30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 AVUSTURYA’DAKİ ZİRVEDE BİRÇOK KONUDA ANLAYIŞ BİRLİĞİ BELİRDİ C strateji ATİNA’DAN MURAT İLEM TEMMUZ CUMA Yeniden AB ABD ortaklığı CEMİLE AKÇA ATAÇ Haziran günü Viyana’da yapılan AB21 ABD Zirvesi dünya kamuoyunda beklenenden daha fazla yankı buldu. Zirve öncesinde, Avrupa’nın bu toplantıyı ABD’ye karşı eleştirilerini, özellikle Guantanamo’daki terör hapishanesinin varlığı, buradaki tutuklulara yönelik –bazılarının intiharı ile sonuçlanan insan haklarına aykırı muamele ve Irak’taki uluslararası hukuk ihlallerinden kaynaklanan hoşnutsuzluğu, şında yaklaşık 10.000 kişinin ABD’yi protesto ediyor olmasına rağmen basın toplantısında "Peki ne zaman?" sorusunu muhatabına yöneltmeyi ihmal etti. Böylece de transatlantik ortaklığın, Bush’un "Geçmiş geçmiştir!" ilkesine dayalı yepyeni bir evreye girmiş olduğu gözler önüne serildi. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Avusturya için yaptıklarını unutmadıklarını dile getiren Schüssel, AB ülkelerinde yapılan bir ankete katılanların yüzde 36’sının ABD’yi, dünya barışı için İran’dan daha büyük bir tehlike olarak algılamasını da "grotesk" olarak değerlendirdi. AB, kendi kamuoyundaki beklentilerin aksine, ABD’ye hiçbir konuda "hesap" sormadı; baskı uygulamadı. BÜYÜK TİCARİ ORTAKLIK ABD’nin, AB için gözden çıkarılması çok güç, çok önemli bir ticaret ve yatırım ortağı olduğuna hiç şüphe yok. AB sınırları içindeki yabancı yatırımın üçte ikisi ABD’den geliyor. AB ve ABD’nin toplam GSYİH’si, dünya GSYİH’sinin yüzde 57’sini oluşturuyor. İki taraf arasında, karşılıklı hacmi günde 1 trilyon Avro’yu bulan bir ticaret ilişkisi var. Bu nedenden dolayı da zirvede tartışılan öncelikli konulardan bir tanesi, karşılıklı ticaretin daha istikrarlı ve sorunsuz işlemesini sağlayacak önlemler oldu. AB Komisyonu Sanayi Komiseri Günther Verheugen ile Ticaret Komiseri Peter Mandelson ve ABD Ticaret Bakanı Carlos Gutierrez’in bir araya geldiği çalışma toplantısında, özellikle fikrî mülkiyet hakları için mücadelede ortak bir strateji oluşturma kararı çıktı. Fikrî mülkiyet haklarının ihlali sonucunda ortaya çıkan taklit mallara, "kurallara uygun hareket eden ABD ve AB ülkelerinin küresel rekabet ile mücadele edebilme kapasitesini azalttığı" gerekçesi ile savaş açıldı. Buna göre 2004 yılında AB sınırlarında yakalanan taklit malların değeri 103 milyon Avro’yu buluyor. Bu rakam 1998’den beri yüzde 1000’lik bir artış göstermiş. Daha da çarpıcı olan husus ise 1980’lerde taklit malların yüzde 70’ini lüks mallar oluştururken 2004’te ele geçirilen sahte malların büyük bir kısmının (4,4 milyon adet) gıda ürünü ve içecek olması. Yine AB sınırlarında yakalanan sahte ilaçlar ise dünya ilaç ticaretinin yüzde 10’unu oluşturuyor. Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) Doha Turu görüşmelerinin bloke olma nedenlerinden biri olan tarım sübvansiyonları da Zirve’de ele alındı. Kendi içinden yükselen seslerin, Ticaret Komiseri Mandelson’un kişisel çabalarının ve Afrika Birliği’nin Başkanı Alpha Oumar Konare’ye "Afrika Stratejisi" çerçevesinde verilen sözün bir sonucu olarak AB, tarım sübvansiyonlarında kademeli olarak sınırlamaya gitmeye hazırlanıyor. ABD ise kendisini DTÖ’de yalnız bırakacak ve çıkmaza girmiş olan görüşmeleri yeniden başlatacak böyle bir politika değişikliğine sıcak bakmıyor. Dubai Port’un ABD’deki girişimlerinin engellenmesi, "yabancı sermaye girişinin ekonomi harici kriterlere göre engellenmek istenmesi" gerekçesi ile AB yetkilileri tarafından eleştirilmişti. Aynı korumacılığın bir başka örneği olarak görülmesi gereken Avrupa havayollarının Amerikan havayolu şirketlerini satın almasını sağlayacak yasa teklifinin Amerikan Kongresi tarafından geciktirilmesi de zirvede büyük önem taşıyan bir konu olarak ele alındı. AB ve ABD, ticaret ve ekonomi başlığı altında bu konuların dışında bir de ticarette fırsat ve dünyada refah yaratma yollarını arayacaklarının sözünü verdiler. İRAN AB ve ABD’nin, BBC’nin deyişiyle, birden bire "en yakın arkadaş" olmaya karar vermelerinin ardında hiç şüphesiz ki İran sorunu yatıyor. ABD, Noam Chomsky’nin Guardian’da yayımlanan makalesinde belirttiği gibi, İran’a saldırma tehditlerine bir son verme ihtiyacı duymadan AB’nin öncülüğünde yeni bir diyalog girişimine karşı çıkmadı. Volker, "konu İran olunca iki tarafın da aynı görüşü paylaştığını," "paketin ortak bir teklif olduğunu" ama "AB’nin öne çıkmasında bir sakınca görmediklerini" belirtiyor. Avrupa da durumun kontrolünde söz sahibi oldukları görünümüne sarılarak ABD’nin yanında yer alıyor. ORTADOĞU Barış, insan hakları ve demokrasiyi dünya çapında yaymak ve güvenlik dâhil bütün küresel sorunlarla yüzleşmek niyetlerini açıkça dile getiren AB ve ABD, Ortadoğu konusunda da ortak politika üretme yoluna gideceklerini açıkladılar. Öncelikle AB’nin istediği gibi, Filistin’e yönelik yardımın Hamas yönetimini bypass ederek sadece halka yönelmesine çalışacaklarını belirtirken Filistinlilerin sağlık ve diğer temel ihtiyaçlarını karşılamak için yardım etmeye mutlaka devam edeceklerinin altını çizdiler. İsrail’e ise Filistinlilerin serbest dolaşımı üzerindeki kısıtlamaları kaldırma çağrısı yapıldı. Resmî olarak ise Suriye, BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarına uyması ve kendi topraklarının Irak’taki şiddeti desteklemek için kullanılmasını ve sınırından terörist geçişini engellemesi için uyarıldı. "BM çatısı altına dönüş" olarak nitelendirilebilecek bu tutum, kararlaştırılmış ortak bir stratejinin ürünü olarak görülmelidir. Gülen Kadın Yunanistan’ın politikalarını takip edenler iyi bilir. ‘‘Makedonya’’ politikalarının iflas etmesinden sonra yapacak bir şeyleri kalmayan Yunan hükümetlerinin dış politikalarını saptayan kesimler, tamamen Türkiye üzerine odaklanmışlardır. Siz bakmayın Yunan dışişlerindeki önemli dünya ülkeleri merkezlerinin masalarına. Bu masalar üzerinde sadece kağıtlar bulunmakta, çalışanlar bu masaların üstünü fastfoot yerken kullanmaktadır. Asıl çalışma yapılan tek masa vardır, o da ‘‘Türkiye’’ masasıdır... Ankara’dan gelen tüm bilgiler günlerce değerlendirilir, tartışılır, uluslararası uzmanların görüşlerine sunulur, son noktada ‘‘gülen kadınının’’ önüne konup, izlenecek kısa ve uzun vadedeki politikalar dikte ettirilir. Bu durum sadece Bakoyannis için değil, Başbakan Kostas Karamanlis için de geçerlidir. Geçen on gün içinde Yunan başbakanı ve dış işleri bakanının temaslarını izleyip, görüştükleri kişilerin Türkiye ile ilgili yaptıkları açıklamaları dikkate aldığınızda haklılığımız ortaya çıkar. Karamanlis olmaz da Bakoyannis olur, onlar olmaz da Yunanistan’ın bir bakanı veya AB parlamenterlerinden biri olur. Ama inanın hep böyle olur! Gülen kadın geçtiğimiz günlerde La Figaro’ya Türkiye’nin ‘‘Avrupalı’’ olma kriterlerini açıkladı. Dora, ‘‘Türkiye, AB kriterlerine uyarsa (Güney Kıbrıs’a limanlarını açarsa), iç politikasında insan haklarına saygı gösterirse (PKK’nın bilinen kriterleri), Ege’de egemenliğimize karşı itirazları konusunda uluslararası Lahey Adalet Divanı’nın yetkisini kabul ederse (Ege’yi Yunan denizi olarak bize teslim ederse) iki ülke arasında hiçbir sorun kalmayacağı gibi, ‘Avrupai’ bir tutum sergilemiş olacak’’ dedi. Güzele yüz verirsen böyle olur!.. G Irak’a yönelik harekâtı sırasında AB destek verenler ve vermeyenler olarak ikiye bölünmüştü. Almanya ve Fransa destek vermezken İngilterePolonya açık destek vermişlerdi. Son ABABD zirvesinde ise ilişkiler yeniden ısınmaya başladı. ABD’nin ABD Başkanı George Bush’a bir kere daha iletmek ve bu sefer etkili olmak amacıyla kullanacağı eşsiz bir fırsat olarak gördüğü yönünde bir izlenim vardı. Ayrıca "iklim değişikliği ile mücadele" başlığı altında, ABD’nin Kyoto Protokolü’nü imzalaması konusunda da yine AB’nin baskı yapacağı söyleniyordu. Ancak yoğun görüşmeler ve çalışma toplantılarının ardından günün sonunda yayımlanan sonuç bildirisinde ve yapılan basın toplantısında görüldü ki "dikenli konuların" hepsi gayri resmi bir şekilde son derece dostane konuşulmuş ve transatlantik ilişkilerde sorunsuz yepyeni bir sayfa açılmış… Hukukun üstünlüğü, insan hakları, temel özgürlükler ve demokrasinin dünya çapında yayılması için el sıkışan taraflar, Guantanamo sorununu da "Nasılsa sonsuza dek süremez; bir gün zaten sona erecek" görüşü çerçevesinde çözdü. Bush’un "Kapatacağız!" sözünü yeterli bulan AB’nin dönem başkanı Avusturya’nın Başbakanı Wolfgang Schüssel, kapının dı enç, güzel, dinamik, işini bilen ve seven Terör örgütünün saldırısı sonucu ilk eşinin hayatını kaybetmesi onun dünyasını karartmadı. Saldırı sonrasındaki dönemlerde yaşadığı kaos dolu günleri atlatıp, yeniden eski neşeli haline döndü. Sürekli gülümseyen, karşısındaki insanlara pozitif elektrik vererek etkileyen, onların rahat olmasını sağlayan biri. Babasından aldığı siyasi hırsını zamana yaymasını bilen, fevri davranmamaya çalışan, sabırlı bir kadın. İri fizik yapısı ile orantılı vücudu var. Tepeden tırnağa sürekli bakımlı dolaşıp, her giydiğini kendine yakıştırır. Hem akıllı hem de mevki sahibidir. Üstelik eşi ile birlikte her fırsatta Türkiye’ye kaçıp gelen, Türk kamuoyu tarafından (ne zaman yapıldığı belli olmayan tuhaf bir ankette ortaya çıktı ) en çok ilgi görüp, benimsenen biri. Üstüne üstlük oturduğu koltuğa da yakışıyor... Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyannis’den bahsediyoruz. Son dönemde Türk basınının ve dolayısıyla kamuoyunun da gündeminde olan Bakoyannis’i iyi izlemek gerekiyor. Eğer yukarıdaki özelliklerini dikkate alıp bu çerçevede yaklaşırsanız, büyük yanılgı içinde olduğunuzu, yanlış yaptığınızı, akılcı davranmadığınızı çok geç anlarsınız. İşte yukarıdaki bu çerçevenin tam içinde Türk dış politikasının düştüğü son zamanlardaki durumun resmi bulunmakta ve Dora’nın ördüğü ağların içinde çırpınmaktadır. Yunan dışişlerinin kurt diplomatlarının katılımı ile hazırlanıp, basını da kullanarak Türkiye’nin önüne koyduğu acılı yemekler son dönemde tarafımızdan her öğün iştahla yenmektedir. Harcında ‘‘Kıbrıs ve Ege’’ bulunan yemekleri yiyen Türk yetkililere mönünün son halkası olarak ‘‘AB tatlısı’’ sunulmaktadır. ABD’NİN ESKI SAVUNMA BAKANI PERLE Bush Irak’ta hata yaptı MİNE ESEN ABD’nin eski savunma bakanlarından ve geçmişte George Bush yönetiminin savunma politikalarını yönlendiren şahin isimlerinden namı diğer ‘‘Karanlıklar Prensi’’ Richard Perle, ABD’nin Bağdat’ın düşmesinden sonra Irak’ta kalarak işgalci durumuna düştüğünü ve böylelikle büyük bir yanlış yaptığını söyledi. Perle, Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesinin önde gelen savunucuları arasındaydı. Reagan döneminde ABD savunma bakan yardımcılığı görevinde imha silahları olduğu’’ gibi kanıtlarının yalan olduğunun ortaya çıkmasını nasıl değerlendirdiği oldu. ‘‘Karanlıklar Prensi’’, Irak’ın kitle imha silahı olduğu yönündeki raporların yanlış çıkmasından sadece ABD istihbaratını değil, Alman ve Fransız istihbaratlarını da sorumlu tuttu. Perle, Saddam Hüseyin’in ‘‘Kitle imha silahımız yok’’ demesine karşın kanıt göstermediğini savundu ve şöyle devam etti: ‘‘Bu durumda biz de onun bu silahları sakladığı sonucuna vardık. Ama kimi zaman elinizdeki bilgiler yanlış çıkabiliyor.’’ Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından süratle Irak’taki ana grupları bir araya getirerek geçici hükümet oluşturulması ve seçimler için destek verilmesi gerektiğini belirten Perle, “Ancak biz bunun yerine kendimizi işgalci durumuna düşürerek büyük bir yanlışın içine girdik’’ dedi. Perle, şu anda ise ABD’nin Irak’tan askerlerini çekmesinin doğru olmayacağını söyledi. ‘ABD KALICI OLMAK İÇİN HESAPLAR YAPIYOR’ ABD bölgede kalıcı olmanın hesaplarını yapıyor yönündeki tartışmaları hatırlatmamız üzerine Perle şu yanıtı verdi: ‘‘Biz niye Irak’ta, Afganistan’da kalalım, buralarda ne işimiz olabilir. Bosna’ya, Kosova’ya gittik sonra eve döndük.’’ Ancak bu cevabın yeterliliği konusunda kendi kuşkuları da olsa gerek, Perle, bu sefer bize dönüp ‘‘Söylediklerime niye inanmıyorsunuz. Niye bölgede kalalım ki’’ diye sordu. En basitinden bölgedeki enerji yataklarına ulaşmak yanıtı karşısında ise ‘‘Biz zaten parayla enerjiyi satın alabilecek güce sahibiz’’ yanıtını verdi. Dünyada ABD karşıtlığının arttığını hatırlatmamız üzerine Perle, ‘‘Her zaman büyük olmak kolay olmuyor” dedi. Perle, Türkiye’nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve Filistin’deki Hamas hükümetiyle ilişkilerini de eleştirdi. ‘‘Türkiye’nin bölgede hangi rol oynamak istediği belli değil’’ diyen Perle sözlerini şöyle sürdürdü: ‘‘Türkiye hakkında düşünen ABD’lilerin çoğu da Türkiye’nin laik bir demokrasi olarak kalacağını ümit ediyor.’’ Enerji güvenliği Z irve’nin diğer bir önemli başlığı olan enerji konusunda ise taraflar arasındaki işbirliğinin stratejik açıdan bir seviye daha yukarı taşınması yönünde kuvvetli bir irade belirdi. Dünya çapında enerji güvenliğinin sağlanmasına büyük katkıda bulunacak uluslararası bir yasa hazırlamak için kolların sıvanması ile ilgili uzlaşma sağlandı. Bu gerçekleşinceye kadar da enerji güvenliğinin iyileştirilmesi adına geçiş ülkeleri ile üretici ve tüketici ülkelerle olan diyalogun artırılması, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve bu bağlamda Hazar Denizi Bölgesi, Ortadoğu, kıta Afrika’sı ve Latin Amerika ile daha sıkı ilişkiler kurulması için yeni adımlar atılması kararlaştırıldı. Kesintisiz doğalgaz teslimatının gerçekleştirilmesi konusundaysa, Ukrayna’daki boru hattının bakımı ve altyapısının güçlendirilmesi için girişimlerde bulunulacağı açıklandı. Enerji arzının güvenliği konusunda AB’nin Rusya politikasını benimseyen ABD, bu noktada da İran konusunda olduğu gibi ortak bir duruş sergilendiğini belirtiyor. Ancak Amerikalı yetkililerin kapalı kapılar arkasında "Avrupa’nın tek bir enerji politikası olmadığı" ve "Rusya’nın bulunmadığı bir platformda AB ve ABD’nin ortak bir duruş sergilemesinin çok da büyük bir anlam taşımadığını" tartıştığı da biliniyor. Bu nedenle de enerji ile ilgili bütün beklentiler 15 Temmuz’da yapılacak G8 Zirvesi’ne ertelendi. VİZE UYGULAMALARI AB’nin Zirve’de çözüme ulaşmasını beklediği diğer bir sorun da ABD’nin AB’ye üye ülkelere yönelik farklı vize uygulamalarının varlığıydı. ABD hâlâ, AB’ye 2004’te üye olan 10 ülkeden Slovenya hariç olmak üzere 9’una ve Yunanistan’a vize uyguluyorBaşkan Bush’un, söz konusu ülkelere yönelik vize uygulamasını kaldırmak için Kongre’den yasa çıkarması gerekiyor ki kısa vadede kimse bunun gerçekleşebileceğini düşünmüyor. Kongre’nin gündeminde sadece Afganistan ve Irak’taki askerî varlığı ile ABD’ye destek olan Polonya’ya yönelik vize uygulamalarının hafifletilmesi var. Zirve’de ilişkilerin karşılıklı ısınmasına rağmen, AB Adalet ve İçişleri Komiseri Franco Frattini ve Dış İlişkiler Komiseri Benita FerreroWaldner’in belirttiği gibi "vize konusu politik gündemden düşmeyecek" gibi gözüküyor. merika, Türkiye politikasında önemli çelişkilerle karşı karşıya bulunuyor. Bunların bazılarını sıralayalım: 1) İslamcı siyasiler 28 Şubat süreci öncesinde Amerikan karşıtı bir çizgideydiler. Necmettin Erbakan (ve Refah) bunun başını çekiyordu. ‘‘Askerle karşı karşıya getirilerek’’ tasfiye ettirildiler ve ‘‘askere karşı işbirliğine hazır’’ İslamcı siyasiler öne çıktı. ‘‘İşbirliği’’ tamamdı. Ancak bunlar İslamcı siyasilerdi. İslamcı siyasetin doğal dokusu ile Batı kapitalizminin emperyalist (ve İslam karşıtı) dokusunu birleştirmek zordur. Bu ancak özel koşullarda olur. S. Arabistan’da olduğu gibi ailevi ve otokratik İslamofaşist rejimlerle işler yürür. Türkiye ‘‘açık ve yarı demokratik’’ bir toplumdur. Bu nedenle ‘‘İslamofaşist yapı ile sermayefaşist yapı kaynaştırılamaz.’’ Eşyanın tabiatına aykırıdır. ‘‘Soros’ların açık toplumu’’ Amerika’nın arzuladığı bu evliliği engelliyor. İslamcı siyasi doku, tabanında ‘‘antikapitalist ve tabii antiHıristiyandır’’. Dinlerarası diyalog masalı da onları uyutmaya yetmez. Karşı taraf ‘‘Müslüman karşıtı’’ ve düşmanı olduğu sürece bu iş yürümez. 2) Tabii ki Amerika’nın öncelikli seçeneği ‘‘sermaye faşist bir rejimle’’ işi yürütmektir. Kendisi ile işbirliği yapan sermaye A BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI İslamo Faşist mi İsterseniz Yoksa Kapito Faşist mi? cı siyasilerle karşılamaya çalışır. Kendi denetimleri altında, ellerinin altında bulunan tarikat liderleri kanalı ile ‘‘hak denetim altına alınır’’. Bazen de genel anlamda, İslamcı çevrelerle işbirliği yapılır. İSLAMCI SİYASET ALTERNATİF Mİ? çevreleri liberal, sağcı, merkezci, sosyal demokrat ‘‘ama Amerikancı’’ siyasi partileri maşa olarak kullansınlar. Türkiye’nin piyasaları, bankaları, borsaları Batı piyasalarının güdümüne sokulsun. Üniversiteleri, liseleri, bütün eğitim sistemi işbirlikçi yerli sermaye ve Batılı şirketler tarafından idare edilsin. Bu tür sermayefaşist Amerikancı yapı, sermaye partilerinde yürümüyor. Sermaye partileri halktan uzaklaşmak zorunda kalıyorlar. Çünkü ‘‘halkçı ve demokratik olamıyorlar’’. Slogan halkçılığı yetmiyor. T. Özal’ın ünlü ANAP’ı iktidardan düştü. Demirel’in görkemli DYP’si Tansu Çiller’le birlikte noktayı koydu. Sermaye partileri dokuları gereği halkçı (ve toplumcu) politikalar yürütemedikleri, işleri Brüksel’le, Washington’la, IMF ile, Batı’nın dev şirketleri ile ‘‘birlikte götürdükleri’’ için kaçınılmaz olarak halktan uzaklaşırlar. ABD (ve Batı), sermayenin güdümündeki partilerin bu zaaflarını, İslam ABD (ve Batı) için, İslamcı siyaset ile işbirliği yapmak ‘‘halkçılığın ve gerçek demokrasinin’’ en önemli alternatifi haline dönüşür. Halkçılık ve toplumculuk yerine tarikatlar ve inançlar üzerine oturtulmuş bir İslamcı siyaset ‘‘ideal İslamo faşist rejimdir.’’ ABD (ve Batı) için sorun İslamofaşist rejim ile sermayefaşist rejimi kaynaştırırken ortaya çıkar. Biri özünde ‘‘Batıcı, kapitalist, işbirlikçi ve Hıristiyancı’’ olmak zorundadır. İslamo faşist rejimlerde ise her zaman S. Arabistan’da olduğu gibi özel koşullar oluşmaz. İran’daki gibi karşı uçtan, şeriatçı ama Amerika ve emperyalizm karşıtı bir rejim çıkar. Veya Türkiye’de olduğu gibi dışa açık ve bağımlı, yarı demokratik yapılar görülüyor. İşte o zaman ABD (ve Batı), bir saatin rakkası gibi sallanan sermayefaşist rejimlerle İslamofaşist rejimler karşısında zikzaklar yapmaya başlar. Halkımızın bugün yüzde 90’ına yakınının Amerika karşıtı bir tutum içinde olduğunu düşündüğümüzde ne sermayefaşist ne de İslamo faşist düzenlemeler Amerika’nın Türkiye’deki imajını düzeltebilir. Esas sorun, ABD’nin kendisindedir. Avrupa’da halkın dörtte üçü Amerika’yı sevmiyor, ona karşı. Oran Türkiye’de, İran’da, Arap ülkelerinde çok daha yüksek. Çin, Rusya, Hindistan ve diğer Asya ülkeleri Amerika’nın küresel emperyalizmine karşı işbirliğini daha da arttırıyorlar. ABD’nin eski arka bahçesi Güney Amerika, ABD’ye karşı oldu; ‘‘Katolikfaşist düzenlemeler ABD’yi kurtaramadı’’. Türkiye’deki ‘‘etkili çevrelerin’’ ABD’nin Türkiye üzerindeki politikalarını bu gelişmelerin ışığında değerlendirmeleri gerekir. Ne İslamofaşist ne de kapitofaşist düzenlemeler uzun dönem ayakta kalabilirler. Sorun, Amerika’nın kendisidir. www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali bulunan Perle, 19872004 arasında Savunma Politikası Kurulu başkanlığı yapmış, hakkında çıkan yolsuzluk iddialarının ardından 2004’te istifa etmişti. Arı Hareketi’nin düzenlediği ‘‘Karadeniz’de Demokratikleşme ve Güvenlik’’ konferansına katılan Perle, Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. ‘BAZI BİLGİLERİMİZ YANLIŞ ÇIKTI’ Perle’ye ilk sorumuz ABD’nin Irak’ı işgal ederken dünya kamuoyuna sunduğu, ‘‘bu ülkede kitle
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle