29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 YAŞINI KUTLAYAN İSTANBULLU RUM AZINLIĞIN YAYIN ORGANI APOYEVMATINI DESTEK BEKLIYOR Ligeti C söyleşi TEMMUZ CUMA Rumlar İstanbul’da burjuvalaştı LEYLA TAVŞANOĞLU Türkiye’nin Cumhuriyet’le özdeşleşmiş iki gazetesi var. Birisi tabii ki Cumhuriyet, öbürü de İstanbullu Rum azınlığın günlük yayın organı Apoyevmatini (öğleden sonra). Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1960’lara kadar çok ciddi bir tirajı olan gazete bugün sadece 500 tane, evet, evet, sadece 500 tane satabiliyor. Gazeteyi çıkaran ve genel yayın müdürlüğünü yapan 1939 doğumlu İstanbullu Rum Rumca Apoyevmatini gazetesi Mihail Vasiliadis’in kişisel gayretiyle yayın hayatını sürdürüyor. insan üstü gayret sarfetti. Çocuğu yoktu. Ölümüne yakın gazete sadece 80 tane satıyordu. Felaket bir durumdaydı. Gazetenin yönetimini ben devraldığım zaman, bu gazetenin her Rumun evine girmesini önüme hedef olarak koydum. Nitekim, İstanbul’da ulaşılabilecek yerlerde oturan ailelerin evlerine Apoyevmatini’yi ulaştırıyorum. Gazetede cemaat haberleri de, evlenmeler, vaftizler, cemaat etkinlikleri, ölümler yer alıyor. iyi dönemdi. 67 Eylül olaylarını kimi güçler Londra’daki Kıbrıs görüşmelerinde Rumlara karşı koz olsun diye, küçük bir olay olarak örgütlediler, diye düşünüyorum. Ama iş çığrından çıktı ve hükümet de kandırılarak bütün azınlıklara karşı pogrom durumuna dönüştü. Mihail Vasiliadis 1970’li yıllarda İstanbul’dan Atina’ya gitmiş ve orada yerleşmiş. Evlenmiş, boyu kadar iki oğlu var. Anlatmasını sürdürüyor: İstanbul’da azınlık olduğum gibi Atina’da da azınlığım, çünkü İstanbulluyum. Bak, İstanbul Rum nüfusu içinde burjuvalaşmak, adam olmak isteyen kesimi cezp etti. Örneğin Zoğrafoslar, Zarifisler ya da Şişmanoğlu. Bugün onun konağı Yunanistan Konsolosluğu’nun İstiklal Caddesi üzerindeki Kültür Merkezi. Şişmanoğlu, Karaman’dan İstanbul’a geldiğinde Rumca konuşmasını bilmiyordu. Bir kere İstanbul’a geldikten sonra yüksek burjuva oldu. Oysa Atina dağdan taştan gelenlerle doldu. Mihail Vasiliadis ‘50’li yıllara geri dönerek ilk gençlik yıllarının deneyimlerini anlatıyor: Kıbrıs’taki Hıristiyanlara Rum deniyordu. Bu Rum kelimesi de onların günahlarının bizlere (İstanbullu Rumlara) aksetmesine yol açıyordu. O dönemin basını devamlı Rum aleyhtarı yazılarla doluydu. Ben de onlara sürekli cevap yazıyordum, özellikle de Peyami Safa’ya... Bu yazılarım cemaat içinde dikkat çekti. Bu arada da haftalık gazete çıkıyordu. Gazeteyi esas çıkaran Hacopulos ve arkadaşlarıydı. Ama gazetenin sahibi olarak ilkokul mezunu birisi gözüküyordu. Derken bir yasa çıktı. Gazetelerin sorumlu müdürleri olmalıydı. İlkokul mezunu bir kişi sorumlu müdür olamayacağına göre bu görevi bana önerdiler. Kabul ettim ve böylece gazeteciliğe bulaşmış oldum. MÜZİĞİN EN ÖNEMLİ BESTECİLERİNDEN BİRİYDİ Yeni çağın güleç sesiydi Y eni müziğin en önemli bestecilerinden biri olan Ligeti, haziran ayı sonunda yaşama veda etti. Onu, Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey; Shining ve Eyes Wide Shut (Gözü Tamamen Kapalı) adlı filmlerindeki müziklerinden tanırız. Seksen üç yaşında ölen sanatçı, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni müziğin gidişine yön veren Avrupalı bestecilerden biriydi. Lutoslawski, Penderecki, Xenakis, Berio, Boulez, Henze ve Stockhausen gibi Ligeti de hem önceki kuşaklardan esinlenmiş, hem onlara karşı çıkmış, sonra da onlara karşın kendi imzasını yaratmıştı. İLK OLGUN ORKESTRA YAPITI 28 Mayıs 1923’te Romanya’nın Tirnaveni kentinde doğmuş, Budapeşte Akademisi’nde eğitim görmüş, 1950’de öğretmenliğe başlamış. Bu dönemde ortaya çıkan ilk yapıtlarında o zamanki pek çok genç besteci gibi Anton Webern’in izinde yürümektense Kodaly ve Bartok tarzını benimser. Ve her döneminde kendine özgü maceralara atıldığı görülür. 1956’daki Macar ihtilaliyle Budapeşte’yi terk edip Viyana’ya gider. Bir yıl kadar Köln’deki elektronik müzik stüdyolarında çalışır, Stockhausen ile tanışır; Glissandi ve Artikulation gibi elektronik yapıtlar besteler. 1959’da ortaya çıkan ilk olgun orkestra yapıtı ‘Apparitions’ müziksel fikri temel almaya dayalıdır. Atmosferler, önce elektronik müzik olarak düşünülmüş, sonradan akustik çalgılarla yazılarak büyük bir orkestra yapıtı haline gelmiştir. Raslamsallık, salkım sesler, ince tını işlemeleriyle birlikte elektronik olmasa da o ortamın izlenimini yansıtan çalışmaları, 1960 sonrası Avrupa’da yaygın olan PostWebern akımına karşı arayışlarıdır. Kullandığı yoğun polifonik dokuyu kendisi ‘mikropolifoni’ olarak adlandırır. Aventures ve Nouvelles Aventures adlı yapıtlarında konuşma sesi ve anlamsız hecelerle müziğini donatırken insan sesi ve çalgılar arasındaki tını farkı, tını benzerliği işleme Mihail Vasiliadis. Varını yoğunu Apoyevmatini’nin hayatta kalabilmesine harcıyor. Bu yıl da gazetenin 81. yaş günü kutlamasını düzenlediği toplantıda, kamuoyunu Apoyevmatini’nin ayakta kalabilmesine destek vermesi çağrısında bulunuyor. Mihail Vasiliadis’le konuşuyoruz: Gazetenin benden önceki yayın müdürü ve sahibi Dr. Adosoğlu, Apoyevmatini’yi ayakta tutabilmek için Mihail Vasiliadis bu noktada hem İstanbullu azınlık, hem de Rum azınlık olma kimliğini anlatıyor: ‘‘Benim gibi anası babası, anasının anası babası, babasının anası babası İstanbul’da doğmuş pek az kişi bulabilirsin. O bakımdan daha da küçük bir azınlıktanım. Hele de biz Rumlar burada 34 bin kişi kalmışken...’’ 67 Eylül olaylarına rağmen DP dönemi biz İstanbullu azınlıklar için en lerini sergiler. ‘Senfonik Şiir’ adını verdiği çalışmasında değişik hızlarda çalıştırılan yüz metronom kullanarak mikropolifoni dokusu yaratır. 1962’de org için yazdığı Volumnia’da aleatori (raslamsallık) ve grafik notalama görülür. 1965’te bestelediği Requiem ve 1967’deki orkestra yapıtı Lontano ile ‘bulut’ adını verdiği biçemi geliştirmiştir, Bu arada 1967’de Avusturya vatandaşı olur. İkinci Kuvarteti’nde ve Oda Konçertosu’nda armonik öğeler bestelerinin temeli olmaya başlar. Flüt ve obua solo ve orkestra için yazdığı İkili Konçerto’su titizlikle işlenmiş ritmik ayrıntılarla yüklüdür. Ligeti, her döneminde bir akımın üyesi olmaktansa, öne çıkartılan kahramanları inceleyip eleştirip onlara karşı yeni antitezler üreterek kimliğini geliştirmiştir. Önceleri Webern’e, sonradan Boulez’e karşı çıkışı gibi. 1982’deki Korno Üçlüsü, yine hesaplı kitaplı bir yazıyla bu kez yeniromantizmin sözcüsü olur. Son yıllarda bestecinin 1985’te bestelediği Piyano Etütleri’ni Türkiye’ye ve dünyaya tanıtan iki önemli CD dünya piyasalarında yer aldı: Biri Toros Can’ın, diğeri İdil Biret’in. ALI UÇAN’A ÖDÜL Müzik Eğitimcileri Derneği, 2002’den bu yana Türk müzik eğitimine önemli hizmetler verenleri ödüllendiriyor. İki yılda bir verilen müzik hizmet ödüllerini bugüne dek Muammer Sun ve Faik Canselen almıştı. Çoksesli müziğin yurt çapındaki eğitimi için emek verenler; korolar kuran, öğrenciler kadar müzik öğretmeni eğitimine de önem veren, kurumların işleyiş tüzüğüne katkıda bulunan ve müzik eğitimi için kitaplar, makaleler yazıp konferanslar veren, ayrıca eğitim için beste yapan kişilerdir. Ali Uçan (1941), Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, GSE Bölümü’nde öğretim üyesi; yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli dillerde yayımlanmış, otuz kitabı, 300 dolayında bilimsel ve sanatsal çalışması, keman eğitimi için bestelenip yayımlanmış özgün yapıtları ve ilköğretim okulları için şarkıları var. ‘Davama avukat bulamadım’ Yine gazetecilik anılarına dönüyor: Gazetede çıkan bir yazım nedeniyle Rumluk propagandası yapmakla suçlandım. Dava açıldı. Fakat mahkemede beni savunacak avukat bulamadım. Rum avukatlar korktu, Türk avukatlar da ilgilenmedi. Bütün bunlara rağmen ben 10 yıl süren o davadan üç kere beraat ettim. Ben de kızdım. Çıktım gittim, Atina’ya yerleştim. Orada evlendim, çocuklarım oldu. Yirmi sekiz yıl orada yaşadım. Tam yirmi sekizinci yıl, Apoyevmatini gazetesinin sahibi Dr. Adosoğlu öldü. On yıl gazeteyi hasta yatağından yönetmişti. Apoyevmatini’yi kuranlar babamın kuzenleriydi. Konstantinos ve Andonios Vasiliadis kardeşler. Galatasaray’ı bitirdikten sonra eczacı olmuşlardı. Osmanlı ordusuna da yıllarca hizmet vermişlerdi. Cumhuriyet’in ilanından sonra bir Rum gazetesi çıkarılması kararı alınınca gazete çıkarma izni Vasiliadis kardeşlere verilmiş. Gazete işiyle Konstantinos Vasiliadis ilgilenmiş. Matbaacılıkta çok bilgili bir Rum olan Odisseas Hristalidis’le 12 Temmuz 1925’te ortaklaşa gazeteyi çıkarmaya başlamış. Yanlarına da gazetecilikte sayılı isimlerden olan Kavallieros Markoizos’u almışlar. Markoizos hem haberi yazar, yorumunu da ayrıca yapardı. Ardından gazeteye Yaveridis geldi. Sanıyorum daha girgin bir kişiydi ki Markoizos’un ayağını kaydırdı. Markoizos da gitti Efimeris (günlük gazete) adlı kendi gazetesini çıkardı, ama tutmadı. Ne yazık ki sonunda Yunanistan’a gitti ve sefalet içinde öldü. Oysa Yunanistan’da onun ayarında ya bir ya da iki gazeteci sayabilirim. Gazetenin arşivini karıştırıyorum. Onun yazıları bugün bile hâlâ taptaze duruyor. Peki, o dönem başka hangi değerli Rum gazeteci vardı? Birisi İstanbullu, Akropolis gazetesini kuran Gavrilidis, öbürü de önce Türkiye’de, sonra Yunanistan’da Neo Logos’u çıkaran Butiras. Bunlar o dönemin sıkı kalemleriydi. Markoizos, Apoyevmatini gazetesinin ilk sloganı olan Victor Hugo’nun ‘‘Yeni dönemler, yeni görevler getirir’’ sözlerini yerleştirmiştir. Gerçekten de Cumhuriyet ülkeye yeni dönemle birlikte yeni görevler getirmişti. ARŞİV İÇİN SEFERBERLİK Mihail Vasiliadis oğluyla birlikte Apoyevmatini’nin arşivini kurtarmayı amaçlıyor. ‘‘Bu işi kısmen yaptık. Yapılmayanı da tamamlayıp dijital hale getirmek istiyoruz. Bu işin bedeli de 50 bin YTL. Daha fazla değil. Bunu bizzat yapacağım. Ama bu parayı bulmak yazım. Nereden bulabileceğimizi de bilmiyoruz.’’ Apoyevmatini’nin dijital ortama taşınması gereken 160 cildi var. Parayı bulursa bu işi bir yılda tamamlayabileceğini hesaplıyor Mihail Vasiliadis. Bu gazeteyi rantabl hale getirmek lazım. Ben gazeteyi ayakta tutabilmek için uğraşıyorum. Ama çocuklarımı sonu yoksa bu işin içine nasıl sokayım? Bana, ‘‘Size Yunanistan’dan yardım etmiyorlar mı’’ diye soruyorlar. Bunu nasıl sorarlar. Apoyevmatini Türkiye’nin bir kurumu. Yunanistan’la ne ilgisi var? Bize resmi ilan verilmiyor. Bari yılda biriki ay yayımlanan bilançoların ilanları verilse hayatımız kısmen kurtulur. Bütün mesele Rumca yayınlanmakta olan bu Türk gazetesinin hayatını devam ettirebilmesini sağlamak. Ben diyorum ki: Batı Trakya’daki toplumun da gazetelerinin korunması gerekir. Mihail Vasiliadis şu ilginç öneriyle de bir çağrıda bulunuyor: ‘‘Batı Trakya’dan bir gazeteci gelsin benim gazetemde yazı yazsın, ben de oradaki bir gazetede yazayım. Ama iki tarafta da bu işi parasal olarak yapabilecek güç yok. Bunu finanse edecek birilerinin artık ortaya çıkması lazım. Bu şekilde bizlerin görüşleri orada, oradakilerin görüşleri de burada daha iyi anlaşılır. Böyle bir projeyi destekleyecek bir AB kurumu filan varsa ben bu işi yapmaya hazırım. Bu, iki ülkedeki büyük gazetelerde de yapılabilir.’’ Klasik müziğe gönül verenler Ayvalık’ta K uguste Rodin’in 1880’de başlayıp 1882’de tamamladığı ünlü bronz heykelinin ‘‘İlahi Komedya’’nın yazarı Dante Alighieri’yi canlandırdığını biliyoruz. Heykelin ‘‘le penseur’’ (Düşünür) olan adını biz ‘‘Düşünen Adam’’ olarak değiştirmişiz. Heykelin 72 cm’lik orijinali Paris’teki Rodin Müzesi’nde sergileniyor; 1902 yılında boyutları büyültülen 181 cm’lik dökümleri ise Berlin’den New York’a, Brüksel’den Tokyo’ya dünyanın çeşitli kentlerindeki büyük müzelerin demirbaşları arasında. Dünyanın neresinde olursa olsun, heykelin karşısına geçen insanların aklına gelen ilk soru, ‘‘Bu adam ne düşünüyor’’ sorusu oluyor. İnsanların kafasındaki soruları genellikle onun yaşadığı ortam belirlediğinden, sorular da yerelleşiyor. Sözgelimi, Düşünen Adam’ı New York’taki Metropolitan Museum’da seyreden bir Amerikalının aklına, ‘‘Acaba bu adam bizim Bush’u mu düşünüyor?’’ türünden tuhaf bir soru gelebiliyor. Amerikalılar bir yana, 12 Haziran 3 Eylül 2006 tarihleri arasında Sakıp Sabancı Müzesi’nde konuğumuz olan Düşünen Adam’ın, buraya gelişinin üçüncü gününden itibaren duruşunda değil ama bakışlarında bir değişiklik sezer gibi oldum ben de. Ne A PANO DENİZ KAVUKÇUIĞLU Düşünen AdamNe Düşünüyor? zaman o heykellerin gözünde sözcüklerle tarif edemeyeceğim bir hüzün görürüm. Atatürk, heykelinin çevresinde dolaşan, önünden gelip geçen birtakım tuhaf giysili, karanlık yüzlü insanlara bakar, önce hüzünlenir, sonra hüznü öfkeye dönüşür; karşıyı, ileriyi, ufku gösteren eli birden inecek, o tuhaf giysili, karanlık yüzlü insanların tepesinde patlayacak gibi olur. ??? Diyeceğim o ki, bir bronz kütlesi ya da taş yığını gibi bakıldığında heykel ile onu seyreden insan arasında hiçbir ilişki kurulamıyor. Oysa heykele, bir duygu kaynağı olarak bakılmalıdır. Böyle bakıldığında konuğumuz Düşünen Adam’ın gözlerindeki değişiklik de görülecektir, görülebilecektir. Düşünen Adam, borsanın düştüğü, dolar ile Avro’nun tavan yaptığı günlerde gelmişti Türkiye’ye. Gelişinin, bileyim, ‘‘cehennem ile cennet arasındaki sınırı, o sınırın geçişkenliğini’’ düşünen o adam gitmiş de yerine bu memleketin halinin ne olacağını düşünen bizden biri gelmiş gibi tamamen yerel bir duyguya kapıldım. ??? Şimdi bu satırları okuyan kimi dostlarım ‘‘rakıydı, cola’ydı derken adam çıldırdı galiba’’ diye geçireceklerdir akıllarından. Varsın geçirsinler, benim yaptığım hissiyatımı paylaşmaktan başka bir şey değil ki. Kimse kusura bakmasın, hayatının her ânı ve alanında hep ‘‘akılcı’’ düşünen, davranan bir insan değilim. Hep akılcı düşünenler bu yazımı okuduktan sonra gönderecekleri epostalarda bana uzun uzun bir heykelin bakışlarının hiçbir zaman değişmeyeceğini anlatacaklardır. Oysa ben bal gibi değişebileceği inancındayım. Örneğin, gittiğim Anadolu kentlerinde Atatürk heykelleri vardır; kimi ekonomiden, maliyeden sorumlu hükümet yetkililerinin ‘‘Valla, olur böyle şeyler, kafayı takmayın!’’ diyerek ne yapacağını şaşırmış halka öğütler verdiği günlere rastlamasının kendisi için bir talihsizlik olduğunu kabul etmeliyiz. Ben kendisini ziyarete gittiğim gün televizyon kanallarından biri öldürücü KongoKırım kenesinin Kaşımpaşa’da da görüldüğünü bildirmişti. Keneyi bulan aile durumu sağlık yetkililerine iletmiş, fakat gelen giden olmamıştı. Paniğe kapılan aile, yetkililerin kuşkulu kene karşısında gereken ilgiyi göstermemeleri üzerine çareyi o televizyon kanalını aramakta bulmuştu. Nedense bir daha haber çıkmadı o keneden. Gerçekten KongoKırımlı mı, yoksa Kasımpaşalı mıydı, öğrenemedik. Düşünen Adam da bunu düşünür gibiydi o gün. Her düşünen gibi o da ‘‘son’’un bir KongoKırımlı mı, yoksa bir Kasımpaşalı kenenin mi eliyle hazırlandığını merak ediyordu. Sonuçta, ünlü ‘‘Cehennem Kapısı’’nın yaratıcısının elinden çıkmış düşünen bir heykeldi o. Düşünüyordu... dkavukcuoglu?superonline.com ültür Servisi Keman, viyola, viyolonsel, klarnet, flüt ve oda müziğine gönül veren gençleri 1998 yılından bu yana dünyaca ünlü usta sanatçılarla buluşturan Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’ne (AIMA) başvurular başladı. 615 Eylül 2006 tarihleri arasında 9.’su gerçekleştirilecek akademiye son başvuru tarihi 1 Ağustos 2006 olarak belirlendi. Koordinatörlüğünü Prof. Filiz Ali’nin yürüttüğü, yurtdışında çok sayıda örneği görülen çalışmanın Türkiye’deki öncüsü olan akademide, bu yıl ders verecek ustalar arasına 2 yeni isim daha katılıyor. North Carolina Sanat Okulu, Harvard Üniversitesi, Detmold Konservatuvarı ve Dresden Orkestra Akademisi’nde dersler veren, Tibor Varga Konservatuvarı’nın viyola profe sörü Ulrich Eichenauer ile 2004 yılına kadar Bayreuth Festival Orkestrası başkemancılığını yapan Hans Maile bu yıl ilk kez AIMA’da ders verecek. Geçen yıllarda olduğu gibi dünyadaki ender klarnet ustalarından Julian Milkis, keman virtüözü Prof. Lucas David, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda flüt sınıfını yöneten Prof. Vieri Bottazzini, aynı üniversitede öğretim üyesi olan Çiğdem Yonatİyicil (keman) ve Dresden Müzik Yüksek Okulu’ndan Prof. Peter Bruns da ders verecek eğitmenler arasında yer alıyor. 2006’da etkinlik alanını da genişleten AIMA’da, 1522 Mayıs tarihleri arasında ilk kez yapılan Bestecilik Atölyesi’nde 5 öğrenciye eğitim verilmişti. 1728 Temmuz tarihleri arasında yine ilk kez yapılacak ve kontenjanı günler öncesinden dolan Yazı Atölyesi ise Pınar Kür’ün yönlendirmesiyle gerçekleştirilecek. Hayali ve amacı Ayvalık ve çevresinde yaşayan yetenekli çocuklara müzik eğitimi vermek olan, Ayvalıklıların geleneksel ‘imece’ kültürümüzü canlandırarak 9. yıla ulaşmasını sağladığı AIMA için, Boyner ve Barutçuoğlu aileleri Ayvalık’taki evlerini açtı. Akademi, hiçbir topluluğa bağlı olmadan, tamamen özgür, standardı yüksek ve katılımcıların kendilerini anlatabildikleri bir eğitim olanağı sunuyor. (www.ayvalikmusic.com)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle