Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 GLOBALLEŞME BU KEZ UMULANDAN FARKLI BİR ROTAYA DOĞRU GİDİYOR C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER TEMMUZ CUMA Küreselleşmenin sonu mu? ÖZLEM YÜZAK 19. yüzyılın ortalarında başlayan birinci evre, Birinci Dünya Savaşı’nı ve Büyük Buhran’ı göremeden sona erdi. Halen içinde bulunduğumuz ikinci evrenin doğuşu mali piyasaların liberalleşmesi ile eşzamanlı, yani 80’li yılların başında oldu. Şüphesiz bunda Berlin Duvarı’nın çöküşü ve internet devriminin büyük payı oldu. Ancak şu anda gelinen noktada görünen o ki, 2. evre birincisinden bile daha az ömürlü olacak. Sırada küreselleşmenin üçüncü evresi var ve hatta uzmanlara göre biz bu yeni evreye şimdiden geçtik bile. Peki nasıl bir küreselleşme döngüsü bizleri bekliyor? Hiç kuşkusuz daha politik, daha çatışmalara açık... Batı’nın egemenliği eskisi kadar güçlü olmayacak bu yeni evrede. Yeni ve bütünüyle farklı eğilimler devreye girecek. Enerji savaşları daha artacak, korumacılık politikaları daha egemen olacak. Beyin gücü ve nitelikli insan kaynağı ise daha önce hiç olmadığı kadar önem kazanacak. KORUMACILIK RÜZGARLARI SERTLEŞTİ Ekonominin yeni oyun alanı ise ağırlıklı olarak genetik değişime uğratılmış ürünler, insan kopyalama ve elektronik ticaret konusunda olacak. Tüm bunlar küreselleşmenin aile fotoğrafını da değiştiriyor. 90’lı yılların ortalarında bu fotoğrafta yalnızca sanayileşmiş zengin ülkeler vardı, şimdi ise yeni oyuncular eklendi, üstelik bunlar hızla fotoğraf karesinin ön sıralarında yer almaya başladılar. Hindistan, Çin, Rusya, hatta Brezilya buldozer gibi ilerliyor.... Bunlardan biri, belki de içlerinden en önemlisi, korumacılık rüzgârlarının sert esmeye başlaması. Terör korkusu, kimi başarısız özelleştirmeler, yasal düzenlemelerdeki boşluklar, sürekli tekrarlanan mali skandallar ulus devletleri, piyasa koşullarına ‘dur’ demeye ve dümeni yeniden ele almaya sevk etti. Ve yeni durum anında kamuoyu anketlerinde de kendini gösterdi. LATİN AMERİKA’DA KAMUSALLAŞTIRMA Örneğin ABD’de 1994 yılında Amerikalıların yalnızca yüzde 20’si devlete güvendiklerini söylerken bu oran bugün yüzde 60’lara çıkmış durumda. Avrupa’da da durum farklı değil. İspanya, ulusal elektrik devi Endesa’nın Alman EON’un eline düşmesini engellemek için elinden geleni yaptı. Fransa, SUEZ’in İtalyan ENEL tarafından satın alınmasını önlemek için, SUEZ’in GNF (Gaz National de France) ile birlikteliğini destekledi. Dünya kamuoyunun en fazla ilgisini çeken konu ise Arcelor’un Hint çelik devi Mittal’in eline geçmemesi için sürdürülen, hatta Hindistan ile Fransa arasında siyasi kriz noktasına varan polemikler oldu. Ancak Arcelor, hissedarlarının tercihlerini Mittal’den yana kullanması sonucunda son anda direkten dönerek Rus Severstal ile evlilikten vazgeçti ve ibreyi Mittal’e çevirdi. Pekin yönetimi kendi tren yolları, havalimanları ve diğer ulaştırma yatırımlarında artık yabancıları istemediğini açıkladı. Rusya ise kendi stratejik sektörlerinde yabancı yatırımcıların varlığını kısıtlamak için yeni yasa hazırlığını harıl harıl sürdürüyor. Enerji piyasalarının liberalleşmesi konusunda geri adım ise yoğun olarak Latin Amerika ülkelerinde atıldı. Her sözü ve icraatı ile Bush yönetimine meydan okuyan Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez, enerji sektörü üzerindeki devlet kontrolünü arttırma girişimlerini farklı cephelerden sürdürdü. Dünyanın 5. petrol üreticisi olan Venezüella, bir yandan petrol şirketlerinin ödediği vergiyi arttırırken bir yandan da yabancı petrol şirketlerinin hisselerinin yüzde 60’ını ulusal petrol şirketi Petroleos de Venezuela’ya devretmeleri şartını getirdi. Chavez’in ardından millileştirme bayrağını Bolivya’nın çiçeği burnunda devlet başkanı Eva Morales devraldı. Morales 1 Mayıs’ta ülkenin çoğu 1996’da özelleştirilmiş olan petrol ve gaz tesislerini millileştirdiğini ilan etti ve petrol şirketlerine Bolivya devleti ile yeni sözleşmeler imzalamaları için 6 ay süre tanıdı. Aradan bir ay geçmeden bu kez Ekvador’un Enerji ve Maden Bakanı Ivan Rodriguez ulus aşırı petrol şirketi OXY’nin sözleşmesini iptal ettiğini açıkladı. İptal kararı, OXY’nin sözleşmeye ve yasalara aykırı biçimde Ekvador’daki hak ve zorunluluklarının yüzde 40’ını Kanada merkezli ENCANA’ya devretmek suretiyle anlaşmayı ihlal etmesine dayanıyor. Arayış CHP’den yararlanmalıyız’’ bakışı hem alkış hem de tepki alıyor. Cephe çağrılarından farklı algılamaların, beklentilerin olduğu bir yana, olabilirlikolamazlık ölçülerinde aynı umutluumutsuz yaklaşımlar var. ??? İşi ‘‘Parçalanmışlık, dağınıklık sorunlarına Cumhuriyet çözüm üretsin. İlhan Selçuk reçete üretsin..’’ boyutuna vardırmış olanlar var. Kimileri söyleşinin bitiminde bana bile bu anlamdaki sitemlerini iletmekten kendilerini alıkoyamadılar. ‘‘Kaç saatlik yoldan İlhan Ağabey’in ne yapacağımız sorusuna vereceği yanıtı dinlemek için geldim. Cumhuriyetin parçalanması tehlikesini tartışacak noktaya gelmişsek, gerçekleşememiş örgütlenmelerin, solda birleşmenin kendiliğinden oluşmasını bekleyecek lüksümüz de yok değil mi?’’ türünden, sevecen ama tedirgin itirazları dinliyorum. Aynı kaygılarla bu yaz sıcağında buluşmuş, kır kahvesindeki dinleyicilerin, Cumhuriyet okurlarının bile dağınıklığı, parçalanmışlığı çözmeye yönelik her çözüm önerisinde, en azından kırk parçaya bölünmüş oldukları gerçeğini anımsattığımda, hem doğruluyor hem de canlarının daha bir sıkılmakta olduğunu vurguluyorlar.. İlhan Selçuk’un ülkemiz için çok sıcak iki büyük tehdit algılaması, uyarısında buluşmuş, ‘‘Uygarlığa evet, emperyalizmin dayatmalarına, dünya ve ülkemize yönelik planlarına hayır’’ mesajına alkış tutan Cumhuriyet aydınları, olup bitenleri seyretme lükslerinin kalmadığı bilincinde de çoktan kenetlenmişler. Haber izleyen, haber okuyanlar, yaşama seyirci olmayan aydınların tümü için geçerli, ortada travmatik bir tablo var: Kentler bombalanıyor, kadınlar, çocuklar ölüyor... ABD Irak bataklığındaki gelişmelerin altından kalkamayınca, hedef seçtiği İslami terör örgütlerine karşı İsrail’i tetikçi olarak kullanıyor.. Irak’ta ŞiiSünni mezhep, terör örgütleriABD yandaşı yönetim güçleri çatışmasında günde ortalama 4050 ölümlü haber bana mısın demiyor.. Türkiye’nin Lübnan’a gönderilecek tampon gücün başında olması isteniyor. Erdoğan Hükümeti’nin resmi ve gölge Dışişleri’nin, ilişkilerinde nelere evet, nelere hayır dediği iyice anlaşılmaz oluyor. Dış politikada ilkesizlik, çelişkiler yumağı, güvensizlik diz boyu. İçerde siyasi İslama doğru koşar adım iktidar yürüyüşü... Evet ülkesini seven, yaşama sorumlulukla bakan insan için seyretmenin zamanı hiç değil... soner?cumhuriyet.com.tr C KİM KONTROL EDECEK? DTÖ’de işler arapsaçı Dünya enerji fıçısı gibi Küreselleşmenin 3. evresinde enerjiye olan talep giderek arttıkça rezervlerin kontrolünün kimde olacağına ilişkin çıkar çatışmaları da giderek alevleniyor. Enerjiye olan talebin geçmiş dönemlere kıyasla çok daha hızlı bir artış göstermesinin önemli bir nedeni, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin ciddi küresel oyuncular arasına girmiş olmaları. Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine göre 2000’den beri günlük küresel petrol tüketimi 10.6 milyon tondan 11.7 milyon tona çıktı. Bu artışın yarısından fazlası ABD, Çin ve Hindistan’dan kaynaklanıyor. BP Statistical Review’a göre ise 19942004 yılları arasında rezervler yalnızca 23.8 milyar ton arttı. 3 YILDA FİYATLAR 3 MİSLİ ARTTI Oysa 19841994 arasında artış 35.7 milyar ton olmuştu. Tabii tüm bunlar petrol fiyatlarının da son 3 yıl içinde neden 3 misli arttığını açıkça ortaya koyuyor. Arz ve talep arasındaki bu yeni eşitsizliğin en fazla kazanan tarafı Ortadoğu’nun üretici ülkeleri. Çünkü 1960’larda dünya rezervlerinin yüzde 25’ini ellerinde bulundururken şimdi yüzde 65’ini ellerinde bulunduruyorlar. Bu da zaten petrol fiyatlarının varil başına 35 dolarlardan 75’lere nasıl ulaştığını da özetliyor. Ulus devletlerin korumacılık kalkanını yeniden ele almaları doğal olarak Dünya Ticaret Örgütü’nü de tartışmalı hale getirdi. 90’lı yıllarda ortaya atılan ‘‘daha fazla liberalleşme, hizmet sektörünün de serbet ticarete açılması, korumacılığın bütünüyle ortadan kalkması’’ gibi kavramlar, 2001 yılında Doha zirvesindeki yenilgiden beri hiç de istenildiği gibi ilerlemiyor. ABD Başkanı George Bush’un bile gönülsüzlüğü o denli arttı ki, DTÖ nezdindeki adamını dahi geri çekti ve yerine bir teknokrat atadı. Önceliğini ise ikili serbest ticaret anlaşmalarına verdi. 2000 yılında 3 serbest ticaret anlaşması imzalamışken bu sayı 2005 sonunda 15’e yükseldi. Şili, Singapur, Bahreyn, Avustralya, Fas, İsrail ve Ürdün’ün yanı sıra Latin Amerika ülkeleri de ikili serbest ticaret anlaşmaları kervanına katılmaya başladılar. Geçen günlerde Doha raundunu korumak maksadıyla G6’lar adı verilen 5 ülkenin, Avustralya, Brezilya, Hindistan, Japonya, ABD ve Avrupa Birliği’nin yaptığı girişim de başarısızlıkla sonuçlandı. Ülkeler 14 saat toplantının ardından uzlaşma sağlamadan ayrıldılar. Üst düzey bir diplomat ise krizin daha da derinleştiğini, ülkelerin tarımda iç destekler olarak bilinen sübvansiyonlar konusunda ileri değil geriye doğru gittiklerini ve korumacılığa meyilli olduklarını aktardı. umhuriyet okurlarının katıldıkları Çantaköy Cumhuriyet Mahallesi’ndeki geleneksel söyleşiler için Taksim’den bir otobüs kalkar, yakın çevrede tatilde olanlar özel araçları ile gelirlerdi. ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Parçalanacak mı’’ sorusuna yanıt arayan konuşmacı İlhan Selçuk olunca, bir de zamanlama İsrail’in Lübnan işgali, Türkiye’nin PKK operasyonu girişiminin engellenmesi, çifte standartlı uygulama ile çakışınca işin rengi değişti. Taksim’den ek iki otobüsün daha kaldırılması zorunluluğu doğdu. Söyleşinin yapıldığı kır kahvesinin çevresi özel araçlarla dolmuştu. İçerisi tıklım tıklım, dışarıda kızgın güneş altında ayakta dolaşarak konuşmayı dinlemeye çalışanlar vardı. Kendi adıma bir ağaç gölgesi bulup, mikrofon ve rüzgâr sayesinde bulunduğum yere kadar uzanan sesleri dinlemeyi yeğledim.. Yazlık spor giysiler içinde her yaştan insanın tempolu yürüyüşlerle, oturanların ise güneş ve sıcaktan bunalmış halde, pür dikkat ama öfkeli yüzlerle dinlemeleri çarpıcı bir görüntü idi. Yakınımda telefonda yüksek sesle, bol bol ‘‘emperyalizm’’ sözcüğünü kullanarak, canlı yayın aktarma yapan ve tartışan, bir yandan da konuşmaları dinlemeye çalışan bir CUMOK’un görüntüsüne takılmış kalmıştım.. İçinde yaşadığımız için galiba tam algılamasında değiliz. İçin için bilinçaltımızdaki kaygıları besleyen çok önemli gelişmelerin ortasındayız. Konuşmalarda sık sık adı geçen Yugoslavya, Irak, Lübnan, İran, Suriye.. cehennemlerinin çağrıştırdıkları, tatil günü keyfini fazlası ile kaçırıyor. Gazeteci gözlemi olarak saatler süren soru sorma ve tartışmalardaki isyanı, öfkeyi yansıtan ses tonlarını vurgulamak isterim. Cumhuriyet okurları besbelli tehlike algılamasında görüşbirliğinde, bir şeyler yapılamaması, sorumluluk duygusu içinde isyanlardalar. Kafalarındaki yanıt aradıkları sorular, bir an önce harekete geçilmek üzere, ne yapılacağına, güçbirliği, örgütlenmenin nasıl sağlanacağına ilişkin. Yıllardır okudukları, tanıdıkları ‘‘İlhan Ağabey’’lerinden yapılacaklar, örgütlülük, güçbirliği sorunlarına, kafa karmaşasına reçete bekler gibiler. Ancak soruları soruşlarında öne çıkan vurgulamaları ile de Cumhuriyet okurları olarak bu konudaki kafa karmaşalarını yansıtmış oluyorlar. Cumhuriyetin, laikliğin tehdit altında olmasına karşı, örgütlü, etkin karşı duruşla bir an önce savaşım gereksiniminde buluşanların öncelikli sorunu dağınıklık. ‘‘Çaresiz, acil durum nedeniyle en yaygın örgütlülüklerden, öncelikle Frankfurter Allgemeine’den Koç’a övgü Ekonomi Servisi Alman ‘‘Frankfurter Allgemeine Zeitung’’ Koç Holding’i, Rahmi Koç’un Türkiye’nin en büyük holdingi haline getirdiği, oğlu Mustafa Koç’un ise dünyanın ilk 500 büyük firması arasına soktuğunu yazdı. Haberde, Koç Holding’in 2002 yılında; cirosunu 2012 yılına kadar 18.2 milyar dolara çıkarmayı hedeflediği, bu hedefe yıllık yüzde 40’lık büyüme hızıyla 2005 yılında ulaştığı belirtildi. Ayrıca holdingin 20002005 yılları arasında yaptığı ihracatın 7 kat artarak 6.2 milyar dolara çıktığı, 2006 yılında 9.5 milyar dolarlık ihracat planladığı belirtildi. Holdingin gelecek yıl, gelirlerinin yüzde 50’sini ihracattan yapmayı planladığı, yurtdışı yatırımlarının da Koç Holding için büyük önem kazanmaya başladığı ifade edildi. Doğu Avrupa ülkelerinde 61 Migros mağazasının bulunduğu, Avrupa’nın 4. büyük elektronik ev aletleri üreticisi olan Arçelik’in Rusya ve Romanya’dan sonra Çin’de de bir fabrika açacağı kaydedildi. K ovboy, ‘‘Patron benim, Lübnan’a ben gitmem, Dear Tayyip sen askerini gönderiver’’ dedi. Hem de IMF İcra Direktörleri Kurulu toplantısından tam bir hafta önce.! Malum, İcra Direktörleri Kurulu (İDK) dediğiniz IMF’nin karar organı. IMF dediğiniz de kapitalizmin egemenlik ilişkilerinin projelendirildiği üç kalesinden biri. Dolayısıyla, İDK’nın kararlarının İsrail’in Lübnan’da yarattığı temizlik hareketinden bağımsız olması mümkün değil! Hele hele, Ortadoğu üzerinden enerji kaynaklarının yeniden paylaşıldığı... Haritaların küresel firma çıkarlarına göre yeniden çizildiği şu süreçte.! Kaldı ki IMF’nin yöneticileri de bu rollerini hiç saklamıyorlar. Yoksa, IMF Dış İlişkiler Koordinatörü Mesud Ahmed, Lübnan’daki savaşın ‘‘küresel petrol ve finans piyasaları’’ üstündeki etkisinin ‘‘küçümsenmeyecek miktarda’’ olduğunu... ‘‘Zamanı geldiğinde Lübnan’a yardım edilebileceği’’ni bu kadar açık söyleyebilir miydi? Anlayacağınız, AKP’nin işi zor. Bir yanda standby anlaşmasının 3. ve 4. gözden geçirmeleri sonrasında gelecek 1.2 milyar SDR karşılığı olan 1.8 milyar dolar.! Diğer yanda Coni’nin yerine Lübnan sokaklarına gönderilecek Memetçikler! Aslında, cuma günkü 4. gözden geçirmenin dışardan baktığınızda özel bir önemi yok. IMF’nin gelişmiş ya da azgelişmiş ülke farkı gözetmeden düzenli olarak yaptığı bir çalışma. Ülke ekonomilerinin orta ve uzun vadeli ekonomi politikaları bu tür konsültasyonlar GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ la ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmekte. Türkiye için önemi ise bu kadar sıradan değil. Orta ve uzun vadeli ekonomi politikalarının yanı sıra: Yapısal reformların AB uyum politikalarıyla paralelliğinin değerlendirilecek olması ve.. 1921 Eylül arasındaki IMFDünya Bankası yıllık toplantısının hemen ardından 5. gözden geçirmenin yapılacak olması şeklinde iki önemi daha var. Malum, AB küresel sistemden bağımsız bir birlik değil. Küresel mozaiğin Avrupa parçası. Dolayısıyla IMF’nin de AB sermayesinin çıkarlarını koruma yükümlülüğü var. Bunun için tarımda desteklerin tamamen kaldırılması, asgari ücretin artmaması, sosyal güvenlikteki işveren paylarının düşürülmesi, elektrik üreticilerinin vergi yüklerinin kaldırılması gibi yapısal reformlarla ortaya çıkan sonuçları hem küresel hem de AB bölgesel bloku açısından değerlendiriyor. Kaldı ki, Türkiye’nin yüksek cari açığı AB ortalamalarını bozduğundan IMF’nin titizlenmesine şaşmamak gerek. IMF ve Lozan’da Boşuna mı Direndik! rilerine göre cari denge açığının GSYİH’ye oranı gelişen Avrupa ülkeleri için 2006’da yüzde 5.4, 2007’de 5.3. Türkiye içinse yüzde 6.5 ve 6.1. Türkiye’yi devreden çıkardığınızda bu oran 2006 ve 2007 için değişmediği gibi yüzde 4.9’a düşmekte. IMF’nin geç de olsa takıldığı nokta ise: Cari açığın finansmanı. Bizim açık dış borçlanmayla finanse edildiğinden IMF’nin söyleyecekleri belli: Mali disiplini sağlayın ve yapısal reformları sürdürün. Yani? Elektrikten suya, uranyumdan çimentoya stratejik üretim alanlarını küresel sermayenin kullanımına açmak yetmez. Ülkenin hâlâ bağımsızlık düşü kurmasını sağlayan eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerinin üretimini sabit bütçeyle kontrol altına alarak kamudan piyasaya devredin.! İkinci nedene gelince.. Eylül ortasındaki IMFDünya Bankası toplantısı İsrail’in Lübnan’daki temizlik harekâtını belki de tamamladığı, Ortadoğu’daki paylaşımın büyük ölçüde netleştiği bir zamana denk gelecek. Bu da IMF’nin 5. gözden geçir meye iştahı daha da kabarmış olarak geleceği izlenimini vermekte. Yani? 5. gözden geçirmeden sonra daha çok genç işsiz kalacak, çalışanlar işini kaybetmemek için ücretin artmamasını daha kolay kabullenecek, sağlık sigortasız, emeklilik güvencesi olmadan çalışanların sayıları daha hızlı artacak! İnanın bana yine de kimse sesini çıkarmayacak!. Artık onların gözü ne kendi geleceklerini, ne paylaşılan ülke kaynaklarını, ne de Ortadoğu’daki paylaşıma kurban edilecek çocuklarını görüyor. Onların gözü borsa endeksiyle, dolar kurunda! Yoksa, birincil önceliği uluslararası ihalelerden pay kapmak olanları iktidar ederler miydi? Ülkenin ekonomik ve siyasi bağımsızlığının bir bütün olduğunun bilincinde olan hükümetlerle yönetilirlerdi. İsrail’in Lübnan’a bomba yağdırmasıyla Güneydoğu’daki patlamaların neden aynı zamana denk geldiğini... ABD’nin Birleşmiş Milletler’in müdahalesine niye yanaşmayıp ateşe Türkiye’yi sürdüğünü düşünürler... Yoksulcahil aile çocukları gibi bölgenin kabadayılığına soyunup pay kapma düşleri kurmazlardı. Gördüğünüz gibi, tablo olumsuz olmasına olumsuz da umutsuz değil. Türkiye 83 yıl öncesinde Lozan’daki masaya oturduğundan daha fazla pazarlık gücü olan, zenginliklerini bilen bir ülke. İş ki masadakiler, ülkelerinin ancak bağımsız, demokratik, laik bir devlet olarak var olabileceği inancı ve inadına sahip olsunlar! Hisar Intercontinental BKK ile anlaştı İstanbul Haber Servisi Almanya’nın en büyük sağlık sigortası şirketlerinden biri olan BKK Aktiv kuruluşu, İstanbul Ümraniye’deki Hisar Intercontinental Hastanesi ile anlaşma imzaladı. Anlaşma kapsamında, Almanya’da yaşayan ve BKK Aktiv Sigorta kuruluşlarında üyeliği olan yaklaşık 320 bin Alman ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, Hisar Intercontinental Hospital’dan sağlık hizmeti alabilecek. İki kuruluş arasında yapılan anlaşma, Hisar Intercontinental Hospital’da düzenlenen törenle imzalandı. Törene, BKK Aktiv Pazarlama Müdürü Jörgen Labusch, Şube Müdürü Joachim Ulbrich, Pazarlama Sorumlusu Guido Bergermann ve Hisar Intercontinental Hospital Genel Direktörü Dr. Süheyl Pozantı ve BKK Aktiv Pazarlama Sorumlusu Engin Cabak katıldı. BKK sigorta şirketinin İstanbul’dan sonraki hedefini İzmir ve Ankara’daki hastaneler oluşturuyor.