28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AĞUSTOS CUMA SÖZ ÇİZGİNİN haberler TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ C 3 HİKMET ÇETİNKAYA Erdoğan Ordu Çelişkisi rdoğanOrdu Çekişmesi’’ başlı‘‘E ğı sizi yanıltmasın. Sözünü ettiğim, son zamanlarda TSK rumuzuyla anılan ordu değil. Karadeniz’in şirin sahil kenti Ordu. 12 Mart döneminde sözünü ettiğim ilk ordunun hışmına uğrayıp hapse düşmüş bir arkadaşım, o sırada 1. ligde oynayan, resmi adı Orduspor olan Ordu’nun İstanbul’daki hiçbir maçını kaçırmıyordu. Bir gün dayanamayıp sordum: Sen futbolla çok ilgili değildin, şimdi nereden çıktı bu merak? Güldü. Her maça gitmiyorum, sadece Ordu maçlarına gidiyorum, yasal yaptırım olmadan en rahat içimi döktüğüm yer orası da... Ona, bir yanlışlığı bir kuruma mal etmenin anlamsız olduğunu anlatmaya çalışmadım, esprisi hoştu, güldüm, geçtim. Tayyip Bey, kendi bölgesi içinde olan Ordu’daki fındık gösterisi sırasında, bütün bölge halkı ve özellikle Ordu ile büyük bir çelişkiye düştü. Belli ki, Başbakan kendi bölgesinde böylesine bir tepkiyle karşılaşacağını hiç düşünmemişti. Oysa düşünmeliydi, bölgenin iki büyük temel zenginliğinden biri olan fındığın üreticisinin çıkarlarıyla çelişen bir politika uyguladıktan, yöneticilerinin velev ki eleştirilecek edimleri bile olsa, fındıkçının can damarı FİSKOBİRLİK ile çatıştıktan sonra, bölge halkının Tayyip Bey’e kucak açması beklenmezdi. ??? Bütün bu olaylar olurken, Erhan Bener’in anılarıyla da süslediği, kendine özgü türde yazılmış, oldukça hacimli (651 sayfa) ‘‘Bürokratlar’’ kitabını okumaktaydım. Usta yazar Erhan Bener (ağabeyi rahmetli Vüsat O. Bener de seçkin bir yazın adamıydı, oğlu Yiğit Bener de eşsiz bir çevirmen ve yazardır) bürokrasinin en yüksek kademelerinde, hatta diplomasi alanında görev yapmış biri olarak, bürokratların politikacılar tarafından nasıl insafsızca harcandığını birçok örnekle gösteriyor. Hakkını yememek için, hemen tersi örnekleri de, yani bürokratın politikacıyı nasıl yanlış yönlendirdiğini atlattığını da örnekleriyle gözler önüne serdiğini vurgulamak isterim. ErdoğanOrdu çatışması ile Bürokratlar kitabı tam zamanında bir araya gelmişlerdi. Ordu’daki olaylar, politikacının olayların sorumluluğunu nasıl bürokrata yüklediğini ve bürokratı nasıl harcadığını çok güzel gösteriyordu; kitapta okuduğum bunca örneğe, yaşayarak gördüğüm bir yenisi eklenmişti böylece. Yine Erhan Bener’in kitabında çokça sözünü ettiği, görevini yasa sınırları içinde yerine getirirken politikacının baskısına yiğitçe karşı koyabilen bürokratın örneğini vermişti, Ordu Emniyet Müdürü Rıdvan Güler. Tabii Güler merkeze alındı ve bu tasarrufun sorumluluğunu Başbakan yüklendi. ??? Emniyet Müdürü, AKP’li milletvekillerinin, OrduSamsun yolunu kapatan kalabalığın güç kullanılarak dağıtılması yolundaki AKP’li politikacı isteğine uysaydı neler olurdu, insan düşünmek bile istemiyor. Böyle bir davranış, emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirecekti. Üstelik gösterici sayısı çok çeşitli çevrelerin değişik değerlendirmelerine göre, kırk binseksen bin arasında değişiyordu. Polis sayısı ise 450 idi ve bunların önemli bir bölümü de (hemen hemen üç yüzü) AKP binası, FİSKOBİRLİK, bir zamanlar Zapsu’nun ortağı olduğu BİM önünde nöbet tutmaktaydı. Ordu Emniyet Müdürü, çok vahim boyutlara varacak olan bir çatışmayı sağduyu ile önlemiş, bir süre sonra da karayolunu açmayı başarmıştır. Bütün bunlar olduktan sonra olayın sorumluluğunu üstlenen Başbakan’ın, karayolu kapalı olduğu için iki kişinin cankurtaranda can verdiği yolundaki açıklamasına ne demeli? Bu açıklama doğru değil, acaba Başbakan’a bu yolda yanlış bir bilgi mi geldi? Eğer geldiyse, Başbakan halkı aldatmasına neden olan bu bilgi ile kendisini yanıltan bürokratlar hakkında ne gibi bir işlem yaptırdı? Bu arada karmaşık fındık olayı tartışmasına katılan, Türkiye fındığının yüzde 30’unun ihracatçısı Oltan Gıda’nın patronu Kenan Oltan, ‘‘Ziraat odaları komünist’’ diyerek olaya yeni olmayan bir boyut kattı. Türkiye’de çıkarlarının çatıştığı kişiye komünist demek bakalım hâlâ geçerli olacak mı? Bakalım Ordu yeni bir bilinçlenme odağı olabilecek mi? ‘‘Hangi Ordu’’ mu? Baştan da belirttik ya canım, Karadeniz Ordu! İlkelliğin Bayrağı G FINDIK MI, ORDU MU, ORDU HA?. ÖYLEYSE ELEŞTİRİN, ELEŞTİRİN.. STRATONIKEIA ANTİK KENTİNDE YAPILAN KAZI ÇALIŞMALARI Yatağan’da tarih yatıyor ÖZCAN ÖZGÜR MUĞLA Yatağan’da Stratonikeia antik kentinde yapılan kazı çalışmalarında ‘yatan aslan heykeli’ bulundu. Kazı Başkanı Prof. Dr. Çetin Şahin, Stratonikeia’nın dünyanın en büyük antik mermer kenti olduğunu belirterek ‘‘Burası Türkiye’nin en önemli arkeoloji merkezi olabilir’’ dedi. Yatağan Termik Santralı’nın kömür gereksiniminin karşılandığı Eskihisar havzası içinde kalan Stratonikeia ile yine altında kömür olduğu için taşınması gündeme gelen Lagina antik kenti arasındaki 11 kilometrelik kutsal yolda yapılan kazı çalışmaları sırasında, MS 200 yılına ait olduğu belirlenen ‘yatan aslan heykeli’ bulundu. Kazı Başkanı Profesör Dr. Çetin Şahin, çalışmalarla ilgili şu bilgileri verdi: ‘‘Burada aslanlı bir yol olabilir. Kazı çalışmaları devam ettikçe bunu göreceğiz. Eğer varsa ve öteki aslanlar da sağlam çıkarsa bu müthiş olur. Ancak kömür hafriyatı nedeniyle bu kutsal yolun önemli bölümü ne yazık ki bozulmuş bulunuyor. Dünyanın başka hiçbir yerinde tamamı mermer olan bir antik yerleşim alanı bulamazsınız. Burada her şey mermerden. Çünkü bölge bugün de mermer merkezi. Burada iki hafta önce başlatılan kazı çalışmalarında bir kiliseye ait temel, Roma ve Bizans dönemlerine ait sikkeler, MÖ 400 yıllarına ait ok uçları, demir haç, prehistorik döneme ait balta ve yatan aslan heykeli bulduk.’’ Şahin, çalışmalarını bu yıl 25 işçi ve 11 öğrenciyle sürdürdüklerini de belirttti. Bölgede incelemeler yapan Yatağan Kaymakamı Şehmus Günaydın da, bu yılki kazı çalışmalarının 35 bin YTL’lik ödenekle başladığını ancak yetersiz kalması nedeniyle zorlandıklarını belirterek ‘‘Kültür Bakanlığı’nca kazı çalışmalarının sürdürülebilmesi için 100 bin YTL daha ödenek sağlandı. Umarım arkası gelir’’ dedi. ilan renkli özlerinizden bir bulut geçiyor biliyorum. Yaz akşamlarında sevinç değil, hüzün akıyor gözlerinizden görüyorum. Adın Necla, adın Dilan, adın Emine... Ben sizi tanıyorum Fırat kıyılarından, Harran Ovası’ndan, Batman’dan, Diyarbakır’dan... Korkuyorsunuz yıldızlar uykuya yattıklarında... Buğday kokan avuçlarından, sulara eğilmiş dallardan, ırmaklardan, ovalardan, sulara karşı ağaçlardan... Ben sizi tanıyorum... Hani o korkak sokaklar vardır ya, sarı ışıklarını bile söndüren... Budalaca düşler vardır ya, birden kaybolan... İki beyaz buluttan... Mavi bir diken üstünde sabah güneşi bekleyen...Üşüyen!.. Hiç konuşmayan... Ben oralardan tanıyorum sizi... Batman’da arkası kesilmeyen intiharlardan, adına ‘‘töre’’ denilen ilkellikten, mal gibi alınıp satılmaktan... Bir kuyu dibinde sırılsıklam olmuş anılardan, kara taşlardan, kuşlardan, böceklerden, gece çiçeklerinden... On beş yaşında ‘‘anne’’ oluşunuzdan, Kuran kurslarından, okulsuz köylerden, imam nikâhlarından, kumalardan... Göğe açılan beyaz elleriniz, avuçlarınız vardı... Tanımadığınız çimenler, ısırgan otları... Mardin çarşısında dolaşırdınız biraz ürkek, biraz da kırılgan... Nice acılar içinde yürümüştünüz, ezilmiştiniz, yok edilmek istenmiştiniz... Sevmiştiniz, âşık olmuştunuz... O gün oracıkta kıydılar sana Necla, pazaryerinin tam ortasında... Saat 15.45’te... ??? Sen otuz beş yaşındaydın Halil’i tanıdığında... Halil evli ve altı çocuk babasıydı. Sevmiştin, âşık olmuştun. ‘‘Kuma’’ mı diyorlar ne, onu da kabullenmiştin. Halil’den hamile kalmıştın. Günler, haftalar geçmişti. Baban, erkek kardeşin, amcaoğlun oturup karar vermişler, senin ve Halil’in öldürülmesi için Şeyh’e başvurmuşlardı. Şeyh ‘‘ölüm fermanı’’nı onaylamıştı... Bir gece yakalamışlardı Halil’le seni... Önce taşlamışlardı ikinizi... Kemik saplı bıçakla vurdular, vurdular yirmi kez... Halil ölmüş, sen ağır yaralı olarak kaldırılmıştın Diyarbakır Dicle Hastanesi’ne... Gözlerinin içinde bulutlar uçuşuyordu, seni gördüğümde... Loş uçurumlardaydın, mazi boşluklarındaydın. Dört aylık bebeğini düşürmüştün. Umudun ve sabrın vakti yoktu... Ölümün de... Ben sizi tanıyorum, çok uzaklarda olsam da... Hüzün olurdu adınız, ölüm ve ağıt olurdu dağlarda, ovalarda... Yıllar önce tanıdım sizi... Adlarınız Dilan’dı, Zeliha’ydı, Necla’ydı, Ayşe’ydi, Zehra’ydı... Aylardan kasım, Lice kar altındaydı... Sen on beş yaşındaydın o zaman... Kırk yaşındaki Yaşar’a kaçmıştın... Yaşar evliydi... Öldürdüler seni de!.. Güneydoğu’da ‘‘hayatın sayfaları’’ acı, hüzün, ölüm... Ben, Akdeniz’in soluk aldığı saatlerde umutla umutsuzluğu yaşıyorum sizi düşünürken... Töre cinayetleri, sömürü, yoksulluk, açlık, ilkellik ve aşiret düzeni... Kadın olmak zor benim ülkemde... Haydi söyleyin bakalım, bu feodal yapı ne zaman çökecek? Ne zaman bitecek bu acılar, ne zaman kadın onuru çiğnenmeyecek benim ülkemde? ??? Tanır mısınız Recve’yi? Recve on dokuz yaşındaydı ve on bir yaşında tecavüze uğramıştı... Sekiz yıl sakladı bu vahşi saldırıyı... Genç kızlığının duru inceliğinde, kanatları kesilmiş, can çekişen bir kuş gibi, çamurun, karın, fırtınanın, yağmurun tükenen mırıltıları içinde yaşamını sürdürdü... Sonra annesi Şekha’ya anlattı. Şekha da, kocasına, oğullarına... Aile karar verdi: ‘‘Recve öldürülecek namusun temizlenmesi için...’’ Şeyh’e gidildi... Şeyh ‘‘Öldürün’’ dedi. Recve öldürüldü... Aşk, sevda, sevgi!.. Bir toplum düşünün ki üç kelimeyi içine sindiremiyor, ‘‘töre ve namus’’u ilkelliğin bayrağı olarak dalgalandırmayı sürdürüyor... Söyleyin Tanrı aşkına, nedir bu namus? hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 asirmen?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle