05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 YURTDIŞINA KAÇIRILAN C haberler ESERİN GETİRİLEBİLMESİ İÇİN MİLYON DOLAR HARCAMA YAPILDI AĞUSTOS CUMA Kaptırmak kolay getirmek zor FIRAT KOZOK ANKARA Paha biçilemez tarihi eserlerini, güvenlik önlemlerinin yetersizliği nedeniyle çaldıran Türkiye, bu eserlerden ‘‘bulabildiklerini’’ geri getirebilmek için milyonlarca dolar harcıyor. Türkiye bugüne kadar yurtdışına kaçırılan 37 eser için 17 milyon dolar harcadı. CHP Ordu Milletvekili Sami Tandoğdu’nun ‘‘kaçırılan tarihi eserlerin sayısı ve bunların geri getirilmesi için harcanan parayla’’ ilgili soru önergesini yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, bakanlığa bağlı müzelerdeki eserlerin sayımının yapılması için bir çalışma başlatıldığını kaydetti. Koç, ‘‘Sayım yapılan müzelerde kayıp eser olup olmadığı, sayım çalışmalarının sonuç raporlarının bakanlığımıza ulaşmasının ardından tespit edilecektir’’ dedi. Bugüne kadar yurtdışına kaçırılan 37 eserin Türkiye’ye getirilmesi için 17 milyon dolar harcandığını bildiren Koç, getirilen eserler konusunda şu bilgileri verdi: 1 Aphrodisias Eserleri (ABD) (1980) 2 Tunç Vazo (ABD) (1982) 3 Herakles Lahtine Ait Parça (ABD) (1980) 4 Boğazköy Tabletleri ve Sfenks (Almanya) (19241942, 1980,1987) 5 Osmanlı Tombak (Londra) (1991) 6 93 Parçadan Oluşan Osmanlı Giysi Koleksiyonu (ABD) (1991) 7 Bronz Vazo (İtalya) (1991) 8 Antiochos I. Baş Fragmenti (Almanya) (1991) 9 Elmalı Sikkeleri (İsviçre, ABD) (1988, 1991, 1992, 19991661 adet) 10 Lidya Eserleri (ABD) (1993) 11 Gemici Feneri (ABD) (1994) 12 Girlandh Lahit (ABD) (1994) 13 Marsyas Heykeli (ABD) (1994) 14 Aphrodisias Friz Bloku (ABD) (1994) 15 Aphrodisias Örenyeri’nden Çalınan Meleager Başı (ABD) (1994) 16 İzmir Birgi Aydınoğlu Mehmet Bey Camii’nden Çalınan Minber Kapısı (İngiltere) (1995) 17 Erdek Açıkhava Müzesi’nden Çalınan Torso (ABD) (1995) 18 İzmir Müze Müdürlüğü Bahçesi’nden Çalınan Kadın Heykeli (İsviçre) (1995) 19 Mermer Kadın Başı (Avusturya) (1997) 20 Kurşun Mühür (ABD) (1998) 21 Atatürk’ün Gümüş Sigara Tabakası (ABD) (1998) 22 Henkel Koleksiyonu’nda Bulunan Eserler (Almanya) (1998) 23 Divriği Ulu Camii’ne Ait Ahşap Pano (ABD) (İngiltere) (1999) 24 Manş Denizi Batığı’ndaki Eserler (İngiltere) (1999) 25 Konya Beyşehir Eşrefoğlu Camii Giriş Kapısı Panoları (Danimarka) (1999) 26 Heathrow Havaalanı’nda Ele Geçirilen Eserler (İngiltere) (2000) 27 Menil Koleksiyonu’ndaki Zeugma Mozaiğine Ait Parçalar (ABD) (2000) 28 Nuruosmaniye Kütüphanesi’nden Çalınan Kuranıkerim (ABD) (2000) 29 Oklahoma Eserleri III (ABD) (2000) (2001) 30 Kalsruhe’den İade Edilen Pişmiş Toprak Heykelcik (Almanya) (2001) 31Topkapı Sarayı Müzesi’nden Çalınan Kuranıkerim (Kıbrıs) (2000) 32 Tutlingen’de Ele Geçirilen Eserler (Almanya) (2001) 33 Bremen’de Ele Geçirilen Eserler (Almanya) (2001) 34 Mermer Kabartma Levha (Almanya) (2001) 35 Bronz Dionysos Heykeli (İngiltere) (2002) 36 Zürih’te Ele Geçirilen Eserler (İsviçre) (2004) 37 Sultan II. Abdülhamit ve Kızı Ayşe Osmanoğlu’na Ait Eşyalar (Paris) (2005) BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ Sadun Hoca’nın Anlattıkları Sadun Hoca silkeliyor... Öte yandan, neydi Truman Doktrini? Türkiye ile Yunanistan’ı Sovyetler’e karşı tahkim etme planıydı. Ya demokrasi? Başta aydın düşmanlığı! Onun yanı sıra, muhalefet tahammülsüzlüğü; DP, ‘‘Daha çok despotik baskılardan ve dine verilen tavizlerden ötürü’’ yıkıldı. O tavizler mirasını daha sonra yaşadık, yaşıyoruz. 27 Mayıs’ın bir yeniliği 1961 Anayasası ise, bir ötekisi, Türkiye İşçi Partisi’dir (TİP): 1961’de kurulan parti, 1965 seçimlerinde de 15 temsilcisiyle parlamentoya girer. O temsilcilerden biri olarak Sadun Hoca’nın parlamento yaşamından anlattığı ilginç olaylar okuyoruz: Bir keresinde Çetin Altan, Nâzım’dan bahsederek, ‘‘Türkiye’nin en büyük şairi’’ der, büyük kıyametler kopar; ve dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan haykırır, ‘‘Bunlar Nâzım’ı methederler’’ der, ardından, Çetin Altan ile arkadaşları öldürülesiye dövülürler. Öyle de olsa, Sadun Hoca, TİP’in, Meclis’in ‘‘kendilerine çekidüzen vermelerine sebep olmuş, hem de seviyeyi yükseltmiştir’’ (s.133) diyor. Etkilememesi mümkün değildi. TİP’in bıraktığı miras üstünde de pek durulmadı. Bu arada DİSK’in kuruluşu (1967), daha sonra 12 Mart darbesi, tutuklanma ve TİP’in kapatılışı, hapishane yılları ve 12 Eylül! Yurdumuzun yazgısının yazıldığı yıllar ve olaylar... Sadun Hoca, 12 Mart ile 12 Eylül’ü karşılaştırıyor ve şöyle diyor: ‘‘Ben her iki darbeyi de yaşadım. İkisini de askerler yaptığı halde 1980 darbesi çok daha serttir, daha ideolojiktir. Ötekisi de öyle olabilir, ama özellikle 1980 darbesi Amerika tarafından güdülmüştü’’ (s. 298); ‘‘özetleyecek olursak 12 Eylül 1980 darbesi ve onu izleyen dönem Türkiye’nin yakın tarihinde hakikaten bir dönüm noktasıdır’’, ‘‘bugün baktığımız zaman birçok olumsuzluğun menşeinde 12 Eylül’ü görebiliriz’’ (s. 300301). Ya gelecek? Sadun Hoca, ‘‘gelecek sosyalizmindir’’ diyor; ancak, ‘‘yeni bir yolu’’ yürüyecektir (s. 319337). Dileyelim, hepimiz de görelim o yürüyüşü, yaşayalım! S DOĞUŞTAN KALÇA ÇıKIĞINA ARTROSKOPİ KULLANARAK YAPILAN CERRAHİ MÜDAHALE DÜNYADA BİR İLK Türk bilim adamlarının başarısı SIVAS (AA) Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim dalı öğretim üyeleri, doğuştan kalça çıkığının tedavisinde dünyada ilk defa uygulanan yeni bir cerrahi yöntem geliştirdi. Doğuştan kalça çıkığı tedavisinde ilk defa artroskopi kullanılarak uygulanan cerrahi yöntemin şu ana kadar oldukça başarılı sonuçlar verdiği bildirildi. CÜ Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim dalı Başkanı ve CÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Okay Bulut ile öğretim üyeleri Doç. Dr. Gündüz Tezeren, Yrd. Doç. Dr. Hayati Öztürk ve Yrd. Doç. Dr. Zekeriya Öztemur’dan oluşan ekip, doğuştan kalça çıkığının tedavisinde dünyada ilk defa uygulanan cerrahi bir yöntem geliştirdi. Bilimsel adı ‘‘artroskopik yardımlı gelişimsel kalça çıkığı ameliyatı’’ olan ve dünyanın sayılı bilimsel dergilerinde de yayımlandığı bildirilen yöntem, bölümün öğretim üyeleri tarafından başarıyla uygulanmaya devam ediyor. KIZ ÇOCUKLARI DAHA RİSKLİ Prof. Dr. Okay Bulut, doğuştan kalça çıkığı olarak bilinen ama son günlerde gelişimsel kalça çıkığı olarak adlandırılan hastalığın özellikle kız çocuklarında daha sık görüldüğünü kaydetti. Bu hastalığın zaman içinde tedavi edilmediği takdirde kalıcı sakatlıklara ve çok ciddi sorunlara yol açabildiğini ifade eden Prof. Dr. Bulut, ‘‘Bu ülkemizde de çok sık görülen bir rahatsızlık. Bu gelişimsel kalça çıkığının tedavisinde olabildiğince erken tedaviyle, ameliyatsız bir tedavide başarı mümkün. İdeali de aslında böyle olması gerekir. Ama ülkemizde ne yazık ki çok gecikmiş vakaları görüyoruz ve bunlarla ilgili ciddi ameliyatlar hâlâ yapılıyor’’ diye konuştu. Dünyada ilk defa kendi klinikleri tarafından uygulanan ve ekip halinde yaptıkları uygulamayla artroskopik yöntemle erken dönem cerrahi tedavisinde oldukça başarılı sonuçlar aldıklarını anlatan Prof. Dr. Bulut, ‘‘Şu ana kadar 10 vakada bu yöntemi uyguladık ve hepsinde de başarılı sonuçlar elde ettik. Ancak böyle bir yöntemin dünyada yaygın olarak kullanılabilmesi için biraz daha uzun dönem sonuçlarını beklememiz gerekiyor’’ dedi. Bu yöntemin 618 aylık çocuklarda uygulandığını ifade eden Prof. Dr. Bulut, şu bilgileri verdi: ‘‘Bu dönemde gelişimsel kalça çıkığı vakalarının tedavisiyle ilgili dünyada kanıtlanmış bazı yöntemler var. Eklem cerrahisinde kullanılan teknolojik bir yöntem olan artroskopi, ortopedik travmatolojilerde yaygın olarak uygulanıyor. Ancak bu tip olgularda, yani gelişimsel kalça çıkıklarında, artroskopi kullanılarak yapılan cerrahi bir yöntem henüz dünyada yok. Doğuştan kalça çıkığında bu yöntemi tedavi amaçlı olarak ilk defa biz kullanıyoruz. Artroskopi ile eskiden büyük bir yara açılarak yapılan ameliyat, küçük bir yara ile gerçekleştirilebiliyor.’’ BAŞARILI BİR YÖNTEM Bu tedavi yöntemini uyguladıkları ilk vakalarında hiçbir sorunla karşılaşmadıklarını ifade eden Prof. Dr. Bulut, ‘‘Umuyorum ki diğer yaptığımız olgularda da geç dönemde de herhangi bir sorunla karşılaşmayacağız. Oldukça başarılı bir yöntem olduğunu söyleyebiliriz’’ diye konuştu. Çalışmalarının dünyanın saygın tıp dergilerinde de yayımlandığını dile getiren Prof. Dr. Bulut, ‘‘Ama uzun dönem takiplerine gereksinim duyuyoruz. Zaman içinde daha fazla ilgi göreceğini umuyorum’’ dedi. adun Hoca’yı genç kuşak pek bilmez. Ama bir yarım yüzyıldan bu yana geçen zamanın farkında olanlar, özellikle 19501960 yıllarında, Mülkiye’de, hele hele ‘‘devrimci’’ iktisat derslerini izleyen öğrenciler, anlışanlı Sadun Hoca’yı, Profesör Sadun Aren’i bilirler. Sonra, 1960 yılından başlayarak 1980’lere kadar, politikası altüst edilmiş bir ülkede, doğruların altını çizen seçkin politikacılar arasında Sadun Hoca’yı daha da hatırlarlar. Yine o yıllarda, birkaç yılın hapishanelerini ‘‘Sadun Hoca’’ ile bölüşmüş olanlar ise, o tutuklu yaşamını hiç unutmamışlardır. Şu son yıllarda, Sadun Hoca’nın yaşamının öyküsünü de bekliyorduk: İmge Kitabevi’nden çıkan çiçeği burnunda Puslu Camın Arkasından adlı kitap, onurlu bir yaşamın dökümünü veriyor. Bu öykü bilgi, deneyim ve mesajla yoğrulmuş. Onlara kulak kabartacaklar ise, genç kuşak olacak, olmalı... ? Kitapta, ilginç sayfalar önce Demokrat Parti’nin (DP) üstüne. DP’nin bugün de meddahları çoktur; ciddi bir eleştirinin uzağında, bir övgüye boğar, konuyu tanınmaz duruma getirirler. Sadun Hoca’da ise nesnel bir değerlendirmeyi görüyoruz. Gerçekten, DP iktidarı (19501960), ‘‘gerçekten memleketi sarsmış, topluma bir sıçrama yaptırmıştır’’. Nüfusumuzun çok büyük bir bölümü köylerde yaşıyordu; köylünün cebine para girip malı para edince, daha çok satın almaya, daha iyi yaşamaya başlamıştır. Ama bu arada, köylere traktör de girmiştir; 19531954 arasında, traktör sayısı elli bin olurken, 50’lerin sonlarına doğru iki yüz bine çıkmıştır. Bu gelişme, büyük toprak sahipleri yanında ortakçı ya da ırgat olarak çalışan köylüleri kente itmiştir: Yani traktör içeri girmiş, işgücü dışarı çıkmıştır; yarım işsizleri tam işsiz yapmıştır. 1955’ten sonra bu gelişmenin hızı kesilmiştir. Plansız bir kalkınmanın ilk dramıdır bu! İlginçtir, bize yüz binlerce traktör satmışlar, ama traktör fabrikası montaj sanayisi biçiminde bile kurdurtmazlar. Marshall Planı’nın içyüzü de pek araştırılmadı. Veysel Güney’in mezarı açılıyor NAZMİ AKDAĞ / ABİDİN YAĞMUR MERSİN 12 Eylül döneminde idam edilen ve cenazesi ailesine verilmeyen Veysel Güney’in mezarı DNA testi yapılabilmesi için açılacak. Dava dosyasında, Güney’i idam sehpasına götüren, çatışmada şehit olan bir üsteğmenin ölümüyle ilgili de ilginç ifadeler yer alıyor. Eski savcı Mete Göktürk’ün ‘‘Adaleti Gördünüz mü’’ adlı kitabında ‘‘yeterli delil olmadığı halde’’ idam edildiğini açıkladığı Veysel Güney’in, 25 yıl sonra bulunan kayıp mezarı açılacak. Yaptıkları araştırmalarla mezarı ortaya çıkaran Mersin 78’liler Derneği Başkanı Ethem Dinçer, ‘‘Kimsesizler mezarlığında yatan kişinin Veysel olduğunu biliyoruz. Ancak bu savımızı ispatlamak, 12 Eylül hukuksuzluğunu belgeleriyle ortaya koymak için DNA testinin yapılmasını istiyorduk. Pazartesi günü mezar açılacak ve kemiklerden DNA testi yapılacak’’ diye konuştu. 