04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 EKİM ALANLARININ YÜZDE C dizi AĞUSTOS CUMA AZALDIĞINI BELİRTEN EGE ÇİFTÇİLER DERNEĞİ BAŞKANI TANMAN UYARDI: SOSYAL PATLAMA OLUR ‘Türk tarımı iflas bayrağını çekti’ ÜRETİCİ GEÇMİŞİ ÖZLÜYOR B ir zamanlar Söke Ovası’na indiğinizde, mevsimindeyseniz eğer, cayır cayır sıcakta kar yığını pamuk tarlalarını görürdünüz uçsuz, bucaksız... Yeryüzünün en kaliteli pamuğu üretilirdi ak tarlalarda. Dikimdi, çapaydı, toplamaydı derken Egeli işçiler yetişemezdi, yetmezdi. Güneydoğu illerinden kamyonlarla gelen yurttaşlarımız el verir, ekmek kazanırdı. Üretici önemliydi.. siyasetin nabzı tarlalarda, köylerde, baş fiyat pazarlarında atardı. Sonra işler değişti. Siz ne dersiniz bilmem. Köylünün, üreticinin yaşadıkları, anlattıkları en hafif deyişle hüzünlü bir tabloyu sergiliyor aslında. Ak pamuğun isyan ettiren kara öyküsüdür bu... IMF’si, Dünya Bankası, AB’si devreye girer, ipin ucundaki kukla iktidarlar uygular. Destekler kesilir, üretim alanları daraltılır. Beli kırılmıştır artık pamuğun. Sıkı durun, rüyamızda görsek inanamazdık; pamuk tarlaları bozuluyor, nar bahçelerine dönüşüyor Ege’de. Pamuğun yerine nar!.. Dünyaya pamuk satar, kazanırdık. Şimdi dövizleri bastırıp dışardan alıyoruz, Amerika’dan, Yunanistan’dan... Tekstilcimiz de dışa bağlandı... Tarım yerine turizm konuşuluyor OZAN YAYMAN B Yazarımız Hikmet Çetinkaya’ya sorunlarını anlatan 68s kuşağından Necati Sağır (sağdan ikinci), ve eski Datça Muhtarı Ertuğrul Çetin (sağdan birinci), ithal ürünlerin tarımı bitirdiğini dile getirdi. (Fotoğraflar: OZAN YAYMAN) Badem üreticisi ithalata yenildi HİKMET ÇETİNKAYA ‘İTHALAT PATLADI’ Direnen, neredeyse inadına üretim yapan Ege Çiftçiler Derneği Başkanı Hulusi Tanman’layız. Söke çıkışında, ovanın ortasındaki işletmesini ayakta tutmaya çalışıyor. Odası, üretime katkıları, üreticiye destekleri nedeniyle geçmişte verilen ödüllerle dolu. Güleryüzlü merhabalaşma ve sıcak bir karşılaşmanın ardından ziyaret gerekçemiz ortaya çıkınca o babacan hali gölgeleniyor. Belli, canı sıkkın. Dolaplarındaki birkaç dosyayı, masanın üstüne yerleştiriyor. Başlıyor karıştırmaya. Pamuk, pamuk, pamuk diye sayfaları çevirirken belgeyi buluyor. Gösteriyor. İzmir Ticaret Borsası’nın bir yayını. Başlık: 5322 Nedir bu Sayın Tanman? HULUSİ TANMAN Tarımın iflasıdır, iflası... Şizofrenik uygulamaların bir verisi, bir belgesi. Patlamadır, ithalat patlaması. Son 25 yılda ithalattaki büyüme oranı, yüzde 5 bin 322 . Evet, inanılır gibi değil, ama gerçek. Peki, aynı yılda ihracat ne olmuş? Yüzde 58 artmış, sadece yüzde 58... Bu manzara karşısında biz daha ne konuşalım... Bunun adı, uzatmadan söyleyelim, iflastır... Pamuk olayında dünyaya bakalım önce. 60’lı yıllarda 10 milyon tonluk üretiminden bugün 25 milyon tona gelindi. İlk sırada 6 miyon tonla Çin var. Sonra ABD 4 milyon 770 bin ton. Bizim yaklaşık 900 bin. ABD ve ÇİN ÇIKAR ORTAĞI Çin her üretimde öne çıkmaya başladı! En büyük pamuklu ürünler ihracatçısı olan Çin, ucuz pamuk ithal edip, ucuz pamuklu ürünler ihraç ederek dünya piyasalarını ele geçirmeye çalışıyor. Asıl ABD dünya pamuk ticaretini belirliyor. 3 milyon tonunu ihraç ediyor. Dünya pamuk fiyat hareketlerini de New York Vadeli İşlemler Borsası başta olmak üzere kendi iç piyasalarındaki borsalarla belirliyor. Aynı zamanda en büyük pamuklu ürünler ithalatçısı. Amerika’nın ucuz pamuk üretip ucuz pamuk ihraç ederek ucuz pamuklu ithalatı yapması, kendi ekonomisi açısından son derece önemli. İşte bu noktada ABD ve Çin’in menfaatleri birleşiyor. ABD kendi pamuk üreticilerine yüksek sübvansiyonlar veriyor, koruyor. 300 bin çiftçiye 3 milyar dolarlık destek. Dünya pamuk fiyatlarını son 8 yılın en düşük seviyelerinde tutuyor. Ama ABD güdümündeki Dünya Bankası ve AB bize, ‘Tarımsal destekleri kaldırın’ diyor. İşte mesele burda. Hem ABD hem, AB dünyanın geleceği olan tarım gibi stratejik bir konuda kendi üreticilerine prim desteği verirken, Türkiye’ye ‘‘Tarımda küçülün’’ diyor. Şimdi biz nasıl dünya ile rekabet edebilelim? Bir yandan inanılmaz ölçüde artan girdi maliyetleriyle karşılaşacaksınız, diğer yandan anlattığım manzara. Maliyetlerimiz dünya ortalamasının 3 katı. Nitekim gelişmekte olan ülkeler DTÖ’nün tüm toplantılarında haksız rekabetin önlenmesini istiyor. AB’nin tarımdaki yaklaşımı da benzeşiyor! Aynen öyle. AB, Türkiye’ye serbest dolaşım ve tarım konularında kalıcı kısıtlamalar getiriyor. Eğer bu gerçekleşirse, birincisi Türk tarımı biter. Türk üreticisi, ürünlerini AB’ye satamaz. Ancak, Afrika’ya satabilir. Buna da ABD izin vermez. İkincisi, göç ve işsizlik olur. Köyler boşalır. Böylece insanlar AB ülkelerine yönelir. Bunu engellemek için serbest dolaşım kısıtlamasını getirdiler. Tarımda içinde bulunulan karmaşa budur. Hükümet yüzde 5060 nüfusa sahip tarım sektörüne çözüm bulmak zorundadır. Bundan, esnaf ve sanatkâr da etkilenir. Aksi durumda 56 yıl sonra sıkıntı artar. Dikkat edin bakın ne diyorum, sosyal patlamalar olur. S Ü R E C E K D atça Yarımadası bir doğa cennetidir... Koylar ve bükler... Köy pansiyonculuğu çok gelişmiştir... Datça’nın ‘‘Yazı köyü’’ne gidiyoruz Cumhuriyet’in Marmaris Temsilcisi Mehmet Emin Berber’le birlikte... Mehmet Emin, otomobili durduruyor... Mesudiye ayaklarımız altında. Maviyle yeşilin buluştuğu bir nokta. Havada kekik kokusu var... Binlerce yıllık tarih ve uygarlık... Türkiye gibi cennet bir ülkede yaşadığımızın kimi zaman hiç farkına varmıyoruz. Verimli topraklar, yılın 9 ayı ılıman bir hava. Yaş sebzeden meyveye dek her şey yetişiyor... Datça insana keyif veriyor. Tüm sorunlarını unutturuyor... Denize bakıyorum uzun uzun... mesin diye nohudun başında nöbet tutuyor çardakta Mustafa. Tüfeğini yatağının altına koymuş. Jandarma gelmiş, silah bulmuş. 1.5 milyar ceza kesmiş. Bizim burada domuz öldürmek yasak...’’ ‘İTHAL BADEM BİZİ BİTİRDİ’ Köyde 3540 ton badem üretiliyor... Küçük badem 18 milyon, ak badem 20 milyon, nurlu badem 22 milyondan (kilosu) satılmış tüccara... İrfan Özbayrak, ‘‘İthal badem bizim ürünü yok etti’’ diyor. ‘‘Neden’’ diye sordum. Yanıt: ‘‘Badem Amerika, İran ve Suriye’den ithal ediliyor artık. Bu hükümet, vatandaş ne yapıyor diye bakmıyor. Eziliyoruz, yok oluyoruz. Bizi kimse önemsemiyor.’’ Çevre köylerde de durum aynı... Köyceğiz’de, Dalaman’da ve Fethiye’de... Keçiboynuzunu satamıyor Yazı köyü... Bademi yok pahasına satıyor, zeytinyağını da... Toprakları SİT alanı... Aklıma Prof. Dr. Kamil Okyay’ın CAN BABASIZ DATÇA Datça, Can Yücel’le özdeşleşmiştir. O eski Datça, ‘‘Can Baba’’sız yaşıyor kaç yıldır. Can Yücel Sokağı’nın başında fotoğraf çektirdim. Can Baba’nın arkadaşı Osman Bey’le konuştum... Anılar, yaşam, sevgi, aşk, dostluk... Güler Yücel o sade döşeli iki odalı köy evinde yaşıyor tek başına. Güzel resimler yapıyor. Can Yücel’in kütüphanesini koruyor. Daha açıkçası yaşamı çoğaltıyor... Akdeniz yaraşıyor Güler Yücel’e.. ‘‘Hayatta yattık dün gece Üstümüzde meltem Kekik kokuyor ellerim hâlâ Sen yatmadın sanki Dağları dolaştım’’ Güler Hanım’ın elinde mavi bir kalem... Denize yazı yazıyor... Mesudiye’yi seyrediyorum kuşbakışı... Sonra denize doğru iniyoruz kıvrım kıvrım bir yoldan... İçimde kekik ve limon kokusu... Yazı köyü badem, zeytin ve keçiboynuzu üretiyor... SİT ALANI SORUNU 512 nüfuslu, çağdaş bir köy... Muhtar Ertuğrul Çetin anlatıyor: ‘‘Üretim Tüketim Kalkınma Kooperatifimiz var. Tam 35 yıl önce kuruldu. 150 ton zeytinyağı üretiyoruz köy halkı olarak...’’ Temmuz başında kilosu 8 milyon liradan satıyorlardı zeytinyağını... Daha önceleri 35 milyon liraymış... Bir de SİT sorunu var... Yazı köyünün 30 bin dönüm toprağı bulunuyor... 27 bin dönüm ise SİT alanı içinde. Doğal ve arkeolojik... Üç tarafı denizle çevrili köyü... Muhtar Ertuğrul Çetin diyor ki: ‘‘30 bin dönüm toprağın 27 bin dönümü SİT alanı olur mu?’’ Ali Topuz söze giriyor: ‘‘Köyden Mustafa Ayaz tarlasına nohut ekmiş. Geceleri domuzlar ye lar, ABD kökenli şirketler tarafından başlatılmıştır. Tarla denemelerine 1985 yılında, GDO’ların ticari anlamda ekimine 1996 yılında başlanmıştır. Bugün tüm dünyada Türkiye yüzölçümüne yakın bir alanda transgenik ekim yapılmakta olup, ekim alanlarının yüzde 99’u ABD, Arjantin, Kanada, Çin ve Brezilya’da bulunmaktadır. GDO’lu bitkiler açısından da büyük oranda bir toplanma söz konusudur. dünyada GDO’lu olarak üretilen bitkilerin yüzde 99’unu soya, mısır, kolza ve pamuk oluşturmaktadır. Bunların yanında patates, domates, pirinç, buğday, balkabağı, ayçiçeği, yerfıstığı, bazı balık türleri, kasava ve papaya da GDO’lu olarak üretiliyor. Muz, ahududu, çilek, kiraz, biber, kavun ve karpuzda halen çalışmalar devam ediyor. GDO’lu ürünlerin üretilme amaçları arasında açlıkla mücadele, hammaddeden işlenmiş maddeye kadar olan zincirde, çevreye daha az zararlı, besleyici değeri daha yüksek, raf ömrü daha uzun ürünler elde etme gibi söylemler yer almaktadır. Oysa bu ürünler bu denli masum ir tarafında eşsiz koyları, denizi, Akdeniz kasabaları hemen yanı başında ‘‘bereket’’ ile eşanlamlı tarım alanları. Toprağı ana gibi. Yaratan ve bağrına aldığı her bir tohumu filiz diye yaşam sunan. Coğrafyası en uzaklarda nam salan... Turizm olgusunun daha yaşamımıza girmediği yıllardı. Her bir metrekare alan ekilip biçilir, iç pazarın yanı sıra dışarıya da ürün satılırdı. Halkın başat geçim kaynağı ve can suyu, işlediği toprağıydı. Ürün baş fiyatlarının açıklanacağı günler bayram sayılırdı. İşlenecek toprak mücevherat kutusu gibiydi. Evlerin denize bakan kısmı değersiz kabul edilir, hayvanların bağlandığı ağıl ya da araç gerecin depolandığı alan olarak kullanılırdı. Ama gel gör ki, şimdilerde bu tarım arazilerinin çoğu ‘‘turizm’’ denilerek, ikinci konutlarla ve niteliği tartışılmaya başlanan tesislerle dolduruldu. Marmaris, Datça, Fethiye, Kaş, Antalya derken Demre. Her yerde aynı sözü duyduk: ‘‘Bizim buralarda kadının sözü baskındır. Ülkenin başka yerlerine benzemeyiz’’. ‘‘Neden’’ sorumuza verdikleri yanıt da değişmiyordu: ‘‘Eskiden evlerin denize bakan bölümleri değersiz kabul edilir ve miras zamanı geldiğinde bu alanlar kız çocuklarına bırakılırdı. Ekinin sürekli göz önünde olması istendiğinden, evin ön bölümü tarlalara bakardı. Bu alanlar daha değerli kabul edildiğinden, soyadını sürdüreceği için erkek çocuklara kalırdı’’. TARIM İKİNCİ PLANDA Ama gel gör ki, devir değişti. Tarım olgusu ikinci plana itildi. Şimdilerde deniz kıyısı en kıymetli alan ve bu alanlara sahip olanlar, paranın da gücüyle fazlasıyla söz sahibi. Hazıra dağ dayanır mı? Bilinmez. Verimli arazilerini işlemekten vazgeçen ya da buna mecbur kalan halkın elden çıkardığı alanlar hiç de azımsanmayacak ölçüde. Güney turumuzdaki fotoğraf karelerinden en belirgini bu kompozisyon. Turistik işletmeler ile tarım alanları iç içe geçmiş durumda. Özellikle Fethiye’de durum bütünüyle böyle. Bir tarafta denize giren, güneşlenen turistler öte yanda bahçesini, tarlasını çapalayan yöre insanı. Nâzım Hikmet’in, ‘‘Derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf’’ deyişi geliyor akla. Demre’de ise ayrı bir görünüm. Kente hâkim noktadan bakıldığında arkada uzanan Akdeniz’in önünde bir de sera denizi var. Kent, üzerine beyaz bir çarşaf serilmiş gibi. Seralar yaşam alanlarıyla iç içe. Sebzenin çeşit çeşidi. Sokaklarında dolaşırken, ‘‘Burada manav var mı?’’ demeden edemiyorsunuz ve peşi sıra ‘‘Her yer manav abi’’ yanıtını alıyorsunuz. Manavınızdan ya da marketten eski parayla kilosuna milyonlar verdiğiniz ürünler burada, tüccara o kadar düşük bedelle satılıyor ki. Çiftçinin eli kolu bağlı. Çıkış arıyorlar, ama yok. ‘‘Kooperatifler diyoruz, hani üreticinin örgütlü gücü?..’’ Nafile... ‘‘Örgütlenmemizi kim ister? Baştakiler tarımı tümden gözden çıkarmışken’’ diye iç çekiyor üretici. ESKİ MİTİNGLERE ÖZLEM Bölgede 1970’li yıllarda yapılan ve binlerce çiftçinin katıldığı mitingler hâlâ dillerde. Yöre halkının miting günleri Fethiye merkezine aktığını söylüyorlar ve ‘‘Anılarda kalacağı kimin aklına gelirdi’’ diye ekliyorlar. Yöredeki bazı mekânlarda, mitinglere ait fotoğraflar asılı. Yığınları tek vücut gösteren... Bölge üreticisi dertliyse, yerinden yurdundan olup yöreye amele olarak çalışmaya gelenleri varın siz düşünün. Geniş ölçekli alanda üretim yapanların satır arasında vurguladığı şu cümle, ülkedeki etnik temelli tartışmaların, çatışmaların geldiği boyutu yansıtır nitelikte: ‘‘Biz buralarda sorunlu bölgelerden işçi istemiyoruz. İşgücünü, yöre köylerindeki tanıdığımız insanlarla ya da Orta Anadolu’dan gelenlerle karşılıyoruz’’. Kültürel yaşamdaki ayrıntılar Kaş’ta da saklı. Bölgedeki seralara çalışmaya gelenler, bazı akşamlar soluğu Kaş merkezinde alıyor. İstanbul’dan, İzmir’den, Ankara’dan gelen yerli turistlerin gittikleri kafelere, barlara gidiyorlar ve seyre dalıyorlar etraftaki canlılığı. Güney turumuzda Kekova da yerini alıyor. Burada suyun altında saklı bir Likya kenti var. Binlerce yıldır denizin dibinde uykuda. Yöre halkı, ‘‘Suyun içindeki şarap mahzenlerini gördünüz mü?’’ diyor. ‘‘Gözden kaçmıştır’’ dedikten sonra, onlar ekliyor: ‘‘Kekova’nın tam karşısında Mısır var. Oradan gemilere yüklenip getirilirmiş vakti zamanında şaraplar’’. Geçmişte, ‘‘Bir de, tarım ülkesi’’ diye nam salan Türkiye şimdilerde Mısır’dan narenciye alıyor. Güney illerindeki narenciye bahçelerinin de kısa bir süre sonra fotoğraflarda kalacağını aktarıyor yerli halk. Güneyde hangi yerleşime giderseniz gidin, söz konusu tarım olunca sohbet, geçmiş zaman kipiyle başlıyor. Hasat zamanının şenlik vakti olduğu dile geliyor. Eskiden şöyle iyiydi, böyle verimliydi deniliyor. Yağmuru bekleyen üretici için yapılanbetimlemelerden, ‘‘İnsanların dualarını dahi bilmedikleri istekleri vardır’’ vurgusu geliyor aklımıza. Güney illerindeki çiftçinin geçmişe özlemi o denli şiddetli ki... Datçayla özdeşleşmiş Can Yücel’in eşi Güler Yücel, tek başına yaşadığı sade döşeli iki odalı köy evinde resimlerini yapıyor. (Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı) bir yok ediliş öyküsü, ‘‘genetik’’ olayı geliyor... ‘‘Biyoteknolojik yöntemlerle kendi türü dışında bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitkihayvan ya da mikroorganizmalara ‘transgenik’ ya da ‘genetiği değiştirilmiş organizma’ denilmekte ve bu ürünler kısaca GDO olarak adlandırılmaktadır. Bu kapsamda, örneğin domuza ait gen domatese, bakteri veya virüse ait gen de bir bitkiye aktarılabilmektedir. GDO’lu ürünler üzerinde çalışma değildir. GDO’lu ürünler çevre, biyolojik çeşitlilik ve ekolojik denge, insan ve hayvan sağlığı, ülkelerin sosyoekonomik yapıları üzerine birçok olumsuz etkiler doğuruyor, var olan ilişkileri dengeleri bozuyor ve yeni bağımlılık ilişkileri yaratıyor.’’ İthal badem, kavun, karpuz elma, kiraz, vişne... Bu ürünler bizde üretiliyor... Devletin bir tarım politikası yok!.. Yok!.. Yok!.. Yok!.. S Ü R E C E K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle