Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TEMMUZ P E CUMA R V A S I Z P E R kitap T A V S I Z Enis BATUR Öteki kedi N e zaman raftaki yerinden çekip elime alsam Seferis’in günlüğünü, Ramazan’ın ölümünü anlattığı sayfalara dönerim. 14 ve 16 Ekim 1949 günleri, Ankara’daki sefârette kendisini yapayalnız hissettiği dönemde "tek dostu" saydığı kedisinin onurlu ölümünü, bir Sofokles tragedyasına yaraşır bir üslupla kâğıda düşmüştür. Belli ki kimse farkında değildi şairin, o yıllarda Türkiye’de nasıl olsundu, kendi ülkesinde bile şiirleri onu bir başına bırakmaya yetmişti. SIDIKAYLA TANIŞMA Geçen yıl, yazın son dönemlerinde bir gündü, akşamüstü saatlerinde eve döndüğümde, taraçanın kepenklerini kaldırdım ve donakaldım: Karnını burnuna dek bembeyaz bir yolun katettiği olağanüstü güzellikte bir tekir, Mısırlı ataları gibi oturmuş, bakıyordu. Ürkütürüm korkusuyla usul usul yanaştım kapıya, kanadı ağır hareketlerle açtım, ağır hareketlerle çıktım dışarı, onu görmemiş, daha doğrusu onu görmüş ama bunda herhangi bir tuhaflık görmemiş gibi iskemlelerden birine oturdum, kısa bir süre sonra kalktı yerinden, çevremde bir çember çizerek dolaştı, yumuşak sesime karşılık verdi ve gelip bacaklarıma sürtündü, herhangi bir yabancılık duygusu hissetmeksizin büyük saksıların arasında dolaşmaya koyuldu. Kapıyı açık bırakarak Tülin’e telefon ettim; arkadaşının evinden dönmesi uzun sürmedi üstelik yanında, bu beklenmedik konuk için kap ve yiyecek de getirmişti. Şaşılası iki şeyden birincisi fizik düzlemdeydi: Beşinci kattaki bir taraçada, her halinden "ev kedisi" olduğu anlaşılan bu patavatsızın işi neydi? (İki hafta sonra, üç dam ötedeki bir çatı katından geldiğini anlayacaktık). İkincisi, metafizik düzlemin kapsamına giriyordu: Yaklaşık iki yıldır, gitgide artan bir yoğunlukla, eve kedi ya da köpek alma isteği kabarmıştı Tülin’in öyle ki, konunun açılmadığı gün olmuyordu handiyse. "Misafir" adını önerdim, Tülin "Sıdıka"yı yeğledi: O günden başlayarak, Sıdıka, bir tür "parttime lover" olarak hayatımıza girdi, havanın yağışlı olmadığı günlerde, öğle yemeği sonrası taraçada görünür, akşama dek orada oynaşır oldu, arada, tabii, evin her köşesiyle tanışmayı savsaklamadı. "Olay"dan Şavkar Altınel’e, İngiltere’den gelişlerinden birinde taraçada otururken mi söz ettim, yoksa bir telefon konuşmamızda mı, anımsayamıyorum şimdi. Artık şiir yazmak istemediğini Şavkar bana söylediğinde, yumuşakça diklendiydim kararına. Benim kuşağımın en iyi şairleri arasında görüyorum onu; bencilce de sayılsa, böylesi bir niyete karşı çıkmamam beklenemezdi. Bir yıl kadar sonraydı, "Kedi" şiiri Sözcükler dergisinin ilk sayısında yayımlandı. “ Bizim eve bir kedi dadandı,” diyor, “Kaybolup kaybolup ortaya çıkıyor gene. Şiir de öyle olsun senin için: İlişkini kesme; açık bir kapı bırak, Dönüp gelsin arada bir…” dizeleriyle başlayan o ince, sızlatıcı şiirden geçtiğini bilmiyor Sıdıka. Peki Şavkar, bir tür kedi olduğunun farkında mı? Bir seferinde pençesini çıkardıydı bana, yaralandım; haklılığını daha yaralayıcı biçimde yüzüme vurmadığı, örneğin susarak tırmalamadığı için belki de, sonradan kopmadık, onardık örselenen bağı; yanlışlarımızı denkleştirdik bir biçimde. KULE CANBAZI SUNAY AKIN C Bir Temmuz Yazısı 15 O kuduğunuz yazı 20 Temmuz günü kaleme alınmıştır. (İşin doğrusu bilgisayarda yazılmıştır!..) Bu günün apayrı bir önemi vardır. Bu yüzden, elimde uzaktan kumanda aleti, televizyon ekranı karşısında haberden habere koştum. (Pöh! Kanal değiştirme tuşuna bastım yalnızca!..) Hiçbir haber bülteninde rastlamadım, 20 Temmuz ile ilgili bir sunuma... Kıbrıs ‘Barış’ harekâtıyla ilgili haberler vardı ama, 20 Temmuz’u önemli kılan, elbette bu savaş gününün yıldönümü olması değildi... 19 Temmuz, saat 07!.. İnsanlık müthiş bir yaratıcılık örneğiyle karşı karşıya!.. Öyleyse ben de sizleri 37 yıl öncesinin 21 Temmuz gününe götüreyim: Efendim, günümüzdeki gibi kıvırcıklaşmayan (arapsaçı!) İstanbul trafiğinde birer toka olma derdine düşmemiş insanlar, sabah, saat 07’de bayiden aldıkları ‘Tercüman’ gazetesinin arka sayfasında şu başlığı okurlar: ‘‘Kartal Şampiyonluk İçin Sahaya İndi...’’ Haber bu!.. Beşiktaş takımı yeni sezonu Şeref Stadı’nda açmış bulunuyor... ‘İNSANOĞLU AY’DA’ Kimi gazetelerde ‘arka sayfa’ güzelleri vardır. Genellikle çıplak fotoğraflarıyla gündeme gelen bu tür bayanları haber bültenlerinde çokça görür olduk. Tıpkı benim sizlere 21 Temmuz 1969 tarihli gazetenin arka sayfasındaki haberi sunmam gibi, günümüz televizyon haberleri de ‘arka sayfa’ güzellerinin işgali altında... Bu arada, söz konusu gazeteyi bir sahaftan satın almıştım. Yalnızca 21 Temmuz değil, 1969 yılının 18, 19, 20, 22, 23, 24 Temmuz tarihli Tercüman gazeteleri de elimde. Bunun nedeni, 20 Temmuz 1969 günü insanlık tarihinin en önemli olayının yaşanmış olmasıdır. Bu olayın ne olduğunu okumak için itildiğimiz ‘arka’ plandan kurtulup hayatın, pardon, gazetenin ön sayfasını okuyalım: ‘‘İnsanoğlu Ay’da’’... 20 Temmuz insanlığın Ay’a adım attığı gündür... Ve, bu büyük, hem de çok büyük olayın yıldönümü olan günün akşam haberlerinde 19 Temmuz, saat 07’nin önemi vurgulanıyor!.. Bilim, ülkemizin gazetelerinde, televizyon haberlerinde kendine yer bulamıyor!.. (Eğer atladığım Adının âşinasıdır Y ayıncısı olduğum dönemde pek aramazdı beni, profesyonel ilişki sona erdiğinde daha sık, gönülden görüşür olduk, bunu da sevdim. Pekâlâ kedidir işte. Herkes beni sert sanır uzaktan, Şavkar’ı tanımayanlar da şiirine bakıp onu yumuşak sanıyor olabilirler. Hiç de öyle değil bana kalırsa: Sert yanlarıma karşın yumuşak biri olduğumu, Şavkar’ın enikonu sert durduğunu söyleyebilirim içine çok açılamadığım için. KEDİ OLSAYDIM... Şiirle ilişkisinde de sert. İş inceldikçe sağırlık, körlük, dilsizlik artıyor oysa. Buna alıştım bir ölçüde, yılların ortasından geçerken. Toplumları, toplulukları gitgide artan bir şiddetle bozdular. Daha da bozacaklar. Nasıl istesinler şiiri? Neden? Yerini doldurdular, daralttılar bir kere. Hem de ne uğruna, nelerle. Kendi yakamızda işi inceltmeyi sürdürürken, yalnız kalmayı kabullenmiş olduk. Bir umduğumuz mu vardı? Kendi payıma, hâlâ, daha iyi bir çağın umudunu taşıyorum. Benimkisi ola ki köpeklik. Kadim Yunan’dan atalarımı biraz tanıyorum. Kedi olsaydım… Sıdıka gelip gidiyor bir yıldır. Sahibi onu hangi hecelerle çağırıyordur bilmiyoruz; Eliot’ın dediği gibi, nasıl olsa o kendi, asıl adının âşinasıdır. Şavkar Altınel’in "Kedi"si, düşünde dolaşan anlaşılması olanaksız siluet, içimizi dolduran hayaletlerin en güzellerinden biri. Haftanın Kitabı: Gönül Dağında Bir Garip Neşet Ertaş Kitabı/ Söyleşi: Haşim Akman/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 308 s. bir haber varsa kutlarım kendilerini, yürekten!)... Neil Armstrong Ay’a adım attığında şunları söylemişti: ‘‘Benim için küçük ama insanlık için büyük bir adım.’’ Televizyon ekranlarını işgal eden haberlere bakıyorum: Onları hazırlayanlar için büyük, ama insanlık için küçük, hem de çok küçük haberler bunlar!.. 37 yıl öncesinin gazetesinde, insanın Ay’a ulaşma haberleri arasında şu ilginç yorum da yer alıyor: ‘‘Uzmanlar, Kristof Kolomb’un Amerika’nın keşfi ile sonuçlanan seferinin, Apollo 11’in Ay seferinden daha zor olduğu görüşündedirler.’’ Bu yoruma katılıyorum... Çünkü Ay’da hayat yok!.. Eğer Ay’da da yerliler olsaydı, beyaz adam onların da canına okumak için ordular kuracak, daha çok para harcayacak, haliyle de daha çok zorlanacaktı!.. 21 Temmuz 1969 tarihli Tercüman gazetesinin tamamı Ay’ın ‘fethi’ne ayrılan ön sayfasında, büyük usta Semih Balcıoğlu’nun da bir karikatürüne yer ayrılmış. Söz konusu karikatürde, sırtlarında apartman boyunda sandıklar, çuvallar taşıyan iki hamal konuşuyor: ‘‘Yazık yahu, astronotlar yirmi beş kilo yük taşıyorlarmış!..” Sarı bir kutu içerisinde yer alan ‘Gong’ köşesinde de şu espriye yer verilmiş: ‘‘Burası Ay!.. Rakım: 380.000 kilometre... Yüzölçümü: 36 milyon km2... Nüfus: 2...’’ Ben, 62 tavşanı Sunay Akın, yedi yaşındaydım Neil Armstrong ve Edwin Aldrin Ay’da yürürlerken... Kulağımız radyoda, Ay yolcularının haberlerini takip ediyorduk günlerdir... Odamın penceresinden Ay’ı arıyordum her gece, ama göremiyordum doğru dürüst... Uzay aracı Ay’a doğru yaklaşırken, tarihi adıma dakikalar kalmışken, Houston’dan şöyle seslenilir astronotlara: ‘‘Eski bir Çin masalında Ay’da yaşayan bir tavşandan söz edilir...’’ Armstrong karşılık verir: ‘‘Tamam Houston, o tavşanı yakalar size getiririz!..’’ Ne gariptir ki, astronotlar Ay’da birer tavşan gibi zıplayarak yürüyorlardı... Beyaz, iki büyük tavşan!.. 37 yıl önceki gazetenin arka sayfasında ‘Kartal Şampiyonluk İçin İndi’ haberinin okunduğunu yazmıştım... Ay’a inen uzay aracının adı da ‘Kartal’ idi!.. Bir ‘Ay’ haberi daha unutuldu, atlandı... Bayrağında Ay’ın olduğu bir ülkede!.. Turan Engin türkülerle uğurlandı tesviyeci, boyacı/ tamirci, marangoz harp sanayi atölyesinde!/ Çeliğe su verir seksenlik dede./ Topa kama yapar yetmişlik amca./ Askere çorap örer yetmiş beşlik Fatma nene./ İç donu diker altmış beşlik Asiye teyze./ Düğme diker Hacer bacı,/ İlmik atar Ayşegül kız./ Su taşır yedi yaşında Elif./ Fişek doldurur Ümmühan gelin./ Çarık yapar Hamza dayı,/ doksanını aşkın./ Sargı bezi dokur, fanila diker,/ Seherler, Havvalar, Emineler!” Bu kitapta, İbrahim Balcı’nın kaleminden Türk ulusunun bağımsızlık destanı yer alıyor. Macellos Da Vinci Asya Seferi/ Erhan Bener/ Dünya Kitapları/ 320 s. Erhan Bener, insanların bireysel ve toplumsal davranışları açısından, İsa’dan bu yana, geçmiş dönemler ve bugün arasında çok da büyük farklılıklar olmadığını, bir kadının gözünden veriyor bu kez. İlk kez 1981 yılında yayımlanan ‘Ünlü Gezgin Macellos Da Vinci’nin Akılalmaz Serüvenleri’ne bu yeni yolculukta güzel bir kadın eşlik ediyor. İmparator Tiberius’un emriyle Roma’dan başlayan bu yolculuğu her ne kadar Macellos yapılandırsa da kaydedici Fâtimâ’dır. Biraz hınzır ve muzip, epeyce de erotik kayıtlardır bunlar. İnsanlığı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor/ Server Tanilli/ Alkım Yayınları/476 s. Dünya yağmalanıyor, nasıl önlemeli? Bilim ve tekniğin uygulanışında büyük sapmalar var; onları gidermenin yolu nedir? Kentler, hastalıklı bir büyüyüş içinde; kapitalizm, küreselleşmeyi de arkasına alarak yeni bir fetih çağına girmiştir; demokrasi fikir olarak zafer kazanmıştır ama “piyasanın diktatörlüğü” kurulmuştur; hoşgörüsüzlüğün kaynakları, en başta da ırkçılık ve köktendincilik ayakta. Medya fikirleri saptırıyor, kadın sorunu çözülmüş değil, KuzeyGüney zıtlığı devam ediyor, barış bugün de “savaş ağaları”nın insafına kalmış halde. Bu ortamda demokrasiyi derinleştirmek nasıl mümkün olacak? Aydınlara düşen görev ne? Server Tanilli, bu soruların yanıtlarını sunuyor kitabında. Söyleyince Yine Ben Kötü Oluyorum/ Erkan Goloğlu/ İletişim Yayınları/ 390 s. “Yıllar önce Ankara’da güneşli bir nisan günü. Can erik çıkmış ki, Dikmen’de ısırsan, kütürtüsü Çinçin’de duyuluyor. Erik bahçesine dalmışız gibi, bir yandan erikleri dişliyor, öbür yandan derneğin Rüzgârlı Sokak’taki binasında yarınki Nato’ya Hayır Mitingi’nin pankartlarına son halini veriyoruz. İçtiği sigaradan değil, boyundan lakabını alan Uzun Maltepe, o yıllarda başka rengimiz olmadığı için yüzü sarı, gözü kırmızı boya içinde yalvarıyor: ‘Ağbi bunun kralı ‘Nato Kafa Nato Mermer’ olur, bırak pankartı ellerimle parlatayım’” Erkan Goloğlu’nun anıları yer alıyor bu kitapta. Cumhuriyet Yazıları/ Necdet Adabağ/ Phoenix Yayınları/ 196 s. “Sevgili Mustafa Balbay, bana şaka yollu ‘yazarımız’ der. Beni yücelttiğinin ayrımındayım. İtalyan yazar Leonardo Sciascia ‘yazar olduğum için değil, yazı yazdığım için ‘yazar’ tanımını kullanıyorum’ der. Ben de öyle. Yoksa o kadar uzağım ki o tanımdan... Kırk fırın ekmek yeter mi, bilmiyorum. Ve ardından Sciascia şunu ekler: ‘Kendimi başkalarına hakaret ve küçümseme boyutuna varabilecek suçlamaları yapacak kadar kahraman göremiyorum’. Ben de öyle. Tüm yazdıklarım, Svevo’nun dediği gibi ‘kendimi anlamak içindir’. İnsanın kendisini anlaması için de ilk ağızda kendisini sorgulaması gerek diye düşünüyorum. Ben bu kitaptaki yazılarımda onu yaptım ya da yapmaya çalıştım. Toplumla aramda bir kopukluğun varlığını duyumsadım. ” Bu kitapta, Necdet Adabağ’ın Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazıları yer alıyor. Bir Milletin Uyanışı Mustafa Kemal Destanı/ İbrahim Balcı/ İlkbiz Yayınevi/ 590 s. “Bir kolu kopmuş, bir kulağı kesik,/ parmakları noksan, kalçasında, sırtında kurşun taşıyan,/ daha yaraları kapanmayan babalar, dedeler!/ Sekiz, dokuz, on, bir, on iki yaşında bebeler,/ Herkes görev başında, asker eğitimde, talimde./ Çilingir, demirci, kalaycı,/ anahtarcı, dokumacı, tornacı, İstanbul Haber Servisi Türk halk müziğinin emektar sanatçılarından Turan Engin, son yolculuğuna uğurlandı. Kalp yetmezliği nedeniyle uzun süredir tedavi gören ve yaşamını yitiren TRT İstanbul Radyosu’nun emekli Türk halk müziği sanatçısı Turan Engin için ilk tören Erikli Baba Cemevi’nde yapıldı. Alevi geleneklerine göre cenaze namazı kılınan sanatçının naaşı, daha sonra uzun yıllar görev yaptığı Harbiye’deki İstanbul Radyosu’na getirildi. Yıllarca gerek Yurttan Sesler Topluluğu ile gerekse solo olarak türküler söylediği Büyük Stüdyo’da sahneye konan Engin’in naaşının başında arkadaşları ve radyo yöneticileri, sanatçıyı anlatan konuşmalar yaptılar. Sanatçı arkadaşlarından Ali Gürlü ‘‘Bir süre önce Ali Ekber Çiçek’i yanına çağıran Pir Sultan Abdal, bu kez diğer yanı boş kalmış olacak ki Turan Engin’i yanına çağırdı’’ dedi. Konuşmaların ardından sanatçı arkadaşları topluca, Turan Engin’in radyo repertuvarına kazandırdığı ‘‘Gel Ha Gönül Havalanma’’ adlı türküyü seslendirdiler. Radyodaki törenin ardından Şişli Camii’ne getirilen Turan Engin, burada düzenlenen törenin ardından Kuruçeşme Mezarlığı’nda toprağa verildi. Engin’in cenaze töreninde Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mustafa Kul, Şişli Belediye Başkan Yardımcısı Kahraman Eroğlu, sanatçı arkadaşlarından Yavuz Top, TRT İstanbul Radyosu THM Koro Şefi Zafer Gündoğdu, Erdal Erzincan, Yücel Paşmakçı, Tolga Sağ, İsmail İlknur, Mustafa Sağyaşar, Can Etili, İzzet Altınmeşe, Cengiz Özkan, Sadık Gürbüz, Ali Rıza Binboğa, Pınar Sağ, Soner Özbilen, Hüsamettin Subaşı, Ali Gürlü, Tuğrul Şan, Talip Şahin, İbrahim Can, Güven Yapar, Ali Rıza Gündoğdu, Gürkan Özpeker, Mustafa Hisarlı, Sevcan Orhan, İclal Akkaplan, Tuncal Balcı, Erhan Kutsal, Mina Yalçın Kemal ve Cemal Kaplan, Karacaahmet Sultan Vakfı Başkanı Mustafa Kaçmaz da hazır bulundular. Yılların TRT sanatçısı Turan Engin son yolculuğuna türkülerle uğurlandı.