29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAFTA C A Redaksiyon/Redaktion: Starkenburg Str. 5, 64546 MörfeldenWalldorf. email:[email protected] Tel: 0610598174446 İmtiyaz Sahibi/Inhaber: İlhan Selçuk (Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.’yi temsilen, Cumhuriyet Vakfı adına) Genel Yayın Yönetmeni/ Chefredakteur: İbrahim Yıldız Yazı İşleri Müdürü/ Redaktionsleiter: Osman Çutsay Yayın Koordinatörü/ Koordinator: Hayri Arslan Reklam/Anzeigen: Ömer Aktaş Yayın Kurulu/Redaktionsbeirat: İlhan Selçuk (Başkan/ Vorsitzender), Prof. Dr. Emre Kongar (Berater), Orhan Erinç, Hikmet Çetinkaya, Şükran Soner, İbrahim Yıldız, Orhan Bursalı, Mustafa Balbay, Hakan Kara Baskı/Druck: Hürriyet A.Ş Zweigniederlassung Deutschland, An der Brücke 2022 D64546 MörfeldenWalldorf. Dağıtım/ Vertrieb: ASV Vertriebs GmbH (Der Verlag übernimmt keine Haftung für den Inhalt der erscheinenden Anzeigen) KEMAL KORKMAZ’IN OBJEKTİFİNDEN FRANKFURT HALİ’NDEN İNSAN MANZARALARI Karanlığın içinde ışığı aramak OSMAN ÇUTSAY vrupa’nın finans merkezi kabul edilen Frankfurt, 75 yılı aşkın bir süre milyonlarca ton gıda maddesinin el değiştirdiği hal binasıyla da ünlüydü. Main nehri kıyısındaki bu dev yapı, Avrupa Merkez Bankası’nın malı artık. İki yıl sonra işlevi tamamen değişmiş olarak, yeniden dünyaya gelecek. 120 bin metrekarelik alanda Avrupa’nın en modern finans merkezi kuruluyor. Ülkenin en karanlık ve insanlık için felaket yüklü yıllarında Nazi Almanyası’ndan uzaklaşıp Türkiye’de Sümerbank binasını da inşa edecek olan ünlü mimar Martin Elsaesser’in tasarımı olan Frankfurt Hal Binası, 1928 yılında açılmıştı. Şimdi, koruma altında. O nedenle varlığını yeni dönemde de sürdürebilecek. Avrupa Merkez Bankası uzmanları, yeni binaya 2008 yılında taşınacak. Ancak yeni gelenler, çok değil, bundan daha 56 yıl kadar önce bu binanın karanlık dehlizlerinde, kedi büyüklüğünde fareler başta olmak üzere gecenin yaratıklarından korkarak çalışan, büyük çoğunluğu yabancı insanlar hakkında hiçbir şey bilmeyecekler. 80 yıla yaklaşan tarihiyle yüz binlerce insanın ekmek teknesi olmuştu Frankfurt Hali ve son 40 yılda epeyce Türk izi de biriktirmişti. Sadece ünlü mimarının Türkiye macerası nedeniyle değil. Bu karanlık binanın duvarları arasındaki tuhaf dünyaya Türk emekçilerinin alın teri de eşlik etmişti. İşte bu dünyayı, o dünyanın içinden çıkmış bir genç inat, fotoğrafladı. 1971 Sinop doğumlu Kemal Korkmaz 8 yıldır Frankfurt’ta yaşıyor ve halen büyük bir matbaada çalışıyor. 1990’ların ikinci yarısında çalıştığı hal binasının derinliklerinden insanların yüzlerine yansıyan gerçeği gözlemek için bu fotoğrafları çektiğini söylüyor. Korkmaz’a göre, her yüz, her kare, yüzlerce insanlık öyküsü içeriyor. ‘‘Halde geceleri çalışılır’’ diyor Korkmaz, ‘‘oradaki yıllarımda hep bu dev ve karanlık duvarların arkasında ışıl ışıl bir kent yaşamı olduğunu bilir, ama hiçbir şey göremezdim. Büyük karanlığın içinde yalnız ve biz bizeydik.’’ Son yıllarda Frankfurt’ta art arda toplam 14 fotoğraf sergisi açan genç fotoğrafçı Kemal Korkmaz, bu binayı, en çok gecenin içinden sabaha evrilen saatlerinde yaşadı. İyi biliyor. İnsanların yarattıkları ve taşıdıkları gıda ürünlerini, şehri ve ülkeyi besleyen damarları yerinde saptadı. İnsanları gördü. Onları fotoğrafladı. Emeği fotoğraflamış oldu. Kemal Korkmaz’ın objektifi ve saptadığı kareler, Edip Cansever’in dünya fotoğrafının büyük ismi Ara Güler için yazdığı ‘‘İnsansız anı var mıdır?’’ dizesini bir kez daha doğruluyor. Fotoğraflar: KEMAL KORKMAZ Korint Kanalı’nda MUSTAFA BALBAY E ‘Sesi değil ışığı detaylandırabilirim’ Kemal Korkmaz, 1995’ten beri fotoğraf çekiyor. Türkiye’de başladığı çalışmalarını, sonradan yerleştiği Almanya’da sürdürdü. ‘‘İşitme sorunumdan dolayı çevremle iletişimimde görsellik büyük rol oynuyor’’ diyen Korkmaz, özellikle ‘‘makro fotoğraf’’ üzerinde yoğunlaştığını vurguluyor, sesi detaylandıramayacağını, ama görüntüyü detaylandırmasının mümkün olduğunu söylüyor. Bu nedenle ışığın kendisi için çok önemli olduğunu belirten Kemal Korkmaz, makro çalışmalarında da kendi geliştirdiği objektifleri kullanıyor. Kemal Korkmaz’ın kırmızıdan hareketle gerçekleştirdiği son makro çalışmaları temmuz ayı boyunca ‘‘Al Üçlemeler’’ başlığı altında Frankfurt yakınlarındaki Hahn Havaalanı’nda sergilenecek. fsane bu ya... Tanrı Baba bir gün Ege Denizi’nin iki yakasındaki topraklara bakmış, ‘‘ne güzel uygarlıklar oluştu’’ demiş. İki yakayı birbirine yaklaştırsam mı, diye düşünmüş, vazgeçmiş. Kocaman bir torbanın içindeki adalar tohumunu Ege Denizi’ne doğru fırlatmış... Tohumlar denizin dört bir yanına yayılmış, irili ufaklı 3 bini aşkın ada böylece oluşuvermiş... Ege adalarının çok azını gördüm. Zaten insan bunca adanın ne kadarını görse, mecburen çok azını gördüm der! Girit, sadece en büyüklerinden değil, aynı zamanda en güzellerindendi. Heraklion’dan Hanya’ya giderken, dağlara bakıp arada bir mırıldandım: Ege’de bir Karadeniz! Girit’in Atina dönüşünde bir yarım günümü de Korint Kanalı’nda geçirdim. Korint, Atina’nın 80 kilometre kadar batısında. Haritaya bakınca var mı yok mu belli değil... Mora yarımadasını ana karaya bağlayan incecik bir yerde... Kanalın inşa edildiği 1893 yılına dek, gemiler buradaki kıstağın üzerinden geçiriliyormuş. 6.3 kilometre uzunluğundaki kanal, Pire limanıyla Adriyatik Denizi’nin arasındaki mesafeyi tam 322 kilometre kısaltıyor. Kanalın üzerinde bir demiryolu ve bir karayolu köprüsü var. Karayolunun kıyısında bir de seyir bölümü... Buradan 100 metre altımızdaki peynir dilimi gibi ortadan ikiye bölünmüş kara derinliğini ve dibindeki denizi seyretmek için her şeyden önce rüzgara karşı hazırlıklı olmak gerek! Öylesine şiddetli bir rüzgar ki, insan yüzüne sert bir şey yapışmış da biri onu sürekli kendisine doğru itiyormuş gibi hissediyor. Hani bir söz vardır; doğa, insanoğluna her türlü şeyi verir ama, ödünç verir. Gerektiğinde geri almasını da bilir! Korint üzerindeki rüzgar adeta ‘‘burası bir toprak parçasıydı, onu bizden aldınız’’ diyor ve bunu insanların yüzüne vura vura söylüyor! Korint’in her iki yakasında da irili ufaklı arkeolojik alanları gezdik. Yunanlılar hani bir tek Korint Kanalı’nı antik alan ilan etmiyor desem yeridir. Belki onu da edecekler ama, antik çağla o teknolojiyi birleştirmekte zorlandıklarından olsa gerek! ‘‘Dünyada aslan figürünün ilk kullanıldığı yer burası’’, ‘‘Dünyada kent devletlerinin ilk kurulduğu yer şurası’’, Yunanlı rehberin kullandığı sıradan tümcelerden bazıları! Korint’in üzerinde rehbere takıldım: ‘‘Bu kanal Zeus’tan önce mi sonra mı?’’ Bir an duraladı, yine de altta kalmadı: ‘‘Zeus belki bundan daha büyüklerini istemiştir!’’ Ege’nin iki yakasındaki siyasetçiler hangi sorunları üretir bilinmez ama, iki yakadaki insanların birbirini görünce kanlarının hemen kaynadığı söylemeden geçemeyeceğim. Elbette olumsuz örnekler de vardır ama, Atina’da kaldığım küçük otelde ilk içtiğim kahvenin parasını ödeyemedim. Daimi müşterilerinden biri otelin oturma gruplarında Türkçe konuşan görünce hesabı ödüyormuş. Nedenini sordum, ‘‘Almanya’da çok Türk arkadaşım oldu, bana çok para kazandırdılar’’ dedi! Gezekalın! Harran’da yaşam LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN Ahlat: Açık hava müzesi ÖZLEM KIZILTEPE H arran, Şanlıurfa kent merkezine 40 kilometre. Son yıllarda kıraç toprakların nasıl yeşerip coştuğunu görmenin keyfini içine akıtıyor insan Harran’a giderken. Güneydoğu Anadolu Projesi, neler getirdi bölgeye apaçık ortada. Harran’a varınca ülkemizin hiçbir yerinde göremeyeceğiniz konik evlerin içinde kalıyorsunuz. Köye gelen konukları önce hep çocuklar karşılıyor. Toprak evlerin kapılarından çıkıp, hızla gelenlere doğru koşuyorlar. Kimisi tarihi anlatmak istiyor, kimisi yaptığı küçük toprak ev maketlerini satmaya uğraşıyor. Kaleye kadar yanınızda geliyorlar. Sonra tarihteki ‘‘Harran Üniversitesi’’nin kalıntılarına giderken yine sizi yalnız bırakmıyorlar. Hepsi çok sevimli, hepsi içten. ‘‘Harran Üniversitesi’’nde insan bir taşın üzerinde oturup, bu bilim yuvasını düşünüyor. Geçmişte bilime verilen değerin kalıntıları insanın gururu oluyor. Asırlar öncesinde bilime verilen değerin günümüzdeki sonuçlarını yerel duruma bakarak değerlendiriyorsunuz bu arada. Çocuklar hep neşeyle yürüyorlar, bazıları da böyle kardeşlerini sırtlayıp duruyorlar yanınızda. Sümela: Zirvedeki manastır AHMET ŞEFİK ltındere Vadisi’nin sık çam ormanları arasında Karadağ’ın eteklerinde görkemli bir kayalık yükselir. Vadinin içinden Değirmendere’nin coşkulu bir kolu akar. Kayalıklar, sanki bu büyülü vadinin gökyüzüne yükselen gövdesi gibidir. Trabzon’a 42 kilometre uzaklıktadır Sümela. Halk arasındaki adıyla Meryem Ana Manastırı. Trabzon’dan yola çıkıp 24 kilometre sonra ulaştığınız Maçka’dan saptınız mı; vadiye doğru, ilkin alabalık çiftlikleri, balık, kuymak, sütlaç ve diğer yöresel yemekleri bulabileceğiniz birkaç restoran karşılar sizi. Vadinin en iç ve derin yerine geldiğinizde, orada yukarıda parıldayan Sümela’nın büyülü görüntüsü çıkar önünüze. İster yürüyerek 20 dakikada çıkılan patika yol, ister hemen manastırın yanına kadar gelen araçlardan sonra beş dakikalık mesafedir manastır: Su kemerlerinin yanından merdivenden tırmanmak. Sonra zirveden Sümela’nın o parlak duvarlarının arkasını görmek. 10 YILI AŞKIN BİR SÜREDİR RESTORE EDİLİYOR Sumela Manastırı’nın Trabzon Komnenosları döneminde ortaya çıktığı belirtiliyor. Bin 200 metre rakımlı bir noktada ve vadinin dibinde akan suyun 300 metre kadar yükseğinde. Kommenoslar’dan 3. Alexios (13491390) bu manastırın esas kurucusu sayılabilir. Alexios 1361 yılındaki bir güneş tutulmasını burada karşılamış. Hatta, bu prensin sikkelerinde güneş resmi bu olayla ilgili kabul edilmektedir. Sümela’ya bugünkü görünüşünü veren dış duvarları 18401860’larda yapılmış. Rumların karşılıklı göç döneminde Yunanistan’a gitmeleri üzerine 1923’de manastır boşaltılmış ve bakımsız kalmış. 1930’da bir yangın geçirmiş. Sahipsizlik E A içinde manastırın bazı taşınabilir bölümleri ve freskoları sökülmüş. Uzmanların verdiği bilgilere göre, manastırın kütüphanesinde katalogu yapılan ve çoğunluğu 17. ve 18. yüzyıllara ait çeşitli el yazılarından 66’sı Ankara Müzesi’nde, içinde minyatürler olan ve bin Bizans eseri ve 150 kitap İstanbul’da Ayasofya Müzesi’nde bulunuyor. Kilise hazinesindeki değerli eşyadan, Trabzon Prensi 3. Manuel’in hediye ettiği gümüş salip (stavrotek) ile el yazma bir eser ve çok sayıda belge Atina’da Bizans Eserleri Müzesi’ne, manastıra ait ‘‘Gül’lü Meryem’’ olarak adlandırılan ikona, İrlanda’da Dublin’de National Gallery’ye kaçırılmış. Sultan Selim’in hediye ettiği gümüş şamdanlar 1877’de çalınmış. Sümela 10 yılı aşkın bir süredir restore ediliyor. Restorasyonun aslına ve standartlara uygun olmadığı öne sürülüyor. Bu nedenle hem yapının hem de gezenlerin güvenliği açısından bazı bölümler şimdilik ziyarete kapalı. fsaneye göre Ahlat adı, geçmişteki Urartu krallarından ‘‘Lad’’dan geliyor. Bir savaşta kral Lad’ın dizinin dibinde öldüğünü gören güzel kızı, öyle bir ah çekiyor ki ‘‘Ah! Lat’’ yakarışı dağlarda taşlarda yankılanıp oluyor size Ahlat. Bitlis’in Ahlat yüzyıllar boyu medeniyetlerin merkezi olmuş; bir açık hava müzesi. İlçenin her noktasında Urartu, Selçuklu, Roma, Osmanlı izlerine rastlıyorsunuz. Ahlat; Malazgirt Savaşı’nın yapıldığı toprakları, kümbetleri, Selçuklu mezarlarıyla Anadolu tarihinin en büyük tanığı. Bu tarihi zenginliğe bir de Van Gölü kıyalarının eşsiz güzelliği eşlik edince başlı başına bir turizm merkezi olmaya aday bir ilçeyle karşılaşıyorsunuz. Ahlat’ta termal turizmden tutun da dağcılık ve yayla turizmine kadar, turizmin bütün çeşitlerini görmek mümkün. Her yıl düzenli olarak 2325 Ağustos arasında düzenlenen Ahlat Kültür Haftası’nda; bilimsel, sportif, kültürel, eğlence etkinlikleri düzenleniyor. Van Gölü’ndeki Akdamar Adası, Çarpanak Adası ve Adır Adası üzerindeki eski kiliseler kültür turizmi öğelerini oluşturuyor. Ahlat’tan Van, Erciş, Tatvan ve Akdamar Adası’na günü birlik gidiş geliş mümkün. Ahlat’ın önemli göllerinden birisi de Nemrut Volkanı’nın kalderasında yer alan Nemrut krater gölü. Krater, deniz seviyesinden 2 bin 247 metre, Van Gölü’nden ise 600 metre yükseklikte. Ahlat, mağaralarıyla da çok meşhur. Ayrıca İki Kubbe ile Kulaksız mahalleleri arasında Urartular tarafından yapılmış ve Selçuklular zamanında da kullanılan yer altı su tüneli bulunuyor. Tünelin o günkü şartlarda nasıl yapıldığı düşüncesi insanı hayrete düşürüyor. Ahlat’ta gittiğinizde görmeden dönmemeniz gereken bir yer de Selçuklu döneminden kalan mezarlık. 200 dönüm alana kurulan mezarlık yalnızca Anadolu’nun değil, tüm İslam dünyasının en büyük mezarlığı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle