Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AĞUSTOS P E CUMA R V A S I Z P E R kitap T A V S I Z Enis BATUR Boş kitapla vakit öldürmek U rbain’in hem bilgilenerek hem de dehşet eğlenerek okuduğum, bir dersimde kullandığım L’Idiot du Voyage’ını çevirttirdim, önümüzdeki yıl Alkım’ın yayın programında olacak. Urbain, önemli bir ‘boş zamanlar toplumbilimcisi’, Kumsalda başlıklı kitabı da baş döndürücüydü, denize girme örf ve âdetlerinin sürükleyici tarihini ve çözümlemesini içeren bir çalışma. Nasıl çevrilebilir L’Idiot du Voyage? "Seyahat Budalası" ilk akla gelecek karşılık, ama bizim dilimizde ‘yolculuk yapmadan duramayan’ anlamıyla sınırlı bir kullanım öne çıkıyor, oysa burada, "mahallenin budalası", "köyün delisi" türü bir vurgu söz konusu; dolayısıyla, "seyahat"i topografik bir terim sayarak, "Seyahatin Budalası"nı yeğlemek bana yerinde olur gibi geliyor. Bugün, artık, evrensel ortalaması oluşmuş, oturmuş bir "tip"ten söz ediyoruz, "turist" dediğimizde. İspanya’daki, Antalya’daki, Singapur’daki, Los Angeles’taki gezmenleri, mekânları, ortamları birbirine yapıştıran etmenler, onları birbirinden ayıranlara göre çok daha bağlayıcı nitelikler taşıyorlar. GİYİM KUŞAM ANLAYIŞI Gezmenin giyimkuşam anlayışı her yerde çakışıyor: Şortundan sandaletine, güneş gözlüğünden mayosuna. Otel, motel, tatil köyü koşulları ortak. Lobi müziği diye ‘bir şey’ var. Şemsiye kültürü uzun boylu değişik değil buralarda. ‘Açık Hava Büfesi’nin içeriği oynuyor da, mantığı yerinden kıpırdamıyor pek. Herkes, her yerde, aynı sıkıcı eğlencelerin peşinde. Global özelliklerine oturmuş gezmen. Yabancısı olduğu hiçbir ülkenin yabancısı sayılmayacağı bir sistemi seçme nedeni bu. Ondandır, bireysel kimliğini bırakıyor kapıda, kolektivitenin üyesi olmanın huzurlu koşullarını bindiriyor parantez yaşantısının içine. Nasıl alışveriş merkezlerinde korkusuzca dolaşması sağlanıyorsa, evrensel tatil fanusunda da onu yadırgatacak her şey önceden işin uzmanlarınca yok ediliyor. Aşinalık, ilk ve en vazgeçilmez veri o beldede. Kendisine doğru yolcu çıkmaya kesinkes niyeti olmayan herkes için yüzde yüz güvenceli bir dünyaya bilet kesiliyor. KİTAP ANLAYIŞI Bu satırları, güneyde, iki günlüğüne zorunlu bir konaklama yapmak durumunda kaldığım otelin lobisinde yazıyorum, o mahut müzik eşliğinde. Yabancıların da, yerliler kadar gözdesi bir tatil beldesi. Lobide bir kütüphane de var. Müşterilerin buraya okumak için getirdikleri, gerisingeri götürmeye değer bulmadıkları kitaplar yan yana dizilmiş. Türkçe tek bir başlığa rastlamadım raflarda. İyimser yorum: Biz, kitaplarımızı arkada terk etmiyoruz. Gerçekçi yorum: Biz, tatile çıkarken yanımıza kitap alma gereksinmesi duymuyoruz. Yabancılarda okuma alışkanlığının yaygın oluşu üzerinde görüş birliğimiz var. Herhalde doğru da bu. Gelgelelim, kitapların sırtına bakarken fark ediyorum: Tanıdığım tek bir yazarın, tek bir kitabın adı çıkmıyor karşıma. İyimser yorum: Değer verdikleri kitapları bırakmıyorlar giderken. Gerçekçi yorum: Buraya tatile gelenler "Seyahatin Budalaları" büyük oranda, böyle ‘şey’ler okuyorlar. "Olsun" diyor bir "dış ses": "Okunsun da, ne okunursa okunsun". Kimsenin işine karışamayız şüphesiz. Ben gene de dilimi tutamayacağım: Böyle ‘şey’ler okunuyorsa, pekâlâ okunmasa da olur. Okumak kutsal bir fiil değildir. KULE CANBAZI SUNAY AKIN C TROYA’NIN ATLARI’YDI BUNLAR! 15 Oysa Hayattayız Hepimiz Hiroşima’ya atılan atom bombası için yazılan şiirler arasında bir tanesi var ki kara mizahın en güzel örneklerindendir. Bu dört dize, dört yüz sayfalık bir kitabın anlatımına bedeldir: Büyükbabam, babam, ben Küçük oğlan, kız, damat Gelişimiz teker tekerdi Gidişimiz cümbür cemaat Geçen cuma günü, Egemen Berköz’ün ‘Bir Gelenek Başlıyor’ adlı yazısını okurken anımsadım Melih Cevdet Anday’ın yukarıdaki şiirini. Sevgili Berköz, Milas’ın Ören beldesinde başlatılan Melih Cevdet Anday Şiir Günleri’nde gezdirdi bizleri, kalemiyle... Etkinlikler 4, 5 ve 6 Ağustos günlerinde yapılmış... 6 Ağustos!.. Yani, Hiroşima’nın yıldönümü!.. Berköz’ün yazısında, Anday’ın dizeleri altında Hiroşima için bir etkinlik düzenlendiği yazılmamıştı. Seneye mutlaka bu yıldönüm değerlendirilmeli, diyorum ama yazıda ikinci buluşmanın 47 Temmuz 2007 tarihleri arasında yapılacağı bildiriliyor. Benim düşüncem odur ki Melih Cevdet Anday için şiir günleri düzenleniyorsa bunun başlangıcı 18 Haziran olmalı. Çünkü o gün Rosenbergler’in mahkeme tarafından belirlenen infaz tarihidir! YAPICI VE YOL AÇICI OLMA Ethel ve Julius Rosenberg 1951’de tutuklanmış ve mahkeme 18 Haziran 1953’te idam edilmelerine karar vermişti. Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı çiftin öldürülmeleri tüm dünyada büyük tepki görmüş ve onların ‘anı’sı şiirimizde Melih Cevdet Anday’ın dizeleriyle ölümsüzleşmiştir. Egemen Berköz de yazısına, Anday’ın Rosenbergler için yazdığı şiirin ilk dörtlüğüyle başlamış: Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil anılacak şey değil Apansız geliyor aklıma Şiirin son dörtlüğünde Anday, ‘‘Değil, unutulur şey değil’’ dese de şair için düzenlenen bir şiir etkinliğinin 18 Haziran’da başlamasının ‘anı’sı, seneye yapılacak buluşma hakkında görüşlerin bildirildiği toplantı da unutulmuş, anladığım kadarıyla!.. Oysa Anı adlı şiirin bir dörtlüğünde şöyle seslenen Anday değil midir: Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihimizde Çağımıza yakışan vakur sade Davranışınız geliyor aklıma Melih Cevdet Anday için, geleneğe dönüşmesi istenilen bir etkinliğin başlangıç tarihi ‘vakur’ ve ‘sade’ olan 18 Haziran olmalıdır. Şaire ‘yakışan’, böyle bir ‘davranış’ içerisinde anılmaktır. Etkinlikleri bu tarihe çekmek, şiirin içini boşaltmak, aydınlanma tarihindeki duruşunu unutturmak isteyenlere de güzel bir yanıt olacaktır. Yarışmalar, yarıştırmalar hariç, şairlerimiz anısına yapılan bu tür etkinlikleri destekliyorum. Karşı olmadığımı belirtmek için de sevgili ustam Egemen Berköz’ün yazısından edindiğim bilgilerin ışığında, yukarıdaki eleştiriyi sunuyorum. Evet, bu bir eleştiridir. Ama nedense, bizde eleştiri denildiğinde akıllara hep kıskançlık, yıkıcılık ya da yumurta tokuşturuculuğu geliyor. Ortaya konulan bir eseri daha iyiye götürmenin gereği olan yapıcı ve yol açıcı olma, ona bir şeyler katabilme uğraşına rastlayamıyoruz, ne yazık ki... Hiç şüphesiz ki bunun nedeni, birikimi son derece sığ olan kalemlerin son yıllarda eleştirmen adıyla ortayı boş bulmaları, çalakalem yazmalarıdır. (Gerçi ben onlara eleştirmen değil, ‘Elleştirmen’ diyorum ya!.. Bu arada, büyük yıkıcı Bush’un da Türkçedeki anlamı ‘çalı’dır.) Okumayı anlamlandırmak Okuma’yı sıradan, boş bir edim olmaktan çıkarmak okurun öznelliğinin gelişmişlik kertesine bağlı. Vakit öldürmek, largo bir intihar yöntemi. Yaz kitapları, tatil kitapları, yolculuk kitapları boşuboşuna yaratılmış kategoriler sayılamaz elbette. KİTAPSEVERLERİN RAFLARI Kırk derece sıcaklıkta, deniz kıyısında "Kafka’nın Şato’sunda Göstergebilimsel Açıdan ZamanUzam İlişkilerinin Çözümlenmesi" okumaya kalkışmanın, öteki kutupta bir intihar yöntemi olarak görülmesini anlarım. Kitapseverin raflarında bütün bütüne eşit ağırlıklı yapıtlar yer alması zaten olanaksızdır: Her okurun "hafif" kitaplara, meşrebine göre gereksinme duymasından doğal ne olabilir?"Hafif" kitap, ille de cavalacoz olacak türünden bir kural koyulamaz gene de. Daha kolay okunabilen kitabın değersiz sayılması gerekeceğini aklı başında kimse savunmaya girişmeyecektir. İlber Ortaylı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu’nu kumsalda okumak en ülküsel çözüm olmayabilir de, Ortaylı’yla gerçekleştirilmiş ırmaksöyleşi kitabı her yerde, her koşulda keyifle, ufuk genişleterek okunabilir. Birini öbüründen önemsiz bulmayı aklım almaz benim. Bütün kitaplardan hayatımızı değiştirmelerini, bizi yönlendirmelerini ya da dönüştürmelerini bekleyemeyiz. KİTAP YELPAZESİ Kimi kitaplar bizi yükümüzden arındırabilir, kimileri içimizi açabilir, kimileri kendimizden dinlenmemizi sağlayabilir. Yaşamının geniş bir bölümünü okkalı kitaplara, metinlere ayırmayı seçmiş okurlar da, ara sıra daha hafif kitaplara, metinlere gereksinme duyarlar. Yaz sıcağında giysilerini, davranışlarını hafiflettikleri gibi; yineliyorum. Gelgelelim, böylesi bir işlevi tamtakır kuru bakır kitaplardan bekleyebilir miyiz?Okumayı kutsal bir edim sayamayız, dedim. Kitap da, her durumda yüceltilecek bir nesne olarak görülemez. Dostum Alberto Manguel’in dört dörtlük Okuma’nın Tarihi’nin yanına ola ki bir de "Zararlı Okuma’nın Tarihi" eklenebilir. Her çağda insanı eblehleştiren kitaplar üretildiği olmuştur. Hiçbir çağda bu oranda sayıları yükselmemişti. Okunsun da, ne okunursa okunsun: Hayır. Bomboş bir kitabı okumaktansa (ki asıl sorun onun ne yazık ki bomboş olmamasındadır), bomboş oturmayı yeğlerim. Niçin Dikkulak Oldum/ Sibel Özbudun/ Ütopya Yayınevi/ 124 s. Kitapta yer alan iki araştırma, IMF, DB ve DTÖ patentli kırsal yıkım arka planında, Türkiye’nin göreli varlıklı sayılan bir bölgesinin, Ege’nin turistik merkezlerinden Datça ilçesinin kırsalında gerçekleştirilmiş. Kitap, Datça’nın sadece doğal ve tarihi güzelliklerden ibaret olmadığını; yüzlerce yıldır biriken yalıtılmışlığın biçimlendirdiği bir yoksunluktan, neoliberal politikaların güdümündeki Türkiye kapitalizmiyle bütünleşme sürecinde yoksulluğa geçiş yapan insanlarını anlatıyor. Latin Amerika’nın Kesik Damarları/ Eduardo Galeno/ Çeviren: Atillâ TokatlıRoza Hamken/ Çitlembik Yayınları/ 358 s. Yayımlandığı günden itibaren dünya solunun kült kitaplarından biri haline gelen ‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları’, bu kez Çitlembik Yayınları tarafından okurlara sunuyor. Latin Amerika tarihini konu alan ‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları’, koca bir kıtanın nasıl talan edildiğini ve beş yüz yıllık sömürge ve emperyalizm geçmişini bilimsel verilere dayanarak, tüm gerçekliğiyle anlatıyor. Şeytanın Işığı/ Karin Fossum/ Çeviren: Özgür Atılım Turan/ Dharma Yayınları/ 300 s. Bir bebek arabasında duran el çantasını çalan baş belası iki genç, Zipp ve Andreas, bebeğin arabadan yere düşmesiyle istemeden de olsa bir cinayet işlerler. Ama bu durumun henüz farkına varamadan, bir sonraki hedeflerine doğru ilerlemeye başlamışlardır. Yaşlı bir kadını evine kadar takip ettikten sonra Andreas, sadık bıçağıyla kadının evine girer. Zipp dışarıda gerginlik içinde beklemektedir ama arkadaşı bir daha asla dışarı çıkmaz. Zipp, Andreas’ı bir daha sağ göremeyecektir. Dol Karabakır Dol/ Bedri Rahmi Eyüboğlu/ Türkiye İş Banası Kültür Yayınları/ 484 s. "Yaşadım!/ Erik ağaçları şahidimdir/ Yıldızlar şahidimdir./ Yaşadım!/ Avuçlarımın gücü yettiği kadar/ Dağları, kadınları, meyveleri/ Yaşadım!/ İncirin dallarına yürüyen süt/ Yonca tarlasından gelen nefes/ Horoz ibiğinden damlayan kan/ Yollar ve sevgili türküler şahidimdir." ‘Dol Karabakır Dol’, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun tüm şiirlerini bir araya getiriyor. Kitapta şiirlerin yanı sıra Eyüboğlu’nun çizimleri de yer alıyor. Manevralar/ Cynthia Enloe/ Çeviren: Serpil Çağlayan/ İletişim Yayınları/ 528 s. Kadın hayatının militarizasyonu sadece savaşlarla sınırlı değil. Gündelik askerî pratikler de kadınların hayatlarına çeşitli şekillerde girip, var oluyorlar. Askerlik yapan kadınlar, askerî harekâtlarda zarar gören kadınlar; tecavüze uğrayan, işkence gören, hemşirelik yapan, aşçılık yapan yine onlar... Cynthia Enloe, kadınların hayatlarının nasıl militarize edildiğine dair bu çalışmasında, uluslararası örnekleri değerlendirip, aynı tahakküm pratiklerinin nasıl var olduğunu gösteriyor. Babam ve Oğlum/ Çağan Irmak/ Say Yayınları/ 224 s. "Çağan Irmak’ın mütevazı çalışması ‘Babam ve Oğlum’, içindeki çocuğu ve yarına dair hayallerini henüz yitirmemişlere can simidi gibi geldi; sessiz sedasız vizyona giren filmin gişe önlerinde kuyruklar oluştu, kitle iletişim araçları bu eşi görülmemiş ustalığa sayfalarca yer ayırmak zorunda kaldı… 12 Eylül gibi türlü abartılara müsait bir tarihsel fon eşliğinde Seferihisar’da gelişen hikâye, hayat kadar samimi olmayı başararak, yaş ya da cinsiyet ayırmaksızın herkesin ilkin yüreğine, sonra da beynine dokundu..." diyor kitabı yayına hazırlayanlar. Gog/ Giovanni Papini/ Çeviren: Fikret Adil/ Türkiye İş Banası Kültür Yayınları/ 218 s. Giovanni Papini (18811956), Gog’da yarattığı saf, cahil ama bir yandan da dünyada olup bitenin nedenini arayan Amerikalı milyarder tipi aracılığıyla bir portreler galerisi çiziyor. Elinin altında imparatorlara yaraşır bir servet bulunan bu yarı vahşi ‘kahraman’, kitapta Bernard Shaw’dan Gandhi’ye, Freud’dan Einstein’a kadar pek çok ünlü kişiyle tanışıyor ve içgüdüsel zekasını en akla gelmez istekleri yerine getirmek için kullanıyor. Şairler Can Yücel için Datça’da toplanıyor, Melih Cevdet Anday için de Ören’de... Hayır, hiçbir sakıncası yok... Ama, hani diyorum, bir de Kuzguncuk var!.. Büyükada var!.. Bir şairin, yazarın yaşamında yaz aylarında dinlendiği beldeler elbette vardır. Bu yerlerin yöneticileri tarafından sahiplenilmeleri, adlarına etkinlikler düzenlenmesi de takdir edilmesi gereken bir davranıştır. Bu etkinliklere destek olmamız gerektiğinin altını bir kez daha çiziyorum. Ama, diyorum, İstanbul’da, Adalar’a giden bir vapurun burnunda, küpeştesinde ve can simitlerinin üstünde ‘Melih Cevdet Anday’ adının okunması için de bir şeyler yapmalıyız... Ya da Kuzguncuk’ta, bir Can Yücel heykelinin gölgesinde oturmanın güzelliği için!.. Bir ‘anı’: Melih Cevdet Anday’ı, defnedileceği Büyükada’ya getiren deniz motorunu iskelede karşılayan birkaç seveninden biri de bendim. Anday’ı defnettikten sonra mezarı başında dört kişi kalmıştık. Büyük bir tarihin, tanıklığın başından ayrılamıyor, şairin şiirlerini okuyor, onun eserleri hakkında sohbet ediyorduk. Birden, inanılmaz bir şey oldu: Bir sürü at dörtnala gelerek Anday’ın mezarının tam yanından geçti... Bizim de yanımızdan geçtiler haliyle!.. Ürkmedik, dersem yalan olur... Hele bir at vardı ki durdu ve kişnedi!.. Dördümüz de hiç konuşmadan birbirimize baktık ve gülümsedik... Anlamıştık; Troya’nın Atları’ydı bunlar!.. Bir de şu var: Melih Cevdet Anday ‘Fotoğraf’ adlı şiirine ‘‘Dört kişi parkta çektirmişiz / Orhan, Oktay, ben, bir de Şinasi’’ dizeleriyle başlayıp şöyle bitirir: ‘‘Hüzünlenecek ne var bu fotoğrafta / Oysa hayattayız hepimiz’’... Anday, söz konusu şiiri üç arkadaşıyla çektirdiği fotoğrafa bakarak yazarken hepsi de yaşıyordu... Ama şair, elinde tuttuğu fotoğrafın bir gün dördünün de hayatta olmayacağı bir ‘anı’ya döneceğini biliyordu... Öyle de oldu! Pars Tuğlacı kitabı yayımlandı Kültür Servisi Dil, kültür ve tarih konularında yıllarca yaptığı araştırmalarla tanınan Pars Tuğlacı’nın yaşamı ve yapıtları bir kitapta toplandı. ‘Pars Tuğlacı’nın 50 Yıllık Çok Yönlü Faaliyet Kronolojisi’ başlıklı kitap, yazarın ilkokul arkadaşı, sanatçı Hilda Ekmekciyan Witherspoon tarafından hazırlandı. Kitap kapağında yer alan karikatür Turhan Selçuk tarafından çizildi. Doğumundan itibaren kronolojik sıra ile tüm yaşamı, ödülleri ve yaptığı çalışmaların bulunduğu kitapta aynı zamanda Tuğlacı’nın yaşamında önemli izleri olan ailesi, bilim insanları ve sanatçılar yer alıyor. Kitapta ayrıca fotoğ rafları bulunan kişilerin biyografileri de var. ‘Pars Tuğlacı’nın 50 Yıllık Çok Yönlü Faaliyet Kronolojisi’nde ‘Yıllar Boyu Tarih’ dergisinde yayımlanan ‘Türk Gütenberg’i Mühendisyan Efendi’, Milliyet Sanat dergisinde çıkan ‘Sultan Abdülmecid Devrinde Dil ve Edebiyat’ kitapta yer alan yazılardan bazıları. Tuğlacı’nın kitabındaki bazı isimler şöyle: Nâzım Hikmet, Ara Güler, , Prof. Erdal İnönü, çağdaş Ermeni şairi Silva Gabudukyan,Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, bir dönemin CHP Adana Milletvekili, Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Kasım Gülek, Bülent Ecevit’in annesi ressam Nazlı Ecevit...