12 Eylül döneminde idam edilen 84 kişi arasında cenazesi ailesine teslim edilmeyen tek kişi olan Veysel Güney’in, ‘‘Bir teğmeni ideolojik amaçla öldürmek’’ savıyla yargılandığı dava dosyasında yer alan belgelerde, cenazenin kime teslim edildiği konusunda çelişkili bilgiler yer alıyor. Dosyada, Güney’in idam edilmesine yol açan ve Üsteğmen Şahin Akkaya’nın şehit olduğu çatışmayla ilgili de ilginç bilgiler yer alıyor. Gaziantep’te Alleben Mahallesi’nde bir evde yaşanan ve Güney’in yaralı olarak yakalandığı çatışmaya katılan bütün polisler ifadelerinde Üsteğmen Akkaya’nın söz konusu eve girdiğini ve ateş edenin kim olduğunu tam olarak görmediklerini belirtiyorlar. Polisler Akkaya’nın yaralandığını ancak çatışma bittikten sonra anladıklarını anlatırken dosyada balistik raporlarının dönemin Sıkıyönetim Komutanı’nın isteği ile bir gün içinde tamamlanarak savcılığa gönderildiği yönündeki bilgiler de dikkat çekiyor. Prof. Dr. Bulut yönetimindeki ekibin başarısı, bilim dergilerine konu oldu. laçatılılar, Çeşme’nin bir parçası olarak görülmekten hoşlanmıyorlar. Alaçatı, son günlerde birçok ünlü ismin ilgi gösterdiği önemli bir yazlık mekân haline dönüştü. Daha birkaç yıl öncesine kadar kendi halinde bir köy gibi yaşayan Alaçatı birkaç yıldır gözde yerlerin başında kabul ediliyor. Dalgasız rüzgârı, sörf tutkunları için bulunmaz bir ortam oluşturuyor. Alaçatılılar, şu günlerde Türkiye’nin en önemli sörf merkezinin önüne yapılması planlanan marinaya karşı çıkıyorlar. Sörfe yönelik ilgiden çok önce ortaya çıkan marina projesi artık vazgeçilmesi gereken bir girişim olarak kabul ediliyor. Doğan Yayın Holding Başkan Yardımcısı Yalçın Balcı da Alaçatı tutkunlarından. ‘‘Biz Alaçatılıyız, Çeşmeli değil’’ diyerek söz başlıyor. Eski bir Alaçatı evini alıp restore ettirmiş. Altı yıldır yazları haftanın dört gününü burada geçirmekten büyük bir mutluluk duyduğu bakışlarından anlaşılıyordu. Alaçatı’ya Dost Kitabevi sahibi Ömer Önal’ın davetiyle geldik. İpek (Çalışlar) ‘‘Latife Hanım’’ kitabını imzalar ve okurlarıyla buluşurken ben Alaçatı’nın sokaklarını dolaşıyor, bu yöreye yönelik ilgiyi anlamaya çalışıyor A SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR Alaçatı’nın Yükselen Rüzgârı bağcılık ve şarapçılığı geliştiriyorlar ve geri dönmüyorlar. Alaçatı’da üzüm işletme tesisleri ve şarap fabrikası kuruyorlar. Yurtdışına kuruüzüm ve şarap ihraç ediliyor. 1914 yılında Balkan Savaşı’ndan kaçan Türklerin bir kısmı Alaçatı’ya geliyor. Bu göçmenleri taşıyan vapur limanda görüldüğü an, bölgedeki Rumlar yüklü arabalarını bile yol ortalarında bırakıp kayıklarla Sakız Adası’na kaçıyorlar. 1924 yılındaki mübadele sırasında Selanik’ten getirilen göçmenler de Alaçatı’ya yerleştiriliyor. Gelenler bağcılık bilmedikleri için bağlar zaman içinde yok olup gidiyor. Alaçatı, şimdi güzel taş evleri, sempatik sokakları, sörf yapılan dalgasız rüzgârlı kıyılarıyla yeniden kendine geliyor. Alaçatı’nın hemen yanı başındaki el değmemiş kıyılar şu anda tam anlamıyla tehdit altında. Yoğun yapılaşma eğilimi buraya da yönelmiş durumda. Alaçatılılar ise kurdukları Ala dum. Alaçatı, denize kıyısı olan bir yer değil. Sörf yapılan kıyı, kasabanın biraz dışında. Alaçatılılar, kasabanın deniz kenarında olmamasını bir şans olarak değerlendiriyorlar. ‘‘Yoksa şimdiye kadar burası da bitmişti’’ diyorlar. Alaçatı’nın kendine özgü taş evleri var. Yeni yapılan evler de bu eski örneklere uydurularak yapılıyor. Kasabanın en önemli özelliği butik oteller. Taş Otel, Değirmen Otel, Manastır Otel aklımda kalanlar. Köşe Kahve de kasabanın ünlü mekânlarından. Biz Alaçatı Sailors Otel’de kaldık. Zevkle döşenmiş bu butik oteli, bahçesini çok sevdik. Sabah kahvaltısı da mükemmeldi. Alaçatı, bir yakın tarih kasabası olarak görülebilir. 1850’li yıllarda bataklık alan, karşı adalardan gelen Rum işçiler tarafından kurutuluyor. Buraya gelen Rum işçiler, büyük toprak sahibi Türklerin verdiği arazilerde çatı Koruma Derneği’yle kasabalarını korumaya, yoğun yapılaşmaya engel olmaya ve kültür turizmini esas alan bir turizm çizgisini sürdürmeye çalışıyorlar. İzmir’e gelip de Latife Uşşaki Müzesi’ni gezmemek olur mu? İki yıl önce ziyaret ettiğimiz müzede fazla bir değişiklik olmamıştı. Müze Müdürü Ahmet Güler’le konuştuk. Son dönemde müzenin ziyaretçi sayısında önemli bir artış olmuştu. Müzenin gerçek bir Latife Hanım müzesine dönüşmesi için bazı adımların atılması gerekiyordu. Latife Hanım’ın çocukluğuna ilişkin fotoğrafların, yazıları ve konuşmaların, o dönemde kullanılan eşyaların yerleştirilmesi müzeyi değiştirebilir. Bu alanda büyük bir eksiklik olduğu ortada. Binanın sahibi Tatış ailesi Kurtuluş Savaşı tarihimizde özel bir yeri olan bu binayı müzeye dönüştürerek önemli bir hizmeti yerine getirmişti. Şimdi yapılması gereken, bu müzenin Latife Hanım’ın yaşadığı dönemi yansıtacak bir şekilde yeniden yapılandırılmasıydı... NOT: Sevgili Kemal Nebioğlu da bizi terk edip gitti. Kemal Ağabey emekçi hareketine olan inancını hep korudu, sosyalist ideallerine bağlı kaldı. Onu çok arayacağız. Çok özleyeceğiz... Saçlıoğlu’na son görev İstanbul Haber Servisi Emekli Askeri Yargıtay Başsavcısı ve emekli Anayasa Mahkemesi üyesi Nahit Saçlıoğlu, Selimiye Camii’nde öğle vakti kılınan cenaze namazının ardından Beylerbeyi Küplüce Mezarlığı’nda toprağa verildi. Saçlıoğlu’nun cenazesine ailesi, yakınları ve hukukçu arkadaşları katıldı.Saçlıoğlu 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam kararına mualefet şerhi koymuştu. Saçlıoğlu’nın, Askeri Yargıtay Kurulu’nda, 6 Mayıs 1972’de idam edilen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının davası kararına koyduğu muhalefet şerhini Uğur Mumcu ‘‘hukuk şiiri’’ diye nitelendirmişti. Saçlıoğlu, idam kararına karşı yazısı nedeniyle Cumhuriyet tarihinde generalliğe yükselemeyen ilk Askeri Yargıtay Başsavcısı oldu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle