa, İtalya, Hollanda ve Belçika’dan sonra Almanya ve İspanya’nın ekonomileri de büyüdü. Özellikle, Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya’nın, yılın ikinci çeyreğinde, beklentilerin üstünde, yüzde 0.9 oranında büyümesi, Avro’nun değer kazanmasında etkili oldu. Yüzde 0.9 oranı, Almanya’daki son beş yılın en yüksek ikinci çeyrek büyümesi olarak gösteriliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle